Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

REDD-İ REVÂFID RİSÂLESI - İmâm-ı Rabbani Ahmed Farûkî Serhendi

313

New member
Katılım
18 Mar 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İmâm-ı Rabbani Ahmed Farûkî Serhendi (kuddise sirruh) hazretlerinin REDD-İ REVÂFID RİSÂLESİ'nin özetini şaheser bir vesika olarak aşağıya çıkarıyoruz:

Allahü teâlâya sevdiği ve beğendiği gibi hamd olsun. Bütün insanların en üstünü Muhammed aleyhisselâma, onun yüksek şanına yakışacak dualar ve selâmlar olsun. Doğru yolda giden dört halifesine, hepsi temiz olan ehli beytine ve sevdiği bütün eshâbına yüksek derecelerine uygun selâmlar olsun.

Her var olana, lâzım olan her şeyi gönderen, ondan başka sahip ve mâlik olmayan Allah'ın merhametine çok muhtaç, Ehl-i Sünnet âlimlerinin hizmetçisi, zavallı bu kul Abdulehad oğlu Ahmed Farûkî, bugünlerde şiî âlimlerinin azgınlarından birinin yazdığı bir risale gördüm. Bunu Mâverâünnehir âlimlerine cevap olarak yazmıştı. O âlimler, azgın şiîlerin kâfir olduğunu, öldürülüp mallarını almanın caiz olduğunu yazmışlardı. Risaleyi okuyunca ancak ahmakların inanacağı sözlerle üç halifeye kâfir dediklerini, Âişe-i Sıddîka'yı kötülediklerini gördüm. Bu fakir, o bozuk yazılara akla ve ilme dayanarak cevap vermiş, onların yanılıp doğru yoldan ayrıldıklarına herkesi inandırmışsam da müslümanlık gayretim ve hadîs-i şerifteki;

«Fitneler, bid'atlar meydana çıkıp Esbabıma dil uzatıldığı zaman, doğruyu bilen bildiğini herkese bildirsin. Eğer bildirmezse, Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Allahü teâlâ böyle bir âlimin farzlarını ve diğer ibâdetlerini kabul etmez.»

Emri, bu konuşmalarımı kâfi göstermedi. Ciğerlerimin yanmasına su serpemedim. İçimin sızlamasını durduramadım. Onların kötü maksatları yazılmadıkça, beklediğim faidenin hâsıl olmayacağını âcizane düşündüm. Allahü teâlâya sığınarak, onun yardımına güvenerek bu risaleyi yazmağa başladım.

Bugün rafızîler kendilerine «Alevi» diyorlar. Alevi kelimesi üç yerde kullanılmıştır:

1 — Hazreti Ali'nin her kuşaktan torunlarına denirdi. Sonraları Hazret-i Hasen'in çocuklarına «şerif», Hazreti Hüseyin'in çocuklarına «Seyyid» denildi.

2 — Hazret-i Ali'yi sevip onun yolunun Muhammed aleyhisselâmın yolu olduğu için bu yolda gidenlere «Alevî» demek lâzımdır. Bu yol Ehl-i Sünnetin yolu olduğuna göre asıl Alevî, Ehl-i Sünnettir, yani sünnîdir.

3 — Bugün şiîlerin en azgın fırkaları kendilerine «Alevî» diyorlar. Yani bu güzel ismi kendilerine maske yapıyorlar.

Şiîler şöyle diyor:

«Peygamber aleyhisselâın âhirete teşrif ettikten sonra müslümanların reisi İmâm-ı Ali'dir. Her asırda reislik onun çocuklarının hakkıdır. Bunlardan başka hiç kimse, hiç bir zaman müslümanlara imam olamaz.»

Şiilerin başlıcası yirmi fırkadır. Meşhur olan birkaçını (oniki fırkayı) bildirelim. İnanışlarını ve maksatlarını açıklayalım. Böylece doğru ile yanlış, hak ile bâtıl ayırdedilsin.

İlk defa (Yahudi) İbni Sebe tarafından çıkarılan şiî fırkalarından birkaçı şunlardır:

1 — KAMİLİYYE : Bunlar, Eshâb-ı Kirama kâfir der ve tenasuha inanırlar.

2 — BENANİYYE : İnsan şeklindeki ilâhımız zamanla helak oldu, yalnız yüzü kaldı, ruhu da Ali'dedir, derler.

3 — CENAHİYYE : Bunlar, ruhun tenasüh yolu ile ceset değiştirdiğine inanırlar. Öldükten sonra dirilmeğe inanmazlar. Şarap ve zina gibi birçok harama helâl derler.

4 — MANSURİYYE : Bunlar, Cennet sevmemiz icap eden imam demektir. Cehennem de düşmanlık etmemiz icap eden kimselerdir. Meselâ Ebu Bekr ve Ömer bunlardandır, derler.

5 — HATTABİYYE : Bunlar, İmamlar Peygamberdir, hattâ Allah'ın oğullarıdır. Cafer Sâdık ilâhtır, derler.

6 — GURABİYYE : Bunlar, Muhammed aleyhisselâm, karganın kargaya benzemesinden daha çok Hazret-i Ali'ye benziyordu. Allah Kur'an-ı kerîm'i Ali'ye götürmesi için emir vermişti, Cebrail yanılarak Muhammed aleyhisselâma götürdü diyerek Cebrail aleyhisselâma lanet ediyorlar.

7 — ZEMMİYYE: Ali ilâhtır, Muhammed aleyhisselâmı peygamber yapmıştı, diyorlar.

8 — YUNUSİYYE : Bunlar, melekler Allahı Arş üzerine çıkardı, Allah Arş üzerinde oturuyor, diyorlar.

9 — MÜFEVVİDA : Allah dünyayı yaratıp bütün işleri Muhammed aleyhisselâma bıraktı, diyorlar. Bir kısmı da bütün dünya işlerini Ali'ye bıraktı, Ali dilediğini yaratıyor, diyorlar.

10 — İSMAİLİYYE : Bunlar haram yoktur, her şey helâldir derler. Allah ne vardır ne yoktur, ne kadirdir, ne âcizdir, derler.

......... Hasan Sabbah ile, İsmailiyye devletini kurunca kendine zamanın imamı deyip pek çok zulüm ve işkence yaptı, Ehl-i sünnet âlimlerini sokaklarda şehit ettirdi. Bunlara göre her zaman imam bulunmak lâzımdır.

11 — ZEYDİYYE : Bu fırka üç kısımdır. Carudiyye: Bunlar, halifelik Ali'nin hakkı idi, Eshâb onun hakkını vermedikleri için kâfir oldular, diyorlar. Süleymaniyye: Bunlar, Osman, Talha, Zübeyr ve Âişe hazretleri için kâfir diyorlar. Tebiriyye: Bunlar Süleymaniyye gibidir, yalnız Hazret-i Osmanı kötülemezler.

12 — İMAMİYYE : (Bunlara İran'da Caferiyye deniyor.) Bunlar, Hazret-i Ali'nin halife olması açıkça emrolunmuştu, sahabe bu emri yerine getirmediği için kâfir oldu diyorlar. Halifeliğin İmâm-ı Cafer Sâdık'a kadar babadan oğula geçtiği muhakkaktır, diyorlar.

Şiî fırkalarının Ehl-i beyti ve on iki imamı sevdiklerini söylemeleri büyük bir cahillik ve gülünç bir iddia olduğu aşikârdır.

 

313

New member
Katılım
18 Mar 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Şimdi Allahü teâlânın yardımına sığınarak şiîlerin çürük itirazlarını cevaplandıralım:

Mâverâünnehir âlimleri şöyle buyurdu:

«Peygamber aleyhisselâm üç halifeye çok kıymet verir, çok severdi. Her birini medheden sahih hadîsler çoktur. Onun her sözü vahye dayanırdı. Nitekim Vennecmi suresi üçüncü âyetinde yalnız vahyedileni söylediği buyuruldu. Şiîler bu üç halifeyi kötüledikleri için, vahye karşı gelmiş oluyor, vahye uymamak ise küfürdür.»

Şiîler buna şöyle cevap veriyor:

«Peygamber aleylıisselâmın vefatı yaklaşınca, müslümaınlar arasında ayrılıklar başgösterdi. Bunlardan birincisi, Peygamber aleyhisselâm doğru yoldan çıkılmaması için kâğıt istemişse de Ömer'i sancılar sarıp bu emri beğenmedi. İkinci ayrılık Üsamenin emri altında Cihada gidilmesini Peygamber aleyhisselâm emrettiği halde bazıları gitmedi.

Vasiyyet yazmak için kâğıt istemesi, vahye dayanıyordu. Ömer bunu menetmekle, vahyi reddetmiş oldu, vahyi red ise dediğiniz gibi küfürdür. Bunun gibi Üsame ordusuna katılmayan da kâfir olur. Üç halife de katılmadı. Sonra Peygamber aleyhisselâm Mervanı Medine' den çıkarmıştı, bu da elbette vahy ile idi. Osman Halife olunca onu tekrar Medine'ye alması, hilâfet işlerinde kullanması ve ona kıymet vermesi de küfürdür.»

Allahü teâlânın yardımı ile cevabında deriz ki, müfessirlerin baştacı Beydâvi, mezkûr âyeti şöyle tefsir etmektedir:

«Kur'an-ı kerîmden söyledikleri kendinden olmayıp hepsi vahy iledir.»

Eğer Peygamber aleyhisselâmın her sözü vahy ile olsaydı, bazı sözlerine Allahü teâlâ itiraz etmezdi. Meselâ Enfal sûresi 67. âyetinde şöyle buyurulmaktadır:

«Harbde alınan esirleri mal karşılığı olarak bırakmak hiç bir peygambere yakışmaz. Yeryüzünde onların çoğunu öldürmek zaiflemelerine sebep olur. Siz dünya malını istiyorsunuz, Allah ise sevap kazanmanızı Cennete ve nimetlere kavuşmanızı istiyor.»

Beydavî tefsirinde bu âyet-i kerîme hakkında şöyle deniyor:

«Bu âyet-i kerîme, Peygamberlerin ictihad ettiklerini ve ictihadlarında yanılabileceklerini, ancak yanılmalarının kendilerine hemen bildirildiğini, yanlışlarının düzeltildiğini göstermektedir.»

Akla bağlı bilgilerde ve ictihadla anlaşılan işlerde Eshâb-ı kiramın Peygamber aleyhisselâma uymaması, ayrı ictihadda bulunması caizdir. Bazan Eshâbın anladığına (içtihadına) uygun vahy gelmiştir. Meselâ Bedirde alınan esirlere yapılacak muamele hakkında Hazret-i Ömer'in içtihadı, Peygamber aleyhisselâma uymadı. Vahy geldi, Ömer'in içtihadının yapılmasını bildirdi. Beydâvi şöyle diyor:

«Bedir Gazasında yetmiş esir alındı. İçlerinde amcası Abbas, ve Hazret-i Ali'nin büyük kardeşi Ukayl da vardı. Bunların ne yapılması gerektiğini Eshâbına danıştı. Hazret-i Ebu Bekr şöyle dedi:

«Bunlar hemşerilerin ve akrabalarındır. Bunlara ceza verme. Allahü teâlâ belki kendilerine tevbe nasip eder. Bunları para karşılığında bırak. Böylece Eshâbın da kuvvetlenmiş olur.»

Hazret-i Ömer ise şöyle dedi:

«Bunları öldür. Bunlar din düşmanlarının elebaşılarıdır. Allahü teâlâ, bizi onların parasına muhtaç bırakmadı. Bana emret falancayı öldüreyim. Ali'ye ve Hamza' ya emir buyur kendi kardeşlerini öldürsünler.»

Resulullah ise şöyle buyurdu:

«Ya Ebâ Bekr, sen İbrahim aleyhisselâma benziyorsun. O buyurmuştu ki, (Benim yolumda giden benimle beraber olur, bana uymayanlar ise Allahü teâlâ gafurdur, rahimdir.) Ya Ömer sen de Nuh aleyhisselâma benziyorsun. O da buyurmuştu ki, (Ya Rabbi kâfirlerden kimseyi yeryüzünde diri bırakma.)

Eshâb-ı Kiramın çoğu esirlerin mal karşılığı bırakılmalarını söylemesi üzerine esirler bırakıldı. Bunun üzerine yukarıdaki âyet-i kerîme nazil oldu. Hazret-i Ömer radiyallahü anh, yanlarına geldiğinde Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ile Hazret-i Ebu Bekr radiyallahü anh'ın ağladıklarını gördü. Şöyle dedi:

— Ya Resulallah, niçin ağlıyorsunuz? Bildirin de ben de ağlıyayım.

— Esbabım için ağlıyorum. Mal karşılığında esirleri bıraktıklarından dolayı onlara gelen azap bana gösterildi. Şu ağaçtan daha yakın oldu. Eğer azâb geri çevrilmeseydi, Ömer ile Sa'd bin Muaz'dan başka kimse kurtulmazdı.

Çünkü Sa'd Ömer gibi öldürülmelerini istemişti.»

Peygamber aleyhisselâmın kâğıt istemesi, Üsame ordusunun hazır bulunmasını emir buyurması ve Mervan'ı Medine'den çıkarması içtihadı ile olduğu için bunları yapmayanlara kâfir denmez. Vahy gelmekte, yanlış doğrudan ayrılmakta iken emre uymayanlara suçlu denilmemişti ve azarlanmamışlardı. Seyyid Şerif Ali b. M. Cürcani Amidî'den naklen şöyle der:

«Münafıklardan başka Eshâb-ı kiramın hepsi Peygamber aleyhisselâmın vefat ettiği gün birlik halindeydi. Sonra ictihadlarında ayrılık oldu. Bu ayrılıkları iman üzerinde değildi. Hiç birinin küfrüne sebep olmadı. Bu ayrılıkları dini kuvvetlendirmek, Şeriatın doğru yolunu korumak içindi.»

Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

«Gaybları ancak Allahü teâlâ bilir.» «Gizli» likleri bilen yalnız odur. Bildiği gizli şeylerden dilediği kadarını yalnız Peygamberlerden dilediğine açıklar.» «O kendiliğinden söylemez.»

Bu âyet-i kerîmeler Kur'ân-ı kerîmi ve gizli vahyedilenleri göstermektedir. Peygamber aleyhisselâmın böyle vahye istinat eden söz ve işlerine inanmamak elbette küfür olur. Üç halifeyi öven hadîs-i şeriflerin Allahü teâlâ tarafından vahy edildiğini göstermektedir. Bu hadîs-i şerifler o kadar çoktur ki meşhur olmuşlardır, hattâ mütevatir hadîs haline gelmişlerdir. Bunların birkaçını bildirelim:

«(Ya Ebâ Bekr) Sen benim mağara arkadaşımsın. Kevser Havuzu yanında arkadaşımsın.» (Tirmizî)

“(Yâ Ebâ Bekr, Ümmetim içinde Cennete en önce sen gireceksin.” (Tirmizî)

«Bu zâtın (Ömer'in) Cennette derecesi ümmetimin hepsinden yüksektir.» (İbni Mâce)

«Ebu Bekr ile Ömer'i sizin önünüze ben geçirmedim. Onları Allahü teâlâ hepinizin önüne geçirdi.» (Ebu Ya'lâ)

«Cebrail âleyhisselâmı Ömer'in üstünlüğünü sordum. Onun kıymetini Nuh aleyhisselâmın peygamberlik zamanı kadar (950 sene) anlatsam bitiremem. Bununla beraber, Ömer'in bütün kıymetleri Ebu Bekr'in kıymetlerinden birisidir.» (Ebu Ya'lâ)

«Cennette, Peygamberlerden sonra bütün insanların en üstünü Ebu Bekr ile Ömer'dir.» (Tirmizî ve İbni Mâce)

Ebu Musel-eş’ârî, nakleder ki, Medine'de bir bahçede oturuyorduk. Kapı çalındı, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:

«Kapıyı aç ve gelene cennete gideceğini müjdele.»

Kapıyı açtım, Ebu Bekr-i Sıddîk içeri girdi. Müjdeledim, hamd eyledi. Sonra yine kapı çalındı, Peygamber aleyhisselâm yine buyurdu:

«Yine aç ve müjdele»

Açtım Ömer Faruk içeri girdi, müjdeledim, Allahü teâlâya hamd etti. Yine kapı çalındı. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:

«Aç ve Cennet ile müjdele, üzerine de musibet geleceğini söyle.»

Açtım, Osman Zinnureyn geldi, müjdeledim. Hamdeyledi. (Buharî ve Müslim)

Mervân'ın Medine'den çıkarılması vahy ile idi, desek bile, sonsuz olarak çıkardı denemez. Belli bir zaman için çıkarılması niçin mümkün olmasın? Hazret-i Osman radiyallahü anh, sürgünlük zamanını bilerek, zamanı bitince tekrar Medine'ye aldı.

Şiîler haksızlıkta çok aşırı giderek üç halifeyi kötülüyor, hattâ bunlara kâfir diyorlar. Üç halifeyi metheden hadîs-i şerifler tevatür derecesini bulduğu için bu hadîs-i şeriflere de inanmamak elbette küfür olur.

Mâverâünnehir âlimleri buyuruyor ki:

«Üç halife Feth sûresi 18. âyet-i kerîmesinde (Sana ağaç altında ellerini uzatarak söz verenlerden Allah razı oldu. Hepsini sevdi.) müjdesi ile şereflenenler arasında idi. Bunları kötüleyip söğmek bunun için de küfr olur.”

Şiîler buna şöyle cevap veriyor:

«Bu âyet, Allah'ın söz verenlerden değil, yapılan sözleşmeden razı olduğunu göstermektedir. Bunlar kötü iş yapmakla verdikleri sözü bozmuş oldular. Meselâ Peygamber Hazret-i Alinin halife olmasını açıkça emrettiği halde, bu emre uymayıp kendilerini zorla halife yaptılar. Sonra Fâtma'yı incitmek Peygamberi incitmek olduğu hadîs-i şerifle sabit iken Fâtma'yı incittiler. Kâğıt getirilmesi emrini dinlemediler. Üsame ordusuna yanaşmadılar, bunlardan dolayı üçüne de söğmek icap eder.»

Cevabında deriz ki, Allahü teâlâ, ağaç altında söz verenlerden razı olduğu zaman, onların kalblerini ve niyyetlerini biliyordu. Peygamber aleyhisselâm üç halifenin Cennete gideceğini müjdeledi, iman ile öleceklerini açıkça bildirdi. Sözlerinde duracaklarını, vaatlarını bozmayacaklarını haber verdi.

Eğer Allahü teâlâ söz verenlerden değil de, sözleşmeden razı olduğunu bildirmiştir dersek Allahü teâlâ onların verdiği sözü beğenince iman ile giderler. Çünkü Allahü teâlâ kâfirlerin hiç bir işinden razı olmaz. Son nefeste imansız gidecek olanlar, güzel iş yapsalar bile Allahü teâlâ bunların böyle işlerini de beğenmez. Onların yaptığı güzel işler hakkında Maide Sûresi 57. âyetinde şöyle buyurulmaktadır:

«Biriniz imandan ayrılıp kâfir olarak ölürse, yapmış olduğu bütün iyi işler yok olur. Dünyada ve âhirette faidesi olmaz.»

Âhirette işe yaramayacak olan bir fiilden Allahü teâlânın razı olduğunu söylemek kadar saçma, manasız söz olmaz. Çünkü razı olmak beğenmek, son derece kabul etmek demektir.

Hazret-i Ali'nin halife olmasını Peygamber aleyhisselâm bildirmedi. Bildirseydi, tevatür ile yayılırdı, belli olurdu. Böyle bir emir veya işaret olsaydı, Hazret-i Ali bunu söyler, hakkını isterdi. Ebu Bekr'in halifeliğini de kabul etmezdi. Nitekim Ebu Bekr, halifelerin Kureyş'ten olacağını bildiren hadîs-i şerifi bildirerek Ensârın halife olmasını kabul etmedi. Ensâr da razı olup halifelik arzusundan vazgeçtiler.

Allâme Nasireddin'i Tûsî şöyle der:

«Hazret-i Ali hiç bir sözünde, hiç bir hutbesinde, Ebu Bekrin halife seçilmesindeki gecikmesinde Ömer'den sonra halife namzedi seçilen altı kişiden biri olarak oradaki konuşmalarında hilâfete hakkı olduğunu gösterecek bir şey söylemedi. Hattâ altı halife namzedi toplantısında, Hazret-i Abbas'ın Hazret-i Ali'ye elini uzatarak (Elini ver, herkes Resûlüllahın amcasının seni halife seçtiğini görsün de sana uysun) dediyse de Hazret-i Ali kabul etmedi.»

Evet Hazret-i Fâtıma'yı incitmenin Peygamber aleyhisselâmı incitmek olduğuna dair hadîs-i şerîf vardır. Fakat bu incitmemek için olan emir, her halükârda incitilmemesi demek değildir. Çünkü Hazreti Ali onu birkaç kere incitti ve suç olmadı. Bunun gibi Âişe validemizi incitmenin de kendisini incitmek olduğunu buyurmuştu.

«Aişe'yi üzerek beni incitmeyiniz, biliniz ki onun yatağında iken bana vahy gelmektedir.»

Halbuki Hazret-i Âişe, Hazret-i Ali'den elbette incindi. (Şimdi yukarıdaki hadîs-i şerifi göstererek Hazreti Ali'nin Hazret-i Âişe validemizi incitmekle Peygamber aleyhisselâmı incittiği söylenebilir mi?)

Bunun için hadîs-i şerifteki «incitmeyiniz» emri nefsin isteklerine ve Şeytan'a uyarak incitmeyiniz demektir. Yoksa şeriatın emrini yerine getirmek için üzmek yasak olmaz. Hazret-i Fâtıma, Fedek hurmalığından miras vermediği için Hazret-i Ebu Bekr'e üzülmüştü. Hazret-i Ebu Bekr de Peygamberlerin miras bırakmayacağına dair olan hadîs-i şerife istinaden ona miras vermemişti. Yoksa nefsine uyarak bunu yapmamıştı. Bunun için suç olmaz.

Hazret-i Ebu Bekr sözbirliği ile halife seçildi. Halifeliği haklı olmasaydı Hazret-i Ali ile Hazret-i Abbas kabul etmez haklarını isterdi. Nitekim Hazret-i Muaviye'nin halifeliğini haklı görmediği için kabul etmedi. Muaviye'nin askeri, kuvveti kendisinden daha çok olduğu halde hakkını istedi ve çok kimsenin ölümüne sebep oldu. Halbuki Ebu Bekir’den hak istemesi pek kolay idi ve kolay seçilirdi.

İbni-s Salâh ve Abdülâzim Münzirî, Eshâb-ı kirâm'ın hepsinin âdil ve hepsinin cennetlik olduklarını bildirdikten sonra şu âyet-i kerîmeyi naklediyorlar:

“Mekke'nin fethinden önce Allah için mal veren ve muharebe edenlere, fetihten sonra verenlerden ve harb edenlerden daha yüksek derece vardır. Bunların dereceleri eşit değildir. Hepsi için Cenneti söz veriyorum.” (Hadid/10)

«Demek ki Eshâb-ı kiramın hepsi Cennete girecektir.»

Mâverâünnehir âlimleri buyurdu ki:

«Üç halifeye ve Ezvâc-ı tâhirattan (birkaçına lanet etmek, söğmek küfürdür.»

Şeyhayna (Hazret-i Ebu Bekr ile Ömer'e radıyallahü anhüma) söğmenin küfür olduğunu hadîs-i şerifler göstermektedir. Taberanî ve Hâkim'in bildirdiği hadîs-i şerîf şöyledir:

«Allahü teâlâ beni seçti, benim için insanlar arasından en iyilerini Eshâb olarak seçti. Esbabım arasından bana yardımcılar ve akraba ayırdı. Onlara söğene, Allahü teâlâ, melekler ve insanlar lanet etsin.»

Dârekutni'nin bildirdiği hadîs-i şerîf ise şöyledir:

«Benden sonra rafızî denilen kimseler meydana çıkacak, onlara rastlarsanız öldürünüz, çünkü onlar müşriktir.»

Yine aynı kitapta şu hadîs-i şerîf vardır:

«Bunlar, Ebu Bekr ile Ömer'i kötülerler, bunlara söğerler. Esbabıma söğenlere Allahü teâlâ, melekler ve bütün insanlar lanet etsin.»

Şeyhayna sövmek onlara düşmanlık etmek demektir. Onlara düşmanlık ise küfürdür. Çünkü hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

«Onlara düşmanlık bana düşmanlıktır. Onları incitmek beni incitmektir. Beni incitmek de Allahü teâlâya eziyet etmektir.»

Ali bin Hasen İbni Asakir'in bildirdiği hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmaktadır:

«Ebu Bekr ile Ömer'i sevmek imandır, bunlara düşmanlık ise küfürdür.»

Bir mü'mine kâfir demenin kişiyi kâfir edeceği hadîs-i şerifle bildirildiğinden Şeyhayna kâfir diyen kâfir olur.

Büyük âlim Ebu Zer'e buyurdu ki:

«Eshâb-ı kiramdan birisini kötüleyen kimse zındıktır. Çünkü bunları kötülemek Kur'ân-ı kerîm'e ve hadîs-i şeriflere inanmamak olur.»

Sehl bin Abdullah Tüsteri buyurdu:

«Eshâb-ı kiramı büyük bilmeyen kimse Resulullaha iman etmiş olmaz.»

Abdullah bin Mübarek buyurdu:

«Muaviyenin, Resûlullahın yanında giderken atının burnuna giren toz, Ömer bin Abdulaziz'den kat kat daha üstündür.»

İki halife, Esbabın büyüklerinden idi, hattâ en üstünleri idi. O halde Şeyhayna kâfir demek, hattâ biraz küçültmek küfür olur, zındıklık olur.

Tâhir bin Ahmed Buhârî'nin Hulâsa isimli fetva kitabında buyuruluyor ki:

«Ebu Bekr'in hilâfetine inanmayan kâfir olur. Ömer'in hilâfetine inanmayanın da kâfir olduğu daha doğrudur.»
 

313

New member
Katılım
18 Mar 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
0
Puanları
0
caferi_humeyni' Alıntı:
Bunlara Binlerce Kez Cevap Vermekten Biktim Artik...

Sen bunlara cevap vermek yerine tevbe senin icin daha hayirli olur!!!
 
Üst Alt