“İnsanlardan bir kısım beyinsizler: “Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara 142)
Sahih-i Buharî’de geçtiği gibi, namazda Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem ve Müslümanlar Kudüs’e doğru on altı veya on yedi ay yöneldiler. Ondan sonra Allahu Teâla Mekke’deki Mescid-i Haram’a (Kâbe’ye) doğru Müslümanların yönelmesine dair emir verdi. Bu sırada bir kısım Yahudiler, müşrikler ve münafıklar Müslümanlarla alay ettiler. Bununla da kalmayıp Muhammed SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in Müslümanlarla oynadığına dair zehirli yalanlar uydurmaya başladılar. Allahu Teâla bu tür insanlarısefih olarak vasıflandırdı (Sefih; beyinsiz, alçak anlamlarına gelmektedir). Onları tahkir etti. Çünkü onlar düşünmedikleri ve akıllarını kullanmadıkları gibi maksatları da hak ve doğru olan İslâm’la ve ona inananlarla savaşmaktır.
Kudüs’e (Mescid-i Aksa’ya) doğru namazda yönelmekle ilgili bir ayet yoktu. Fakat bu ayet (Bakara: 142), o yönelmeyi nesih ediyor. Bunun manası; Daha önceki yönelme de Allah’ın emri idi. Yoksa nasıl Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem ve Müslümanlar on yedi ay kadar Kudüs’e doğru namaz kılarlar. Allah onları ayıplamadan yalnız Mekke’ye doğru yönelmeleri doğrultusunda emir veriyor. Daha önceki yönelme Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in emri ve fiili idi. Buradan anlaşılıyor ki; Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in emri ve fiili veya başka bir ifade ile Sünnet’in Allah’ın vahyi olduğudur.
“O dönemde kılınan namazın kaderi nedir?” diye soruldu. Müslümanlar o dönem boşuna mı namaz kıldılar? Bunlara cevap ondan sonraki ayette geldi (Bakara 143); “Allah sizin imanınızı boşa çıkartmaz.” Buna binaen bu olaydan Sünnete uymanın imana dayalı bir husus olduğu kesin ifade ile anlaşılır.
O beyinsiz insanların kıblenin çevrilmesine itirazları farklı idi. Müşriklerin itirazların sebebi; Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem ve Müslümanlarla alay etmekti. Münafıkların ise;Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in insanlarla oynadığını göstermekti. Yahudilerin itirazları ise;Kudüs’e itibar verdikleri için bunun dışında başka kıblenin bulunmasını istemediklerinden kaynaklanıyordu. Allahu Teâla onlara diyor ki; “Mesele batıya veya doğuya yönelmek değil önemli olan Allah’ın hidayetine tabi olmaktır.” Zira Allah doğru yolu gösterir ve bu doğru yola girmek isteyen kimseleri hidayete erdirir. İstemeyenleri hidayete erdirmez. Çünkü insan, hidayeti ve dalaleti seçmede serbesttir. Ama Allahu Teâla’nın kıbleyi değiştirmesinin hikmeti vardır. Bu ayet ve arkasından gelen şu ayette de bunu beyan etmektedir:
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Rasul'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Rasul’e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırt etmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah, sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.” (Bakara 143)
Allahu Teâla İslâm ümmetini bir vasat ümmet haline getirdi. Burada vasatın manası, hayırlı ve adaletli anlamına gelmektedir. Arapça’da vasat sözcüğü, hayırlı ve udul manalarında geçer. “İnsanlara şahit olasınız” deyince; daha ziyade udul manasında geçer. Çünkü şahidin şartlarında udul olması aranır. Udulun manası ise; farzları yerine getiren ve günahlardan sakınan demektir. İslâm ümmeti hayırlı ve dürüst olduğu için diğer insanlara şahit olmuştur. Zira İslâm ümmetinin daveti, hidayeti ve nuru diğer insanlara götürmelidir. Bu nedenle diğer insanlara şahitlik yapacaktır. Bu ümmet diğer ümmetlerden ayrı olmalıdır, onlara benzememelidir. Çünkü diğer milletler doğru yoldan saptılar. Eğer onlarla beraber aynı kıbleye yönelirse ortaya sanki onlarla ortak noktada birleşen görüntüsü verecektir. Fakat kıblesi ayrı olunca İslâm ümmetinin ayrı olduğu netlik kazanır. Böylece İslâm ümmeti diğer ümmetlere benzememiş olur. Bu durumda diğer insanlara risaleti taşıyacak ve böylece şahit olacaklardır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem de İslâm ümmetine tebliğine dair şahitlik yapacaktır.
Bu asırda bazı insanlar vasat ümmetin manasını farklı anlamaya veya yorumlamaya çalışıyorlar. Daha doğrusu “birlikteki orta çözüm” manasına benzer bir mana çıkartıyorlar. Bu ise uzlaşmacı bir girişimdir. İki tarafı tek bir noktaya getirmektir. Örneğin; Zalim yöneticilere, küfür rejimlerine karşı gelmek ifrat (aşırılık), tam susmak (tefrit) tam ihmaldir. Vasat çözüm ne karşı gelmek ne susmak, zalim yöneticiyle ve küfür rejimiyle anlaşmaktır. Onun hükümetine veya parlamentosuna girip ıslahat yapmaktır. Bu düşünce bu ayetin manasına ters olduğu gibi Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in ameline ve sözüne aykırıdır. Ayetin manası; İslâm ümmetinin diğer ümmetlere şahit olabilmesi için İslâm risaletini olduğu gibi tebliğ etmektir. Böylece ancak vasat ümmet olunur. Yani dosdoğru ve adaletli ümmet olunur.
İslâm’ın bütün nassları ve ifadeleri küfre, zulme ve zalimlere karşı ve onları kaldırmak için geldi. Zalim veya kâfir yönetimi ve yöneticiyi değiştirmeyi kesin emirle emretti. Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in ameli, kâfir rejimlere, kâfir veya zalim yöneticilere karşı idi. Zalim yönetici ve rejimlerle ilgili birçok hadis söylemiştir. Bunlardan bazıları:
“Cihadın en üst derecesi zalim yöneticiye karşı hak sözü söylemektir.”
“Şehitlerin efendisi Hamza’dır ve zalim yöneticiye karşı hak sözü söyleyip o yönetici tarafından öldürülen kimsedir.”
İslâm’da uzlaşma veya orta çözüm yoktur. Hak veya batıl, hayır veya şer, doğru veya yanlış, hidayet veya dalalet, nur veya karanlık, adalet veya zulüm ilkeleri vardır. İnsan şeriatın hükmüne bağlı olacaktır. İslâm ne emretti ise; hak, doğru, hidayet, hayır, nur ve adalettir. Neyi nehyetti ise; batıl, şer, yanlış, dalalet (sapıklık), karanlık ve zulümdür. İslâm’da Şer’i hükme bağlılık ilkesi vardır. Uzlaşmacı veya orta çözümcü bunları birbirleri ile bağdaştırmaya çalışıyor. Bu nedenle küfür rejimlerine katılır ve zalim yöneticilerle anlaşır. Bu ise küfür rejimlerini, ilkelerini ve yöneticilerini rahatlatır, uzun ömürlü kılar. Türkiye gibi yerlerde bizzat bunu görüyoruz. Bu fikri kabul edenler Atatürk rejimini, ilkelerini, laikliği, milliyetçiliği ve demokrasiyi yaşatıyor. İslâm’ın yönetime yaklaşmasını engelliyorlar. Ürdün’de de krallığı yaşatanlar İslâm’ın yönetime gelmesini engellemektedirler.
Biz vasat ümmet olunca diğer insanlara şahit olacağız. Bu şahitlik; onlara hakkı, hayrı, doğruluğu, hidayeti, nuru ve adaleti tebliğ etme şeklinde olacaktır. Zamanında nasıl yapıldı ise, yine bu yönde çalışarak zulmü ortadan kaldırıp hakkı hâkim kılmak istiyoruz. Bunun için zamanında şehitler verildi, birçok insan yaralandı ama onlar hiçbir zaman kaybedenlerden olmadılar. Çünkü bütün bunlar Allah rızası için yapıldı ve yapılmaktadır.
Bu ayette daha önce bir kıblenin olduğundan bahsedilmektedir. “…daha önce yöneldiğin kıble…” fakat hiçbir ayette o kıblenin ismi veya onunla ilgili bir işaret beyan edilmemektedir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem ve Müslümanlar nasıl o kıbleye doğru yöneliyorlardı ve onlara bu yönelmekle ilgili kimden emir gelmişti? Elbette ki, bu RasulullahSallAllahu Aleyhi Ve Sellem tarafından bildirilmiştir. Bu emir Allah’tan idi. Çünkü ayette; “…daha önce yöneldiğin kıbleyi kılmıştık” diye beyan ediliyor. Öyle ise Rasulullah, emri vahiyle Allah’tan almıştır. Bu da gösteriyor ki, Sünnet, Allah tarafından vahyedilmiştir. Bu (Sünnet) Rasulullah’ın sözlerini, amellerini ve takririni içermektedir. Takrir, bir şeye karşısusmaktır. Bu susma o şeyin caiz olduğu anlamına gelmektedir. Bundan sonra kim sünneti inkâr ederse vahyi inkâr etmiş olur. Sünnet devre dışı bırakılmakla İslâm ahkâmının yarısından fazlası inkâr edilmiş olur. Böyle kişiler “bütün hadisler doğru değil” veya “çelişki var” diyerek bahaneler gösterirler.
Sünnet, sahih ve doğru hadislerden ibarettir. Doğru olmayan, zayıf veya mevzu (uydurma) hadisler reddedilir. Sahih hadislerin toplamını veya sünneti inkâr eden kimse kâfir olur.
Allahu Teâla Müslümanların imanını denemek için kıbleyi değiştirdi. Ayette Rasule kimin tabi olup olmayacağını bilmek için Allah Subhanehû Ve Teâla kıbleyi değiştirdiğini beyan ediyor. Rasule tabi olmak; onun sözlerine, amellerine ve takririne uymaktır. Allah Subhanehû Ve Teâla Rasule daha önce; “Kudüs’e doğru namaz kılın” dedi ve Rasul de bu emri yerine getirdi. Buna göre sünneti kabul edip uygulamak Allah’ın emridir ve imandandır.
Kıbleyi değiştirmek imanları zayıf olanlara ve münafıklara ağır geldi. Sanki Rasulullah’ın kendileri ile alay etti imajı oluştu. Bundan dolayı da, bir Kudüs’e bir Kâbe’ye doğru yönelme ne demek oluyor diye itirazda bulundular. Ama Allah’ın hidayetini tatmış olanlar ise hemen bu emre tabi oldular. Onlara bu yöneliş hiçbir zaman zor gelmedi. Hatta sahabenin bir tanesi başka mescitte ikindi namazını cemaatle kılarken onlara kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye çevrildiği haberi ulaşınca hemen kıblelerini değiştiriverdiler. Rasulullah hakkında hiç şüpheye düşmeden emri aynen ifa ettiler. İşte gerçek hidayet sahibi kişiler bunlardır. Kâfirler, münafıklar, Hıristiyanlar ve inançsızlar hemen Rasulullah hakkında ithamlarda bulundular. İmanı zayıf olanlar da bunu hazmedemediler ve onlara da ağır geldi. Hatta imanı zayıf olan kişilere şu bidatten vazgeç denildiğinde onu terk etmekte zorlanır. Doğru fikre meyletmek ona ağır gelir. İmanı kuvvetli olanlar için bir sorun yoktur. Onlar hemen Şer’i hüküm neyi gerektiriyorsa ona uyar.
On yedi ay zarfında kıldıkları namazların kaderi nedir? Allahu Teâla onların zayi olmayacağını beyan etmektedir. İmana dayalı olup Rasulullah’a tabi olarak kıldıkları o namazların geçerliliği bildirilmektedir. Rasule uymak imandandır. O ise namazları Kudüs’e doğru kılıyordu. Ona uyanlar da herhangi bir ayetten dolayı değil, Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem böyle yaptığı için ona uyuyorlardı. Bu da gösteriyor ki; Rasule uymak imanîdir. Vahye nasıl tabi olunuyorsa, Sünnet’e de o şekilde hiçbir ayırım gözetmeden uymak gerekir.
Hadislerin rivayetleri iki çeşittir:Mutevatir ve Haber-i ahaddir. Her mutevatir hadise inanmak gerekir. Haber-i ahad ise kabul edilir, yalanlanmaz, onu yalanlamak haramdır. Fakat haber-i ahadde hadislerin toplamına inanmak gerekir. Çünkü toplamı mutevatir olur. Amel veya uygulama açısından ise ikisi de aynı derecede uygulanır. Arasında hiçbir fark yoktur. Yine de amel konusunda ayet ile haber-i ahad arasında bir fark yoktur.
Allahu Teâla müminlere şefkatli ve merhametlidir. Bu nedenle daha önce yaptıkları ibadetleri kabul ediyor, müminlere sevap veriyor. Ancak, Allahu Teâla bir ayeti veya bir hadisi başka bir ayetle nesheder. Bu şekilde müminlerin imanlarını ortaya çıkartmak istiyor. Yeni gelen emirlerin tümü de müminler için rahmettir. İnsanlar daha sonra bunun neticesini göreceklerdir…
Esad Mansur
Sahih-i Buharî’de geçtiği gibi, namazda Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem ve Müslümanlar Kudüs’e doğru on altı veya on yedi ay yöneldiler. Ondan sonra Allahu Teâla Mekke’deki Mescid-i Haram’a (Kâbe’ye) doğru Müslümanların yönelmesine dair emir verdi. Bu sırada bir kısım Yahudiler, müşrikler ve münafıklar Müslümanlarla alay ettiler. Bununla da kalmayıp Muhammed SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in Müslümanlarla oynadığına dair zehirli yalanlar uydurmaya başladılar. Allahu Teâla bu tür insanlarısefih olarak vasıflandırdı (Sefih; beyinsiz, alçak anlamlarına gelmektedir). Onları tahkir etti. Çünkü onlar düşünmedikleri ve akıllarını kullanmadıkları gibi maksatları da hak ve doğru olan İslâm’la ve ona inananlarla savaşmaktır.
Kudüs’e (Mescid-i Aksa’ya) doğru namazda yönelmekle ilgili bir ayet yoktu. Fakat bu ayet (Bakara: 142), o yönelmeyi nesih ediyor. Bunun manası; Daha önceki yönelme de Allah’ın emri idi. Yoksa nasıl Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem ve Müslümanlar on yedi ay kadar Kudüs’e doğru namaz kılarlar. Allah onları ayıplamadan yalnız Mekke’ye doğru yönelmeleri doğrultusunda emir veriyor. Daha önceki yönelme Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in emri ve fiili idi. Buradan anlaşılıyor ki; Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in emri ve fiili veya başka bir ifade ile Sünnet’in Allah’ın vahyi olduğudur.
“O dönemde kılınan namazın kaderi nedir?” diye soruldu. Müslümanlar o dönem boşuna mı namaz kıldılar? Bunlara cevap ondan sonraki ayette geldi (Bakara 143); “Allah sizin imanınızı boşa çıkartmaz.” Buna binaen bu olaydan Sünnete uymanın imana dayalı bir husus olduğu kesin ifade ile anlaşılır.
O beyinsiz insanların kıblenin çevrilmesine itirazları farklı idi. Müşriklerin itirazların sebebi; Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem ve Müslümanlarla alay etmekti. Münafıkların ise;Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in insanlarla oynadığını göstermekti. Yahudilerin itirazları ise;Kudüs’e itibar verdikleri için bunun dışında başka kıblenin bulunmasını istemediklerinden kaynaklanıyordu. Allahu Teâla onlara diyor ki; “Mesele batıya veya doğuya yönelmek değil önemli olan Allah’ın hidayetine tabi olmaktır.” Zira Allah doğru yolu gösterir ve bu doğru yola girmek isteyen kimseleri hidayete erdirir. İstemeyenleri hidayete erdirmez. Çünkü insan, hidayeti ve dalaleti seçmede serbesttir. Ama Allahu Teâla’nın kıbleyi değiştirmesinin hikmeti vardır. Bu ayet ve arkasından gelen şu ayette de bunu beyan etmektedir:
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Rasul'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Rasul’e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırt etmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah, sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.” (Bakara 143)
Allahu Teâla İslâm ümmetini bir vasat ümmet haline getirdi. Burada vasatın manası, hayırlı ve adaletli anlamına gelmektedir. Arapça’da vasat sözcüğü, hayırlı ve udul manalarında geçer. “İnsanlara şahit olasınız” deyince; daha ziyade udul manasında geçer. Çünkü şahidin şartlarında udul olması aranır. Udulun manası ise; farzları yerine getiren ve günahlardan sakınan demektir. İslâm ümmeti hayırlı ve dürüst olduğu için diğer insanlara şahit olmuştur. Zira İslâm ümmetinin daveti, hidayeti ve nuru diğer insanlara götürmelidir. Bu nedenle diğer insanlara şahitlik yapacaktır. Bu ümmet diğer ümmetlerden ayrı olmalıdır, onlara benzememelidir. Çünkü diğer milletler doğru yoldan saptılar. Eğer onlarla beraber aynı kıbleye yönelirse ortaya sanki onlarla ortak noktada birleşen görüntüsü verecektir. Fakat kıblesi ayrı olunca İslâm ümmetinin ayrı olduğu netlik kazanır. Böylece İslâm ümmeti diğer ümmetlere benzememiş olur. Bu durumda diğer insanlara risaleti taşıyacak ve böylece şahit olacaklardır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem de İslâm ümmetine tebliğine dair şahitlik yapacaktır.
Bu asırda bazı insanlar vasat ümmetin manasını farklı anlamaya veya yorumlamaya çalışıyorlar. Daha doğrusu “birlikteki orta çözüm” manasına benzer bir mana çıkartıyorlar. Bu ise uzlaşmacı bir girişimdir. İki tarafı tek bir noktaya getirmektir. Örneğin; Zalim yöneticilere, küfür rejimlerine karşı gelmek ifrat (aşırılık), tam susmak (tefrit) tam ihmaldir. Vasat çözüm ne karşı gelmek ne susmak, zalim yöneticiyle ve küfür rejimiyle anlaşmaktır. Onun hükümetine veya parlamentosuna girip ıslahat yapmaktır. Bu düşünce bu ayetin manasına ters olduğu gibi Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in ameline ve sözüne aykırıdır. Ayetin manası; İslâm ümmetinin diğer ümmetlere şahit olabilmesi için İslâm risaletini olduğu gibi tebliğ etmektir. Böylece ancak vasat ümmet olunur. Yani dosdoğru ve adaletli ümmet olunur.
İslâm’ın bütün nassları ve ifadeleri küfre, zulme ve zalimlere karşı ve onları kaldırmak için geldi. Zalim veya kâfir yönetimi ve yöneticiyi değiştirmeyi kesin emirle emretti. Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in ameli, kâfir rejimlere, kâfir veya zalim yöneticilere karşı idi. Zalim yönetici ve rejimlerle ilgili birçok hadis söylemiştir. Bunlardan bazıları:
“Cihadın en üst derecesi zalim yöneticiye karşı hak sözü söylemektir.”
“Şehitlerin efendisi Hamza’dır ve zalim yöneticiye karşı hak sözü söyleyip o yönetici tarafından öldürülen kimsedir.”
İslâm’da uzlaşma veya orta çözüm yoktur. Hak veya batıl, hayır veya şer, doğru veya yanlış, hidayet veya dalalet, nur veya karanlık, adalet veya zulüm ilkeleri vardır. İnsan şeriatın hükmüne bağlı olacaktır. İslâm ne emretti ise; hak, doğru, hidayet, hayır, nur ve adalettir. Neyi nehyetti ise; batıl, şer, yanlış, dalalet (sapıklık), karanlık ve zulümdür. İslâm’da Şer’i hükme bağlılık ilkesi vardır. Uzlaşmacı veya orta çözümcü bunları birbirleri ile bağdaştırmaya çalışıyor. Bu nedenle küfür rejimlerine katılır ve zalim yöneticilerle anlaşır. Bu ise küfür rejimlerini, ilkelerini ve yöneticilerini rahatlatır, uzun ömürlü kılar. Türkiye gibi yerlerde bizzat bunu görüyoruz. Bu fikri kabul edenler Atatürk rejimini, ilkelerini, laikliği, milliyetçiliği ve demokrasiyi yaşatıyor. İslâm’ın yönetime yaklaşmasını engelliyorlar. Ürdün’de de krallığı yaşatanlar İslâm’ın yönetime gelmesini engellemektedirler.
Biz vasat ümmet olunca diğer insanlara şahit olacağız. Bu şahitlik; onlara hakkı, hayrı, doğruluğu, hidayeti, nuru ve adaleti tebliğ etme şeklinde olacaktır. Zamanında nasıl yapıldı ise, yine bu yönde çalışarak zulmü ortadan kaldırıp hakkı hâkim kılmak istiyoruz. Bunun için zamanında şehitler verildi, birçok insan yaralandı ama onlar hiçbir zaman kaybedenlerden olmadılar. Çünkü bütün bunlar Allah rızası için yapıldı ve yapılmaktadır.
Bu ayette daha önce bir kıblenin olduğundan bahsedilmektedir. “…daha önce yöneldiğin kıble…” fakat hiçbir ayette o kıblenin ismi veya onunla ilgili bir işaret beyan edilmemektedir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem ve Müslümanlar nasıl o kıbleye doğru yöneliyorlardı ve onlara bu yönelmekle ilgili kimden emir gelmişti? Elbette ki, bu RasulullahSallAllahu Aleyhi Ve Sellem tarafından bildirilmiştir. Bu emir Allah’tan idi. Çünkü ayette; “…daha önce yöneldiğin kıbleyi kılmıştık” diye beyan ediliyor. Öyle ise Rasulullah, emri vahiyle Allah’tan almıştır. Bu da gösteriyor ki, Sünnet, Allah tarafından vahyedilmiştir. Bu (Sünnet) Rasulullah’ın sözlerini, amellerini ve takririni içermektedir. Takrir, bir şeye karşısusmaktır. Bu susma o şeyin caiz olduğu anlamına gelmektedir. Bundan sonra kim sünneti inkâr ederse vahyi inkâr etmiş olur. Sünnet devre dışı bırakılmakla İslâm ahkâmının yarısından fazlası inkâr edilmiş olur. Böyle kişiler “bütün hadisler doğru değil” veya “çelişki var” diyerek bahaneler gösterirler.
Sünnet, sahih ve doğru hadislerden ibarettir. Doğru olmayan, zayıf veya mevzu (uydurma) hadisler reddedilir. Sahih hadislerin toplamını veya sünneti inkâr eden kimse kâfir olur.
Allahu Teâla Müslümanların imanını denemek için kıbleyi değiştirdi. Ayette Rasule kimin tabi olup olmayacağını bilmek için Allah Subhanehû Ve Teâla kıbleyi değiştirdiğini beyan ediyor. Rasule tabi olmak; onun sözlerine, amellerine ve takririne uymaktır. Allah Subhanehû Ve Teâla Rasule daha önce; “Kudüs’e doğru namaz kılın” dedi ve Rasul de bu emri yerine getirdi. Buna göre sünneti kabul edip uygulamak Allah’ın emridir ve imandandır.
Kıbleyi değiştirmek imanları zayıf olanlara ve münafıklara ağır geldi. Sanki Rasulullah’ın kendileri ile alay etti imajı oluştu. Bundan dolayı da, bir Kudüs’e bir Kâbe’ye doğru yönelme ne demek oluyor diye itirazda bulundular. Ama Allah’ın hidayetini tatmış olanlar ise hemen bu emre tabi oldular. Onlara bu yöneliş hiçbir zaman zor gelmedi. Hatta sahabenin bir tanesi başka mescitte ikindi namazını cemaatle kılarken onlara kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye çevrildiği haberi ulaşınca hemen kıblelerini değiştiriverdiler. Rasulullah hakkında hiç şüpheye düşmeden emri aynen ifa ettiler. İşte gerçek hidayet sahibi kişiler bunlardır. Kâfirler, münafıklar, Hıristiyanlar ve inançsızlar hemen Rasulullah hakkında ithamlarda bulundular. İmanı zayıf olanlar da bunu hazmedemediler ve onlara da ağır geldi. Hatta imanı zayıf olan kişilere şu bidatten vazgeç denildiğinde onu terk etmekte zorlanır. Doğru fikre meyletmek ona ağır gelir. İmanı kuvvetli olanlar için bir sorun yoktur. Onlar hemen Şer’i hüküm neyi gerektiriyorsa ona uyar.
On yedi ay zarfında kıldıkları namazların kaderi nedir? Allahu Teâla onların zayi olmayacağını beyan etmektedir. İmana dayalı olup Rasulullah’a tabi olarak kıldıkları o namazların geçerliliği bildirilmektedir. Rasule uymak imandandır. O ise namazları Kudüs’e doğru kılıyordu. Ona uyanlar da herhangi bir ayetten dolayı değil, Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem böyle yaptığı için ona uyuyorlardı. Bu da gösteriyor ki; Rasule uymak imanîdir. Vahye nasıl tabi olunuyorsa, Sünnet’e de o şekilde hiçbir ayırım gözetmeden uymak gerekir.
Hadislerin rivayetleri iki çeşittir:Mutevatir ve Haber-i ahaddir. Her mutevatir hadise inanmak gerekir. Haber-i ahad ise kabul edilir, yalanlanmaz, onu yalanlamak haramdır. Fakat haber-i ahadde hadislerin toplamına inanmak gerekir. Çünkü toplamı mutevatir olur. Amel veya uygulama açısından ise ikisi de aynı derecede uygulanır. Arasında hiçbir fark yoktur. Yine de amel konusunda ayet ile haber-i ahad arasında bir fark yoktur.
Allahu Teâla müminlere şefkatli ve merhametlidir. Bu nedenle daha önce yaptıkları ibadetleri kabul ediyor, müminlere sevap veriyor. Ancak, Allahu Teâla bir ayeti veya bir hadisi başka bir ayetle nesheder. Bu şekilde müminlerin imanlarını ortaya çıkartmak istiyor. Yeni gelen emirlerin tümü de müminler için rahmettir. İnsanlar daha sonra bunun neticesini göreceklerdir…
Esad Mansur