Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Rasüle Uymak

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
“İnsanlardan bir kısım beyinsizler: “Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara 142)

Sahih-i Buharî’de geçtiği gibi, namazda Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem ve Müslümanlar Kudüs’e doğru on altı veya on yedi ay yöneldiler. Ondan sonra Allahu Teâla Mekke’deki Mescid-i Haram’a (Kâbe’ye) doğru Müslümanların yönelmesine dair emir verdi. Bu sırada bir kısım Yahudiler, müşrikler ve münafıklar Müslümanlarla alay ettiler. Bununla da kalmayıp Muhammed SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in Müslümanlarla oynadığına dair zehirli yalanlar uydurmaya başladılar. Allahu Teâla bu tür insanlarısefih olarak vasıflandırdı (Sefih; beyinsiz, alçak anlamlarına gelmektedir). Onları tahkir etti. Çünkü onlarşünmedikleri ve akıllarını kullanmadıkları gibi maksatları da hak ve doğru olan İslâm’la ve ona inananlarla savaşmaktır.


Kudüs’e (Mescid-i Aksa’ya) doğru namazda yönelmekle ilgili bir ayet yoktu. Fakat bu ayet (Bakara: 142), o yönelmeyi nesih ediyor. Bunun manası; Daha önceki yönelme de Allah’ın emri idi. Yoksa nasıl Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem ve Müslümanlar on yedi ay kadar Kudüs’e doğru namaz kılarlar. Allah onları ayıplamadan yalnız Mekke’ye doğru yönelmeleri doğrultusunda emir veriyor. Daha önceki yönelme Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in emri ve fiili idi. Buradan anlaşılıyor ki; Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in emri ve fiili veya başka bir ifade ile Sünnet’in Allah’ın vahyi olduğ
udur.

“O dönemde kılınan namazın kaderi nedir?” diye soruldu. Müslümanlar o dönem boşuna mı namaz kıldılar? Bunlara cevap ondan sonraki ayette geldi (Bakara 143); “Allah sizin imanınızı boşa çıkartmaz.” Buna binaen bu olaydan Sünnete uymanın imana dayalı bir husus olduğu kesin ifade ile anlaşılır.


O beyinsiz insanların kıblenin çevrilmesine itirazları farklı idi. Müşriklerin itirazların sebebi; Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem ve Müslümanlarla alay etmekti. Münafıkların ise;Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in insanlarla oynadığını göstermekti. Yahudilerin itirazları ise;Kudüs’e itibar verdikleri için bunun dışında başka kıblenin bulunmasını istemediklerinden kaynaklanıyordu. Allahu Teâla onlara diyor ki; “Mesele batıya veya doğuya yönelmek değil önemli olan Allah’ın hidayetine tabi olmaktır.” Zira Allah doğru yolu gösterir ve bu doğru yola girmek isteyen kimseleri hidayete erdirir. İstemeyenleri hidayete erdirmez. Çünkü insan, hidayeti ve dalaleti seçmede serbesttir. Ama Allahu Teâla’nın kıbleyi değiştirmesinin hikmeti vardır. Bu ayet ve arkasından gelen şu ayette de bunu beyan etmektedir
:

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ


“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Rasul'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Rasul’e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırt etmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah, sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.” (
Bakara 143)

Allahu Teâla İslâm ümmetini bir vasat ümmet haline getirdi. Burada vasatın manası, hayırlı ve adaletli anlamına gelmektedir. Arapça’da vasat sözcüğü, hayırlı ve udul manalarında geçer. “İnsanlara şahit olasınız” deyince; daha ziyade udul manasında geçer. Çünkü şahidin şartlarında udul olması aranır. Udulun manası ise; farzları yerine getiren ve günahlardan sakınan demektir. İslâm ümmeti hayırlı ve dürüst olduğu için diğer insanlara şahit olmuştur. Zira İslâm ümmetinin daveti, hidayeti ve nuru diğer insanlara götürmelidir. Bu nedenle diğer insanlara şahitlik yapacaktır. Bu ümmet diğer ümmetlerden ayrı olmalıdır, onlara benzememelidir. Çünkü diğer milletler doğru yoldan saptılar. Eğer onlarla beraber aynı kıbleye yönelirse ortaya sanki onlarla ortak noktada birleşen görüntüsü verecektir. Fakat kıblesi ayrı olunca İslâm ümmetinin ayrı olduğu netlik kazanır. Böylece İslâm ümmeti diğer ümmetlere benzememiş olur. Bu durumda diğer insanlara risaleti taşıyacak ve böylece şahit olacaklardır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem de İslâm ümmetine tebliğine dair şahitlik yapacaktır.


Bu asırda bazı insanlar vasat ümmetin manasını farklı anlamaya veya yorumlamaya çalışıyorlar. Daha doğrusu “birlikteki orta çözüm” manasına benzer bir mana çıkartıyorlar. Bu ise uzlaşmacı bir girişimdir. İki tarafı tek bir noktaya getirmektir. Örneğin; Zalim yöneticilere, küfür rejimlerine karşı gelmek ifrat (aşırılık), tam susmak (tefrit) tam ihmaldir. Vasat çözüm ne karşı gelmek ne susmak, zalim yöneticiyle ve küfür rejimiyle anlaşmaktır. Onun hükümetine veya parlamentosuna girip ıslahat yapmaktır. Bu düşünce bu ayetin manasına ters olduğu gibi Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in ameline ve sözüne aykırıdır. Ayetin manası; İslâm ümmetinin diğer ümmetlere şahit olabilmesi için İslâm risaletini olduğu gibi tebliğ etmektir. Böylece ancak vasat ümmet olunur. Yani dosdoğru ve adaletli ü
mmet olunur.

İslâm’ın bütün nassları ve ifadeleri küfre, zulme ve zalimlere karşı ve onları kaldırmak için geldi. Zalim veya kâfir yönetimi ve yöneticiyi değiştirmeyi kesin emirle emretti. Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in ameli, kâfir rejimlere, kâfir veya zalim yöneticilere karşı idi. Zalim yönetici ve rejimlerle ilgili birçok hadis söylemiştir. Bunlardan bazıları:


“Cihadın en üst derecesi zalim yöneticiye karşı hak sözü söylemektir.”


“Şehitlerin efendisi Hamza’dır ve zalim yöneticiye karşı hak sözü söyleyip o yönetici tarafından öldürülen kimsedir.”


İslâm’da uzlaşma veya orta çözüm yoktur. Hak veya batıl, hayır veya şer, doğru veya yanlış, hidayet veya dalalet, nur veya karanlık, adalet veya zulüm ilkeleri vardır. İnsan şeriatın hükmüne bağlı olacaktır. İslâm ne emretti ise; hak, doğru, hidayet, hayır, nur ve adalettir. Neyi nehyetti ise; batıl, şer, yanlış, dalalet (sapıklık), karanlık ve zulümdür. İslâm’da Şer’i hükme bağlılık ilkesi vardır. Uzlaşmacı veya orta çözümcü bunları birbirleri ile bağdaştırmaya çalışıyor. Bu nedenle küfür rejimlerine katılır ve zalim yöneticilerle anlaşır. Bu ise küfür rejimlerini, ilkelerini ve yöneticilerini rahatlatır, uzun ömürlü kılar. Türkiye gibi yerlerde bizzat bunu görüyoruz. Bu fikri kabul edenler Atatürk rejimini, ilkelerini, laikliği, milliyetçiliği ve demokrasiyi yaşatıyor. İslâm’ın yönetime yaklaşmasını engelliyorlar. Ürdün’de de krallığı yaşatanlar İslâm’ın yönetime gelmesini engellemektedirler
.

Biz vasat ümmet olunca diğer insanlara şahit olacağız. Bu şahitlik; onlara hakkı, hayrı, doğruluğu, hidayeti, nuru ve adaleti tebliğ etme şeklinde olacaktır. Zamanında nasıl yapıldı ise, yine bu yönde çalışarak zulmü ortadan kaldırıp hakkı hâkim kılmak istiyoruz. Bunun için zamanında şehitler verildi, birçok insan yaralandı ama onlar hiçbir zaman kaybedenlerden olmadılar. Çünkü bütün bunlar Allah rızası için yapıldı ve yapılmaktadır.


Bu ayette daha önce bir kıblenin olduğundan bahsedilmektedir. “…daha önce yöneldiğin kıble…” fakat hiçbir ayette o kıblenin ismi veya onunla ilgili bir işaret beyan edilmemektedir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem ve Müslümanlar nasıl o kıbleye doğru yöneliyorlardı ve onlara bu yönelmekle ilgili kimden emir gelmişti? Elbette ki, bu RasulullahSallAllahu Aleyhi Ve Sellem tarafından bildirilmiştir. Bu emir Allah’tan idi. Çünkü ayette; “…daha önce yöneldiğin kıbleyi kılmıştık” diye beyan ediliyor. Öyle ise Rasulullah, emri vahiyle Allah’tan almıştır. Bu da gösteriyor ki, Sünnet, Allah tarafından vahyedilmiştir. Bu (Sünnet) Rasulullah’ın sözlerini, amellerini ve takririni içermektedir. Takrir, bir şeye karşısusmaktır. Bu susma o şeyin caiz olduğu anlamına gelmektedir. Bundan sonra kim sünneti inkâr ederse vahyi inkâr etmiş olur. Sünnet devre dışı bırakılmakla İslâm ahkâmının yarısından fazlası inkâr edilmiş olur. Böyle kişiler “bütün hadisler doğru değil” veya “çelişki var” diyerek bahaneler gösterirler.


Sünnet, sahih ve doğru hadislerden ibarettir. Doğru olmayan, zayıf veya mevzu (uydurma) hadisler reddedilir. Sahih hadislerin toplamını veya sünneti inkâr eden kimse kâfir olur.


Allahu Teâla Müslümanların imanını denemek için kıbleyi değiştirdi. Ayette Rasule kimin tabi olup olmayacağını bilmek için Allah Subhanehû Ve Teâla kıbleyi değiştirdiğini beyan ediyor. Rasule tabi olmak; onun sözlerine, amellerine ve takririne uymaktır. Allah Subhanehû Ve Teâla Rasule daha önce; “Kudüs’e doğru namaz kılın” dedi ve Rasul de bu emri yerine getirdi. Buna göre sünneti kabul edip uygulamak Allah’ın emridir ve imandandır.


bleyi değiştirmek imanları zayıf olanlara ve münafıklara ağır geldi. Sanki Rasulullah’ın kendileri ile alay etti imajı oluştu. Bundan dolayı da, bir Kudüs’e bir Kâbe’ye doğru yönelme ne demek oluyor diye itirazda bulundular. Ama Allah’ın hidayetini tatmış olanlar ise hemen bu emre tabi oldular. Onlara bu yöneliş hiçbir zaman zor gelmedi. Hatta sahabenin bir tanesi başka mescitte ikindi namazını cemaatle kılarken onlara kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye çevrildiği haberi ulaşınca hemen kıblelerini değiştiriverdiler. Rasulullah hakkında hiç şüpheye düşmeden emri aynen ifa ettiler. İşte gerçek hidayet sahibi kişiler bunlardır. Kâfirler, münafıklar, Hıristiyanlar ve inançsızlar hemen Rasulullah hakkında ithamlarda bulundular. İmanı zayıf olanlar da bunu hazmedemediler ve onlara da ağır geldi. Hatta imanı zayıf olan kişilere şu bidatten vazgeç denildiğinde onu terk etmekte zorlanır. Doğru fikre meyletmek ona ağır gelir. İmanı kuvvetli olanlar için bir sorun yoktur. Onlar hemen Şer’i hüküm neyi gerektiriyorsa ona uyar.


On yedi ay zarfında kıldıkları namazların kaderi nedir? Allahu Teâla onların zayi olmayacağını beyan etmektedir. İmana dayalı olup Rasulullah’a tabi olarak kıldıkları o namazların geçerliliği bildirilmektedir. Rasule uymak imandandır. O ise namazları Kudüs’e doğru kılıyordu. Ona uyanlar da herhangi bir ayetten dolayı değil, Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem böyle yaptığı için ona uyuyorlardı. Bu da gösteriyor ki; Rasule uymak imanîdir. Vahye nasıl tabi olunuyorsa, Sünnet’e de o şekilde hiçbir ayırım gözetmeden uymak gerekir.


Hadislerin rivayetleri iki çeşittir:Mutevatir ve Haber-i ahaddir. Her mutevatir hadise inanmak gerekir. Haber-i ahad ise kabul edilir, yalanlanmaz, onu yalanlamak haramdır. Fakat haber-i ahadde hadislerin toplamına inanmak gerekir. Çünkü toplamı mutevatir olur. Amel veya uygulama açısından ise ikisi de aynı derecede uygulanır. Arasında hiçbir fark yoktur. Yine de amel konusunda ayet ile haber-i ahad arasında bir fark yoktur.


Allahu Teâla müminlere şefkatli ve merhametlidir. Bu nedenle daha önce yaptıkları ibadetleri kabul ediyor, müminlere sevap veriyor. Ancak, Allahu Teâla bir ayeti veya bir hadisi başka bir ayetle nesheder. Bu şekilde müminlerin imanlarını ortaya çıkartmak istiyor. Yeni gelen emirlerin tümü de müminler için rahmettir. İnsanlar daha sonra bunun neticesini göreceklerdir


Esad Mansur


 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Nesh mevzuu akidevi bir konudur.Bu konuda forum sakinleri ne düşünmekte acep görüşleri almak isteriz.Dua ile
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
NESH: "Bir hükmü değiştirmek, iptal etmek."
NASİH: "Hükümsüz bırakan, değiştiren."
MENSUH: "Hükümsüz bırakılan, değiştirilen."
AHKÂM-I FER'İYYE, FER'Î HÜKÜMLER : "Esasa ait olmayan hükümler."
"Temel ve değişmez hükümlerin dışında kalan hükümler."

Öncelikle şunu belirtmek isterim: Kur'ân'da nesihden söz edilmektedir. İslâm dininin hükümleri geçmiş dinlerin hükümlerini nesh etmiştir.

Bütün bu nesihler, temel ve itikadî hükümlerde değil, ibadet ve muamelata dair fer'î hükümlerde gerçekleşmiştir.

Bu gerçek Nur Külliyatında şöyle ifade edilir:

"Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hâtem-ül Enbiya'dan sonra şeriat-ı kübrası, her asırda, her kavme kâfi geldiğinden, muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta, bir derece ayrı ayrı mezheblere ihtiyaç kalmıştır." Sözler, 485"

Fer'î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir şahsa deva iken, şahs-ı âhere dâ' olur. Bu sırdandır ki, Kur'ân fer'î hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir." İşarât-ül İ'caz, 50

Temel hükümler bütün peygamberler için aynıdır; değişmez, nesh olmaz. Meselâ, imanın rükünleri bütün hak dinlerde aynıdır ve ibadet bunların hepsinde vardır. Ama ibadetin fer'î hükümlerinde, yani teferruatında farklılıklar görülür. İbadetin şekli, vakti, kıblenin yönü gibi hükümlerde nesh söz konusu olmuştur.

Cenâb-ı Hakk beşere ihsan ettiği maddî ve manevî terakkilere paralel olarak, bu fer'î hükümlerin bir kısmını nesh etmiş, yerine başkalarını emretmiştir. Peygamberlerin şeriatlarında görülen bu değişim, ahirzaman peygamberinin şeriatında, esas itibariyle, görülmemiştir. "İşte bu gün, sizin için, dininizi kemâle erdirdim; üzerinizdeki nimetimi tamamladım." (Mâide Sûresi, 3) mealindeki âyet-i kerime ile bu açıkça ortaya konulmuştur. Artık ne namazın vakitlerinde, ne kıblede, ne helâl ve haram hükümlerinde, ne orucun tutulacağı ayda hiçbir değişme olamaz, olmamıştır da. Ancak, şeriatın teferruatı sayılacak bazı hükümlerde içtihat yapılmıştır. Meselâ, vitir namazı her mezhepte üç rekâttır. Ama, bunun aralıksız üç rekât kılınması, yahut önce iki rekât daha sonra ayrıca bir rekât kılınması fer'î bir meseledir. Dinin temel hükümlerine ilişmeyen bu gibi teferruat hükümler içtihada konu olmuştur.

Öte yandan, âyet-i kerimenin de işaret ettiği gibi, İslâm dininin kemâle erdirilmesi bir anda ve bir defada olmamış, safhalar hâlinde icra edilmiştir. İşte bu safhalarda, bazı fer'î hükümler tahsis olmuştur. Bunun gayet rahat anlaşılması, hatta İslâm'ın cihanşümul bir din oluşunun bir gereği, bir delili sayılması gerekir.

Bir hükmün nesh olması onun yanlış olup, doğrusuyla değiştirildiği mânâsına gelmez. Bu konuda bir âyet-i kerime:

"Biz bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak, mutlaka daha hayırlısını veya benzerini getiririz." Bakara Sûresi, 106

Âyette geçen "daha hayırlısını veya benzerini" ifadesi bu noktada çok önemlidir. Yani, nesh olan hükümler de, yeni hükümler gibi "hayırlı"dırlar. İnsanların hayrına olma özelliği bütün âyetler için geçerlidir.

Bir tek misâl verelim: Kâfirun Sûresinde geçen "sizin dininiz size, benim dinim bana" hükmü, cihat âyetiyle tahsis edilmiştir. Ama bu gün dünyanın çok yerinde Kâfirun Sûresi yürürlüktedir. Müslümanlar o yabancı beldelerde, Mekke'deki ilk dönem gibi, o milletin dinine karışmamakta ve kendi dinlerini yaşamaktadırlar. Onlara karşı silâhla cihat etme yoluna da gitmemektedirler. Buna göre Kafirun Suresindeki ayetin hükmü tamamen kalkmamış ve ona uygun şartlar olduğunda da aynen uygulanacaktır.

Öte yandan konuyla ilgili âyetlerin fıkıh yönü dışında taşıdıkları başka mânâlar da vardır ki, bunlar nesh edilmiş değillerdir. Zira bunlar hüküm değildirler. Buna da bir misâl vermek isteriz. Bakara Sûresinin 115 inci âyetinde geçen, "...Her nereye yönelirseniz Allah'ın vechi (Allah'a teveccüh edilecek bir cihet) vardır." hükmünün, aynı surenin 144 üncü âyetiyle yani "sen hemen yüzünü mescid-i haram tarafına çevir," emriyle nesh edildiği söylenmektedir. Bununla birlikte ilk âyetin, kıble yönüne ait mânâsının ötesinde ifade ettiği diğer mânâlar aynen geçerliliğini muhafaza eder. İnsan ne tarafa baksa, orada Allah'ın bir başka eserini görür ve o eserde tecelli eden bir başka ilâhî ismi okur. Bu mânâda her yanımız Allah'tan haber veren ve bizi Ona yönelten âyetlerle, delillerle doludur. Diğer bir anlamı da eğer kıbleyi bilmeyen ve bilecek kimse de bulamayan bir müslüman, namazını terke etmez ve tahmini olarak namazını kılar. Kıbleyi yanlış tayin etse bile namazı geçerlidir. Her nereye yönelirseniz Allah'ın vechi (Allah'a teveccüh edilecek bir cihet) vardır." Ayetin hükmü bu anlamda, belli şartlarla devam etmektedir denilebilir.

Nesh'e konu olan bazı âyetler de insanlık âlemine ayrı bir sahada ders verirler. Meselâ, içki kademeli olarak yasaklanmıştır. Bunda, insanları bir yanlıştan çevirme hususunda sabırlı olunması ve onlara kabulde zorlanacakları son sözü, hemen başta söylemenin doğru olmayacağı hususunda çok güzel bir ilâhî irşat saklıdır. Kaldı ki, bu âyetlerin de mânâları yine doğrudur. İlk âyet, "içkide bazı faydalar olmakla birlikte zararının daha fazla olduğu" yolundadır. Bu hüküm bu gün de doğrudur. Alkolün ilâç sanayiinde kullanıldığı, yahut alkol almanın kişiye geçici bir rahatlık getirdiği yine bugün de bir vakıadır. İkinci kademede, içkili iken namaza yaklaşılmaması emredilmiştir. Bu hüküm de yine geçerlidir. İçkili bir insanın namaza yaklaşmaması bu gün de gereklidir. Üçüncü safhada içki tamamen yasaklanmış ve haram kılınmıştır.

Kâinat kitabında da nesih söz konusudur, ama nesh olanlar bâtıl yahut hatalı değildirler. Meselâ, ilk insan, doğrudan, topraktan yaratılmış, sonra bu hüküm nesh olmuş ve sonrakiler bildiğimiz yolla dünyaya gönderilmişlerdir. Her iki tarz da güzeldir.

Gece ve gündüz, mevsimlerin değişmeleri, insan ömrünün çocukluk, gençlik ihtiyarlık safhaları ve kâinatın geçirdiği devreler nazara alındığında sonsuz denecek kadar çok nesihle karşılaşırız. Bunların her biri kendi yerinde güzeldir.

Prof. Dr. Alaaddin Başar

Ayrıca geniş bilgi ve kaynaklar için şu araştırmayı da okumanızı rica ederiz:

Kur'an'da nesh edilmiş, hükmü kaldırılmış ayetler var mıdır?

Sorusuyla muhatap olunca, öncelikle Kur'an'a ardından onun mübelliği olan Peygamberimizin sözlerine bakmalıyız. Keza, sahabeler bu konuda ne demiş, İslam alimleri ne demiş, şu şu ayetler neshedilmiş diye acaba attifak etmişler mi diye araştırmamız gerekir. Şimdi bu sorunun cevabını bu tertip üzere bulmaya çalışacağız.

Nesh'le İlgili Âyetler
Kur'ân'da neshin varlığını savunanların en önemli dayanaklarından biri, bazı âyetlerin nesh'den bahsettiğine dair kanaattir. Bunlar: Bakara sûresi, 106; Nahl sûresi, 101; Ra'd sûresi 39 ve Al-i İmrân sûresi, 7. âyetleridir. [1]

Bu âyetlerde kasdedilen mana tartışma konusu edilmiş, Kur'ân'da neshin varlığını kabul eden ve etmeyenlere göre farklı yorumlar yapılmıştır. Burada bu farklı görüşleri ele alarak değerlendirmeye çalışacağız.

1. "Bir âyeti neshettiğimizde veya onu ertelediğimizde / (unutturduğumuzda) ondan daha hayırlısını veya mislini getiririz..." (Bakara, 106)

Bu âyette bildirilen nesh edilmiş âyetler hakkındaki değerlendirmeleri şöyle özetleyebiliriz:

a. Geçmiş şeriatlerin neshidir. Yani ayette neshedildiği bildirilen ayetten maksat önceki şeriatlardaki bazı hükümlerdir. Ayetin öncesi ve sonrası bu görüşü destekler mahiyettedir. Ebu Müslim Isfehani, Hicazi, Cebri, Doğrul gibi zatlar bu kanaattedir.

b. Kıblenin değiştirilmesidir.

c. Mucizelerin değiştirilmesidir. Kur'an'da ayet ifadesi mucizeler için de kullanılır. Bu ayetteki mucize de bu manada olabilir. Bu görüş Abduh'a aittir.

d. Kevni âyetler, canlılar vs. dir. Kur'an'da ay, güneş gibi varlıklara da ayet denir. Bu ayette ise soyları tükenmiş bazı canlılara işaret edilmiş olabilir. Ali Mustafa Neshle ilgili eserinde bu görüşü dile getirir. Ayet kavramı çoğul olarak (ayat) Kur'an ayetleri, müfret olarak da daha çok mucize, kevni varlıklar, ibret vs. manasında kullanılmıştır.

e. Kur'ân âyetleridir. Bu görüşte olanlar ayette hüküm kavramının takdiri olduğunu söylerler. Yani "Bir ayetin hükmünü değiştirdiğimizde..." manasındadır. Müfessirlerin çoğu bu kanaattedir.

f. Unutturulmuş âyetlerdir. Süleyman Ateş bu kanaattedir.

g. Levh-i Mahfûz'daki bir âyetin Peygamberimize indirilmesi (nesh) veya orada bırakılmasıdır (nesî).

h. Âyetlerin sûre içindeki yerlerinin değiştirilmesidir.

i. Nesh ve unutturmanın olmadığını bildirmektedir. Cebri, bu görüşü muhtemel görür.

Görüldüğü gibi bu ayetten Kur'an bünyesindeki bir neshin varlığı sonucunu çıkarmak bir çok ihtimalden sadece bir ihtimaldir. Ayrıca ayette, ayetin hükmünün neshinden bahsedilmiyor, ayetin kendisinin neshinden bahsediliyor.

2. "Bir âyeti başka bir âyetin yerine getirdiğimizde (değiştirdiğimizde) -ki Allah ne indirdiğini gâyet iyi bilir- sen sadece uyduruyorsun derler. Hayır, öyle değil! Ama, onların çoğu bilmez" (Nahl, 101).

Bu âyet hakkındaki değerlendirmeleri de şöyle özetleyebiliriz:

a. Âyetlerin yerlerinin değiştirilmesi.

b. Risalet ve şeriatlerin değiştirilmesi.

c. Mucizelerin değiştirilmesi. Kevnî mucizelerin yerini Kur'ân'ın alması.

d. Kur'ân âyetlerinin hükümlerinin değiştirilmesi.

e. Âyetlerin değiştirilmezliğinin vurgulanması.

Görüldüğü gibi bu ayet hakkında da durum aynıdır. Bu ayetten de Kur'an bünyesinde bir neshin varlığı sonucuna ulaşmak zordur. Gelen ayetlerde de durum böyledir.

3. "Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır. Ümmü'l-Kitab O'nun katındadır" (Ra'd, 39).

Bu âyetin Kur'ân hükümlerinin neshinden bahsettiğine dair görüş, âyet hakkındaki çok sayıdaki yorumlardan sadece birisi olup, ilk etapta akla gelebilecek bir mana değildir. Bu yorumları, yorum sahipleriyle beraber, Maverdî'nin sıraladığı şekilde şöyle özetleyebiliriz:

a. Allah, kullarının işlerinden -saadet ve şekavet hariç- dilediğini silerek değiştirir (İbn Abbas).

b. Ümmü'l-Kitab'ın dışındakilerden dilediğini siler dilediğini sabit bırakır (İkrime).

c. Kitabı'nın hükümlerinden dilediğini nesheder, dilediğini neshetmeyip sabit bırakır (Katade ve İbn Zeyd).

d. Eceli geleni siler, eceli gelmemiş olanı sabit bırakır (Hasan Basrî).

e. Kullarının günahlarından dilediğini affedip, dilediğini olduğu gibi bırakır. (Said b. Cübeyr).

f. Burada ibadetten sonra günah işleyerek, onu iptal (mahv) eden ve günahından sonra ibadet ederek onu gideren kimsenin durumu anlatılmaktadır. Yine İbn Abbas'a nisbet edilen bu görüş de bir öncekiyle benzerlik arzetmektedir.

g. Hafaza melekleri tarafından Allah katına ulaştırılan fiilî ve kavlî amellerin sevap veya cezayı gerektirmeyenlerinin Allah tarafından silinip, sevap veya cezayı gerektirenlerinin baki bırakılmasıdır (Dahhâk).[2]

Bu açıklamalar, mutlak olarak zikredilen âyetin kapsamı içindeki şeylerden bir kısmıdır. Bizce bunlara başkalarını da ilave etmek mümkündür. Örneğin kâinâtta meydana gelen değişimler, yıkılma ve yeniden inşa edilmeler de bu âyet çerçevesinde düşünülebilir. Nesh de bu âyet hakkında hatıra gelebilir. Ancak, bu neshin Kur'ân bünyesindeki bir nesh olduğunu iddia edemeyiz. Nitekim Cebrî de bu âyetin çoğu alim tarafından bu konuda gündeme getirilmediğini ancak önceki ümmetlere nisbetle şeriatlerin değişmesi şeklinde tefsîr edildiğini söyler. Âyetin öncesi de buna delalet etmektedir. Dolayısıyla bu âyetten maksat, her çağa uygun bir kitabın gönderilip, daha sonraki kitapla neshedilmesidir. İncil Tevrat'ı, Kur'ân ise İncil'i neshetmiştir.[3]

Ayrıca bu âyetin de neshle ilgili olan ahkâm âyetlerinden önce inmiş olma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Ayetin siyak ve sibakı da böyle bir mana anlama hususunda elverişli değildir. Çünkü, bu sûrede sık sık müşriklerin Peygamberimiz'in peygamberliğine yönelttikleri itirazlara yer verilmekte, bir önceki âyette de şöyle buyrulmaktadır: "Andolsun ki, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiç bir peygamber bir mucize getiremez. Her ecelin bir kitabı vardır.." Bu âyette, her risalet için belli bir ecel biçildiğinden, Kur'ân'ın geçmiş risaletleri neshettiğinden bahs edilmektedir.[4]

4. "Kur'ân'ın bir kısmı muhkem âyetlerdir. Onlar Kitab'ın anası (esasıdır). Diğer bir kısmı ise müteşâbih âyetlerdir" (Al-i İmrân, 7).

Bu âyetteki muhkemât ifadesi, nâsih veya neshedilmemiş âyetler, müteşabihât ise neshedilmiş âyetler olarak değerlendirilmiştir. Ancak âyet hakkındaki yorumlardan sadece biri olan bu görüş, âyetin devamına uygun düşmemektedir. Bu konudaki diğer görüşlerin önemlilerini şöyle özetleyebiliriz:

a. Muhkem, Allah tarafından helâl veya haramlığı kesin olarak belirtilen, şüphe ihtimali bulunmayan şeylerdir. Müteşabih ise aksi durumda olan şeylerdir.

b. Muhkem, delâleti kat'i ve açık olup başka manalara ihtimali olmayan, müteşabih ise çeşitli manalara muhtemel olan ayettir. Bu görüş Şâfiî ve Muhammed b. Ca'fer ez-Zübeyr'e ait olup İbn Atiyye tarafından tercih edilmiştir. Bizce de bu görüş âyetin manası, siyak ve sibakı açısından en uygun olandır.

c. Muhkem, lafızları tekrarlanmayan, müteşabih ise tekrarlanan ayetlerdir.

d. Muhkem, farzlar, va'd ve vaîdler, müteşabih ise kıssa ve emsâllerdir.

e. Muhkem, alimlerin tevilini bilip manasını anladıkları, müteşabih ise kıyametin vakti gibi Allah'tan başkasının bilmediği şeylerdir.

f. Muhkem, delile ihtiyaç duymadan kendi kendine yeterli olan ifadelerdir.

g. Muhkem, mana ve hükümlerin hikmet ve sebepleri akılla bilinen, müteşabih ise böyle olmayan şeylerdir.[5]

Görüldüğü gibi diğer âyetlerde olduğu gibi, bu âyetin de neshe delaleti kesin değildir.

Bilhassa ilk iki ayetle ilgili olarak nakledilen sebeb-i nüzuller ise zayıf rivayetler olup, ayetin izahında dikkate alınacak sağlamlıkta değillerdir.

SÜNNET NESH HAKKINDA NE DİYOR?

İkinci olarak acaba peygamberimizin bu konuda bir açıklaması var mıdır? Diye araştırmamız gerekir. Çünkü Allah'ın elçisi olması hasebiyle bu konuda bilgi ve söz sahibidir. Dolayısıyla hükmü kaldırılmış, nesh edilmiş ayetler varsa bunları belirtmesini, şu ayetin hükmü kaldırılmıştır veya şu ayet şu ayeti nesh etmiş midir? Şeklinde açıklama yapmasını beklememiz tabii bir durumdur.

Böyle bir hadisin bulunmadığının en önemli delili, neshle ilgili pek çok eserde böyle bir hadisten bahsedilmemesidir. Eğer olsaydı mutlaka bahsedilirdi. Nitekim, Doğrul, başta kütüb-i sitte olmak üzere, temel hadis kaynaklarından ve meğazi kitaplarından oluşan 16 eseri tetkik ettiğini ve böyle bir şeye rastlamadığını bildirmektedir. [6]

İbn Şahin'in neshle ilgili eserinde geçen bir rivayete göre Hz. Ali, Peygamberimiz'in: "Kurbanlıklar bütün kesme'yi (kurbanlığı/ zibhi) Ramazan, bütün oruçları, cünüplükten dolayı gusûl abdesti alma her türlü guslü, Zekât da her türlü sadakayı neshetti" dediği nakledilmekteyse de İbn Şahin bu rivâyeti garip bulmuş, eserin muhakkikleri de bu rivayet hakkında şu açıklamada bulunmuştur: Cerh ve tadille ilgili kaynaklar bu rivâyetin isnadındaki Müseyyeb b. Şerik'in hadisi kabul edilmeyen bir kimse olduğunu belirtir. Rivâyet, bu şekliyle geçtiği başka kaynaklarda da münker olarak belirlenmiştir. İbn Şahin'in naklettiği bir rivâyete göre ise bu ifadeyi Abdullah el-Mahzumî, Süfyan'dan şu şekliyle nakleder: "Kurbanlıklar her türlü kesme'yi (zibh/ diğer kurbanları) neshetti. Zekât da Kur'ân'daki bütün sadakaları neshetti. Ramazan da bütün oruçları neshetti." [7] Bazı kaynaklarda ise bu görüş Dahhâk, Ebu Ca'fer gibi başka zatlara bir riveyette ise İbn Abbas'a nisbet edilmiştir[8] İbnu'l-Arabî bunlara, namaz da her türlü namazı neshetmiştir haberini de ilave eder[9] Bazı rivâyetlerde ise "Zekât her türlü sadakayı, kurbanlıklar her türlü kesilen hayvanı, Ramazan orucu da her orucu neshetmiştir" şeklindedir[10] İbnu'l-Cevzi ise, Yezîd b. Ga'ga'nın şöyle dediğini nakleder: "Zekât âyeti daha önceki tüm sadakaları; Ramazan orucu da daha önceki tüm oruçları neshetmiştir."[11]

Özet olarak, bu rivayetin hadis olarak değerlendirilmesi söz konusu değildir.

Şimşek, Rasulullah (s.a.s)'dan nakledilmiş bazı rivâyetlerden Kur'ân bünyesinde nesh'in bulunmadığı manasını çıkarmanın mümkün olduğunu belirterek bir âyet hakkında tartışanlara hitaben söylediği şu hadisi aktarır:[12] "Size ne oluyor! Sizden önceki milletler böyle davranmakla, peygamberlerine muhalefet etmekle ve Kitab'ın bir kısmını bir kısmıyla çarpıştırmakla helâk oldu. Muhakkak ki, Kur'ân bir kısmı bir kısmını yalanlar olarak inmedi, aksine birbirini doğrular olarak indi. Ondan anladığınızla amel edin ve bilmediğinizi bilinene havale edin"[13] Bizce de pek çok âyet hakkındaki nesh iddiaları bu hadiste haber verildiği gibi âyetleri birbirlerine vuruşturmak ve çarpıştırmaktan başka bir şey değildir. Böylece bu hadiste anlatılanlar -ne yazık ki- bir takım kitaplarda bi'l-fiil tescil edilmiş durumdadır.

SAHABE NE DİYOR?

Bu soruya cevap ararken üçüncü olarak sahabe bu konuda bir şey söylemiş midir? Diye sahabenin bu konuda nakledilen rivayetlere de bakmalıyız. Çünkü Kur'an'ın nuzul döneminde yaşadıkları için Kur'an hakkında dolayısıyla nesh edilmiş ayetler hakkında bilgi sahibi olmaları gerekir. Ayrıca şu "ayet nesh edilmiştir" demişlerse, bunu peygamberimizden duyarak söylediklerini düşünebiliriz.

Ashab ve ilk dönem alimleri (mütekaddimin) bir âyetteki umumluğun tahsisini, mutlakın takyid edilmesini, müphem ve mücmelin beyanını hatta istisnayı da nesh olarak isimlendiriyorlardı.[14]

Sahabeden bu konuda nakledilen rivayetlere baktığımızda bilhassa İbn Abbas'tan nakledilen bir hayli rivayetle karşılaşıyoruz. Bazı örneklerle konuyu anlamaya çalışalım:

A- İbn Abbas'a isnadı sabit, zayıf veya doğru olmayan rivayetler:

İbn Abbas tefsir alanında meşhur olduğu için bazı israiliyat ona nisbet edildiği gibi, neshle ilgili bazı görüşler de ona isnad edilmiş gibidir. Örneğin, "Allah hüküm verinceye kadar sabret!" (Yûnus, 109) ayetinin neshedildiği görüşü İbn Abbas'a isnad edilmiştir. Ancak İbnu'l-Cevzi bu rivayetin ona isnadının sabit olmadığını söyler (İbnu'l-Cevzî, Nevâsih, s. 181) Keza, "Ben sizin üzerinize bir vekil değilim" (En'âm, 66; Yûnus, 108) ayetiyle ilgili olarak, Mekkî, bu ayet hakkındaki nesh iddiasının İbn Abbas'a isnadının zayıf olduğunu, İbnu'l-Cevzî ise doğru olmadığını belirtir.[15]

B- İstisna'nın nesh olarak görülmesi

İbn Abbas'ın ayetin istisnasıyla ilgili görüşleri çok defa nesh olarak anlaşılmıştır. Çünkü, yeri geldikçe işaret edileceği gibi, o bu tür âyetleri açıklarken nesh değil istisnâ kavramını kullanmış, ancak sonradan bu açıklamalar nesh olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Mekkî, şöyle der: "İstisna edatının yer aldığı Kur'ân'ın pek çok yeri, İbn Abbas'tan mensûh diye nakledilir..."[16]

"Allah seni affetsin! Niçin onlara izin verdin!..." (Tevbe, 43), "Allah'a inanan kimseler senden izin istemezler" (Tevbe, 44), "Senden ancak Allah'a ve âhiret gününe inanmayanlar... izin ister" (Tevbe, 45).

Bu üç âyetin, "Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah ve rasulüne inanır ve peygamberle beraber ortak bir iş üzerindeyken, ondan izin almadan gitmezler. Senden izin isteyenler, Allah ve rasulüne inanan kimselerdir. O halde, bazı işleri için senden izin istediklerinde onlardan dilediğine izin ver ve onlar için Allah'tan bağışlanmak dile. Çünkü Allah Ğafûr ve Rahîmdir" (Nûr, 62) âyetiyle neshedildiği söylenmektedir. İbn Abbas'tan hem bu âyetlerin neshiyle ilgili hem de muhkemliğiyle ilgili iki zıt görüş nakledilmiştir.[17]

"... Ve de ki, Rabbim onlar beni küçükken nasıl şefkatle terbiye ettilerse, sen de onlara merhamet et" (İsrâ, 24).

Bu âyetteki mutlak duanın, müşrik olan anne babalar için yapılan duayı da içine aldığı, dolayısıyla "peygamber ve mü'minlerin müşrikler için istiğfarda bulunmaları doğru değildir" (Tevbe, 113) âyetiyle neshedildiği söylenmiştir.

İbn Abbas'ın bu âyeti okuduktan sonra, "sonra istisna ederek şöyle buyurdu: "Peygamber ve mü'minlere müşrikler için istiğfarda bulunmaları doğru değildir..." dediği[18] rivâyet edilir. Burada istisna lafzı kullanılmışken -daha önce de işâret edildiği gibi- belliki bu söz nesh manasında değerlendirilmiştir. Aslında nasih denen ayet bu ayeti tahsis etmiştir. [19]

Herhalde benzer pek çok âyette İbn Abbas'a nisbet edilen sözleri de bu şekilde değerlendirmek yerinde olacaktır. Çünkü bu manada pek çok rivâyet vardır. Halbuki yukarda belirtildiği, daha önce geçtiği ve ileride de örnekleri geleceği gibi ondan bu tür âyetler hakkında nakledilenin aslı nesh değil istisnâ ifadesidir.

C- Zıt görüşlerin İbn Abbas'a nisbeti

Çok defa birbirine zıt görüşler İbn Abbas'a nisbet edilir. Mesela,

"Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır" (Nisâ, 93). İbn Abbas'tan bu âyetin son inen âyetlerden olup dolayısıyla neshedilmediği, katilin tevbesinin kabul edilmeyeceği nakledildiği gibi, yine ondan -tam aksine- bu âyetin Furkân sûresindeki âyeti (tevbenin kabulünü) neshettiği de rivâyet edilmiştir. Çünkü o âyet Mekke'de, bu ise Medine'de inmiştir. Bu görüşü nakleden Nehhâs, İbn Abbas'ın neshetti sözünün bazı âlimlerce onun nüshası üzere indi (aynı manayı ifade eder tarzda indi) şeklinde değerlendirildiğini belirtir.[20]

"Kim zengin olursa, iffetli davransın (kendi malıyla yetinip yetimin malından yemesin), kim de fakir olursa, marûf bir şekilde yesin" (Nisâ, 6).[21]

Burada yetim çocuğa bakan fakirin, yetim malından marûf bir şekilde yemesi hakkında dört ayrı görüş ileri sürülmüştür:

a. Fakirin malından borç alarak yer, daha sonra öder.

b. İsrâf etmeden yer, daha sonra ödemez.

c. Zaruret durumunda, ölü hayvanın etinden yediği gibi yer, sonra gücü yeterse öder, yetmezse ödemez.

d. Veli, yetim için çalışmasına mukabil, ücreti nisbetince onun malından alıp yiyebilir.

Bütün bu görüşlere göre âyet muhkem olup nesh söz konusu değildir. Ancak bazıları, bu durumun önceleri geçerli olduğunu, daha sonraları "Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyiniz" (Nisâ, 29) âyetiyle neshedildiğini söylemiştir. Hatta bazıları, "zaruret olduğunda ölü hayvanın etinden yenir ama, yetim malından yenilmez" diyecek kadar titizlik göstermiştir.[22]

Yukarıda âyetin muhkemliğiyle alakalı naklettiğimiz dört ayrı görüşün tümü hakkında İbn Abbas'tan nakledilmiş rivâyetler vardır. Buna ilaveten, âyetin, "Mallarınızı kendi aranızda bâtıl yolla yemeyiniz" âyetiyle neshedildiğine dair rivâyet de ona nisbet edilmiştir. Neshle alakalı rivâyetlerde bu durum çokça göze çarpmaktadır. Bazen İbn Abbas'tan, burada olduğu gibi, birbiriyle çelişen rivâyetler nakledilmektedir. Dolayısıyla bu tür rivâyetlere ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor.

Neshle İlgili Haberler
Bu haberlerin başında neshle ilgili eserlerin hemen hepsinde rastlanan Hz. Ali'nin, nâsih ve mensûhu bilmeyen bir kıssacıya hem kendin helâk oldun hem de başkalarını helâk ettin! diye azarlayarak yasaklama getirmesine dair rivâyet[23] gelir. Şimşek bu rivâyeti şöyle değerlendirir: "Bu haber, Kur'ân-ı Kerîm'de neshin bulunduğuna delil olamaz. Biz biliyoruz ki, o dönemlerde halka kıssa anlatan kıssacıların kullandıkları malzeme daha çok İsrâiliyât cinsindendi... Büyük bir ihtimalle bu vâiz de Kur'ân kıssalarıyla Tevrat'ta anlatılan kıssaları birbirine karıştırıyor ve Ehl-i Kitab'ın eserlerini vaazlarına esas alıyordu. Böylece Hz. Ali, bu sözleriyle geçmiş kitapların Kur'ân'la neshedildiklerini bildiriyordu. Değilse, vaaz vermekle meşgul bir kıssacının, Kur'ân bünyesinde bir nâsih-mensûhla ne ilgisi olabilir?"[24] Bu rivâyetteki nesh'e şüpheyle yaklaşan Dumlu ise şöyle der: "Acaba konu nedir, Hz. Ali'yi tedirgin eden husus nedir ve nesh diye anlaşılan bu olayın gerçekten çok sonraları oluşturulan neshle irtibatı var mıdır?"[25] İbn Huzeyme'nin, naklettiği rivâyette bu kıssacının isminin Ka'bu'l-Ahbâr olarak belirlenmesi yukardaki şüphelere haklılık kazandırır niteliktedir. Çünkü eski bir yahudi âlimi olan Ka'b, İsrâilî kıssalar anlatanların başında gelir. Bu rivâyet şöyledir: "Hz. Ali, kıssa anlatmakta olan Ka'bu'l-Ahbâr'a rastlar ve ona şöyle der: Ey Ebû İshak! Bu makama emîr veya memûrdan başkası oturamaz. Bir kaç gün sonra tekrar uğradığında Ka'b'ın yine kıssa anlattığını görür. İnsanların kimi bayılıp düşmüş, kimi ağlamaktadır. Bunun üzerine Hz. Ali: Ey Ebû İshak! Seni bu makama oturmaktan nehyetmedim mi!? Nâsih ve mensûhu biliyor musun!? der. O da, Allahu a'lem deyince Hz. Ali şöyle karşılık verir: Hem kendin helâk oldun hem de başkalarını helâk ettin! "[26]

Cebrî'ye göre ise bu rivâyet iki açıdan zayıftır. Birincisi: Bu olayı Dahhâk İbn Abbas'tan nakletmektedir. Halbuki h. 105'de vefat eden Dahhâk -Said b. Cübeyr'in ifadesine göre- İbn Abbas'la karşılaşmamıştır. İbn Hibbân da Dahhâk'ın rivâyet ettiği tüm hadislere şüpheyle yaklaşmak gerektiğini söyler. İkincisi: Hz. Ali döneminde mescidlerde kıssa anlatanlar ortaya çıkmış değildi. Bu durum ancak Emeviler döneminde ortaya çıkmıştır.[27]

Bu haberlerden biri de, Hz. Ömer (r.a)'den nakledilen, "... Ubeyy, ben Rasulullah'tan işittiğim hiç bir şeyi bırakmam ve unutmam iddiasındadır. Halbuki Aziz ve Celil olan Allah, Biz bir âyeti nesheder veya unutturursak... buyurmuştur"[28] şeklindeki rivâyettir. Şimşek, bu haber hakkında şu değerlendirmeyi yapar: "Buharî'nin naklettiği bu haber dikkatle değerlendirilecek olursa şu anda elimizde bulunan Kur'ân'ın bünyesinde neshin bulunduğuna değil, bulunmadığına delildir. Bu habere göre, Hz. Ömer, neshi unutturma anlamında almaktadır ve Ubeyy'in o unutturulmuş âyetleri hatırlamasının mümkün olmadığını ifade etmektedir."[29]


ALİMLER ARASINDA BU KONUDA İTTİFAK VARMI?

Alimler bu konuda ne diyor, evet nesh edilmiş ayetler var diyorsalar, bu ayetler nelerdir. Aralarında nesh edilmiş ayetlerin sayısı ve hangisi olduğu hususunda bir ittifak var mı? İttifak varsa bu iddia ne derece tutarlıdır?

Nesh konusunu genişçe ele alan Ebû Ubeyd, Nehhâs, Mekkî ve İbnu'l-Cevzî, kitaplarına aldıkları âyetleri tek tek değerlendirip, büyük çoğunluğunda nesh iddiasını reddetmişlerdir. Nehhâs'ın eserini geniş bir şekilde şerh eden Süleyman b. İbrahim el-Lâhim'in tesbitine göre,[30] Nehhâs ve İbnu'l-Cevzî sadece 17 âyetin, Mekkî ise, 28 âyetin neshedildiği kanaatindedir. Ancak, bu zatların mensûh olduğunu söyledikleri âyetler farklıdır. Yani birinin mensûh kabul ettiği bir âyet diğeri tarafından muhkem sayılabilmektedir. Ayrıca, bazı âyetler hakkında kesin kanaat belirtmeyip, susmayı yeğledikleri için, bu sayıların kesin olduğunu söyleyemeyiz. Nitekim, incelememizde, İbnu'l-Cevzî'nin mensûh saydığı söylenen bazı âyetler hakkındaki tesbitin (Enfâl, 65; Mümtehine, 10-11 gibi) isabetli olmadığını gördüğümüz gibi, onun, mensûh saydığı kuvvetle muhtemel olan sekiz âyetin[31] ise bu tasnif içine alınmadığını gördük. Ayrıca, bu tesbitte bu üç âlimin herbirinin ittifakla mensûh olduğunu belirttikleri âyet sayısının dokuz olduğu görünüyordu. (Bunlardan Nisâ, 15-16 âyetleri peşpeşe gelen ve birbirini tamamlayan âyetlerdir.) Ancak, yaptığımız inceleme sonunda bunun da isabetli olmadığını gördük. Şöyle ki, bu dokuz âyetten, Bakara sûresi 217. âyeti Mekkî; 240. âyeti ise Nehhâs, -değil mensûh olduğunu söylemek- kitaplarına dahi almamışlardı. Dolayısıyla, bu üç âlimin ittifakla mensûh olduğunu belirttikleri âyet sayısı sadece yedi tanedir: Bakara, 183; Nisâ, 15-16, 43, 90; Mücâdele, 12; Müzzemmil, 2. (Burada, Müzzemmil, 2. âyetinin devamı olan üç ve dördüncü âyetler de bu sayıya ilave edilirse sayı dokuz olur.) Bu yedi âyet, geçmişte neshle ilgili eser yazan diğer âlimlerin mensûh saydığı âyetler içinde de yer almaktadır.

Daha sonra gelen âlimlerden, Suyûtî ise, genelde geçmişteki âlimlerin çoğu tarafından neshedildiği söylenen 21 âyetin mensûh olduğunu söylemiş, ardından isti'zan ve kısmet âyetleri hakkında doğru olanın neshedilmediklerini, kıbleyle ilgili Bakara sûresi 115. âyetin ise neshedilenlere katılabileceğini belirterek, sonuçta bu sayıyı 20 olarak belirlemiştir.[32] Ona göre, bunların dışındaki âyetler hakkındaki nesh iddiaları doğru değildir.

Suyûtî'nin mensûh olduğunu belirttiği âyetler başka âlimlerce de ya aynen tekrar edilmiş ya daha da azaltılmış veya tekrar mensûh âyetlerin sayısını çoğaltan eski âlimlerin yoluna dönülmüştür. Örneğin, Kermî bu konuda eski âlimlerin yoluna tabi olmuş, Fahreddin Abdullah b. Muhammed neshle ilgili eserinde, Suyûtî'nin sıraladığı âyetleri aynen tekrarlamıştır.[33] Suyûtî'den nakilde bulunan Zerkanî ise, onun mensûh saydığı âyetlerlere kıbleyle ilgili âyeti de katarak, toplam 22 âyeti ele almış, bunlardan sadece 10 tanesinin neshedildiğini söylemiş, ayrıca Suyûtî'nin mensûh âyetler içinde saymadığı Nisâ, 16. âyeti de 15. âyetle beraber ele alıp neshedildiğini söylemiştir.[34] Bu âyetler şunlardır: Bakara, 180, 184, 240; Nisâ, 15-16, 33; Enfâl, 65, Nûr, 3; Ahzâb, 52; Mücâdele, 12; Müzzemmil, 2.[35] Subhî Salih, Suyûtî'nin sıraladığı âyetler içinde neshe kabil olanların 10'u geçmeyeceğini belirtmiştir.[36] Dehlevî ise, İbnu'l-Arabî ve Suyûtî'nin ele aldığı 21 âyeti (kıbleyle ilgili âyeti ele almayarak) değerlendirerek, bunlardan sadece 5'inin mensûh olduğunu söylemiştir. Bu âyetler şunlardır: Bakara, 180, 240; Enfâl, 65; Ahzâb, 52; Mücâdele, 12.[37] Muhammed Salih Ali Mustafa ise, bu âyetlerden sadece üç tanesinde (Enfâl, 65; Mücâdele, 12; Müzzemmil, 2) neshi kabul etmiş, daha sonra bu âyetleri neshedilme ihtimalindeki kuvvet sırasına göre sırayla ele alıp, kendisinin mensûh saydığı üç âyet de dahil tüm âyetler hakkında hem nesh hem de muhkem olma yönlerini belirtmiştir.[38]

Böylece, Kur'ân'da neshi kabul eden alimlerin çerçevesini daha da genişlettiğimizde mensûh sayılan âyetlerin sayısının -ters orantılı olarak- daha da azaltıldığını görüyoruz.

Burada kayda değer önemli bir nokta, neshle ilgili eserlerde mensûh olduğu belirtilen, "İçkiliyken namaza yaklaşmayın" (Nisâ, 43) âyetinin, Suyûtî'nin kabul ettiği ve bunlar dışında hiç bir âyet hakkında nesh iddiası doğru değildir dediği[39] âyetler içinde yer almamış olmasıdır. İbnu'l-Arabi de bu ayetin hiçbir surette neshinin caiz olmadığını söyler. Şu açıklamada bulunur: Çünkü teklif aklın sağlamlığına bağlıdır. Namaz da mükellef olmanın gereği olup ikamesi ancak aklın varlığıyla olabilir. Bu ayet içkinin mubah olduğu dönemde inmiş idi. İçki haram kılınınca, bu ayetteki nehiy baki kalmış, nehyin aslı içki içilmesinin bütün hallerde haram kılınmasıyla şiddetlenmiştir.[40]

Lâhim ise, araştırmasının sonunda, nesh'e muhtemel olabilecek âyetlerin dokuzu geçmediğini söylemiş, ancak bu hususta hazırladığı tabloda sadece beş âyetin mensûh olduğu kanaatini taşıdığını, diğerleri hakkındaki kanaatinin ise, muhkem olduğunu belirtmiştir. Bunlardan, namaza içkiliyken yaklaşılmamasını emreden âyetin (Nisâ, 43) sadece mefhumunun yani namazın dışında içki içilebileceği şeklinde yorumlanan mefhum-u muhalifinin mensûh olduğunu, âyetin mantûkunun ise muhkem olduğunu belirtmiştir. Mensûh olduğu kanaatinin ağır bastığını söylediği diğer dört âyet ise şunlardır: Bakara, 184; Enfâl, 65; Mücâdele, 12; Müzzemmil, 2-4.[41]

Mustafa Zeyd ise yaptığı geniş çaplı araştırmasının sonucunda beş vakıayla ilgili 6 âyette nesh'in bulunduğu sonucuna varmıştır. Bu âyetler şunlardır:

Zinayla ilgili, Nisâ, 15-16. âyetler.

İçkiyle ilgili, Nisâ, 43. âyet.

Savaşta müslümanların galip geleceği sayıyla ilgili Enfâl, 65. âyet.

Necvâ'yla ilgili, Mücâdele, 12. âyet.

Teheccüd namazıyla ilgili Müzzemmil, 2. âyet.

Ali Hasan el-Arid de Fethu'l-Mennan fi Neshi'l-Kur'an adlı eserinde kendisine göre Kur'an-ı Kerim'de nesh edildiğine kanaat getirdiği ayetleri şöyle sıralar:[42]

Uhillet lekum... ayetiyle nesh edilen oruçla ilgili hükümler (oruçluya haram olan bazı hususlar)

Savaşta müslümanların galip geleceği sayıyla ilgili Enfâl, 65. âyet.

Zinayla ilgili, Nisâ, 15-16. âyetler.

Necvâ'yla ilgili, Mücâdele, 12. âyet.

Teheccüd namazıyla ilgili Müzzemmil, 2. âyet.

Kaya ise, Kur'ân'da Nesih adlı çalışmasının sonunda Bakara, 240 ve 280; Nisâ, 15; Mücâdele, 12 ve Müzzemmil, 1-3 âyetlerin mensûh olduğu kanaatine varmıştır.[43]

Bütün bu görüşlerden sonra, çerçeveyi biraz daha genişleterek -geçmişten günümüze- Kur'ân âyetlerinde neshedilmiş âyetlerin varlığını kabul eden bu âlimlerin, mensûh olduğunu belirttikleri âyetlere göz attığımızda, mensûhtur diye ittifakla görüş belirttikleri hiçbir âyetin bulunmadığını görürüz!

Nitekim Cebrî de araştırması sonucunda hakkında icma bulunan bir tek âyetin bile bulunmadığını, bu yüzden konuyla ilgili eserini mutmain bir şekilde yayınladığını söyleyerek, bu mevzunun dinin aslından veya itikadî değil, tartışmaya açık bir alan olduğunu belirtir.[44]

Bazı âlimler ise, mensûh sayılan âyetlerin pek çoğunun, hakikatte münse' (ertelenen) nevinden olduğunu dolayısıyla zamanı gelince bu âyetlerle amel edileceğini belirtirler.Bu kanaatte olanlara göre, mensuhun metinde kalmasının bir anlamı olup bu ayetlerin hükmü bütünüyle neshedilmemiştir. Bir yönüyle baki olup uygulanma alanları vardır.[45]

Geçmişte, Kur'ân'da neshedilmiş hiç bir âyet bulunmadığı kanaatinde olanın sadece Ebu Müslim el-İsfehanî olduğu söylenir. Ancak Ebû Ali Muhammed b. Ahmed b. Cüneyd (h. 381)'in de el-Fash alâ men Ecâze'n-Nesh adlı eserinde neshi reddettiği söylenmektedir.[46] Râzî'nin Tefsîr-i Kebîr'inde İsfehanî'den neshle ilgili görüşlerini nakledip susması da onu desteklediği manasında değerlendirilmiştir.[47]

Çağımızda ise, mensûh olduğu söylenen âyetler hakkındaki azaltma çabalarının bir sonucu olarak Kur'ân'ın hiç bir âyetinin neshedilmediği görüşü ağırlık kazanmaya başlamış ve böylece bu kanaatte olan alimlerin sayısı daha da artmıştır.



SONUÇ

Kur'an hükümlerinin geçmiş peygamberler dönemindeki bazı şeri hükümleri nesh ettiği bütün İslam Alimlerince kabul edilen bir görüştür. İslam'ın kendi bünyesinde de, kıblenin Mescid-i Aksa'dan Mescid-i Haram'a çevrilmesi gibi bazı konularda da nesh vuku bulmuştur.

Kuran bünyesinde neshin vukuu, hükmü kaldırılmış ayet bulunup bulunmadığı hususu ise, her ne kadar tartışmalı bir konu olsa da araştırmamız gösteriyor ki, böyle bir neshin varlığını bildiren ne kesin bir ayet ne sünnetin delaleti, ne de alimler arasında bir ittifak söz konusu değildir.

Doç. Dr. Veysel GÜLLÜCE


--------------------------------------------------------------------------------

[1]. Bkz. Zührî, s. 15; Ebû Ubeyd, s. 5-6; Şâtıbî, III, 79. "Yahudilerin zulmü sebebiyle onlara helâl kıldığımız bazı temiz şeyleri haram kıldık" (Nisâ, 160) âyeti ise geçmiş şeriatlerin neshi hakkında delil gösterilmiştir (bkz. Zerkanî, II, 89; Ali Mustafa, s. 18).

[2] . Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed el-Maverdî, en-Nüketu ve'l-Uyûn (Tefsîru'l-Maverdî), Dâru'l-Kütübi'l-Ilmiyye, Beyrut, 1992, III, 118.

[3]. Cebrî, Lâ Nesha fi'l-Kur'ân, s. 24; en-Nesh, s. 194-195.

[4]. bkz. Şimşek, İki Mesele, s. 93 vd.; Günümüz Tefsîr Problemleri, s. 170-171

[5] . Maverdî, I, 370; Cebrî, en-Nesh, s. 133.

[6] . Doğrul, s. L (dipnottan).

[7] . Ebu Hafs Ömer b. Ahmed b. Şahin, en-Nâsihu ve'l-Mensûh mine'l-Hadîs, thk. Ali Muhammed Muavvid, Adil Ahmed Abdulmevcud, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1992, s. 65.

[8] . bkz. Ebû Ubeyd, s.34; Nehhâs, II, 323; III, 25; Mekkî, s. 182

[9] . bkz. Ebu Bekr İbnu'l-Arabî, Ahkâmu'l-Kur'ân, Dâru'l-Ma'rife, Beyrut, tsz., I, 11

[10] . bkz. Ebû Ubeyd, s.34.

[11] . İbnu'l-Cevzî, Nevâsih, s. 42.

[12]. Şimşek, İki Mesele, s. 97; Günümüz Tefsîr Problemleri, s. 175.

[13]. İbn Hanbel, Müsned, II, 181; benzer bir rivayet için bkz. İbn Mâce, Mukaddime, 10.

[14] . Ali Hüseyn Muhammed Süleyman, Fethu'r-Rahman fi Beyani'n-Nesh fi'l-Kur'an, s. 172

[15]. bkz. Mekkî, s. 181; İbnu'l-Cevzî, Nevâsih, s. 154, 180.

[16] . Mekkî, s. 235.

[17] . bkz. Mekkî, s. 202.

[18] . Ebû Ubeyd, s. 403.

[19] . bkz. Taberî, VIII, 63; Mekkî, s. 214; Buzûrî, v. 2b; İbnu'l-Cevzî, Nevâsih, s. 191.

[20] . Nehhâs, II, 225.

[21]. Zührî, s. 18; Ebû Ubeyd, s.340; Nehhâs, II, 146; Mekkî, s. 132; Buzûrî, v. 2a; İbnu'l-Cevzî, Nevâsih, s. 111; el-Musaffâ, s. 21.

[22] . İbnu'l-Cevzî, Nevâsih, s. 114.

[23]. bkz. Ebu Ubeyd, s. 3; Nehhâs, I, 410; Hibetullah b. Selame b. Nasr el-Mukrî. en-Nâsih ve'l-Mensûh min Kitabillahi Azze ve Celle. thk., Züheyr eş-Şaviş-Muhammed Ken'an, el-Mektebu'l-İslâmî, Beyrut, 1986, s. 18; Hemezânî, s. 6 ; İbnu'l-Cevzî, Nevâsih, s. 29.

[24]. Şimşek, İki Mesele, s. 94 vd.; Günümüz Tefsîr Problemleri, s. 174-175.

[25]. Dumlu, s. 81.

[26]. İbn Huzeyme, s. 261.

[27]. Cebrî, en-Nesh, s. 118.

[28] . Buharî, Tefsîr, Sûre 2, 7.

[29] . Simsek, Iki Mesele, s. 95.

[30] . bkz., Nehhâs, I, 343-347.

[31] . Bakara, 219; Nisâ, 33; En'âm, 106; Enfâl, 72; Hicr, 94; Nûr, 2; Sâffât, 173; Kâf, 45.

[32] . Suyûtî, el-İtkân, II, 712. Bu âyetlerde Suyûtî'nin mensûh saydığı kısımları, kalın yazıyla belirttik.

[33] . Fahreddin Abdullah b. Muhammed, el-Beyan fi'n-Nâsih ve'l-Mensûh fi'l-Kur'ân, yazma (Süleymaniye Kütüphanesinde), v. 3-5.

[34] . Suyûtî'nin, livata yapanların cezasıyla ilgili olduğunu söylediği bu âyeti mensûh saymadığı ilgili âyette açıklanmıştı.

[35] . bkz. Zerkanî, II, 153-165.

[36] . bkz. Subhi Salih, s. 274.

[37].Dehlevî, s. 54-59. Dehlevî'nin bu âyetlere dair açıklamalarını incelediğimizde, bunlardan üçü (Bakara, 180, Enfâl, 65; Mücâdele, 12) hakkında kesin olarak mensûhtur dediğini görüyoruz. Diğer iki âyet (Bakara, 240; Ahzâb, 52) hakkındaki ifadeleri ise kapalıdır. Fakat, daha sonra beş âyetin mensûh olduğunu söylediğine göre, bu iki âyet hakkındaki kanaatinin de nesh yönünde olduğu anlaşılıyor. Dehlevî'nin şu ifadeleri bu sayıyı daha da azaltma niyetinde olduğu şeklinde değerlendirilmiştir: "Okunan Kur'ânda hükmü hiç bir sûrette geçerli olmayan hemen hemen hiçbir hükmü mensûh âyet yok gibidir. Hatta şüphesiz onun hükmü herhangi bir durum veya zamanda meşru olarak bulunur" (Ali Mustafa, bu ifadeleri Muhammed Yûsuf Bennurî'nin Yetimetu'l-Beyan fi Şey'in min Ulumi'l-Kur'ân adlı eserinden nakletmiş olup, Dehlevî'nin sözlerinin hangi eserinden alındığı belirtilmemiştir. bkz. en-Nesh fi'l-Kur'âni'l-Kerîm, s. 40). Dehlevî'nin et-Tefhimu'l-İlahiyye adlı eserindeki bu konuyla ilgili ifadeleri de Kur'ân'da neshe sıcak bakmadığını gösteriyor (bkz. Ahmad Hasan, a.g.m., s. 103 -sayı: 4-).

[38] . Ali Mustafa, en-Nesh fi'l-Kur'âni'l-Kerîm, s. 41 vd.

[39] . a.g.e., a.y; Suyûtî el-İklil adlı eserinde de bu âyete değinmiş ancak neshi hakkında bir şey söylememiştir (bkz. s. 92-93).

[40] . İbnu'l-Arabi, en-Nasihu ve'l-Mensuh fi'l-Kur'ani'l-Kerim, II, 173.

[41] . bkz. Nehhâs, III, 395-398.

[42] . Ali Hasan el-Arid, Fethu'l-Mennan fi Neshi'l-Kur'an, Mektebetu Hanci, Mısır, 1973, s. 340-341

[43] . bkz. Kaya, Kur'an'da Nesih, s. 164.

[44] . Cebrî, en-Nesh, s. 117, 199.

[45] . bkz. Zerkeşî, II, 49; keza bkz. Suyûtî, el-İtkân, II, 703; Cebrî, en-Nesh, s. 24; Keşmirî, III, 147; Ömer Özsoy. "Nasr Hamid Ebu Zeyd'in Nass-Olgu Bağlamında Ulumu'l-Kur'ân'ı Eleştirisi", İslâmi Araştırmalar, c. VII, sayı, 3-4, 1994, s. 244; Yıldırım, s. 104; Albayrak, Kur'ân'ın Bütünlüğü Üzerine, s. 36-37; Özdeş, a.g.m., s. 45; Dumlu, s. 85.

[46] . bkz. Şimşek, İki Mesele, s. 80.

[47]. bkz. Hûdarî, Tarihu't-Teşri', s. 24; Ali Mustafa, en-Nesh fi'l-Kur'âni'l-Kerîm, s. 17.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Nesh mevzuu akidevi bir konudur.Bu konuda forum sakinleri ne düşünmekte acep görüşleri almak isteriz.Dua ile



Onlar Kuranı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde bir çok çelişkiler bulacaklardı.

Nisa Suresi 82

Madem ki Kuranda hiçbir çelişki yoktur, içinde nasih mensuh da olamaz.
Çünkü nasih ve mensuhun temelinde, iki çelişkili ifadenin olması ve bu ifadelerden birinin diğerini geçersiz kılması vardır.


 
Üst Alt