H
hüma-gül
Guest
Hele hele musalla taşında yatan bir yakını ise, onu ve yaşamını yakından biliyorsa, neler düşünür insan tabuta bakarken?.. nasıl değerlendirir, yorumlar eleştirir o ölünün yaşamını ?.. Güzelliklerle dolu yaşamına neleri dert etmişti kendine ... etmeseydi daha mutlu olmaz mıydı. Deriz kendi kendimize. Yapmak isteyip de yapamadığı durmadan ertelediği bir yığın şey vardı yapsaydı, yapmadan gitmeseydi.
Her cenazeden yaşam dersleri alarak döneriz, ama kısa zamanda bu dersleri unuturuz.
Bir daha bir cenaze töreninde musalla taşına bakarken "orada ben olsaydım diye" düşünün. Nasıl bir hayat yaşamış olarak öte tarafa gidiyor olurdunuz acaba .. Acaba, oradan geri dönme ve yeniden yaşama şansı verilse, öncelikleriniz gene böyle mi olurdu?.. "yahu neleri dert edinmişim .. nelerle boşuna üzülmüş, beni sevenleri üzmüşüm ... değer miydi?.. diye kaç şey sayardınız?..
"Şu şu vakitlerimi böylesine boşa harcayacağıma, şu şu aptalca şeyleri kendime dert edeceğime, sevdiğim çok sevdiklerimle en güzel geçecek günleri aptalca kırgınlıklar, kavgalar, inatlar yüzünden ziyan edeceğime, en sevdiğim şeylere ve insanlara ayırsaydım" diye ömrümüzün neredeyse yarısını başka türlü yaşamak istemez miydiniz?..
KENDİNİZİ KENDİ CENAZE TÖRENİNDE HAYAL ETMEK, size dönüp geriye bakmak ve her şey bitmeden hayatınızda bazı önemli değişiklikler yapmak fırsatı verir.
Ölümden söz etmekten korkulan bir toplumda insanın kendi ölüm anını düşünmesi zor . Ama iyi fikir. İnsanın kendi ölümü ve yaşamını bir arada düşünmesi iyi fikir gerçekten. Bu sayede nasıl bir insan olduğumuzu hatırlar, hayatınızda sizin için en önemli öncelikleri daha iyi sıralarsınız.
Kendi cenaze töreninizi düşünmek sizin için bir "uyandırma zili" olabilir. Şu an düşünün .." Şu an gidiyorum" deyin ve hayatınızın muhasebesini yapın, artılarını eksilerini çıkarın ..
Eğer yaşasaydım neleri yapmaz, neleri öncelikle yapmak için çırpınırdım deyin ..
Ve işte zil çaldı...
Uyanın ..
Ne mutlu size işte yaşıyorsunuz ..
Bu fırsat elinizde ..
Hadi bakalım, başlayın,
BAŞTAN...
İnsan, kendisinin âciz ve zelil, dünyanın aldatıcı ve fâni; âhiretin ise çok yakın olduğunu, tam olarak, ancak ölünce anlar. Bu hadis-i şerif ile, ölmeden önce uyanmamız, hayatımıza çeki düzen vermemiz ihtar ediliyor.
Ölmeden önce ölmeyi başarmak, seçkin insanlara mahsus. Bizlere düşen, elden geldiğince onlara benzemeye gayret etmek... Bu emri dinleyen insan, dünyayı misafirhane, vücudunu ise emanet bilir. Ruhunu ve kalbini onlarda boğmaz. Bu hâl ile hallenen insan, ölmeden evvel ölmüş demektir.
İnsan ölümle birlikte hayatının hesabını da vermeye başlar. Öyle ise; ömür muhasebesini dünyada yapan insan, ölmeden evvel ölmüş demektir. Dünya hayatının bitimiyle yeni bir hayata geçilir. O halde, bu dünyada iken âhiretine hazırlanan insan ölmeden evvel ölmüş demektir.
Ölümle, insanın elinden, diğer azaları gibi, gözü ve dili de alınır. O artık okuma, anlatma nimetlerinden mahrumdur. Bunu düşünerek, orada yarayacakları burada öğrenen ve orada konuşulacakları burada dinleyen insan, ölmeden evvel ölmüş demektir.
Ölümle birlikte mahlûkatın sevgisi de biter, korkusu da. Ölü için, yaşayanlar tarafından övülmekle yerilmek eşit olduğu gibi, yazla kış arasında da fark yoktur. İnsanların teveccühlerine ve yermelerine dünyada ehemmiyet vermeyen, varlığa sevinmeyip, yokluğa üzülmeyen insan da ölmeden evvel ölmüş demektir.
Ve en önemlisi; ölümle insan Hakka rücu eder, Rabbine döner. Ölmeden evvel ölenler, Hakka bu dünyada rücu ederler; hayatlarını ilâhî emirler dairesinde geçirirler; Allahın rahmetine dünyada iltica eder, gazabından da yine dünyada korkarlar. İşte bu bahtiyar insanlar âhirette de Hakka rücu ederler, ama bu rücu onlar için Allaha vâsıl olma ve lütfuna erme şeklinde tezahür eder.
Ölümle, cüzi iradenin hükmü son bulur. Öyle ise, ölmeden evvel ölenler, nefsî arzularını hayatta iken terk etmeyi başarıp, Allahın küllî iradesine tâbi olurlar. Nefis hesabına bir şey talep etmezler. Bütün arzuları helâl dairesinde olur. Böylece ölmeden evvel ölmenin zevkine ererler.
Ölmeden evvel ölmek; gerçekten, bu dünyada büyük bir lütuf, büyük bir saadet. Bilindiği gibi, insan, yerde iken gök gürültüsünden ürker, şimşekten korkar, yıldırımdan kaçar... Ama uçakla bulutları yarıp onların üstüne çıktı mı, artık güneşi bulmuş ve önceki korkularından kurtulmuştur. Ölmeden evvel ölmenin sırrına erenler de, ölümü hayatta iken geçmiş, mahşere bu dünyada çıkmış, hesaplarını burada vermiş ve itaatkar bir kul olarak Hakka rücu etmişlerdir. Artık onları benlik duygusu boğamaz, çünkü ölünün benliği olmaz. Tabiat onları kendine celp edemez, zira ölünün tabiatla bir alış verişi kalmamıştır.
Her cenazeden yaşam dersleri alarak döneriz, ama kısa zamanda bu dersleri unuturuz.
Bir daha bir cenaze töreninde musalla taşına bakarken "orada ben olsaydım diye" düşünün. Nasıl bir hayat yaşamış olarak öte tarafa gidiyor olurdunuz acaba .. Acaba, oradan geri dönme ve yeniden yaşama şansı verilse, öncelikleriniz gene böyle mi olurdu?.. "yahu neleri dert edinmişim .. nelerle boşuna üzülmüş, beni sevenleri üzmüşüm ... değer miydi?.. diye kaç şey sayardınız?..
"Şu şu vakitlerimi böylesine boşa harcayacağıma, şu şu aptalca şeyleri kendime dert edeceğime, sevdiğim çok sevdiklerimle en güzel geçecek günleri aptalca kırgınlıklar, kavgalar, inatlar yüzünden ziyan edeceğime, en sevdiğim şeylere ve insanlara ayırsaydım" diye ömrümüzün neredeyse yarısını başka türlü yaşamak istemez miydiniz?..
KENDİNİZİ KENDİ CENAZE TÖRENİNDE HAYAL ETMEK, size dönüp geriye bakmak ve her şey bitmeden hayatınızda bazı önemli değişiklikler yapmak fırsatı verir.
Ölümden söz etmekten korkulan bir toplumda insanın kendi ölüm anını düşünmesi zor . Ama iyi fikir. İnsanın kendi ölümü ve yaşamını bir arada düşünmesi iyi fikir gerçekten. Bu sayede nasıl bir insan olduğumuzu hatırlar, hayatınızda sizin için en önemli öncelikleri daha iyi sıralarsınız.
Kendi cenaze töreninizi düşünmek sizin için bir "uyandırma zili" olabilir. Şu an düşünün .." Şu an gidiyorum" deyin ve hayatınızın muhasebesini yapın, artılarını eksilerini çıkarın ..
Eğer yaşasaydım neleri yapmaz, neleri öncelikle yapmak için çırpınırdım deyin ..
Ve işte zil çaldı...
Uyanın ..
Ne mutlu size işte yaşıyorsunuz ..
Bu fırsat elinizde ..
Hadi bakalım, başlayın,
BAŞTAN...
İnsan, kendisinin âciz ve zelil, dünyanın aldatıcı ve fâni; âhiretin ise çok yakın olduğunu, tam olarak, ancak ölünce anlar. Bu hadis-i şerif ile, ölmeden önce uyanmamız, hayatımıza çeki düzen vermemiz ihtar ediliyor.
Ölmeden önce ölmeyi başarmak, seçkin insanlara mahsus. Bizlere düşen, elden geldiğince onlara benzemeye gayret etmek... Bu emri dinleyen insan, dünyayı misafirhane, vücudunu ise emanet bilir. Ruhunu ve kalbini onlarda boğmaz. Bu hâl ile hallenen insan, ölmeden evvel ölmüş demektir.
İnsan ölümle birlikte hayatının hesabını da vermeye başlar. Öyle ise; ömür muhasebesini dünyada yapan insan, ölmeden evvel ölmüş demektir. Dünya hayatının bitimiyle yeni bir hayata geçilir. O halde, bu dünyada iken âhiretine hazırlanan insan ölmeden evvel ölmüş demektir.
Ölümle, insanın elinden, diğer azaları gibi, gözü ve dili de alınır. O artık okuma, anlatma nimetlerinden mahrumdur. Bunu düşünerek, orada yarayacakları burada öğrenen ve orada konuşulacakları burada dinleyen insan, ölmeden evvel ölmüş demektir.
Ölümle birlikte mahlûkatın sevgisi de biter, korkusu da. Ölü için, yaşayanlar tarafından övülmekle yerilmek eşit olduğu gibi, yazla kış arasında da fark yoktur. İnsanların teveccühlerine ve yermelerine dünyada ehemmiyet vermeyen, varlığa sevinmeyip, yokluğa üzülmeyen insan da ölmeden evvel ölmüş demektir.
Ve en önemlisi; ölümle insan Hakka rücu eder, Rabbine döner. Ölmeden evvel ölenler, Hakka bu dünyada rücu ederler; hayatlarını ilâhî emirler dairesinde geçirirler; Allahın rahmetine dünyada iltica eder, gazabından da yine dünyada korkarlar. İşte bu bahtiyar insanlar âhirette de Hakka rücu ederler, ama bu rücu onlar için Allaha vâsıl olma ve lütfuna erme şeklinde tezahür eder.
Ölümle, cüzi iradenin hükmü son bulur. Öyle ise, ölmeden evvel ölenler, nefsî arzularını hayatta iken terk etmeyi başarıp, Allahın küllî iradesine tâbi olurlar. Nefis hesabına bir şey talep etmezler. Bütün arzuları helâl dairesinde olur. Böylece ölmeden evvel ölmenin zevkine ererler.
Ölmeden evvel ölmek; gerçekten, bu dünyada büyük bir lütuf, büyük bir saadet. Bilindiği gibi, insan, yerde iken gök gürültüsünden ürker, şimşekten korkar, yıldırımdan kaçar... Ama uçakla bulutları yarıp onların üstüne çıktı mı, artık güneşi bulmuş ve önceki korkularından kurtulmuştur. Ölmeden evvel ölmenin sırrına erenler de, ölümü hayatta iken geçmiş, mahşere bu dünyada çıkmış, hesaplarını burada vermiş ve itaatkar bir kul olarak Hakka rücu etmişlerdir. Artık onları benlik duygusu boğamaz, çünkü ölünün benliği olmaz. Tabiat onları kendine celp edemez, zira ölünün tabiatla bir alış verişi kalmamıştır.