Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Peygamber efendimizin vazifesinin başlıca iki hedefi

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Bismillahirrahmanirrahim

Hazreti Peygamber efendimiz (a.s.)'in dünyaya gelişinin ve peygamberlik vazifesinin iki önemli gayesi vardı. Birincisi, Tek Allah'a itaat ve bağlılık halkasını insanın boynuna geçirmek. İkincisi de insanların boynundaki insanlara ait boyunduruğu söküp atmak. Hz. Muhammed (a.s.)'in peygamberliğinin bu iki yanı da aynı önemi taşıyordu. Hz. Peygamber (a.s.)'in görevinin ilk bölümünün tamamlanması için bütün müslümanların kendisine kayıtsız şartsız itaat etmeleri gerekliydi. Kendisine itaat edilmesi, Allah'a itaat edilmesine giden yoldu. Başka bir deyimle, Allah'a itaat etmek Peygamber'e itaat etmeye bağlıydı. Hz. Muhammed'in, görevinin ikinci kısmını bitirmesi için, ilk. önce kendi fikir ve hareketleriyle bir insanın başka bir insana itaat etmesi, hatta Abdullah oğlu Muhammed'e bile itaat etmesi gerekmediğini, herkesin fikir ve vicdan hürriyetine sahip olduğunu müslümanlara anlatması, inandırması lâzımdı. Aslında bu son derece nâzik bir meseleydi, çünkü Hz. Muhammed bir yandan peygamber, bir yandan insan olup her iki hüviyeti şahsiyetinde toplamıştı. Hz. Peygamber (a.s.)'in bu iki kimliği arasında bir çizgi çizmek hayli güçtü. Ancak, Rasûlullah (a.s.) Yaradanının kendisine bahşettiği büyük meziyet ve hikmet sayesinde başarıyla bu nazik meselenin üstesinden geldi. Netice itibariyle bir peygamber olarak ümmetinin kendisine öylesine itaat etmesini sağladı ki, dünya tarihinde böyle bir itaati, böyle bir bağlılığı bir daha göremeyiz. Diğer yandan, bir insan olarak, kendisine iman edenlere ve taraftar olanlara dünya tarihinde ender rastlanabilecek cumhuriyetçi, özgürlükçü ve demokrat lider ve hâkimlerin tanıyabileceklerinden çok daha esaslı hak ve hürriyetler tanıdı, Bir taraftan, bir peygamber olarak, Hazreti Muhammed(a.s.)'in müslümanlar arasında en büyük itibar, şeref ve haysiyete sahip olduğu, müslümanların kendisine ne kadar çok sevgi ve saygı besledikleri, ona nasıl bağlı olduklarını düşünelim; bir taraftan da, böylesine büyük sevgi ve saygıya lâyık ve böylesine kudretli olmasına rağmen, güncel ve sosyal konularda her yerde ve her zaman insanlık hâlini, peygamberlik payesinden ayırt edebilme kabiliyetine bakalım. Bir düşünelim, bir peygamber olarak kendisine ses çıkarılmadan kitlelerin itaat etmelerine alışık olan bir kişi, bir insan olarak insanlara ne kadar çok fikir ve vicdan hürriyeti vermiş, ne kadar çok kendi fikriyle ihtilâf etmelerine izin vermiştir. Böyle bir değerlendirmenin sonunda, ancak bir peygamberin, böylesine harika bir ayırt etme kabiliyetine, tahammül, tevazu ve basirete sahip olabileceği sonucuna varacağız. Bu noktada sanki peygamberin şahsî hüviyeti de onun peygamberlik sıfatıyla özdeşleşmiştir. Yani peygamber iken insandır, insan iken de peygamberdir. Bir peygamber, kişisel kimliğine rağmen peygamberlik vazifesini yapabilir. O kişisel kimliği ile çalıştığı sırada taraftarlarına fikir hürriyetini aşılıyor, bir insanın nasıl eşit olduğunu ve ona nasıl muamele edileceğini öğretiyor, hatta Allah'ın peygamberi olarak tanıdıkları insanın görüş ve hareketleriyle de ihtilaf etme hakkına sahip olduklarını bildiriyor. Doğrusu, Hz. Muhammed (a.s.) müslümanlar tarafından öylesine seviliyor, sayılıyor ve yüksek mevkide tutuluyor ki, çeşitli dinlere mensup hükümdar, lider, rahip ve din adamları gi­bi kendisini kolayca tanrı mevkiine çıkarabilir ve diğer insanları da kendi kulları sayabilirdi. Ama, Hz. Peygamber (a.s.)'in söz ve fiillerinin bunun tam aksine olduğunu görüyoruz. Rasûlullah bir yerde şöyle diyor:

"Ben de bir insanım. Ben size dininiz hakkında bir şey söylersem söylediklerime uyun. Fakat ben kendi görüşümü ileri sürdüğüm zaman, benim sadece bir insan olduğumu düşünün."
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Demek Allah Resulü sav. inanlara yol gösterirken ilahlık iddasında bulunmuyor.Ancak Rabbinin memur ettiği risaleti yerine getiriyor,bu yetki ve makamdan konuşuyor,Kendisine itaatin zorunluluğun tek sebebi müminin sırf Allah'ın rızasına ulaşabilmesi,Allah'a itaat edebilmesin tek yolu olmasıdır.
 
Z

zeynep_hearty

Guest
Allah'a itaat etmek Peygamber'e itaat etmeye bağlıydı.

rabbim kez kere razı olsun..selam ve dua ile
 

berfut

New member
Katılım
23 Kas 2007
Mesajlar
2,167
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
Hz. Muhammed Mustafa (sav)’nın mümtâz ve muallâ şahsiyetinin anlatılması, anlatılmakdan da öte O’nun beşeriyetin kurtuluşu için bir çare, insanlığın onulmaz dertleri için bir iksîr olarak takdim edilmesi ve hayat-ı seniyelerinin O Yüce Kâmete uygunluk içinde tanıtılabilmesi, çoklarının olduğu gibi benim de düşünce ve his dünyamı baskı altına alan ve her yönüyle de önü alınamaz bir arzu ve isteğe dönüşen mühim mevzûlardan biri... O, insanlığın iftihar tablosudur. On dört asırdan beri dünya çapındaki en büyük dâhiler, dev filozoflar ve her biri düşünce semâmızın yıldızı nice mütefekkir ve ilim adamları, hep O’nun arkasında el pençe divan durmuş ve O’na hitaben: “Sen, sana mensubiyetle övündüğümüz insansın” demişlerdir. O’nun büyüklüğüne şu yeter ki, çağımızda bu kadar tahripten sonra hâlâ biz, minarelerden “Eşhedü enne Muhammede’r-Resûlullah” sadâsını duyuyor, Ruh-ı Revan-ı Muhammedî’nin her yanda şehbal açtığını müşahede ediyor ve rûhanî-lerle beraber günde beş kez coşuyoruz.. yine O’nun büyüklüğü adına diyebiliriz ki; nesilleri ifsât ve idlâl uğruna içte ve dışta bunca din düşmanının çalışıp gayret göstermesine rağmen, bugün hâlâ çiçeği burnunda ve daha tüyü bitmemiş pek çok delikanlı hem de “Hakîkat-ı Ahmediye”yi (sav) hakkıyla anlayıp, kavramaları çok zor olduğu halde, pervanelerin ışığa koştuğu gibi, Hz. Muhammed (sav)’e koşmaları, dünyada benzeri olmayan bir hâdisedir. Zaman, bizim içimizde, sînelerimizde O’na ait hakikatlerden hiçbirini eskitemedi.. evet O hâlâ taptazedir. Çok defa dostlarıma da söylediğim gibi, ne zaman Medîne-i Münevvere’ye gitsem, O’nun kokusu beni o derece sarar ki, neredeyse bir adım ötede bizzat kendisine kavuşacak ve diriltici sesiyle “Merhaben, ehlen ve sehlen” dediğini işitecek gibi olurum. İşte O, bizim içimizde bu kadar tazedir ve gün geçtikçe daha da tazelenmektedir.
Evet, zaman yaşlanıyor, ihtiyarlıyor; bazı düşünceler köhneleşiyor ve değerden düşüyor; fakat inananların sînelerinde Hz. Muhammed (sav), hergün daha da açan bir tomurcuk gibi daima yenilenip tazeleniyor.
 
Üst Alt