Sultanın mütevazı sofrası
Padişah sofrası, Fatih Sultan Mehmed’in saray ve devlet düzenini sağlayan o meşhur kanunnamesinin 35. maddesinde; “Cenab-ı şerifim ile kimesne taam yemek kanunum değildir, meğer Ehl-i iyalden ola, Ecdad-ı izamım vüzerasiyle yerleşmiş. Ben refetmişimdir” der. Buradan anlaşılacağı üzere Sultan Fatih tek başına veya çok yakın olanlarla yemek yiyor ve evvelki padişahlar gibi vezirleriyle dahi yemek yemeyi reddediyordur. Hatta Kanunnameye göre Divanda vezirlerin de nasıl ve hangi şartlarla yemek yiyebileceği belirtilmiş, bunların önünden kalkan taamın (yemeğin) dahi çavuşlar, reisülküttap neferleri gibi hizmetliler tarafından yenilmesini öngörmüştür. Böylece bir taraftan bu hizmetlilere vezir yemeği yedirilerek onları payelendirirken bir taraftan da israfın önlenmeye çalışıldığı anlaşılıyor. Ancak makam sahibi görevlilerin genellikle kendi sınıflarıyla bir arada yemek yeme zorunda olduğu görülüyor. Sonrada Ali Ufki bey adını alan saray ağalarından Woyciech Bodowski 17. yüzyıldaki saray âdetlerini anlatırken “Padişahın Hasoda’da veya teras ve bahçelerde yalnız başına yemek yediğini, yemek için kaşık ve parmaklarını kullandığını daha sonra ellerini sabunla yıkadığını” belirtir.
Böyle bir durum dünyanın diğer büyük saraylarına göre önemli bir farklılık arz eder. Fransa kralı ve Cin imparatoru da tek başına yerler ama bunu asilzâdeleri ya da yüksek memurları önünde yaparlar, oysa Fatih Sultan Mehmed gibi Osmanlı sultanlarını ancak hizmetkârları ve ailesi görebilir. Pek çok insanın hayallerini süslediği gibi padişahın yanında cariyeler falan yoktur. Öyle ihtişamlı sofralarda oturmaz, tercih ettiği yer sofrasıdır, abartıldığı gibi altın kaplar, mücevherlerle bezemeli bardaklar da o sofrada yer almaz.
Günde iki öğün yemek
Fatih Sultan Mehmed’in mutfağı ile ilgili en eski belge 11 Haziran ile 9 Temmuz 1469 tarihlerine tekabül eden hicri 873 Zilhiccesi’ne aittir. O sırada İstanbul’da olan padişah, günde iki öğün yemek yer, birincisi ve en önemlisi sabah, ikincisi ise güneş batımındadır. Ne ilginçtir ki ikinci öğün, belli bir perhizin uygulandığı izlenimini verecek kadar sadedir: çorba, etli bir yemek, yoğurt ve genellikle çiğ yenen salata cinsinde otlardır.
Daha ilginci bu söz konusu esas yemek öyle günden güne değişmez. Ne hikmettir bilinmez o koskoca padişah ayın ilk 15 günü her akşam şalgamlı ve yumurtalı kuzu ve geriye kalan 14 gün ise soğanlı tavuk kebabı yer. Bu durum çorba için de geçerlidir. Kuzu yemeğinin yanında her gün sarı erikli bir çorba vardır, ancak bazı günlerde içine hıyar ya da maydanoz katılır. Mönüde tavuk kebabı olduğu günler ise koruk ya da sarı erik suyu katılmış balkabağı çorbası eşlik eder. Padişahın çiğ yediği salata cinsinden otlar ise değişkenlik arz eder, gününe göre marul, tarhun, soğan, sarımsak, tere ya da hıyar olabilir. Bu söz konusu otlar zeytinyağı, sirke ve soslarla karışmış bir salata türünde olmayıp sadedir, yediği de birkaç tutamı geçmez. 26 Haziran akşamında ise padişah bu söz konusu otlar yerine hıyar turşusu, 19’unda ise limon turşusu yer. 13’ü ve 15’inde mönüde kiraz vardır, 19 ve 27’sinde ise boza içilir.
Sabah yemekleri ise nispeten daha çeşitlidir. 12 Haziran sabah mönüsünde yumurtalı lapa, mantı ve yoğurtlu erişte (Örke) vardır. Ertesi gün yeniden mantı, kestaneli bulgur ve muhallebi yenir.
Bayram mönüsü de sade
Fatih mutfağı defterlerinden anladığımız kadarı ile Sultan Fatih’in sefer yemekleri de çok çeşitli değildir. Sözgelimi; Otlukbeli’ne giderken takip ettiği güzergâhta dokuz gün zarfında yediklerinin çeşitleri arasında sadece koruklu ekşili çorba, baş, paça, peynirli tarhana ve börek bulunur. Dikkati çeken diğer bir husus ise Kurban bayramına tekabül eden 20 Haziran ile ilgilidir. O gün kurban edilmek için 20 sığır, Yeniçerilere dağıtılmak üzere 1000 kâse, Divân’a verilmek için dışarıdan 50 okka zülbiye helvası alınır, ne ilginçtir ki o koskoca sultanın mönüsünde hiçbir olağanüstülük gözlenmez.
Fatih Sultan Mehmed, Edirne ve İstanbul’daki o muhteşem saraylarında oldukça sade bir hayat sürer ve onun dönemindeki mutfak giderleri diğer padişah dönemlerine kıyasla hayli az olduğu pek çok eserde dile getirilir. Buna rağmen Sultan Fatih’in mutfağından fakirlere her hafta pazartesi ve perşembe günleri 250 akçe dağıtılır, sultan ise gizli veya aşikâre şehrin varoşlarında dolaşarak şahsi malından fakir kimselere sadaka vermeyi asla ihmal etmez...
Padişah sofrası, Fatih Sultan Mehmed’in saray ve devlet düzenini sağlayan o meşhur kanunnamesinin 35. maddesinde; “Cenab-ı şerifim ile kimesne taam yemek kanunum değildir, meğer Ehl-i iyalden ola, Ecdad-ı izamım vüzerasiyle yerleşmiş. Ben refetmişimdir” der. Buradan anlaşılacağı üzere Sultan Fatih tek başına veya çok yakın olanlarla yemek yiyor ve evvelki padişahlar gibi vezirleriyle dahi yemek yemeyi reddediyordur. Hatta Kanunnameye göre Divanda vezirlerin de nasıl ve hangi şartlarla yemek yiyebileceği belirtilmiş, bunların önünden kalkan taamın (yemeğin) dahi çavuşlar, reisülküttap neferleri gibi hizmetliler tarafından yenilmesini öngörmüştür. Böylece bir taraftan bu hizmetlilere vezir yemeği yedirilerek onları payelendirirken bir taraftan da israfın önlenmeye çalışıldığı anlaşılıyor. Ancak makam sahibi görevlilerin genellikle kendi sınıflarıyla bir arada yemek yeme zorunda olduğu görülüyor. Sonrada Ali Ufki bey adını alan saray ağalarından Woyciech Bodowski 17. yüzyıldaki saray âdetlerini anlatırken “Padişahın Hasoda’da veya teras ve bahçelerde yalnız başına yemek yediğini, yemek için kaşık ve parmaklarını kullandığını daha sonra ellerini sabunla yıkadığını” belirtir.
Böyle bir durum dünyanın diğer büyük saraylarına göre önemli bir farklılık arz eder. Fransa kralı ve Cin imparatoru da tek başına yerler ama bunu asilzâdeleri ya da yüksek memurları önünde yaparlar, oysa Fatih Sultan Mehmed gibi Osmanlı sultanlarını ancak hizmetkârları ve ailesi görebilir. Pek çok insanın hayallerini süslediği gibi padişahın yanında cariyeler falan yoktur. Öyle ihtişamlı sofralarda oturmaz, tercih ettiği yer sofrasıdır, abartıldığı gibi altın kaplar, mücevherlerle bezemeli bardaklar da o sofrada yer almaz.
Günde iki öğün yemek
Fatih Sultan Mehmed’in mutfağı ile ilgili en eski belge 11 Haziran ile 9 Temmuz 1469 tarihlerine tekabül eden hicri 873 Zilhiccesi’ne aittir. O sırada İstanbul’da olan padişah, günde iki öğün yemek yer, birincisi ve en önemlisi sabah, ikincisi ise güneş batımındadır. Ne ilginçtir ki ikinci öğün, belli bir perhizin uygulandığı izlenimini verecek kadar sadedir: çorba, etli bir yemek, yoğurt ve genellikle çiğ yenen salata cinsinde otlardır.
Daha ilginci bu söz konusu esas yemek öyle günden güne değişmez. Ne hikmettir bilinmez o koskoca padişah ayın ilk 15 günü her akşam şalgamlı ve yumurtalı kuzu ve geriye kalan 14 gün ise soğanlı tavuk kebabı yer. Bu durum çorba için de geçerlidir. Kuzu yemeğinin yanında her gün sarı erikli bir çorba vardır, ancak bazı günlerde içine hıyar ya da maydanoz katılır. Mönüde tavuk kebabı olduğu günler ise koruk ya da sarı erik suyu katılmış balkabağı çorbası eşlik eder. Padişahın çiğ yediği salata cinsinden otlar ise değişkenlik arz eder, gününe göre marul, tarhun, soğan, sarımsak, tere ya da hıyar olabilir. Bu söz konusu otlar zeytinyağı, sirke ve soslarla karışmış bir salata türünde olmayıp sadedir, yediği de birkaç tutamı geçmez. 26 Haziran akşamında ise padişah bu söz konusu otlar yerine hıyar turşusu, 19’unda ise limon turşusu yer. 13’ü ve 15’inde mönüde kiraz vardır, 19 ve 27’sinde ise boza içilir.
Sabah yemekleri ise nispeten daha çeşitlidir. 12 Haziran sabah mönüsünde yumurtalı lapa, mantı ve yoğurtlu erişte (Örke) vardır. Ertesi gün yeniden mantı, kestaneli bulgur ve muhallebi yenir.
Bayram mönüsü de sade
Fatih mutfağı defterlerinden anladığımız kadarı ile Sultan Fatih’in sefer yemekleri de çok çeşitli değildir. Sözgelimi; Otlukbeli’ne giderken takip ettiği güzergâhta dokuz gün zarfında yediklerinin çeşitleri arasında sadece koruklu ekşili çorba, baş, paça, peynirli tarhana ve börek bulunur. Dikkati çeken diğer bir husus ise Kurban bayramına tekabül eden 20 Haziran ile ilgilidir. O gün kurban edilmek için 20 sığır, Yeniçerilere dağıtılmak üzere 1000 kâse, Divân’a verilmek için dışarıdan 50 okka zülbiye helvası alınır, ne ilginçtir ki o koskoca sultanın mönüsünde hiçbir olağanüstülük gözlenmez.
Fatih Sultan Mehmed, Edirne ve İstanbul’daki o muhteşem saraylarında oldukça sade bir hayat sürer ve onun dönemindeki mutfak giderleri diğer padişah dönemlerine kıyasla hayli az olduğu pek çok eserde dile getirilir. Buna rağmen Sultan Fatih’in mutfağından fakirlere her hafta pazartesi ve perşembe günleri 250 akçe dağıtılır, sultan ise gizli veya aşikâre şehrin varoşlarında dolaşarak şahsi malından fakir kimselere sadaka vermeyi asla ihmal etmez...