mescere
New member
“Hep birden barışa girin.” Bakara 208. Müslüman olmak, neden bu terimle ifade edildi acaba?
Yüz milyarlarca galaksiyi düşünün! Aralarında, ışık yılıyla ifade edilebilen uzaklıklar...
Aklımızın aslında almadığı ama 10 üzerili rakamlara dökülünce kendimizi kavramış gibi hissettiğimiz sayılar...
Bunlardan sadece biri olan Samanyolu adı verilmiş bir galaksinin içindeyiz malumunuz. Hırsızın biri galaksimizi çalsa, uzayda eksikliği bile hissedilmez, toz zerresi misali!
...
O galaksinin içinde milyarlarca sistemden biri de Güneş merkezli ve dönüp duruyor durmadan Mevlana gibi. İki elin parmaklarını bile bulmayan gezegenleri ve uydularıyla...
Hemen burnumuzun dibinde sandığımız Ay bile bize o kadar uzak ki aslında! Aramıza 30 tane dünya koysanız yan yana gene de yetişmiyor.
Bu uçsuz bucaksız ve karanlık kainatta saniyede 30 km hızla yol alan Dünya denen o mavi küçük gezegende ikametgah adresimiz.
Dünya yüzeyinin dörtte birini ancak kaplayabilen 7 kıtadan birinde yüzlerce ülkeden biri olan Türkiye’de yaşıyorum mesela ben. 80 vilayetten birindeki yüz binlerce evin birinin içindeyim. Ne kadar küçüğüm kainatta! Hatta yok gibiyim. Sizin gibi, onun gibi, herkes gibi, her şey gibi...
Olayın bir de şu boyutu var: Tüm kainat Allah’ın emrine amade! Onun koyduğu kanunlara ve sınırlara harfiyen uyuyorlar. Yıldızlar, gezegenler, gök taşları, nötron yıldızları hatta kara delikler bile! Uymak zorundalar zaten, başka alternatifleri yok, tek şıklı soru misali.
Bu, “Allah’a teslim olma” açısından ne bir devasa yıldız müstesna, ne de küçük bir kaya misali, sonsuza yakın büyüklükteki karanlık içinde, kendine verilen dönme emrini yerine getiren küçük bir gök taşı!
Dünya da Allah’ın yarattığı kuralların dışına çıkamıyor. Ben Dünyanın yerinde olsaydım, insanlar gece uyurken bazen kısmi olarak çekim gücümü kaldırır, muziplikler yapardım.
İnsanlar sabah uyanıp gözlerini açtıklarında ilk görecekleri şey, yatak odalarının tavan sıvalarında kullanılan küçük kum tanecikleri olurdu ya da onun üstüne sürülmüş boya, badana...
Belki de avizeye sarılmış olarak uyanırlardı eşlerinin yerine. Yahut yazın sıcak nedeniyle penceresi açık uyuyanlar pencereden uçup gidebilirlerdi. Evdeki tüm eşyalar tavana veya duvarlara kadar yükseleceği için çekim gücümü geri getirdiğimde hepsi yere düşerdi ve bazıları da kırılırdı....
İyi ki Allah’ın emirlerinden dışarı çıkamıyor değil mi? İyi ki Allah böyle bir seçenek sunmamış önüne. Kötüye kullanabilirdi. Bazı insanların yaptığı gibi...
Dünya üzerindeki tüm canlılar, cansızlar, hayvanlar, bitkiler, sular.... Allah nasıl istediyse o kurallara tabiler! Dışına çıkmıyorlar, çıkamıyorlar...
Kendi vücudumuza söz geçirebiliyor muyuz sanki? Kalbinize dur deyin hadi! Dinlensin şöyle bir 10 saniye! Dinlemez sizi! Ne mideniz dinler, ne karaciğeriniz ne de en ufak bir hücreniz. Onlar da Allah’ın kurallarına tabi!
...
Geldik dünyadaki imtihanımızın sırrına! Allah bize akıl vermiş, nefs vermiş, kalp ve ruh vermiş. Hasılı kelam donatmış!
Ve demiş ki, bak doğru olan bu, yanlış da aha bu yandaki! Karışırlarsa birbirlerine işte bu da mihenk taşın! Kur’an rehberin , peygamber örneğin, sünnetleri de düsturun!
Biz geliyoruz kavşağa: Ya “Teslim olup, barışa gireceğiz.” ya da “İsyan edip savaşa!”
Şayet kendi ruhumuzu, yaşantımızı, fikirlerimizi Allah’ın istediği istikamete yönlendirebilirsek, KAİNATIN TAMAMI GİBİ yapmış oluruz. Allah’ın kanunlarına teslim olup tüm kainatla bir barış içinde yaşarız.
Bizim yönümüz ----> bu, kainatın yönü de ---> bu olur.
Şayet, Allah’ın emirlerine uymazsak, bir tarafa itersek, nefsimizi, paranın, şehvetin kulu kölesi olursak, “Teslim olmamış” ve tüm kainatta geçerli olan sistemle “Barışmamış” oluruz.
Bizim yönümüz <--- bu olur fakat kainatın yönü ---> bu olmaya devam eder.
Birbirine bağlı, sonsuz dişli belli bir düzen içinde dönerken, ters yönde dönmeye çalışmak gibi...
Sonsuz şeridi olan ve saniyede katrilyonlarca aracın geçtiği bir otobanda ters şeride girmek gibi...
Cesaretlerinden dolayı tebrik mi etmek lazım ne, tüm bunlara rağmen küfre meyledenleri?
Allah bize madem akıl verdi, tabi ki tercihimiz nedeniyle bizi hesaba çekecek. Öbür gün amel defterimiz önümüze uzatılırken keşke taş, koyun, kıl, ot, toz, böcek olarak yaratılsaydım dememek için ölmeden önce ölmeli ve kendi muhasebemizi yapmalıyız.
Şayet, tüm kainata muhalefet olarak teslim olup da barışa girmemişsek, savaş açtık demektir. Kime mi? Allah’a tabi ki! Kazanma ihtimalimiz olsa bari!
Diyelim ki, komşumuzla kavga ediyoruz ve ona taş atacağız. Nereden atarız? Kendi tarlamızdan, evimizden, yoldan, parktan veya başka birinin yerinden değil mi? Ama kesinlikle o komşunun mülkünün dışından bir yerden.
Allah’a karşı da bir savaş söz konusu ise, yapacağımız ilk iş önce Onun mülkünün dışına çıkmak olmalı. Gel gelelim, tüm kainat Allah’ın mülkü, nasıl çıkılabilir ki dışına?
-Mümkün olmasa da- diyelim ki, Allah’ın mülkü olmayan bir yer bulduk yüz milyarlarca ışık yılı uzaklıkta bir yerde ve gittik. Artık Allah’la savaş için gerekli hazırlıklara başlayabilir miyiz?
Maalesef! Niye mi? Bedenimiz? O da Allah’a ait değil mi? Onu da bırakmak lazım geride... Elimizi, kolumuzu, kalbimizi, beynimizi....
Madem ki, sıfırla sonsuz baş edemez, o halde haydi teslim olup barışa girme yarışına!
Ümit Yaşar YILMAZ - Elektronik Müh.
Yüz milyarlarca galaksiyi düşünün! Aralarında, ışık yılıyla ifade edilebilen uzaklıklar...
Aklımızın aslında almadığı ama 10 üzerili rakamlara dökülünce kendimizi kavramış gibi hissettiğimiz sayılar...
Bunlardan sadece biri olan Samanyolu adı verilmiş bir galaksinin içindeyiz malumunuz. Hırsızın biri galaksimizi çalsa, uzayda eksikliği bile hissedilmez, toz zerresi misali!
...
O galaksinin içinde milyarlarca sistemden biri de Güneş merkezli ve dönüp duruyor durmadan Mevlana gibi. İki elin parmaklarını bile bulmayan gezegenleri ve uydularıyla...
Hemen burnumuzun dibinde sandığımız Ay bile bize o kadar uzak ki aslında! Aramıza 30 tane dünya koysanız yan yana gene de yetişmiyor.
Bu uçsuz bucaksız ve karanlık kainatta saniyede 30 km hızla yol alan Dünya denen o mavi küçük gezegende ikametgah adresimiz.
Dünya yüzeyinin dörtte birini ancak kaplayabilen 7 kıtadan birinde yüzlerce ülkeden biri olan Türkiye’de yaşıyorum mesela ben. 80 vilayetten birindeki yüz binlerce evin birinin içindeyim. Ne kadar küçüğüm kainatta! Hatta yok gibiyim. Sizin gibi, onun gibi, herkes gibi, her şey gibi...
Olayın bir de şu boyutu var: Tüm kainat Allah’ın emrine amade! Onun koyduğu kanunlara ve sınırlara harfiyen uyuyorlar. Yıldızlar, gezegenler, gök taşları, nötron yıldızları hatta kara delikler bile! Uymak zorundalar zaten, başka alternatifleri yok, tek şıklı soru misali.
Bu, “Allah’a teslim olma” açısından ne bir devasa yıldız müstesna, ne de küçük bir kaya misali, sonsuza yakın büyüklükteki karanlık içinde, kendine verilen dönme emrini yerine getiren küçük bir gök taşı!
Dünya da Allah’ın yarattığı kuralların dışına çıkamıyor. Ben Dünyanın yerinde olsaydım, insanlar gece uyurken bazen kısmi olarak çekim gücümü kaldırır, muziplikler yapardım.
İnsanlar sabah uyanıp gözlerini açtıklarında ilk görecekleri şey, yatak odalarının tavan sıvalarında kullanılan küçük kum tanecikleri olurdu ya da onun üstüne sürülmüş boya, badana...
Belki de avizeye sarılmış olarak uyanırlardı eşlerinin yerine. Yahut yazın sıcak nedeniyle penceresi açık uyuyanlar pencereden uçup gidebilirlerdi. Evdeki tüm eşyalar tavana veya duvarlara kadar yükseleceği için çekim gücümü geri getirdiğimde hepsi yere düşerdi ve bazıları da kırılırdı....
İyi ki Allah’ın emirlerinden dışarı çıkamıyor değil mi? İyi ki Allah böyle bir seçenek sunmamış önüne. Kötüye kullanabilirdi. Bazı insanların yaptığı gibi...
Dünya üzerindeki tüm canlılar, cansızlar, hayvanlar, bitkiler, sular.... Allah nasıl istediyse o kurallara tabiler! Dışına çıkmıyorlar, çıkamıyorlar...
Kendi vücudumuza söz geçirebiliyor muyuz sanki? Kalbinize dur deyin hadi! Dinlensin şöyle bir 10 saniye! Dinlemez sizi! Ne mideniz dinler, ne karaciğeriniz ne de en ufak bir hücreniz. Onlar da Allah’ın kurallarına tabi!
...
Geldik dünyadaki imtihanımızın sırrına! Allah bize akıl vermiş, nefs vermiş, kalp ve ruh vermiş. Hasılı kelam donatmış!
Ve demiş ki, bak doğru olan bu, yanlış da aha bu yandaki! Karışırlarsa birbirlerine işte bu da mihenk taşın! Kur’an rehberin , peygamber örneğin, sünnetleri de düsturun!
Biz geliyoruz kavşağa: Ya “Teslim olup, barışa gireceğiz.” ya da “İsyan edip savaşa!”
Şayet kendi ruhumuzu, yaşantımızı, fikirlerimizi Allah’ın istediği istikamete yönlendirebilirsek, KAİNATIN TAMAMI GİBİ yapmış oluruz. Allah’ın kanunlarına teslim olup tüm kainatla bir barış içinde yaşarız.
Bizim yönümüz ----> bu, kainatın yönü de ---> bu olur.
Şayet, Allah’ın emirlerine uymazsak, bir tarafa itersek, nefsimizi, paranın, şehvetin kulu kölesi olursak, “Teslim olmamış” ve tüm kainatta geçerli olan sistemle “Barışmamış” oluruz.
Bizim yönümüz <--- bu olur fakat kainatın yönü ---> bu olmaya devam eder.
Birbirine bağlı, sonsuz dişli belli bir düzen içinde dönerken, ters yönde dönmeye çalışmak gibi...
Sonsuz şeridi olan ve saniyede katrilyonlarca aracın geçtiği bir otobanda ters şeride girmek gibi...
Cesaretlerinden dolayı tebrik mi etmek lazım ne, tüm bunlara rağmen küfre meyledenleri?
Allah bize madem akıl verdi, tabi ki tercihimiz nedeniyle bizi hesaba çekecek. Öbür gün amel defterimiz önümüze uzatılırken keşke taş, koyun, kıl, ot, toz, böcek olarak yaratılsaydım dememek için ölmeden önce ölmeli ve kendi muhasebemizi yapmalıyız.
Şayet, tüm kainata muhalefet olarak teslim olup da barışa girmemişsek, savaş açtık demektir. Kime mi? Allah’a tabi ki! Kazanma ihtimalimiz olsa bari!
Diyelim ki, komşumuzla kavga ediyoruz ve ona taş atacağız. Nereden atarız? Kendi tarlamızdan, evimizden, yoldan, parktan veya başka birinin yerinden değil mi? Ama kesinlikle o komşunun mülkünün dışından bir yerden.
Allah’a karşı da bir savaş söz konusu ise, yapacağımız ilk iş önce Onun mülkünün dışına çıkmak olmalı. Gel gelelim, tüm kainat Allah’ın mülkü, nasıl çıkılabilir ki dışına?
-Mümkün olmasa da- diyelim ki, Allah’ın mülkü olmayan bir yer bulduk yüz milyarlarca ışık yılı uzaklıkta bir yerde ve gittik. Artık Allah’la savaş için gerekli hazırlıklara başlayabilir miyiz?
Maalesef! Niye mi? Bedenimiz? O da Allah’a ait değil mi? Onu da bırakmak lazım geride... Elimizi, kolumuzu, kalbimizi, beynimizi....
Madem ki, sıfırla sonsuz baş edemez, o halde haydi teslim olup barışa girme yarışına!
Ümit Yaşar YILMAZ - Elektronik Müh.