Sahabiler, Kur´an ve Sünnet´de hükmünü bulamadıkları meseleler için istişarede bulunuyorlardı.
Onlar, bazen bir meselede fikir birliğine varıyorlardı ve ittifaklarına "icmâ" adı veriliyordu.
Bazen de bir konuda görüş birliği sağlanamıyordu. Her sahabînin o konuda fikri başka oluyordu. Bu devirde reyin manave mahiyeti şöyle idi: Kitab ve Sünnetde hükmü açıklanmayan meselelerin hükümlerini, nasslann ışığı altında çıkarmaktır.
Bu devirde reyin sahası kıyasdan daha genişti. Daha sonraki devirlerde kıyas, istihsan, mesalihi mürsele, sedd-i zerâyi, istıslah adı verilen esas ve metodlar bu devirde rey adi altında uygulanıyordu.
İbn Abbâs "Nebî (s.a.s.) yiyecek maddelerinin kabzdan önce satışını yasakladı" hadisini rivayet ettikten sonra "her şeyin yiyecek gibi olduğunu sanıyorum" demiş ve kıyas yoluyla hüküm çıkarmıştır.
Hz. Osman, ölüm hastalığında iken karısını boşayan kimsenin, talâkını geçersiz kabul etmiştir. Böyle bir hükmü, sedd-i zerâyi metodu ile çıkarmıştır.
Bir kimseyi öldüren bir cemaatin tamamının kısas cezasıyle öldürülmesinin mesnedi, sedd-i zerâyi ve mesâlih-i mürseledir.Sahabîlerin bütünü, ihtiyaç anında reye müracaat ediyorlardı.
Ancak bazıları, rey ile çok bazıları da az ictihâd´da bulunuyorlardı.
Reyiyle en çok ictihâd-da bulunan sahâbiler şunlardır:
1. Hz. Ömer,
2. îbn Mes´ûd,
3. Hz. Ali.
Rey ile az ictihadda bulunan sahâbiler de şunlardır:
1. Abdullah b. Ömer,
2. Abdullah b. Amr,
3. Abdullah b. Zübeyr.
Bazı sahâbiler, nasslann zahiriyle yetinmişler,hüküm ve fetvalarını onların üzerine bina kılmışlardır. Bu konuda fazla reye başvurmamışlardır.
Nassların zâhirleriyle yetinmeyen sahâbiler ise nassların zahiri manalarıyle birlikte onları teşrî-i gaye ve maksadlarının nelerden ibaret olduklarını araştırmışlar ve bu konuda fazlaca ictihadda bulunmuşlardır.
Sahabilerden herbiri reyiyle ictihadda bulunduktan sonra "bu benim reyimdir; şayet doğru ise Allah´dandır, hata ise bendendir" derdi.
Bu devirde nazarî fıkıh başlamamıştır. Hadiseler meydana gelince onların hükümleri araştırılmıştır.
Meydana gelmemiş bir hadisenin hükmüyle meşgul olunmamıştır
Kaynak : Fahreddin Atar - Usul-u Fıkıhhttp://www.ibniabidin.com/index.php?option=com_comprofiler&task=registers
Onlar, bazen bir meselede fikir birliğine varıyorlardı ve ittifaklarına "icmâ" adı veriliyordu.
Bazen de bir konuda görüş birliği sağlanamıyordu. Her sahabînin o konuda fikri başka oluyordu. Bu devirde reyin manave mahiyeti şöyle idi: Kitab ve Sünnetde hükmü açıklanmayan meselelerin hükümlerini, nasslann ışığı altında çıkarmaktır.
Bu devirde reyin sahası kıyasdan daha genişti. Daha sonraki devirlerde kıyas, istihsan, mesalihi mürsele, sedd-i zerâyi, istıslah adı verilen esas ve metodlar bu devirde rey adi altında uygulanıyordu.
İbn Abbâs "Nebî (s.a.s.) yiyecek maddelerinin kabzdan önce satışını yasakladı" hadisini rivayet ettikten sonra "her şeyin yiyecek gibi olduğunu sanıyorum" demiş ve kıyas yoluyla hüküm çıkarmıştır.
Hz. Osman, ölüm hastalığında iken karısını boşayan kimsenin, talâkını geçersiz kabul etmiştir. Böyle bir hükmü, sedd-i zerâyi metodu ile çıkarmıştır.
Bir kimseyi öldüren bir cemaatin tamamının kısas cezasıyle öldürülmesinin mesnedi, sedd-i zerâyi ve mesâlih-i mürseledir.Sahabîlerin bütünü, ihtiyaç anında reye müracaat ediyorlardı.
Ancak bazıları, rey ile çok bazıları da az ictihâd´da bulunuyorlardı.
Reyiyle en çok ictihâd-da bulunan sahâbiler şunlardır:
1. Hz. Ömer,
2. îbn Mes´ûd,
3. Hz. Ali.
Rey ile az ictihadda bulunan sahâbiler de şunlardır:
1. Abdullah b. Ömer,
2. Abdullah b. Amr,
3. Abdullah b. Zübeyr.
Bazı sahâbiler, nasslann zahiriyle yetinmişler,hüküm ve fetvalarını onların üzerine bina kılmışlardır. Bu konuda fazla reye başvurmamışlardır.
Nassların zâhirleriyle yetinmeyen sahâbiler ise nassların zahiri manalarıyle birlikte onları teşrî-i gaye ve maksadlarının nelerden ibaret olduklarını araştırmışlar ve bu konuda fazlaca ictihadda bulunmuşlardır.
Sahabilerden herbiri reyiyle ictihadda bulunduktan sonra "bu benim reyimdir; şayet doğru ise Allah´dandır, hata ise bendendir" derdi.
Bu devirde nazarî fıkıh başlamamıştır. Hadiseler meydana gelince onların hükümleri araştırılmıştır.
Meydana gelmemiş bir hadisenin hükmüyle meşgul olunmamıştır
Kaynak : Fahreddin Atar - Usul-u Fıkıhhttp://www.ibniabidin.com/index.php?option=com_comprofiler&task=registers