Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Perdeler ve tasavvuf

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
PERDELER (tasavvuf ehli ve perdeler)
(Tasavvuf yolunda ilerleyenlerin halleriyle alakalı, İmam-ı Gazali'den R.A.)

"Rahman ve Rahim Olan ALLAH'ın Adıyla"

Başka bir fırka ise bu rütbeyi geçmiş ve tarikat yoluna girmeye başlamışlar, marifet kapuları kendilerine açılmıştır. Marifet başlangıçlarından her koku aldıkça hayretler içinde kalmışlardır. Buna sevindi ve bu garib haller kendilerini şaşırttı da, gönülleri hep o tarafa aktı. Başkalarına kapalı olan bu kapıların kendilerine açılmasını düşünür ve ona bağlanırlar. İşte bütün bunlarda kalplerinin buna bağlanmasını ve buna iltifat etmesiyle aldanmış kimselerdir. Sâlikin seyr'ü Sülûk'unda en büyük perde böyle bir noktada saplanıp kalmaktır. Zira ALLAH'u Teâlâ'ya giden yolun hayranlığının nihayeti yoktur. Her noktada böyle şaşıp duraklasa adımları kısalır ve maksadına ulaşamaz.Bu hükümdarın birini görmek için sarayına giderken, sarayın önünde bir meydan, meydan içinde bir bahçede öyle çeşitli çiçekler ve aydınlıklar görür ki, bundan önce böyle şeyler görmemiştir. Hayranlık içinde bunlara baka kalıp da randevu saatini geçiren gibidir.

Diğer bir fırka bunları da geçti. Yoldaki parlaklıklara ve ikramlara aldırış etmedi, yoluna devam etti ve kurb-i Hakk'a vasıl oldu. Ancak bunun tamamen vuslat olduğunu sandılar. Burada durdu ve işi karıştırdılar. Halbuki ALLAH'u Teâlâ'nın nurdan yetmiş bin perdesi vardır. Sâlik bu perdelerden birine yükseldiğinde, tam vuslata eriştiğini sanır. İbrahim aleyhisselâm'ın sözü ile buna işaret edilmiştir. Nitekim ALLAH'u Teâlâ : "İşte o, üstünü gece bürüyüp örtünce bir yıldız görmüş "Bu benim Rabbim ?!" demiş" (6-En'âm:76) buyurmuştur. Bundan murad, gökte parlayan cisimler değildir. Zira İbrahim aleyhisselâm, onları küçüklüğünde de görüyor ve onların ilâh olmadığını biliyordu. Aynı zamanda gökte parlayan tek değil, daha bir çok cisimler de vardır. Cahil bir bedevi bile yıldızları ilâh tanımadığı halde, yüce mevkii ve şerefiyle İbrahim aleyhisselâm, yıldızı Rab kabul edermiydi ? Bunlardan murad, ALLAH'u Teâlâ'nın nur perdelerinden biridir. Bu perdeki sâlikin yolu üzerindedir. Bu perdeleraşılmadan vüsûl olmaz. Bunlar birbirinden büyük nurâni perdelerdir. En küçüklerin Kevkeb ve en büyüklerine Şems, aradakilere de Kamer denir. Bu perdelere istiâre olarak yıldız, ay ve güneş adı verilmiştir. İbrahim aleyhisselam'a göklerin melekutu, gizlilikleri durmadan gösterildi. Nitekim ALLAH'u Teâlâ : "Biz İbrahim'e kat'i ilme erenlerden olması için göklerin ve yerin mülkünü de öylece gösteriyorduk" (6-En'âm:75) buyrulmuştur. Birinden diğerine geçerek yükseldi. Her mülâki olduğu hicapta vâsıl olduğunu sandı. Sonra ilerde daha büyük hicap olduğunu görünce, hemen oraya terakki eder ve orada da aynı şekilde vuslat'ı Hakk olduğunu sanır. Sonra daha ilerde başka bir perde görünce o perdeye ve nihayet en yakın olan son perdeye vardığında bu hicâbı daha da büyük görerek vâsıl olduğunu sandı. Sonra bunda da kemâl derecesinden eksiklik görünce; "Hayır, ben böyle geçici şeyleri sevmem. Yer ve gökleri yoktan var edene yönümü çevirdim" dedi.

İşte bu yolun yolcusu, bazı hicâplarda aldanabilir. Meselâ, ilk hicapta duraklayabilir ki, bu ilk hicâp, kulun kendisi ile Rabbi arasındaki zâtıdır. Bu da ALLAH'ın C.C. nurlarından bir nur ve emr-i Rabbanidir. Yani Hakk'ın topyekûn hakikatinin tecelligâhı olan sırr'ı kalb'dir.

O, bütün âlemi ihâta eder, herşeyin sûreti orada tecelli eder, işte o zaman orası alabildiğine parlar. Zira bütün varlıklar olduğu gibi orada açıklanır. Bu Sırr'ı Kalb evvelemirde üzerine perde çekilmişbir pencere gibidir. ALLAH'ü Teâlâ'nın nuru kalbde parlayıp perde kalktıktan sonra, bu kalbin sahibi kalbine bakınca, onun üstün cemâlinden hayretlere düşer ve "E'NEL HAKK" demeğe başlar. İşte burası ayakların sürçtüğü bir yerdir.Şayet bunun daha ilerisi kendisine açıklanmazsa buna aldanır, burada kalır ve helâk olur da ilâhi nurlardan olan küçük bir yıldız'ın tecellisine aldanmış olur. Bundan sonra Güneş şöyle dursun, Ay'a bile yükselemez. Burası sâlikin aldandığı bir yerdir. Çünkü burada parlayan ile parladığı yer birbirine karıştırılıyor. Aynaya akseden bir rengi ayna da gören kimsenin, bunu aynanın kendi rengi sanması ve bardağın içine konan şey ile bardağın renklerinin birbirine karışması gibidir.

Nitekim şair :
"Bardak inceldi, şarap inceldi, birbirine benzediler ve iş karıştı."
"Sanki şarap var, bardak yok veya bardak ve şarap yoktur" dedi.

İşte Hristiyanlar da bu göz ile Hz İsâ'ya baktılar. İlâhi nurun kendisinde parladığını görünce şaşırdılar. Yıldızı aynada veya suda görenler gibi. Onu aynada veya suda zannedip elleri ile almak istediler. İşte bunlar aldanmışlardır.

ALLAH yoluna sülûk edenlerin aldandıkları yerler, cildlere sığmayacak kadar çoktur. Bunları son haddine kadar açıklamak bütün mükaşefe ilimlerini izah ile mümkündür ki, buna ruhsat yoktur. Hatta buraya kadar anlattıklarımızı da açıklamaya lüzûm yok denebilir. Zira ALLAH yoluna sülûk eden kimsenin, bunları başkasından duymasına muhtaç olmadığı gibi, bu yola girmeyenlere de bunları duymak bir fayda sağlamaz, belki zarar verir. Çünkü anlamadığı şeyleri duymakla dehşete kapılır. Ancak bunları duymak, içinde bulunduğu gurur ve aldanıştan kurtarması bakımından faydalı olabilir ve işin kendi zannettiği kısa görüş ve muzahraf mücadelesinden daha mühim olduğunu anlar da, Evliyâullah'ın mükaşefelerinden hikaye edilenleri tasdik eder. Bununlar gurur ve aldanışı büyük olanlar yine de eskisi gibi inkarlarında ısrar edebilirler.

(ALLAH C.C. Razı olsun; İmam-ı Gazali İhya'u Ulûmi'd-din)
 

hasret

New member
Katılım
26 Kas 2006
Mesajlar
709
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
37
Tasavvuf Dilinde Aşk

Tasavvuf Dilinde Aşk

Tasavvuf, Allah'ı gönülden sevme işidir. Mutasavvıf ise tasavvuf ile uğraşan ehil kişidir. Mutasavvıflara göre aşk her şeyin üzerindedir ve âlemin varlık sebebinin aşk olduğu inancı hâkimdir. Tanrı "Ben gizli bir hazine idim bilinmeyi, sevilmeyi istedim" demiş ve sırf kendi güzelliğine âşık olmak için insanoğlunu yaratmıştır. Bu yolda Hallac-ı Mansur Enel Hak (Ben Hak'kım) diyerek, aşkın Yaradan'da yok olmak olduğunu iddia etmiş ve bu iddiasının karşılığını da yakılıp küllerinin Dicle'nin suyuna savrulmasıyla ödemiştir. Uzun yıllar sonra Mevlana gibi büyük bir mutasavvıf Hallac-ı Mansur'un teşhisinin doğruluğunu savunmuştur. "Ben size şah damarınızdan daha yakınım " ayeti de bunu doğrular mahiyettedir. Çünkü asıl âşık olunan, kavuşmak için arzulanan Allah'tır.
Mutasavvıflara göre beşeri aşk ilahi aşkın yeryüzüne yansımasından ibarettir. Allah, ruhları Bezm-i Elest'te bir araya topladığında âşıklar orda birbirini görmüş söz vermişlerdir. Bir diğer inanışa göre ise ruhların yarım olduğu söylenir. Âşıklar ne zaman bir bedende iki ruh olur, işte o zaman ruhların tamamlanacağı inancıdır.
Aşk ruhani olup,arzuların dışına taşmaktır. Bu haliyle aşk, zenginlik, fakirlik, varlık ve yokluğun üzerindedir. Ölümden daha güçlü olan, ölümü göze aldıran, candan daha kıymetli, canın feda edildiği şeydir.
Bir mıknatıs gibidir aşk. Âşıklar nerde olursa olsun, cuz-i irade onların yollarının bir yerde muhakkak kesişmesini sağlar. Aşk, aramakla bulunmaz. Aksine ansızın ve habersizce gelen bir beladır. Öyle bir beladır ki aşk gelirken derdi, acıyı, kederi de beraberinde getirir. Çaresi ise bu beladan tat almak, gam, keder, tasa içerisinde boğulmaktır. aşık acı çeker. Bu acı öyle bir acıdır ki ne kılıç yarası ne de başka bir yaraya benzer. Çünkü aşk acısı tenden ziyade ruhu acıtır. Bu acı ne kadar ağır olursa olsun, seven insan o acıdan zevk almasını bilir. Ayrıca aşkta ne makam ne de denklik aranır.
İnsanoğlu yalnız başına sadece bir tenden ibarettir. Bu tene can olan ise sevilen, yani canandır. Aşksız insan bir boşluk içerisinde savrulup durur hayatı bir düzensizlikler silsilesidir. Bunun sebebi ise, muhayyilemizde hep onun olması, ümidin, idealin o olmasında saklıdır.
Aşk sevgili ile buluşma, ona kavuşma ama muvaffak olamama arzusudur. Çünkü aşka erdiği zaman onun biteceğinden, o zevk veren acının kaybolacağından korkar. Âşıklık bir süreklilik arz edeceğinden zamanla alışılır ve yaşam biçimine dönüşür. Aşk makamına yükselen Allah'ın vahdetini ve birliğini anlar.
Büyük âlimler önce beşeri aşkı yaşamış, sonra ilahi aşka ulaşmıştır. Hakikate ancak aşk yoluyla, aklı terk etmekle ulaşılacağına inanılır. Gönülde aşk varsa akıl idrak edemez. Bu yaşam biçimi aslında nefsaniyet duygusunun öldürülmesidir. Yukarıda da değindiğimiz gibi aşk şehvet duyguları, makam ve paranın üzerindedir. Bir rivayete göre Züleyha, Yusuf'u bulmak için yetmiş deve yükü serveti bu yolda harcamıştır. Aşığın gözü kördür derler. Bu sözün anlamı, sevenin canandan başkasını görmediği için söylenmiştir. Ancak bu sözle sadece bu düşünceyi ima etmek eksik olur. Çünkü seven cananın eksiklerini de görmez.
Aşk bazen uzun zamanlar sonunda, bazen de ilk bakışta ortaya çıkar. Bazen de didişmeyle başlar. Ya aşk biter mi? Ruha olan aşk hiçbir zaman bitmez. Çünkü ruh kalıcıdır. Ama surete olan aşk belirli bir süre sonra o güzelliğin ölümüyle birlikte son bulmaya mahkûmdur.
Göz gönül penceresi olduğundan dolayı aşkın ilk başladığı yer ise gözlerdir. Tasavvuf edebiyatında sevilenin kaşları yaya gözleri ise kalbi hedef alan oka benzetilir.
Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha, Ferhat ile Şirin, Aslı ile Kerem ve daha nice zamana ve mekâna sığmayan aşklar ve âşıklar… Aşkın büyüklüğü çekilen cefada ezada ve çilede gizlidir. İnsanoğlu erişilmeyene ulaşılmayan her zaman daha çok arzu duyar. O ne kadar uzak olursa ona karşı şiddetli bir istek vardır.
Tasavvuf edebiyatında simgeler dizisi içerisinde gül ile bülbül önemli bir yeri vardır. Sevilen bir güle benzetilir. En güzel gül ise peygamberimiz( .av.) dır. İslam dinine göre insanoğlu yaradılış itibariyle meleklerden bile üstün yaratılmıştır. İşte bu üstün yaratığın en güzeli de Hz. Muhammed'dir. En büyük sevgili odur. Çünkü asıl sevgili olan Allah\'a ulaşmanın yolu peygamberimiz sünneti ve onun aracılığıyla indirilen kuran-ı kerim'i doğru anlamak ve uygulamaktan geçmektedir. Yukarıda da değindiğimiz gibi Hallac-ı Mansur'un dediği gibi sevgilide yok olunmalıdır. Aşkın başlangıcı esnasında aşıka yüceltilirken âşık kendini sürekli aşağı çeker. Belirli bir süre sonra bu hareket tam aksi yönde ilerler. Son aşamada bu süreç dengelenir. Unutulmamalıdır ki naz sevilene yapılır.
İnsanoğlu doğduğu andan itibaren ben demesini öğrenir. Ne zaman âşık olur, işte o zaman sen demesini öğrenir. Bu cümleden de anlaşılacağı gibi aşk insanın kendi bencilliğini kırması için bir araçtır. Çünkü aşkta sevilene itaat söz konusudur. Âşık, kendisi için değil aşkı için yaşar, ona benzemeye çalışır. Onun hoşuna giden davranışları sergiler. Onu güldürebilmek için en kötü hallere bile katlanır. Çünkü onun gülüşü, gülün açışıdır.
Birçok kimse hazı, arzuyu birbirini karıştırdığından kendisini âşık olarak nitelendirir. Bunun sebebi ise aşkta ölçünün kişinin kendisi olmasıdır. Hiçbir insan ne Leyla'nın ne de Mecnun'un duygularını anlayamaz ve de yaşayamaz. İnsan ne zaman gerçek aşkı bulur, işte o zaman daha önce yaşadıklarıyla bir mukayese ve muhasebe hesabına girerek gerçek aşkı anlayabilir. Ancak yine de aşkın belirtileri vardır. İnsan sevgiliyi gördüğü zaman, kalp atışları hızlanır, yüzü kızarır, söz söyleyemez olur. Aşığın korktuğu tek şey sevilenin bir çift gözüdür. O gözler o kadar derindir ki düşeceğinden korkar. Ayrıca seven insan sevgiliden söz edilmesinden haz alır, onu sözcüklere sığdıramaz. O'nu seveni ve O'nun akrabaları sevene tatlı gelir.
İnsan fıtratı gereği büyük bir sevgi taşımaktadır. Bu sevginin dışarıya çıkması için bir aynaya ihtiyaç vardır. İşte o ayna sevgilidir. Aslında kişi kendisine âşıktır, sevilen sadece bir simgeden ibarettir. Âşık olduğu şey kendi hüsn-i zan ve taşıdığı duygularının anlam bakımından güzelliğidir. Ünlü İslam bilginlerinden Arabî ise aşkın aşığın güzelliğine girdiğini söylemektedir.
Bir rivayete göre insan sevdiğini ömrü boyunca sadece kendisinde saklarsa Allah katında şehitlikle müjdeleneceğidir. Bu da aşkı kendinde saklamanın ne kadar ağır bir yük olduğunun göstergesidir.
 

ozkanalbay

New member
Katılım
4 Ara 2006
Mesajlar
103
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Canı kim cananı için sevse, cananın sever
Canı için kim ki cananın sever, canın sever
Fuzuli
 
Üst Alt