Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Peygamberlere verilen gayb ilmi

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
بســـم الله الرحمن الرحيم

Peygamberlere, sadece kullara ulaştırılması gereken kadar gayb ilmi verildiğini zannetmek doğru değildir. Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerin verdiği bilgiler bunun tam tersinedir. Kur'ân-ı Kerim'de Yakub (a.s.)'un kendi oğullarına şöyle bir nasihatte bulunduğu kaydediliyor:

"Ben Allah tarafından sizin bilmeyeceğiniz (nice) şeyleri de biliyo*rum." (Yusuf; 86)

Ayrıca, Kur'ân-ı Kerim'de, çeşitli milletlere Allah'ın azabı (felâketi) gelmeden önce, o milletlerin peygamberlerine peşinen haberler yollandı*ğı, ancak bu peygamberlerin kendi ümmetlerine gelecek felâketin kesin zamanı ve durumu hakkında etraflıca bilgi vermedikleri defalarca anlatıl*mıştır. Hazreti Nuh (a.s.)'a o kadar önceden felâketin haberi verilmişti ki tufan'a kadar olan zamanda koskoca bir tekne yapabildi. Ancak Nuh (a.s.) ümmetine "büyük bir sel felâketi geliyor" diye açıkça bilgi vermedi. Ayrı*ca, Hazreti Muhammed (s.a.v.)e de ümmetinin hiçbir zaman haberdar ola*madığı pek çok şeyler hakkında bilgi verildiği hadislerden anlaşılıyor. Ni*tekim bir defasında hutbede Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Ey Muhammed ümmeti, vallahi, benim bildiklerimi siz bilseydiniz, az gülecek ve çok ağlayacaktınız" (Buhari). Başka bir yerde de şöyle dediler: "Ben sizi önünüzden gördüğüm gibi arkanızdan da görürüm" (Buhari). Kısaca*sı, pek çok âyet ve hadislerden anlaşılan odur ki; peygamberlere gayb hak*kında verilen bilgiler, ümmetlerine ulaşmış olan gayb hakkındaki bilgiler*den daha fazladır. Gerçekten, aklın hükmü de aynı istikametledir. Çünkü, kullar için yalnızca iman ve itikatlarını ilgilendiren gayb ilmine sahip ol*maları yeterlidir. Buna karşılık, peygamberlere, peygamberlik görevini yerine getirdikleri sırada ihtiyaç duyabilecekleri daha pek çok bilgiler ve*rilmesi gerekir. Nasıl ki devletin politikası ve işlerinden vali ve büyükel*çilerin belirli bir sınıra kadar haberdar olmaları ve teba ile vatandaşların buna karşı çok az miktarda devlet politikası ve sırlarını bilmeleri gereki*yorsa, Allah'ın saltanatında da durum aynıdır, ilâhî devletin bazı sırları vardır ki, bunları ancak bir ölçüye kadar özel temsilcileri ve peygamberi bilebilirler, diğer kullarının bunları bilmeleri gerekmez. Gayb hakkındaki bilgi, peygamberlerin işini kolaylaştırırken kullar bu bilgiye ne ihtiyaç du*yar ne de tahammül edebilirler. Bir genelleme yapmak gerekirse, diyebili*riz ki, bir Nebinin ilmi, Allah'ın ilminden az, ama kulların ilminden fazla oluyor. Bu ilim ve bilginin kesin ölçüsü ise yoktur.
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
50- De ki: "Size Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum." De ki: "Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?"
"HAZAİN" kelimesi, dilimizde "hazine" veya "hazne" denilen "hizâne" kelimesinin çoğuludur ki, ellerin erişemiyeceği bir şekilde mal biriktirilen, saklanılan mekânın adıdır. Yani mânâ: "Ben, Allah'ın kudret hazineleri bendedir, bana teslim edilmiştir, ben onlarda tek başıma veya izinli olarak dilediğim gibi tasarruf ederim, diyemem, böyle bir iddiada bulunmam" demektir. Buna göre âyetler indirmek veya azab indirmek veya dağları altın yapmak vesaire gibi şeyler bana ait değildir. Bana: "Sen, Allah tarafından elçiysen Allah'tan iste de bize dünya saadetlerini bol bol versin, yoksa peygamberliğine inanmayız." demeye hakkınız yoktur. Onlar benim elimde değil, Allah'ın elindedir. Dilediğine mülk veren, dilediğinden mülkü alan, dilediğini üstün kılan, dilediğini zelîl eden "biyedihi'l-hayr" (hayır elinde olan) O'dur. Ben gaybı da bilmem. Bilgim dışında bulunan Allah'ın fiil ve bilgilerini bilirim diye iddia da etmem. Kahinlik taslamam. Diğer bir âyette de "Eğer ben gaybı bilseydim, elbette çok hayır elde ederdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben, sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeciyim" (Ârâf, 7/188) şeklinde gelecektir. Şu halde bana: "O kıyamet ne zaman?" veya "Azab ne zaman?" gibi gayba ait sorular sormanızın da bir mânâsı yoktur. Ben size "bir meleğim" de demem; bir melek olduğumu da iddia etmem. Bundan dolayı "Yahut göğe çıkmalısın" (İsrâ, 17/93) diye beşerde âdet olmayan göğe çıkmak gibi olağanüstü fiilleri bana teklif etmeye veya benim meleklerde bulunmayan yemek içmek gibi insana ait vasıflarımı peygamberliğime engel sayıp, "Bu peygambere ne oluyor ki yemek yiyor, çarşılarda geziyor?" (Furkân, 25/7) demeye de hakkınız yoktur. Ben başka bir şeye değil, ancak bana gönderilen vahye uyarım, ona tâbi olurum. Gayba dair verdiğim haberler benim kendimden değil, Allah'dan bana gelen vahiylerdir ve Allah'ın ilmini tebliğdir. "Allah gaybını, dilediği peygamberden başka bir kimseye bildirmemiştir. Çünkü O, onların önüne ve arkasına gözetleyiciler koyar." (Cinn, 72/26-27) âyetinin delaletine göre Allah gaybına hiç kimseyi haberdar etmez ve hâkim kılmaz. Ancak seçtiği ve emîn kıldığı Resul müstesnadır. Ona önünden ve arkasından korucular koyar, temin eder ve o şekilde ona görmediği ve bilmediği bazı gaybları vahyeder, haber verir; haberin içeriği o Resulün yanında hazır olmadığı, görünmediği halde, vahy ve haber fiilî bir şekilde görünür ve hayır bulunur. Ve onun bizzat bilmediği gayb, bu sayede âyet ve alametiyle bildiği olur. Vasıta ile de olsa, bilinen şey her yönüyle gayb olmaz. Bilinen, mutlak gayb değil, haber verilen gaybdır.
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Gaybi Konularda Ölçü

İtikad, Allah’ın inanmamızı istediği esaslar bütünüdür. Müslümanlar için, hak dinin temelini bildiren tek kaynak ise, “hakk’ul yakin” (kat’i, kesin bilgi) olan Kur’an’dır. İnsanlar için Allah katından indirilen Kur’an hem gaybi, hem dünyevi alanda bizlere itikadi ölçüler bildirir. Allah’ı birlemek, resullerine, kitaplarına, meleklerine ve ahiret gününe inanmak, İslam itikadının esaslarını oluşturur (2/177). İtikadi esaslar veya tevhid inancı, mutlak gayb alanını da, müşahade alanını da kuşatır.

İtikadın gaybi alanı, Rabbimizin bildirdiği dışında, mutlak bilgisizliği içerir. Zaten gayb, insan idraki ile algılanamayan ve bilgisine ulaşılamayan alandır. Müminler, Rabbimizin Kur’an’la bildirdiği mutlak gayb haberlerine iman ederler (2/3). Kur’an’ın insan sözü olmadığına, Allah katından bildirildiğine dair kesin itikadımız, Kur’an’da geçen gayb haberlerine olan imanımızı da oluşturur. O halde, mutlak gayb konularında haktan hiç bir şey ifade etmeyen zanni bilgi ve yorumlardan (10/36) kaçınmalı, gaybla ilgili bilgilerimiz sadece Kur’an’la temellenmelidir.

Gaybi haberlere dayanan itikadımızın Kur’an’la sınırlandırılması, “subut-i kat’i” (sabitliği kesin) bir kaynak muhkemliği sağlar. Kur’an’ın tümü subut-i kat’i iken Kur’an dışı hiçbir gayb haberi kesinlik/sabitlik taşımaz. Gaybla ilgili hadis rivayetlerine gelince; bunların içerikleri bir yana; haber kesinliği itibariyle subut-i kat’ilik ölçüsüne ulaşamazlar. Ahad veya meşhur hadislerin hemen hemen hepsi sabit lafızlarla değil, mana üzere rivayet edilmişlerdir. Kesinliği sabit olmayan bir rivayetin aktarılması, ifade kesinliği taşımaz.

Kur’an’da gaybi haberlerin değerlendirilmesinde dikkat edilecek en önemli husus, gaybi bilgi içeren ayetlerin kesinliği oluşudur. Gayb alanında zan barındıran ve asla kesin olamayacak rivayetlerle itikad oluşturulamaz. Gaybi haberlerde mahiyetini bilemeyeceğimiz konularda tartışmamamız gerekmektedir. Bu konuda Kur’an’la sabit olan Rasulullah’ın tavrını örnek almalıyız. (7/187)

Sahih hadis rivayetlerine dayanan gaybi bilgiler ise, ancak Kur’an’daki gayb haberlerinin bir tekrarı veya daha basitleştirilmiş bir anlatımı veya açıklaması olabilir. Zira Kur'an vahyi ile gayb’ın bilgisine muttali olan Rasulullah (as)’ın Kur’an dışı bir gayb haberini dinin temeli olarak bildirmesi düşünülemez. Müminler inançlarını yakin, kesinlik temeli üzerine dayandırmalı, vehim ve zandan kaçınmalı, gaybın mutlak alanıyla ilgili felsefi ve kelami tartışmalara fırsat vermemelidirler.

Selamlar!
 
Üst Alt