sinang
New member
Bismillahirrahmanirrahim
Herhangi bir peygamberin, insan olması bakımından, itaat edilmesi ve örnek alınmasının şart olmadığı kesindir. Hz. Musa (a.s.)'a, İmran oğlu Musa olması bakımından itaat edilmiyor. Hz. Îsa (a.s.)'nın, Meryem oğlu Îsa olduğu için örnek alınması gerekmez. Aynı şekilde Hz. Muhammed (a.s.)'e, Abdullah oğlu Muhammed olarak itaat etmek şart değildir. Onlara itaat ediliyor, onların hayatı örnek alınıyorsa, bu onların Allah'ın peygamberleri olmalarından ileri geliyor. Allahu Teâlâ onlara, alelâde insanlara verilen bir ilim vermemiştir, sıradan insanlara bahşedilen hidayeti bahşetmemiştir; aksine diğer insanların kendi akıl gücüyle veya peygamberleri yol göstermedikçe başaramayacakları seviyede yetenek, bilgi ve güç vermiştir. Şimdi gelelim, sorumuzun daha sonraki bölümüne; bir peygambere hangi işlerde itaat etmek zorunlu, hangi işlerde zorunlu değildir. Yani peygamberlere itaatin sınırı var mıdır, varsa ne kadardır?
6.3.1. Birinci Grubun Görüşü
Müslümanların bir grubu var ki itaat ve bağlılığın sadece Allah tarafından O'nun peygamberine gönderilen Kitaba mahsus olduğunu savunup durur. Bu gruba göre, kitabı tebliğ ettikten sonra peygamberin peygamberlik hüviyeti de sona ermiş olur. Kitabullah insanlara indikten sonra peygamber rasgele bir insana dönüşür. Bu grubun savunduğu diğer bazı düşünceler şunlardır: Hükümdar, hakim, lider ve önderlere itaat yalnızca düzenin korunması ve otoritenin sağlanması için lâzım olup, dini bir zorunluluk değildir. Alim, düşünür ve hukukçulara, kabiliyet ve bilgi derecelerine göre saygı gösterilmelidir. Bu itaat ve bağlılık da seçmeli olup bağlayıcı bir tarafı yoktur. Aynı durum Allah'ın peygamberi için de geçerlidir. Allah'ın kitabını dünyaya ve insanlara getirdikten sonra peygamber, peygamberlik niteliğini kaybedip sıradan bir insan haline gelir. Bir hâkim ve hükümdara da bağlılık onun iktidar sahibi olmasından ileri gelir ve iktidardan düşer düşmez bu kimliğini yitirir. Bir şahsın hâkim olarak etkinliği, sadece karar alanının sınırları dahilindedir. Bir hakim, karar ve yetki alanının dışında gerçek bir hakim değil, bir hukukçu olarak kabul edilecek ve verdiği karar ancak benzeri şartlarda örnek olarak kullanılabilecektir. Eğer biri mütefekkir veya filozof ise sözleri ve vecizeleri kendi değerlerine göre göz önüne alınmalıdır.Aynı şekilde iyi ve dürüst bir insan ise, onun söz ve davranışları ancak gönüllü olarak örnek alınabilir. Bu gruba göre bir peygamber sırasıyla bir hükümdar, hâkim, mütefekkir ve iyi bir insan ise, bu hüviyetteki bütün söz ve hareketlerini benimsemek veya benimsememekte serbestiz. Bütün bu ayrı ayrı hüviyet ve mevkilerde kullandığı sözler ve yaptığı hareketler o mevki ve işinin icabı olup, bunları bir peygamberin söz ve fiilleri gibi kabul etmek doğru değildir.
6.3.2. İkinci Grubun Görüşü
Başka bir grup, bu görüşte az bir değişiklik yapar. Bu gruba göre, peygamberin görevi sadece Allah'ın kitabın dünyaya getirmek değildir. O kitapta yer alan emir, tâlimat ve kanunları şahsen uygulamak suretiyle ümmetine örnek olmalıdır. Bu bakımdan, peygamberin ibadet ve diğer dini vecibeler ile ilgili gösterdiği örneğe uymak aslında Kitabullah'a uymaktır ve bu dini bir vecibedir. Ancak peygamberin bir insan olarak işgal ettiği hükümdar, hakim ve kadı gibi mevkiler ve taşıdığı ıslahatçı, düşünür, vatandaş ve cemiyetin bir ferdi gibi sıfatlarla yaptığı işler ve söylediği sözlerin kalıcı ve evrensel bir nizamname teşkil etmediği ve dolayısıyla bunun dinen farz olmadığı kesindir.
6.3.3. Üçüncü Grubun Görüşü
Üçüncü grup, peygamberin peygamberlik hüviyetinin, hayatının büyük bir bölümünü kapsadığını, ahlâkî, toplumsal ilişkiler, resmi uygulama ve hukukta veya bazı diğer alanlarda onun söz ve uygulamalarına uymanın Allah'ın talimatına uymak olduğunu kabul eder. Fakat aynı zamanda peygamberin peygamberlik ve insanlık halleri arasında ayırım yapar. Bu gruba göre, Hz. Peygamber (a.s.)'in belli bazı söz ve fiillerinin örnek alınması gerekli değildir. Ama bu grup, nebinin peygamberlik ile insanlık durumları arasında ayırım yapmakta hayli güçlük çeker.
6.3.4. Dördüncü Grubun Görüşü
Dördüncü gruba göre, nebinin kişisel ve peygamberlik durumları birbirinden farklı olmasına rağmen ikisi de aynı kişide birleşiyor ve bunlar arasında fiilen ayırım yapmak imkânsızdır. Bu grub diyor ki: Peygamberlik öyle hepimizin bildiği sıradan makamlardan değildir ki, onlar bu makamda bulundukları sürece peygamber, bundan iner inmez de alelade insan olsunlar? Bilakis, bir peygamber göreve çağırıldığı andan ölümüne kadar sürekli görevde sayılır. Bir peygamber, temsilcisi olarak gönderildiği saltanatın ruh ve yapısına aykırı herhangi bir harekette bulunamaz, ömründe yaptığı bütün işler, ister İmam veya hükümdar olarak olsun, ister toplumun bir bireyi, bir koca, bir baba, bir kardeş, bir akraba veya bir dost olarak olsun, hepsi peygamberlik damgasını taşır. Her ne iş yaparsa yapsın, her neyle meşgul olursa olsun, her an ve her zaman bir peygamberdir ve örnek alınmaya lâyıktır. Nitekim, zevcesiyle birlikte yatakta olduğu sırada bile, camide namaz kıldırdığı sırada olduğu gibi Allah'ın rasûlüdür. Hayatın çeşitli alanlarında yaptığı işleri Allah'ın hidayetiyle yapar. O, her an sıkı bir şekilde Allah'ın gözetimindedir. Bu sebeple, her an Allah'ın çizdiği yol ve sınırların içinde harekete mecburdur. Kendi sözleriyle, hareketleriyle ve hayati yaklaşımıyla adeta insanlığa, "bakın, bireysel ve toplumsal düzeniniz bunlar üzerinde kurulmalıdır" demek ister. Bir peygamber, ferdî, ailevî ve toplumsal vazifelerini resmî vazifesi gibi yerine getirmeyi bir borç bilir. Bir konuda en ufak bir hatası Allah katında kaydedilip hemen düzeltilir. Çünkü onun küçük bir hatası, ümmetinin büyük bir hatasına yol açabilir. Zaten dünyaya gönderilmesinin amacı, bir "müslüman"ın hayatının ne olduğunu fiilen göstermektir. O, insanları bireysel yaşantılarında Allah'ın emir ve talimatına göre hareket etmeleri için uyarmakla kalmayıp, gerçek anlamda bir müslüman toplumunun vücuda gelmesini de sağlar. Peygamber âncak masum ve hatasız olmak suretiyle müslümanların sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda mükemmel bir sistem ve düzen kurmalarına yardımcı olabilecektir. Elbette ki peygamberin söz ve fiillerine sadakat ve itaatin çeşitli dereceleri vardır. Bazıları farz ve vacip iken, bazıları isti'cap ve istikmal derecesindedirler. Yani bazılarına uymak şart iken, bazılarına uymak için ağır şartlar getirilmemiştir. Ama, umumi olarak peygamberin bütün hayatı, ümmeti için bir model ve örnektir en doğru ve emin yol, bu modele uymaktır. Gerçekten her kim bu "model"e en çok uymuş ve yaklaşmışsa, o gerçekten mükemmel insan ve dindar bir müslümandır. Aynı şekilde bu modelden uzaklaşan kişi sapıklık, ahlâksızlık ve dinsizlik çukuruna yuvarlanır.
Bence, bu son grup doğru yoldadır. Hem Kur'an-ı Kerim, hem aklımın ışığı altında bu konuyu düşündükçe yukarıdaki grubun haklılığına inancım giderek güçleniyor.
Ebul ala Mevdudi
Herhangi bir peygamberin, insan olması bakımından, itaat edilmesi ve örnek alınmasının şart olmadığı kesindir. Hz. Musa (a.s.)'a, İmran oğlu Musa olması bakımından itaat edilmiyor. Hz. Îsa (a.s.)'nın, Meryem oğlu Îsa olduğu için örnek alınması gerekmez. Aynı şekilde Hz. Muhammed (a.s.)'e, Abdullah oğlu Muhammed olarak itaat etmek şart değildir. Onlara itaat ediliyor, onların hayatı örnek alınıyorsa, bu onların Allah'ın peygamberleri olmalarından ileri geliyor. Allahu Teâlâ onlara, alelâde insanlara verilen bir ilim vermemiştir, sıradan insanlara bahşedilen hidayeti bahşetmemiştir; aksine diğer insanların kendi akıl gücüyle veya peygamberleri yol göstermedikçe başaramayacakları seviyede yetenek, bilgi ve güç vermiştir. Şimdi gelelim, sorumuzun daha sonraki bölümüne; bir peygambere hangi işlerde itaat etmek zorunlu, hangi işlerde zorunlu değildir. Yani peygamberlere itaatin sınırı var mıdır, varsa ne kadardır?
6.3.1. Birinci Grubun Görüşü
Müslümanların bir grubu var ki itaat ve bağlılığın sadece Allah tarafından O'nun peygamberine gönderilen Kitaba mahsus olduğunu savunup durur. Bu gruba göre, kitabı tebliğ ettikten sonra peygamberin peygamberlik hüviyeti de sona ermiş olur. Kitabullah insanlara indikten sonra peygamber rasgele bir insana dönüşür. Bu grubun savunduğu diğer bazı düşünceler şunlardır: Hükümdar, hakim, lider ve önderlere itaat yalnızca düzenin korunması ve otoritenin sağlanması için lâzım olup, dini bir zorunluluk değildir. Alim, düşünür ve hukukçulara, kabiliyet ve bilgi derecelerine göre saygı gösterilmelidir. Bu itaat ve bağlılık da seçmeli olup bağlayıcı bir tarafı yoktur. Aynı durum Allah'ın peygamberi için de geçerlidir. Allah'ın kitabını dünyaya ve insanlara getirdikten sonra peygamber, peygamberlik niteliğini kaybedip sıradan bir insan haline gelir. Bir hâkim ve hükümdara da bağlılık onun iktidar sahibi olmasından ileri gelir ve iktidardan düşer düşmez bu kimliğini yitirir. Bir şahsın hâkim olarak etkinliği, sadece karar alanının sınırları dahilindedir. Bir hakim, karar ve yetki alanının dışında gerçek bir hakim değil, bir hukukçu olarak kabul edilecek ve verdiği karar ancak benzeri şartlarda örnek olarak kullanılabilecektir. Eğer biri mütefekkir veya filozof ise sözleri ve vecizeleri kendi değerlerine göre göz önüne alınmalıdır.Aynı şekilde iyi ve dürüst bir insan ise, onun söz ve davranışları ancak gönüllü olarak örnek alınabilir. Bu gruba göre bir peygamber sırasıyla bir hükümdar, hâkim, mütefekkir ve iyi bir insan ise, bu hüviyetteki bütün söz ve hareketlerini benimsemek veya benimsememekte serbestiz. Bütün bu ayrı ayrı hüviyet ve mevkilerde kullandığı sözler ve yaptığı hareketler o mevki ve işinin icabı olup, bunları bir peygamberin söz ve fiilleri gibi kabul etmek doğru değildir.
6.3.2. İkinci Grubun Görüşü
Başka bir grup, bu görüşte az bir değişiklik yapar. Bu gruba göre, peygamberin görevi sadece Allah'ın kitabın dünyaya getirmek değildir. O kitapta yer alan emir, tâlimat ve kanunları şahsen uygulamak suretiyle ümmetine örnek olmalıdır. Bu bakımdan, peygamberin ibadet ve diğer dini vecibeler ile ilgili gösterdiği örneğe uymak aslında Kitabullah'a uymaktır ve bu dini bir vecibedir. Ancak peygamberin bir insan olarak işgal ettiği hükümdar, hakim ve kadı gibi mevkiler ve taşıdığı ıslahatçı, düşünür, vatandaş ve cemiyetin bir ferdi gibi sıfatlarla yaptığı işler ve söylediği sözlerin kalıcı ve evrensel bir nizamname teşkil etmediği ve dolayısıyla bunun dinen farz olmadığı kesindir.
6.3.3. Üçüncü Grubun Görüşü
Üçüncü grup, peygamberin peygamberlik hüviyetinin, hayatının büyük bir bölümünü kapsadığını, ahlâkî, toplumsal ilişkiler, resmi uygulama ve hukukta veya bazı diğer alanlarda onun söz ve uygulamalarına uymanın Allah'ın talimatına uymak olduğunu kabul eder. Fakat aynı zamanda peygamberin peygamberlik ve insanlık halleri arasında ayırım yapar. Bu gruba göre, Hz. Peygamber (a.s.)'in belli bazı söz ve fiillerinin örnek alınması gerekli değildir. Ama bu grup, nebinin peygamberlik ile insanlık durumları arasında ayırım yapmakta hayli güçlük çeker.
6.3.4. Dördüncü Grubun Görüşü
Dördüncü gruba göre, nebinin kişisel ve peygamberlik durumları birbirinden farklı olmasına rağmen ikisi de aynı kişide birleşiyor ve bunlar arasında fiilen ayırım yapmak imkânsızdır. Bu grub diyor ki: Peygamberlik öyle hepimizin bildiği sıradan makamlardan değildir ki, onlar bu makamda bulundukları sürece peygamber, bundan iner inmez de alelade insan olsunlar? Bilakis, bir peygamber göreve çağırıldığı andan ölümüne kadar sürekli görevde sayılır. Bir peygamber, temsilcisi olarak gönderildiği saltanatın ruh ve yapısına aykırı herhangi bir harekette bulunamaz, ömründe yaptığı bütün işler, ister İmam veya hükümdar olarak olsun, ister toplumun bir bireyi, bir koca, bir baba, bir kardeş, bir akraba veya bir dost olarak olsun, hepsi peygamberlik damgasını taşır. Her ne iş yaparsa yapsın, her neyle meşgul olursa olsun, her an ve her zaman bir peygamberdir ve örnek alınmaya lâyıktır. Nitekim, zevcesiyle birlikte yatakta olduğu sırada bile, camide namaz kıldırdığı sırada olduğu gibi Allah'ın rasûlüdür. Hayatın çeşitli alanlarında yaptığı işleri Allah'ın hidayetiyle yapar. O, her an sıkı bir şekilde Allah'ın gözetimindedir. Bu sebeple, her an Allah'ın çizdiği yol ve sınırların içinde harekete mecburdur. Kendi sözleriyle, hareketleriyle ve hayati yaklaşımıyla adeta insanlığa, "bakın, bireysel ve toplumsal düzeniniz bunlar üzerinde kurulmalıdır" demek ister. Bir peygamber, ferdî, ailevî ve toplumsal vazifelerini resmî vazifesi gibi yerine getirmeyi bir borç bilir. Bir konuda en ufak bir hatası Allah katında kaydedilip hemen düzeltilir. Çünkü onun küçük bir hatası, ümmetinin büyük bir hatasına yol açabilir. Zaten dünyaya gönderilmesinin amacı, bir "müslüman"ın hayatının ne olduğunu fiilen göstermektir. O, insanları bireysel yaşantılarında Allah'ın emir ve talimatına göre hareket etmeleri için uyarmakla kalmayıp, gerçek anlamda bir müslüman toplumunun vücuda gelmesini de sağlar. Peygamber âncak masum ve hatasız olmak suretiyle müslümanların sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda mükemmel bir sistem ve düzen kurmalarına yardımcı olabilecektir. Elbette ki peygamberin söz ve fiillerine sadakat ve itaatin çeşitli dereceleri vardır. Bazıları farz ve vacip iken, bazıları isti'cap ve istikmal derecesindedirler. Yani bazılarına uymak şart iken, bazılarına uymak için ağır şartlar getirilmemiştir. Ama, umumi olarak peygamberin bütün hayatı, ümmeti için bir model ve örnektir en doğru ve emin yol, bu modele uymaktır. Gerçekten her kim bu "model"e en çok uymuş ve yaklaşmışsa, o gerçekten mükemmel insan ve dindar bir müslümandır. Aynı şekilde bu modelden uzaklaşan kişi sapıklık, ahlâksızlık ve dinsizlik çukuruna yuvarlanır.
Bence, bu son grup doğru yoldadır. Hem Kur'an-ı Kerim, hem aklımın ışığı altında bu konuyu düşündükçe yukarıdaki grubun haklılığına inancım giderek güçleniyor.
Ebul ala Mevdudi