sinang
New member
بســـم الله الرحمن الرحيم
Peygamberlere, sadece kullara ulaştırılması gereken kadar gayb ilmi verildiğini zannetmek doğru değildir. Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerin verdiği bilgiler bunun tam tersinedir. Kur'ân-ı Kerim'de Yakub (a.s.)'un kendi oğullarına şöyle bir nasihatte bulunduğu kaydediliyor:
"Ben Allah tarafından sizin bilmeyeceğiniz (nice) şeyleri de biliyo*rum." (Yusuf; 86)
Ayrıca, Kur'ân-ı Kerim'de, çeşitli milletlere Allah'ın azabı (felâketi) gelmeden önce, o milletlerin peygamberlerine peşinen haberler yollandı*ğı, ancak bu peygamberlerin kendi ümmetlerine gelecek felâketin kesin zamanı ve durumu hakkında etraflıca bilgi vermedikleri defalarca anlatıl*mıştır. Hazreti Nuh (a.s.)'a o kadar önceden felâketin haberi verilmişti ki tufan'a kadar olan zamanda koskoca bir tekne yapabildi. Ancak Nuh (a.s.) ümmetine "büyük bir sel felâketi geliyor" diye açıkça bilgi vermedi. Ayrı*ca, Hazreti Muhammed (s.a.v.)e de ümmetinin hiçbir zaman haberdar ola*madığı pek çok şeyler hakkında bilgi verildiği hadislerden anlaşılıyor. Ni*tekim bir defasında hutbede Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Ey Muhammed ümmeti, vallahi, benim bildiklerimi siz bilseydiniz, az gülecek ve çok ağlayacaktınız" (Buhari). Başka bir yerde de şöyle dediler: "Ben sizi önünüzden gördüğüm gibi arkanızdan da görürüm" (Buhari). Kısaca*sı, pek çok âyet ve hadislerden anlaşılan odur ki; peygamberlere gayb hak*kında verilen bilgiler, ümmetlerine ulaşmış olan gayb hakkındaki bilgiler*den daha fazladır. Gerçekten, aklın hükmü de aynı istikametledir. Çünkü, kullar için yalnızca iman ve itikatlarını ilgilendiren gayb ilmine sahip ol*maları yeterlidir. Buna karşılık, peygamberlere, peygamberlik görevini yerine getirdikleri sırada ihtiyaç duyabilecekleri daha pek çok bilgiler ve*rilmesi gerekir. Nasıl ki devletin politikası ve işlerinden vali ve büyükel*çilerin belirli bir sınıra kadar haberdar olmaları ve teba ile vatandaşların buna karşı çok az miktarda devlet politikası ve sırlarını bilmeleri gereki*yorsa, Allah'ın saltanatında da durum aynıdır, ilâhî devletin bazı sırları vardır ki, bunları ancak bir ölçüye kadar özel temsilcileri ve peygamberi bilebilirler, diğer kullarının bunları bilmeleri gerekmez. Gayb hakkındaki bilgi, peygamberlerin işini kolaylaştırırken kullar bu bilgiye ne ihtiyaç du*yar ne de tahammül edebilirler. Bir genelleme yapmak gerekirse, diyebili*riz ki, bir Nebinin ilmi, Allah'ın ilminden az, ama kulların ilminden fazla oluyor. Bu ilim ve bilginin kesin ölçüsü ise yoktur.
Peygamberlere, sadece kullara ulaştırılması gereken kadar gayb ilmi verildiğini zannetmek doğru değildir. Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerin verdiği bilgiler bunun tam tersinedir. Kur'ân-ı Kerim'de Yakub (a.s.)'un kendi oğullarına şöyle bir nasihatte bulunduğu kaydediliyor:
"Ben Allah tarafından sizin bilmeyeceğiniz (nice) şeyleri de biliyo*rum." (Yusuf; 86)
Ayrıca, Kur'ân-ı Kerim'de, çeşitli milletlere Allah'ın azabı (felâketi) gelmeden önce, o milletlerin peygamberlerine peşinen haberler yollandı*ğı, ancak bu peygamberlerin kendi ümmetlerine gelecek felâketin kesin zamanı ve durumu hakkında etraflıca bilgi vermedikleri defalarca anlatıl*mıştır. Hazreti Nuh (a.s.)'a o kadar önceden felâketin haberi verilmişti ki tufan'a kadar olan zamanda koskoca bir tekne yapabildi. Ancak Nuh (a.s.) ümmetine "büyük bir sel felâketi geliyor" diye açıkça bilgi vermedi. Ayrı*ca, Hazreti Muhammed (s.a.v.)e de ümmetinin hiçbir zaman haberdar ola*madığı pek çok şeyler hakkında bilgi verildiği hadislerden anlaşılıyor. Ni*tekim bir defasında hutbede Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Ey Muhammed ümmeti, vallahi, benim bildiklerimi siz bilseydiniz, az gülecek ve çok ağlayacaktınız" (Buhari). Başka bir yerde de şöyle dediler: "Ben sizi önünüzden gördüğüm gibi arkanızdan da görürüm" (Buhari). Kısaca*sı, pek çok âyet ve hadislerden anlaşılan odur ki; peygamberlere gayb hak*kında verilen bilgiler, ümmetlerine ulaşmış olan gayb hakkındaki bilgiler*den daha fazladır. Gerçekten, aklın hükmü de aynı istikametledir. Çünkü, kullar için yalnızca iman ve itikatlarını ilgilendiren gayb ilmine sahip ol*maları yeterlidir. Buna karşılık, peygamberlere, peygamberlik görevini yerine getirdikleri sırada ihtiyaç duyabilecekleri daha pek çok bilgiler ve*rilmesi gerekir. Nasıl ki devletin politikası ve işlerinden vali ve büyükel*çilerin belirli bir sınıra kadar haberdar olmaları ve teba ile vatandaşların buna karşı çok az miktarda devlet politikası ve sırlarını bilmeleri gereki*yorsa, Allah'ın saltanatında da durum aynıdır, ilâhî devletin bazı sırları vardır ki, bunları ancak bir ölçüye kadar özel temsilcileri ve peygamberi bilebilirler, diğer kullarının bunları bilmeleri gerekmez. Gayb hakkındaki bilgi, peygamberlerin işini kolaylaştırırken kullar bu bilgiye ne ihtiyaç du*yar ne de tahammül edebilirler. Bir genelleme yapmak gerekirse, diyebili*riz ki, bir Nebinin ilmi, Allah'ın ilminden az, ama kulların ilminden fazla oluyor. Bu ilim ve bilginin kesin ölçüsü ise yoktur.