Rabıta hakkında internet ortamında sağlıklı bir kaynak mevcut değildir. Bu nedenle meydan inkarcılara kalmaktaydı. İnkarcıların sesini kesmek, meraklılarına ulaştırılması için İsmailaga.info, Mahmud Efendi Hazretlerimizin emri ile Cübbeli Hocamızın rabıta hakkında yazdığı Tarikatı Aliyyede Rabıtayı Celiyye adlı eserden konu ile alakalı bölümlerden alıntılar ve geniş bir araştırma ile sizler için hazırladı. Şunu en başta söyleyelim ki rabıta bir ibadet değildir. Ancak aşağıdaki yazıdan anlaşılacağı üzere inkar edilemeyecek meşru bir hareket ve manevi yolların eğitim metodudur.
[h=2]RABITANIN KURANDAN DELİLLERİ[/h]*- Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerimde şöyle buyuruyor:
Ey iman edenler! Allah(-u Teala)dan korkun ve sadıklarla beraber olun. (Tevbe Suresi 119)
Bu ayeti kerimede müminlere hitap edildiği açıktır. Bu da göstermektedir ki Sıdk sıfatı, imandan daha hususi (özel) bir manaya sahiptir. Çünkü iman edenlere sadıklarla beraber olunması emredilmiştir.
Yani sıdk mertebesinde bulunan herkes mümindir, ancak her mümin sıdk mertebesinde değildir
Bu ayette emir buyrulan beraberlik iki şekilde olur:
1- CİSMANİ BERABERLİK: Bu türlü beraberlik, sadıkların meclisine bizzat devam ederek, onlardan ilim, fazilet ve feyz almakla olur.
Kişi sadıklarla beraber olmak için, onların meclislerine devam eder, söylediklerini dinler, hal ve tavırlarını örnek alır.
Bundan dolayıdır ki Ashab-ı kiram (Rıdvanullahi aleyhim ecmain) Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in etrafında pervane olur, sürekli onunla beraber bulunmaya gayret ederlerdi.
Uzak beldelerde bulunanlar da fırsat buldukça ve yol emniyetini temin ettikçe, her taraftan Alemlerin Efendisini ziyarete gelirlerdi.
2- RUHANİ BERABERLİK
Eğer kişi, ayeti kerimede Sadıklarla beraber olun emri olduğu halde sadıklardan cismani olarak ayrı bulunuyorsa ne yapacaktır?
İşte bu durumda da onların gidişatlarına uyacak, yaptıklarını yapıp, yapmadıklarını terk edecek, onların hal, tavır, davranış ve sözlerini onların gıyabında hayalinde canlandıracak ve onların hali ile hâllenecektir.
Ehlulalhın meclisinde bizzat bulunmak, kişiye fayda sağladığı gibi, gıyaben şahıslarını ve hallerini düşünmek de fayda verir.
Çünkü bir kişi hayalinde, dimağında (beyninde) ve kalbinde neyi tasavvur ederse, fiillerinde de o tezahür eder (açığa çıkar) k,, rabıta da bundan ibarettir.
İsmail Hakkı Bursevi (Kuddise Sirrahu) Sadıklarla beraber olunuz ayetinin tfsirinde şöyle demiştir:
Bu ayeti kerimede bahsi geçen sadıklardan murad; kamil mürşidlerdir. Bir salik onların kapılarında ciddiyetle hizmet eder, muhabbetiyle nazarlarına kabul olunursa, onların feyz ve bereketiyle masivayı terk etmeye, Allahu Teala yolunda istikamet üzere bulunmaya rahatlıkla muvaffak olur ve huzur-u hakka kavuşur.
Müfessir Alusi (Rahimehullah) ise, yukarıdaki ayetin tefsirinde: Sadık ve Salihlere karışınız (onlarla iç içe olunuz) ki; onlar gibi olasınız. Çünkü herkes, yakın olduğu kimseye uyar demiştir.
Bu ayet-i Kerimeyi Ubeydullah Ahrar Hazretleri de rabıtaya delil olarak zikretmiştir.
*- Diğer bir ayeti celilede de Mevla Teâlâ:
Kullarımın içine gir, cennetime gir. Buyuruyor. (Fecr Suresi 29-30)
Bu ayeti celilenin açık beyanından da anlaşılacağı üzere; dünyada, Allahu Teâlâya mahsus olan özel kulların arasına girmek, ahirette cennetlere girmeğe vesiledir.
Tabi ki, dünyada devamlı o dostlar arasında bedenen bulunmak mümkün değilse de, rabıtadan ibaret olan manevi beraberlik, ehli için müyesserdir.
Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirrahu) Ruhul beyan tefsirinden naklen şöyle yazmıştır: Bu ayeti celile, Süleyman Aleyhisselamın: Beni rahmetinle Salih kullarının içerisine girdir. (neml Suresi 19dan) duasını beyan eden ayet-i kerime gibidir.
Hususi kullar zümresine girmek, saadet-i ruhaniye (ruhun mutluluğu) onlarla beraber cennet ve derecelerine kavuşmak ise, cismani (bedenle alakalı) saadettir.
Nitekim Mevla Teâlâ: Kullarımın arasına gir, Cennetime gir buyuruyor.
Necmüddin-i Kübra (Kuddise Sirrahu) Hazretleri, Tevilat-ı Necmiyye isimli eserinde, bu ayet-i kerimenin tevilini yaparken:
Benim (zatım)la ve sıfatlarımla baki olan (tarikattan sonra hakikate kavuşarak manevi diriliği bulmuş) kullarımın içine gir.
Zatını (kendini) ve enaniyetini (benliğini) yok ettiğin için, Zatımın cennetine gir diye mana vermiştir.
DOSTLARININ YOLUNA UYMAK
*-Cenab-I hak şöyle buyuruyor:
Bana yönelenin yoluna uy.. (Lokman Suresi 15)
Bazı müfessirler bu ayet-i kerime hakkında şunları söylemişlerdi: Burada geçen Enabe kelimesinin anlamı Meyletmek ve bir şeye rücu etmek demektir.
Bu iname (Allahu Tealaya yönelmek) peygamberlerin ve Salihlerin yoludur. (İbni Atıyye, el-Muharrarul veciz, 4/349; Kurtubi, El-Camiuli ahkamil Kuran, 14/45)
İsmail Hakkı Bursevi (Kuddise Sirrahu) bu ayet-i celilenin tefsirinde şöyle demiştir:
Bu ayette, kâfir ve fasıklarla sohbetten sakındırma ve Salihlerle (beraberliğe) teşvik vardır. Çünkü kişilerin bir araya gelmesi, birbirini etkilemeyi gerektirir. Tabiatlar cezp edici, hastalıklar geçici ve sirayet edicidir.
Bundan dolayı Semure ibn-i Cündeb (Radıyallahu Anh) den rivayet edilen bir hadislerinde, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
Müşrikle bir çatı altında oturmayınız ve onlarla bir arada durmayınız. Kim onlarla oturur veya beraber bulunursa, o da onlar gibidir. Buyurmuştur. (Tirmizi, Siyer:42, No:1605, 4/156)
Yani: Müşriklerle bir yerde oturmayınız, aynı mecliste toplanmayınız ki, beraberlikten dolayı onların kötü ahlakı size sirayet etmesin ve çirkin halleri size bulaşmasın.
Alusi (Rahimehullah) ise şöyle demiştir:
Bu ayetle kamil (manen olgun) insanlara uyup, nakıslardan yüz çevirmeye ve kamil olanları, nakıs (eksik) olanları kemale erdirmesine işaret edilmiştir.
Bütün bu ifadeler, Allahu Tealaya inabe etmiş (yönelmiş) velilerin yolu olan: zikir, rabıta ve Murakabe gibi vazifelere tabi olmanın faziletlerini açıklamak, buna mukabil nefislerinin arzularına uyarak bu büyüklerin yollarını inkara kalkışanların, kendilerinden de, fikirlerinden de uzak durulmasının önemini beyan hususunda, ne kadar net ve tesirli manalar ihtiva etmektedir.
RİBAT EMRİ
*- Ey iman edenler! Sabredin (düşmanlarınızla) sabır yarışı edin (onlara galip gelin, sınırlarda) nöbet bekleşin ve Allah(u Tealaya muhalefete kalkışmak)tan sakının ki, felaha (kurtuluşa)a eresiniz. (Al-i İmran suresi 200)
Bu ayeti celilede yer alan (Rabidu) emr-i celilinin masdarları olan Ribat ve Murabata tabirleri; Sınırda düşmanı gözetlemek, Nöbet tutmak, Verilen emrin eksiksiz yerine getirilmesi anlamlarını ifade eder.
Beden ile nefsin irtibatını sağlaması ve Halk alemi ile Emir alemini bünyesinde barındırması dolayısıyla kalbe de Ribat denmiştir.
Zira Nazargahı ilahi kabul edilen ve Masiva (Allahu Tealadan gayrısı)nın girmemesi için her şeyden önce gözetlenmesi gereken yer hiç şüphesiz ki kalptir.
Kuran-ı Kerimde (Rabidu) şeklinde geçen ve emir ifade eden Ribat ve Murabata tabirlerinin; yalnızca maddi ve dış düşmanlara karşı değil: ve kötülüğü emredici karakteri ile tanımlanan nefs ve şeytan düşmanına karşı da vaziyet almayı, bunların aldatıcı hilelerine karşı kalbi gözetlemeyi amir bulunduğu ve başından beri bu ayet-i kerimenin, iki manayı da aynı anda hedef aldığı, hemen hemen çoğu müfessirlerce söz konusu edilmiştir.
Unutulmamalıdır ki; hem fertlerin hem de toplumların hayatında sıcak savaşlar geçici, soğuk savaşlarsa sürekli ve daimidir.
Sıcak savaşlarda dış, soğuk savaşlarda ise iç düşmanın dikkatle gözetlenmesi gerektiği açık bir husustur.
Zamanın icap ve ihtiyaçlarına göre bunların tercih edilip değerlendirilebileceği söylenebilir. Bu sebeple ayeti kerimeyi:
İslam düşmanlarına karşı hazır olmak, teyakkuzda bulunmak (uyanık davranmak) manasında anlamak yanında, bizleri Allahu Tealanın dininden uzaklaştırmak için mücadele vermek manasında anlamalıyız.
Kaldı ki müfessirler bu terimlerin tasavvufi anlamlarını gösterirken İslami delillere istinad ettirmeyi de ihmal etmemişlerdir.
Mesela Rağıb el-İsfahani (Rahimehullah) Ribat ve Murabata nın ikili anlamına işaret ederken:
Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)dan rivayet edilen: Zorluklara rağmen abdest almak, mescidlere çok adım atmak ve bir namazın ardından diğer namazı beklemek, işte ribat budur (Müslim, taharet 14, no 251, 1/219; Tirmizi, Nesai, Muvatta, Ahmed-el müsned) hadisi şerifine dikkat çekmiştir.
Ardında Kuran-ı Kerimde, Rabt kökünden türetilmiş kelimeleri ihtiva eden ayetleri sıraladıktan sonra:
O (Allahu Teala) müminlerin kalplerine sekineti (iç huzuru, manevi kuvvet ve sabrı) indirendir (Fetih Suresi 4den) ayetinde hereketle, bu ayetlerdeki Rabtın:
kalp sekineti (kalbin huzur bulup yatışması ve sukunete ermesi) manasına delalet ettiğini söylemiştir. (Rağıb el-İsfahani, Müfredat-ü elfazıl-Kuran, sh:338-339)
Dolayısıyla kelimenin gerek lügat anlamı gerekse İslam alimlerinin yukarıda işaret ettiğimiz fikirleri, Ribat ve Murabatanın sadece sufilerce değil, diğer alimlerce de tasavvufi bir muhtevaya sahip olduğunu gösteriyor.
Bu kelimelerden türetilerek vücud bulan müesseselerin, hem askeri ve idari, hem de dini ve tasavvufi sahalarda hizmet veren kuruluşlar olarak faaliyette bulunduğu tesbit edilmiştir. (Sühreverdi, Avarifül-mearif 103, 133)
Her halükarde ribat emrinin zahiri manası, düşmana karşı nübet tutma anlamında olduğuna göre, İbn-i Abbas, Ebu Zerr ve CVabir (Radıyallahu anhuma)dan rivayet edilen:
Senin en büyük düşmanın, iki yanının arasında olan nefsindir. (Beyhaki, ez-zühd, No:345, sh:190; Deylemi, Müsnedül Firdevs No: 5248, 3/408)
Cihadın en üstünü, kişinin Allahu Teala uğrunda nefsi ve arzusuyla cihat etmesidir. (İbn-i Neccar, Deylemi, Ali el-Müttaki, kenzul- Ummal, No: 11262, 11265, 4/439-431)
İşte rabıtanın önemi burada çok daha iyi anlaşılmaktadır. Rabıta yapan bir insan devamlı Allah u Tealanın nurunu ve rızasını talep ettiğinden nefsine ve şeytana karşı nöbet yerini terketmemekte, teyakkuz halinde beklemektedir.
YARATIKLARI DÜŞÜNMEK
Mevla Teala bir ayeti kerimesinde:
(O akıl sahipleri) öyle kimselerdir ki, ayakta otururken ve ynları üzere (yaslanmış) oldukları halde Allah (u Tealay) ı zikrederler ve göklerle yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. (Al-i İmran 191 den)
Gökler, yerler ve içindekiler hakkında tefekkürde bulunmak övülen bir amel olduğuna göre yaratıklar içerisinde en kıymetli varlık olan inan-ı kamil hakkındaki rabıta ve tefekkür niçin zemmolsun.
Müfessirlerin İmamı Fahruddin-i Razi (Rahimehullah) bu ayet-i celilenin tefsirinde şöyle bir açıklamada bulunmuştur:
Allahu Teala kendini zikretmeye teşvik etti. Fakat iş tefekküre gelince, Zatı hakkında düşünmeye teşvik ve davet etmedi. Aksine yerlerin ve göklerin tefekkür edilmesini teşvik etti.
Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:
Mahlukatı (yaratıkları) tefekkür ediniz, Halikı (Yaratıcıyı) tefekkür etmeyiniz. (Ali el-Muttaki, Kenzul Ummal, No:5706, 3/106) sözü de bu aynı manadadır.
Bunun sebebi şudur:
Biz, yaratılan varlıkları düşünerek, onun yaratıcısı hakkında bir bilgiye sahip olabiliriz. Varlıkları düşünmek ve onlardaki İlahi sanat ve tecelliyi görmek mümkündür, fakat Zat-ı Bariyi düşünmek mümkün değildir. (Fahruddin-i Razi, Mefatihul Ğayb, 9/111)
Bir ayeti celilede ise:
(Habibim!) De ki, göklerde ve yerde neler olduğuna bakın! (Yunus 101den) buyrulmaktadır.
Görüldüğü üzere bu ayeti celilede, göklerde ve yerlerde bulunanlara bakılması emredilmiştir. Bu bakıştan maksat, varlıkların Allahu Tealanın varlığına, birliğine, kudretine delalet yönlerini düşünmek üzere bakmaktır.
Yerde bulunan yaratıklar içerisinde, Allahu Tealayı en iyi tanıtacak mahluk ise insandır. Çünkü insanda, Allahu Tealanın sıfatlarının suretleri bulunmaktadır. Fakat her insan, görüldüğünde ve hatırlandığında Allahu Tealayı hatırlatmaz.
Evliyaullah o kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır. (Nesai, es- Sünenül Kübrai Tefsir:180, No:11235, 6/362; Taberi, Camiul Beyan, No: 17723, 24, 25, 26, 6/575; Hakim-i Tirmizi, Nevadirul-usül, sh: 140; Haysemi, Mecmauz-zevahid,10/78)
Dolayısıyla görülmeleri Allahu Tealayı akla getiren velileri mümkün oldukça gözle görmek, bu mümkün olmadığında ise onları, Allahu Tealayı hatırlattıkları için hayal etmek ve onlara rabıta yapmak da bu ayeti celiledeki emrolunan nazara (yaratıklara bakmaya) dahildir.
[h=2]RABITANIN KURANDAN DELİLLERİ[/h]*- Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerimde şöyle buyuruyor:
Ey iman edenler! Allah(-u Teala)dan korkun ve sadıklarla beraber olun. (Tevbe Suresi 119)
Bu ayeti kerimede müminlere hitap edildiği açıktır. Bu da göstermektedir ki Sıdk sıfatı, imandan daha hususi (özel) bir manaya sahiptir. Çünkü iman edenlere sadıklarla beraber olunması emredilmiştir.
Yani sıdk mertebesinde bulunan herkes mümindir, ancak her mümin sıdk mertebesinde değildir
Bu ayette emir buyrulan beraberlik iki şekilde olur:
1- CİSMANİ BERABERLİK: Bu türlü beraberlik, sadıkların meclisine bizzat devam ederek, onlardan ilim, fazilet ve feyz almakla olur.
Kişi sadıklarla beraber olmak için, onların meclislerine devam eder, söylediklerini dinler, hal ve tavırlarını örnek alır.
Bundan dolayıdır ki Ashab-ı kiram (Rıdvanullahi aleyhim ecmain) Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in etrafında pervane olur, sürekli onunla beraber bulunmaya gayret ederlerdi.
Uzak beldelerde bulunanlar da fırsat buldukça ve yol emniyetini temin ettikçe, her taraftan Alemlerin Efendisini ziyarete gelirlerdi.
2- RUHANİ BERABERLİK
Eğer kişi, ayeti kerimede Sadıklarla beraber olun emri olduğu halde sadıklardan cismani olarak ayrı bulunuyorsa ne yapacaktır?
İşte bu durumda da onların gidişatlarına uyacak, yaptıklarını yapıp, yapmadıklarını terk edecek, onların hal, tavır, davranış ve sözlerini onların gıyabında hayalinde canlandıracak ve onların hali ile hâllenecektir.
Ehlulalhın meclisinde bizzat bulunmak, kişiye fayda sağladığı gibi, gıyaben şahıslarını ve hallerini düşünmek de fayda verir.
Çünkü bir kişi hayalinde, dimağında (beyninde) ve kalbinde neyi tasavvur ederse, fiillerinde de o tezahür eder (açığa çıkar) k,, rabıta da bundan ibarettir.
İsmail Hakkı Bursevi (Kuddise Sirrahu) Sadıklarla beraber olunuz ayetinin tfsirinde şöyle demiştir:
Bu ayeti kerimede bahsi geçen sadıklardan murad; kamil mürşidlerdir. Bir salik onların kapılarında ciddiyetle hizmet eder, muhabbetiyle nazarlarına kabul olunursa, onların feyz ve bereketiyle masivayı terk etmeye, Allahu Teala yolunda istikamet üzere bulunmaya rahatlıkla muvaffak olur ve huzur-u hakka kavuşur.
Müfessir Alusi (Rahimehullah) ise, yukarıdaki ayetin tefsirinde: Sadık ve Salihlere karışınız (onlarla iç içe olunuz) ki; onlar gibi olasınız. Çünkü herkes, yakın olduğu kimseye uyar demiştir.
Bu ayet-i Kerimeyi Ubeydullah Ahrar Hazretleri de rabıtaya delil olarak zikretmiştir.
*- Diğer bir ayeti celilede de Mevla Teâlâ:
Kullarımın içine gir, cennetime gir. Buyuruyor. (Fecr Suresi 29-30)
Bu ayeti celilenin açık beyanından da anlaşılacağı üzere; dünyada, Allahu Teâlâya mahsus olan özel kulların arasına girmek, ahirette cennetlere girmeğe vesiledir.
Tabi ki, dünyada devamlı o dostlar arasında bedenen bulunmak mümkün değilse de, rabıtadan ibaret olan manevi beraberlik, ehli için müyesserdir.
Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirrahu) Ruhul beyan tefsirinden naklen şöyle yazmıştır: Bu ayeti celile, Süleyman Aleyhisselamın: Beni rahmetinle Salih kullarının içerisine girdir. (neml Suresi 19dan) duasını beyan eden ayet-i kerime gibidir.
Hususi kullar zümresine girmek, saadet-i ruhaniye (ruhun mutluluğu) onlarla beraber cennet ve derecelerine kavuşmak ise, cismani (bedenle alakalı) saadettir.
Nitekim Mevla Teâlâ: Kullarımın arasına gir, Cennetime gir buyuruyor.
Necmüddin-i Kübra (Kuddise Sirrahu) Hazretleri, Tevilat-ı Necmiyye isimli eserinde, bu ayet-i kerimenin tevilini yaparken:
Benim (zatım)la ve sıfatlarımla baki olan (tarikattan sonra hakikate kavuşarak manevi diriliği bulmuş) kullarımın içine gir.
Zatını (kendini) ve enaniyetini (benliğini) yok ettiğin için, Zatımın cennetine gir diye mana vermiştir.
DOSTLARININ YOLUNA UYMAK
*-Cenab-I hak şöyle buyuruyor:
Bana yönelenin yoluna uy.. (Lokman Suresi 15)
Bazı müfessirler bu ayet-i kerime hakkında şunları söylemişlerdi: Burada geçen Enabe kelimesinin anlamı Meyletmek ve bir şeye rücu etmek demektir.
Bu iname (Allahu Tealaya yönelmek) peygamberlerin ve Salihlerin yoludur. (İbni Atıyye, el-Muharrarul veciz, 4/349; Kurtubi, El-Camiuli ahkamil Kuran, 14/45)
İsmail Hakkı Bursevi (Kuddise Sirrahu) bu ayet-i celilenin tefsirinde şöyle demiştir:
Bu ayette, kâfir ve fasıklarla sohbetten sakındırma ve Salihlerle (beraberliğe) teşvik vardır. Çünkü kişilerin bir araya gelmesi, birbirini etkilemeyi gerektirir. Tabiatlar cezp edici, hastalıklar geçici ve sirayet edicidir.
Bundan dolayı Semure ibn-i Cündeb (Radıyallahu Anh) den rivayet edilen bir hadislerinde, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
Müşrikle bir çatı altında oturmayınız ve onlarla bir arada durmayınız. Kim onlarla oturur veya beraber bulunursa, o da onlar gibidir. Buyurmuştur. (Tirmizi, Siyer:42, No:1605, 4/156)
Yani: Müşriklerle bir yerde oturmayınız, aynı mecliste toplanmayınız ki, beraberlikten dolayı onların kötü ahlakı size sirayet etmesin ve çirkin halleri size bulaşmasın.
Alusi (Rahimehullah) ise şöyle demiştir:
Bu ayetle kamil (manen olgun) insanlara uyup, nakıslardan yüz çevirmeye ve kamil olanları, nakıs (eksik) olanları kemale erdirmesine işaret edilmiştir.
Bütün bu ifadeler, Allahu Tealaya inabe etmiş (yönelmiş) velilerin yolu olan: zikir, rabıta ve Murakabe gibi vazifelere tabi olmanın faziletlerini açıklamak, buna mukabil nefislerinin arzularına uyarak bu büyüklerin yollarını inkara kalkışanların, kendilerinden de, fikirlerinden de uzak durulmasının önemini beyan hususunda, ne kadar net ve tesirli manalar ihtiva etmektedir.
RİBAT EMRİ
*- Ey iman edenler! Sabredin (düşmanlarınızla) sabır yarışı edin (onlara galip gelin, sınırlarda) nöbet bekleşin ve Allah(u Tealaya muhalefete kalkışmak)tan sakının ki, felaha (kurtuluşa)a eresiniz. (Al-i İmran suresi 200)
Bu ayeti celilede yer alan (Rabidu) emr-i celilinin masdarları olan Ribat ve Murabata tabirleri; Sınırda düşmanı gözetlemek, Nöbet tutmak, Verilen emrin eksiksiz yerine getirilmesi anlamlarını ifade eder.
Beden ile nefsin irtibatını sağlaması ve Halk alemi ile Emir alemini bünyesinde barındırması dolayısıyla kalbe de Ribat denmiştir.
Zira Nazargahı ilahi kabul edilen ve Masiva (Allahu Tealadan gayrısı)nın girmemesi için her şeyden önce gözetlenmesi gereken yer hiç şüphesiz ki kalptir.
Kuran-ı Kerimde (Rabidu) şeklinde geçen ve emir ifade eden Ribat ve Murabata tabirlerinin; yalnızca maddi ve dış düşmanlara karşı değil: ve kötülüğü emredici karakteri ile tanımlanan nefs ve şeytan düşmanına karşı da vaziyet almayı, bunların aldatıcı hilelerine karşı kalbi gözetlemeyi amir bulunduğu ve başından beri bu ayet-i kerimenin, iki manayı da aynı anda hedef aldığı, hemen hemen çoğu müfessirlerce söz konusu edilmiştir.
Unutulmamalıdır ki; hem fertlerin hem de toplumların hayatında sıcak savaşlar geçici, soğuk savaşlarsa sürekli ve daimidir.
Sıcak savaşlarda dış, soğuk savaşlarda ise iç düşmanın dikkatle gözetlenmesi gerektiği açık bir husustur.
Zamanın icap ve ihtiyaçlarına göre bunların tercih edilip değerlendirilebileceği söylenebilir. Bu sebeple ayeti kerimeyi:
İslam düşmanlarına karşı hazır olmak, teyakkuzda bulunmak (uyanık davranmak) manasında anlamak yanında, bizleri Allahu Tealanın dininden uzaklaştırmak için mücadele vermek manasında anlamalıyız.
Kaldı ki müfessirler bu terimlerin tasavvufi anlamlarını gösterirken İslami delillere istinad ettirmeyi de ihmal etmemişlerdir.
Mesela Rağıb el-İsfahani (Rahimehullah) Ribat ve Murabata nın ikili anlamına işaret ederken:
Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)dan rivayet edilen: Zorluklara rağmen abdest almak, mescidlere çok adım atmak ve bir namazın ardından diğer namazı beklemek, işte ribat budur (Müslim, taharet 14, no 251, 1/219; Tirmizi, Nesai, Muvatta, Ahmed-el müsned) hadisi şerifine dikkat çekmiştir.
Ardında Kuran-ı Kerimde, Rabt kökünden türetilmiş kelimeleri ihtiva eden ayetleri sıraladıktan sonra:
O (Allahu Teala) müminlerin kalplerine sekineti (iç huzuru, manevi kuvvet ve sabrı) indirendir (Fetih Suresi 4den) ayetinde hereketle, bu ayetlerdeki Rabtın:
kalp sekineti (kalbin huzur bulup yatışması ve sukunete ermesi) manasına delalet ettiğini söylemiştir. (Rağıb el-İsfahani, Müfredat-ü elfazıl-Kuran, sh:338-339)
Dolayısıyla kelimenin gerek lügat anlamı gerekse İslam alimlerinin yukarıda işaret ettiğimiz fikirleri, Ribat ve Murabatanın sadece sufilerce değil, diğer alimlerce de tasavvufi bir muhtevaya sahip olduğunu gösteriyor.
Bu kelimelerden türetilerek vücud bulan müesseselerin, hem askeri ve idari, hem de dini ve tasavvufi sahalarda hizmet veren kuruluşlar olarak faaliyette bulunduğu tesbit edilmiştir. (Sühreverdi, Avarifül-mearif 103, 133)
Her halükarde ribat emrinin zahiri manası, düşmana karşı nübet tutma anlamında olduğuna göre, İbn-i Abbas, Ebu Zerr ve CVabir (Radıyallahu anhuma)dan rivayet edilen:
Senin en büyük düşmanın, iki yanının arasında olan nefsindir. (Beyhaki, ez-zühd, No:345, sh:190; Deylemi, Müsnedül Firdevs No: 5248, 3/408)
Cihadın en üstünü, kişinin Allahu Teala uğrunda nefsi ve arzusuyla cihat etmesidir. (İbn-i Neccar, Deylemi, Ali el-Müttaki, kenzul- Ummal, No: 11262, 11265, 4/439-431)
İşte rabıtanın önemi burada çok daha iyi anlaşılmaktadır. Rabıta yapan bir insan devamlı Allah u Tealanın nurunu ve rızasını talep ettiğinden nefsine ve şeytana karşı nöbet yerini terketmemekte, teyakkuz halinde beklemektedir.
YARATIKLARI DÜŞÜNMEK
Mevla Teala bir ayeti kerimesinde:
(O akıl sahipleri) öyle kimselerdir ki, ayakta otururken ve ynları üzere (yaslanmış) oldukları halde Allah (u Tealay) ı zikrederler ve göklerle yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. (Al-i İmran 191 den)
Gökler, yerler ve içindekiler hakkında tefekkürde bulunmak övülen bir amel olduğuna göre yaratıklar içerisinde en kıymetli varlık olan inan-ı kamil hakkındaki rabıta ve tefekkür niçin zemmolsun.
Müfessirlerin İmamı Fahruddin-i Razi (Rahimehullah) bu ayet-i celilenin tefsirinde şöyle bir açıklamada bulunmuştur:
Allahu Teala kendini zikretmeye teşvik etti. Fakat iş tefekküre gelince, Zatı hakkında düşünmeye teşvik ve davet etmedi. Aksine yerlerin ve göklerin tefekkür edilmesini teşvik etti.
Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:
Mahlukatı (yaratıkları) tefekkür ediniz, Halikı (Yaratıcıyı) tefekkür etmeyiniz. (Ali el-Muttaki, Kenzul Ummal, No:5706, 3/106) sözü de bu aynı manadadır.
Bunun sebebi şudur:
Biz, yaratılan varlıkları düşünerek, onun yaratıcısı hakkında bir bilgiye sahip olabiliriz. Varlıkları düşünmek ve onlardaki İlahi sanat ve tecelliyi görmek mümkündür, fakat Zat-ı Bariyi düşünmek mümkün değildir. (Fahruddin-i Razi, Mefatihul Ğayb, 9/111)
Bir ayeti celilede ise:
(Habibim!) De ki, göklerde ve yerde neler olduğuna bakın! (Yunus 101den) buyrulmaktadır.
Görüldüğü üzere bu ayeti celilede, göklerde ve yerlerde bulunanlara bakılması emredilmiştir. Bu bakıştan maksat, varlıkların Allahu Tealanın varlığına, birliğine, kudretine delalet yönlerini düşünmek üzere bakmaktır.
Yerde bulunan yaratıklar içerisinde, Allahu Tealayı en iyi tanıtacak mahluk ise insandır. Çünkü insanda, Allahu Tealanın sıfatlarının suretleri bulunmaktadır. Fakat her insan, görüldüğünde ve hatırlandığında Allahu Tealayı hatırlatmaz.
Evliyaullah o kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır. (Nesai, es- Sünenül Kübrai Tefsir:180, No:11235, 6/362; Taberi, Camiul Beyan, No: 17723, 24, 25, 26, 6/575; Hakim-i Tirmizi, Nevadirul-usül, sh: 140; Haysemi, Mecmauz-zevahid,10/78)
Dolayısıyla görülmeleri Allahu Tealayı akla getiren velileri mümkün oldukça gözle görmek, bu mümkün olmadığında ise onları, Allahu Tealayı hatırlattıkları için hayal etmek ve onlara rabıta yapmak da bu ayeti celiledeki emrolunan nazara (yaratıklara bakmaya) dahildir.