Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Özel harp dairesi-bölüm 1

sýyah_

New member
Katılım
13 Ağu 2010
Mesajlar
454
Tepkime puanı
222
Puanları
0
Yaş
51
Açmak istediğim konu 64414 karakterli olduğu için sadeleştirip 4’e ayırdım.
ÖZEL HARP DAİRESİ HAKKINDA TEKNİK BİLGİLER:İkinci Dünya Savaşının ardından başlayan kutuplaşmalar devletlerin güvenlik açısından yeniden organize olmalarını gerektirmiştir. Bu gereksinimler özellikle soğuk savaş döneminde ordularında kendi bünyesi içinde asimetrik tehditleri analiz edip karşı koyabilecek yeni birimler oluşturmasını sağlamıştır. Bu maksatla 1952 yılında dönemin Yüksek Savunma Kurulu'nun kararıyla Milli Avcı Birlikleri kurulmuştur.Kuruluş aşamasında özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nin desteği alınmış birliğin temel eğitimi ve teçhizat ihtiyacı A.B.D.den karşılanmıştır, Kurulduğu dönemde görevi kabaca, silahlı kuvvetlerin düşman hatları ötesindeki faliyetlerini kolaylaştıracak çalışmalar yapması olarak belirlenmiştir,bu kaba tanımlama kısaca ordunun ihtiyaç duyduğu istihbarat bilgilerinin toplanması ve cephe ötesinde belirlenen kilit operasyonlarda görev almak olarak açıklanabilir.İlerleyen zaman içerisinde Milli Avcı Birlikleri gelişimini modern çağın gereklerine uygun olarak sürdürmüş ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin reorganizasyonu kapsamında 1992 yılında Özel Kuvvetler Komutanlığı adını almıştır.
ÖZEL KUVVETLER KOMUTANLIĞI'NIN GÖREVLERİ:Özel Kuvvetler Komutanlığı sıcak çatışma,asimetrik tehditlere karşı koyma,düşman hatlarının ötesinde istihbarat toplama,düşman derinliklerinde özel harekat,arama-kurtarma gibi görevlerin yanı sıra seferberlik ve savaş hallerinde halkın örgütlenmesi silahlandırılması ve kontrolü gibi görevler üstlenir.

ÖZEL KUVVETLER KOMUTANLIĞI PERSONELİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ:Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın personel ihtiyacı gönüllülük esasına göre kıtalardan ve sınıf okullarından karşılanır. Subay ve astsubaylardan oluşan personelin seçiminde ağır görev şartlarına uyum sağlayabilecek bedeni ve fikri yeteneğe sahip kişilerin aranması esas alınır. Özel Kuvvetlere seçilen her personel 42 ay sürecek zorlu eğitim sürecini başarıyla tamamladığı takdirde bu komutanlık bünyesindeki özel birliklerde görev almaya hak kazanır. Halk arasında Bordo Bereliler olarak bilinen bu birliğin mensupları üstün savaş yeteneklerine sahip şartlar ne olursa olsun verilen görevi yerine getirme konusunda uzman politik ve ekonomik konuları çok yakından takip eden gerektiğinde diplomatlık görevi üstlenebilecek kadar devlet-dünya siyasetine yakın,farklı kültürlere çok kolay adapte olabilen bunun yanında komando, paraşüt, hayat-ı idame,su altı savunma-taaruz istihbarat konularında uzmanlaşmış elit askerlerdir. Yurt içinde 72 haftalık temel nitelik kursu gören personel, akabinde ihtisas alanına göre 10-52 hafta arasında değişen yurt içi ve yurt dışı ihtisas eğitimi alır.Bu süre zarfında aldıkları eğitimler şunlardır;
-Muharebe temel eğitimi
-Göğüs göğüse muharebe
-Uzak mesafeli keşif devriye
-Sızma
-Teşhis- tanıma ve tanımlama
-Hayatı idame
-Kaçma kurtulma
-Hedef tarifi - Ateş tanzimi
-Psikolojik Harekat
-Tahrip
-Paraşüt
-Kurbağa adam
-Gayri nizami savaş
-Özel harekat türleri
-Yer ekip komutanlığı
-Tahrip teknikleri - mayın ve bubi tuzakları
-İlk yardım
-Cerrahi müdahale teknikleri
-Mühimmat imha
-Hafif ve ağır silah uzmanlığı
-İstihbarat uzmanlığı
-Muhabere kursları
-Psikolojik harekat kursları
-Ranger
-Hava İndirme
-Sivil İşler
-Halkla İlişkiler
-En az bir yabancı dil eğitimi
-Yöresel dil ve kültürel eğitimler

Ayrıca 2000 yılında Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesinde kurulan Doğal Afet Arama Kurtarma ( DAK ) birliği her türlü doğal afetde arama-kurtarma faliyeti icra edecek kabiliyete sahiptir.DAK timleri yurdun her köşesine 3 saat gibi kısa sürede ulaşıp afet bölgesinde hem halkın güvenliğini sağlayacak çalışmaları organize eder hemde elindeki modern cihazlarla arama-kurtarma çalışmalarda yer alır. Bordo Bereliler, ileri teknoloji ürünü cihazlar ve silah sistemleri ile donatılmış üstün eğitim ve esnek bir komuta sistemine sahip çok maksatlı bir kuvvettir.

ÖZEL HARP DAİRESİ’NİN BAŞLANGIÇTAN GÜNÜMÜZE TARİHÇESİ: İkinci dünya savaşı İtalya ve Nazi Almanya’sının yenilgisinin yanı sıra, Amerika’nın atom bombası atarak Hiroşima ve Nagazaki’de gerçekleştirdiği kitlesel ölümle son buldu derken ikinci dünya savaşını patlayan bu bombalarla ortaya çıkan soğuk savaş takip etti. Bu savaşın temelinde, Doğu Avrupa ülkelerinin de komünizmi tercih etmesi ve Amerika’yı Sovyetler Birliği’nin yanı sıra komünizmin de tehdit etmesi yer aldı. ABD, Sovyetler Birliği ile işbirliğine gitti hatta kontrolü altına alarak tehdidi bire indirdi ama komünizmin Batı Avrupa ile sınırlı kalmayıp Afrika ve Asya ülkelerinde de hızla yayılması tehdidin ne kadar büyük olduğunu gözler önüne seriyordu. Amerika, düşmanın önünü kesme yolunu istihbarat örgütleri ve gizli ordular oluşturarak bunları kullanmakta buldu. Nitekim Ulusal Güvenlik konseyi NSC ve Merkezi haber alma teşkilatı CIA ’yı kurdu. Aslında Amerika’nın stratejik hizmetler bürosu OSS isimli bir istihbarat merkezi mevcuttu ama artık komünizm isimli bir düşman vardı ve Amerika’nın gerekirse örtülü operasyonlar yapabilecek bir gizli servise ihtiyacı vardı.Bu amaçla CIA kuruldu ve komünizm ile savaşta ana rol CIA ‘ya verildi. Bu gizli orduların oluşturulma fikri ise Nazi subayı olan Reinhard Gehlen’e aitti. Gehlen’e göre Hitler’den sonra komünizm ile sadece Amerika baş edebilirdi. Bu amaçla 1945’te Amerika’ya teslim oldu. Kızılordu ve Stalin hakkında bir takım belgeleri sundu ve 129 sayfalık bir sunum verdi. Gehlen’den etkilenen Amerika, Gehlen’i CIA ‘nın başına geçirilen Allen Dulles ile temasa geçirdiler. Gehlen’in kuracağı gizli ordu Almanya da yeni bir hükümet kurulana kadar Amerika tarafından finanse edilecekti. Gehlen, gizli ordularını kurmakla meşgulken gitgide yayılan komünizm Amerika’yı her geçen gün daha da korkutmaktaydı. Bu amaçla stratejik noktalarda bulunan ülkeler ile işbirliği arayışındaydı ve akla gelen ilk isim Türkiye idi. Soğuk savaşın başlamasıyla Amerika’nın Türkiye’ye askeri ve maddi yardımı da başladı. Amerika’nın asıl amacı Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye’yi tampon bölge yapmaktı. 5 ekim 1947 de genel kurmay başkanı Salih Omurtak başkanlığındaki heyet Amerika’ya gönderildi. Bu görüşme bir dönüm noktası oldu. Alınan karar Türk subaylarının Amerika’ya gönderilip komünizme karşı gerilla eğitimi alması. Türkiye’de solculara karşı olan baskı gittikçe artarken Alparslan Türkeş ve Turgut Sunalp’in liste başı olduğu ekip özel harp eğitimi görüyordu. Bu sırada subaylarını Amerika’ya eğitime gönderen Türkiye NATO’ya girmek istiyordu. Yalnız Türkiye’nin ilk talebi kabul edilmedi ama ısrarcı davranan Türkiye talebini sürekli yeniliyordu. Tam bu sırada Amerika yanlısı Kuzey Kore 38. paralelde yer alan Güney Kore topraklarına girdi. Bu Türkiye için Amerika’ya yaranmak adına eşsiz bir fırsattı. 25 Temmuz 1950’de Tuğgeneral Tahsin Yazıcıoğlu komutasında bir tugay gönderildi. Bu sırada Güney Kore’de gönüllü olarak askere katılan 2000 Çinli ülkemiz için zor anların başlangıcı oldu ve tugay ilk ağır kayıplarını verdi. Buna karşılık ikinci bir tugay Kore’ye gönderildi. Tugay komutanı ise Amerika’daki eğitimini tamamlamış Turgut Sunalp’ti. Amerika’da ki eğitimini tamamlayan bazı subaylar da bu tugay içinde özel harp tekniklerini pratiğe dökmek amacıyla Güney Kore’ye yollandı ama ikinci tugayın çok şiddetli bir çatışma fırsatının olmaması durumundan daha çok Amerika’ da öğretilen istihbarat ve sorgulama tekniklerini kullanma fırsatını bulabildiler. Savaş sona erdiğinde NATO bünyesindeki ülkeler Sovyetler Birliği’nin Batı Avrupa ülkelerini işgal etme çabasında bulunacağı korkusu sarmıştı. Bu durum Amerika ve ingiltereyi yeni yollar arayışına götürdü ve gizli orduların kurulmasında karar kıldılar. Bu gizli orduların kuruluşunu CIA ve MI6 üstlendi. Profesyonel askerlerin katılımı dahilinde gizli orduların kurulmasında ülkelerin askeri ve istihbarat birimleri etkin rol aldı. Örgütlerin kurucuları Amerika’da eğitimden geçti. Teknik destek silah yardımı hatta bu silahların saklanacağı gizli depolar oluşturuldu. Bunların tüm kaynağı Amerika’ydı. Özel harbin tek unsuru askerler değildi. İşgal sırasında yer altı operasyonları düzenleyebilecek siviller de mevcuttu. Bu siviller meslek grubu ayırt edilmeksizin seçildi. Kamplarda sıkı bir özel harp eğitiminden geçirilen sivillere örgüte yeni siviller bularak katma yetkisi verildi. Nato ülkelerinde oluşturulan bu gizli ordulara tarihine bulundukları konuma vb. göre isimler verildi. NATO’ya bağlı ilk gizli ordu İtalya da oluşturuldu ve adı roma kılıcı anlamına gelen “Gladio” oldu. Fransa’da da İtalya’daki kadar etkin bir komünist hareket vardı. Fransa’da kurulan gizli ordunun adı rüzgar gülü anlamına gelen “Rose Des Vent” konuldu. İtalya ve Fransayı Portekiz takip etti ve bu gizli ordu “Aginter Pres” yani aginter yayıncılık adını aldı. Ardından Belçika da kurulan gizli ordunun adı İtalya’nın ki ile aynı anlama gelen “Glavie” adını aldı.Norveç in gizli örgütü “Rocambole” ise Özel Harp Dairesi’ne yakın bir tarihte kurulmuştur. Danimarka’daki gizli ordu ise adını mitolojik kahraman “Absalon” dan almıştır. Ortaçağ’da elinde kılıcıyla Rusları yenilgiye uğratan bir psikoposun adıydı. Fransa’nın hemen ardından gizli bir ordu kuran Yunanistan’ın gizli ordusunun adı ise “Koyun Postu” oldu. Nato üyesi olmayan İsviçre’nin gizli örgütünün adı “Gizli Müdaafa Örgütü”, Avusturya’nın ki “Gezici Spor ve Dostluk Birliği”, İsveç’in ki ise “Silah Kardeşliği” idi. Sonunda Türkiye Kore’ye asker gönderme amacına ulaşmış, 19 Eylül 1951’de NATO, Türkiye nin katılımını onaylamıştır. Artık NATO üyesi olan Türkiye ise Soyvetler Birliği işgaline karşı bir gizli örgütün kurulması gerekçesini kabul etmiştir. Amerika ve İngiltere’nin rehberliğinde oluşturulan bu ordular daha önce İtalya, Fransa, Almanya, Yunanistan ve Belçika’da kurulmuştu. Sovyetler Birliğine en yakın ülke Türkiye idi ve en kolay istihbarat Türkiye üzerinden sağlanabilirdi. Diğer ülkelerde de olduğu gibi Amerika’nın rehberliği ile kurulan gizli ordulardan biri Türkiye’de de kuruldu ve adı “Özel Harp Dairesi” oldu. Gizlilik nedeni ile kağıt üzerinde “Seferberlik Tetkik Kurulu” olarak gösterildi. Kurulan harp dairesi diğer gizli ordular ile aynı işi görecekti. Komünizm ile mücadele, Özel Harp Dairesi kurulduktan hemen sonra genelkurmay ikinci başkanlığına bağlandı ki bu da gizliliğin boyutunu ortaya koyuyor. Özel Harp Dairesi’nin başına Daniş Karabelen komutan olarak atandıktan sonra yavaş yavaş dairenin kadrosu oluşturulmaya başlandı. Karabelen, genelkurmay tarafından tam yetkili ilan edildi. Dolayısı ile dairede görev yapacak subay ve astsubayları kendisi seçiyordu. Özel Harp Dairesi’ni oluşturan askeri unsurların oluşturulması için İzmir Menteş kampı Özel Harp Dairesi kampı olarak kuruldu ve başına yine Karabelen getirildi. Eğitilen personele Kore’de uygulanan özel harp ve örtülü operasyon teknikleri öğretildi. Görevleri ise komünistlere karşı halkı örgütlemek, direniş ağı kurup tüm ülkeye yaymak, sabotaj, suikast ve benzeri yıpratma operasyonları yapmaktı. Özel Harp Dairesi’nde, Sovyetler Birliği’ne karşı cephe gerisinde direnişte askeri unsurların yanı sıra sivil unsurlara da görev verildi. Örgütün ikinci unsurunu oluşturan sivillerin kaydı Özel Harp Dairesinde kod isimler ile yapılıyor, özel harpçi siviller kesinlikle birbirini tanımıyordu. Her tür meslek grubundan seçilip bir çoğu lise ve yüksekokul bitimi dönemlerinde daireye alınıyor, Amerikalıların gösterdiği özel harp teknikleri sivil unsurlara da öğretiliyordu. Daha önemli bir durum ise Amerika’nın yardımı ile oluşturulan silah depolarını bölgeye ait görevi bulunan siviller de biliyordu. Görevleri işgal durumunda bu silahları depolardan çıkarmaktı. İlerki yıllarda askeri unsurlar bordo bereliler ismini alınca sivil unsurlarda beyaz kuvvetler ismini almıştır. Özel harp, soğuk savaşa uygun taktik ve strateji içeren yöntemlerden biriydi. Zaman zaman gayri nizami harp, sınırlı harp, özel savaş, kontrgerilla savaşı gibi adlarla anılan özel harp de askeri bir terimdir. Ancak burada orduların her türlü saldırı ile karşı karşıya kalması durumu söz konusu olduğundan olay sadece askeri boyut ile sınırlı değil siyasal ve ekonomik boyutları da kapsayan bir işlevi var. Türkiye’nin NATO’ya üyeliği sadece silahlı kuvvetlerde yapısal değişikliklere yol açmadı. Silahlı kuvvetlerden sonra en büyük yapısal değişiklik dönemin istihbarat teşkilatı Milli Amele Hizmetleri (MAH)’de oldu.NATO’ya bağlı tüm ülkelerin gizli ordularının kuruluşunda ülkenin istihbarat servisleri etkin görev almıştı ama Özel Harp Dairesi’nin kuruluşunda MAH yer almadı. Ancak Özel Harp Dairesi kurulduktan sonra Amerikalılar MAH’a da el attılar ve ilk Özel Harp Dairesi ve MAH’ın ortak çalışmasının temeli atılmış oldu. Bu ortak çalışma Tümgeneral Behçet Türkmen’in MAH’ın başına geçirilmesi ile oldu. Kurtuluş savaşı yıllarında istihbarat çok da koordineli olmayan başka örgütler tarafından yürütüldü. Savaştan sonra ise bu faaliyetler genelkurmay istihbarat dairelerine ve ordu müfettişliklerine verildi. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ise Türkiye güçlü bir istihbarat örgütü kurmanın ilk adımlarını attı, Almanya’dan yardım istendi ve bu amaçla albay Walter Nikolai 1926 yılında Türkiye ye gelerek çalışmalara başladı. Bu faaliyetlerin sonuç vermesi ile MAH, 6 Ocak 1927 de kuruldu. Alt yapı kadrosu asker ve sivillerden oluşan MAH’ın ilk başta espiyonaj, kontrespiyonaj, propaganda, teknik ve destek faaliyetleri olarak adlandırılan dört ana şubesi vardı. Özellikle espiyonaj şubesi tamamen askerlerden oluşuyordu. Bu nedenle teşkilat, Genelkurmay Başkanlığı’na bağlıydı. Dolayısıyla MAH uzun yıllar Genel Kurmayın bir birimi gibi çalıştı. Yaşanan gelişmeler ve özellikle MAH’ın kuruluşundan beri dillerde dolanan MAH, CIA kontrolünde mi gibi söylentilerin detayları 27 mayıs 1960 darbesinden sonra Yassıada yargılanmalarında su yüzüne çıktı. CIA’dan alınan paralar yargılamanın örtülü ödenek bölümünde ortaya çıktı.

CIA’nın denetimine girmesi ve Özel Harp Dairesi ile ortak çalışmasından itibaren MAH için de artık asıl düşman komünizmdi. Amerikalıların isteği MAH’ın sadece istihbarat faaliyetinde değil ayrıca operasyonlar da düzenleyecek kabiliyete sahip olmasıydı. Bu nedenle anılan kararla MAH bünyesindeki subayların da özel harp eğitiminden geçirilmesine karar verildi ve 1954 yılında dört subay Amerika’ya gönderildi. Dört subay içinde en rütbeli olan ise yüzbaşı Fuat Doğu’ydu.
 

sýyah_

New member
Katılım
13 Ağu 2010
Mesajlar
454
Tepkime puanı
222
Puanları
0
Yaş
51
Bölüm 2: Yaklaşık bir yıl süren eğitimin sonunda Türkiye’ye dönen ekibin şimdiki görevi bu teknikleri diğer personele öğretmekti. Bunun için CIA tarafından hemen Emirgan’da bir okul kuruldu. Adı İstihbarat Okulu olan bu özel harp eğitim merkezinin baş öğretmeni Fuat Doğu’ydu. Her bir detaya değinilerek verilen bu eğitimler sonucu artık MAH personeli operasyon da yapabilecek kabiliyete sahip oldu. Türkeş gibi daha gençken İsmet İnönü’nün ismini bildiği Fuat Doğu, 14 eylül 1954 te MAH’a geçti. Adnan Menderes hükümeti zamanında 1950’li yılların ortasında gündemde Kıbrıs sorunu vardı. Yunanistan, 25 Temmuz 1955’te Birleşmiş Milletler’den Kıbrıs konusunu gündemine almasını isteyerek sorunu uluslararası platforma taşıdı ki akabinde sorun uluslararası büyük bir anlaşmazlığa dönüştü ve artık Kıbrıs Türkiye’nin iç politikasını belirlemeye başladı. Bu dönemde Ermeni, Yahudi ve Rum vatandaşları rahatsız eden gelişmeler yaşanıyordu. İstanbul’daki Rum ve Ermeniler kapılarında haç işareti ile karşılaştılar. Aynı günlerde İstanbul’un bazı semtlerinde bazı kişiler tarafından Kıbrıs’ın tamamen Türk olduğunu gösteren haritalar dağıtılıyordu ve bu kişileri kimse tanımıyordu. Bu olayların yanı sıra Özel Harp Dairesinde’de gerginlik ve hareketlilik hakimdi. Özel Harp Dairesi başkanı Karabelen görevden alındı, 28.Tümen komutanlığı yardımcılığına atandı. Yerine de yeni komutan atanmadı. Karabelen’in yeni göreve başladığı sıralarda Expres gazetesinde Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığı haberi yayımlandı ve gazete kentin belli bölgelerinde hızla dağıtıldı. Öte yandan Taksim meydanında izin alınmadan bir miting yapıldı. Mitingin ardından olaylar çıkmaya başladı. Gayrimüslimlerin sıklıkla yaşadığı bölgelerde iş yerleri taşlandı ve evlere saldırılar düzenlendi. Olayların gidişatından elde edilen izlenim bariz olarak saldırgan grupların hedefleri önceden bildiğini gösteriyordu. Yağma gruplarının ellerinde adresler olduğu kesinliğe kavuştu. Bu adresler MAH ve Özel Harp Dairesi’ne verilen listelerdi. Ev ve dükkanların yanı sıra kilise ve mezarlıklara da saldırılar düzenlendi, korkunç zararlar verildi. Saldırılar İstanbul’un akabinde gazetede yayımlanan haber doğrultusunda İzmir’e de sıçradı ve saldırının hedefi Konak meydanına çekilmiş Yunan bayrağı oldu. Gayrimüslimlerin evlerinin işaretlenmesinden bu yana İstanbul polisi alarmdaydı. Olaylar başladığında polisler seyretmekle yetindi. Ne kadar yardım istense de polislerin verebildiği tek cevap bir şey yapamam oldu. Polise hırsızlık ve yangın olayları dışındakilere göz yumun emri gelmişti. Olayların başlamasının ardından sıkı yönetim ilan edildi. Sıkıyönetim komutanı Nurettin Aknoz, İstanbul’u Beyazıt, Beyoğlu ve Kadıköy olarak 3 bölgeye ayırdı. Yağmalama eylemlerine katılanları yargılamak adına bu üç bölgede askeri mahkemeler kuruldu ama tüm yargılananlar hakkında bir süre sonra iddialar ve dosyalar düşürüldü. Adnan Menderes’in komünistlerin kışkırtması olduğunu belirtmesi üzerine sıkıyönetim komutanı Aknoz’un talimatıyla komünist avına çıkıldı. Polis çoğu bilindik isimler olmak üzere tahrik etmek ve yağmaya katılmak suçlamasıyla 48 kişiyi göz altına aldı. Bunun yanı sıra Aknoz’da tüm yayınların komünistler tarafından yapıldığının yazılması talimatı verdi. NATO ve üyesi ülkeler, sıkı yönetim ve hükümet aleyhine kesinlikle yazı ve haber yer almayacaktı. Öte yandan bombalama haberini veren istihbaratçı Mithat Perin’in sahibi olduğu Expres gazetesinin o sayıyı yayına hazırlayan Gökşin Sipahioğlu, olayların istihbarat örgütü MAH tarafından organize edildiğini yazıyordu. Hemen ardından yıllar sonra konuşan bir isim vardı. Orgenerel Sabri Yirmibeşoğlu. Yaptığı açıklamayla 6-7 Eylül olaylarının ayakta alkışlamaya değer bir şekilde koordine olmuş bir özel harp işi olduğunu belirtmiştir.
Özel Harp Dairesi’nin ilk gizli eylem alanı Kıbrıs oldu. Özel Harp Dairesi elini çabuk tutmuş üç ay önceden adaya gidilip sivil unsurlar örgütlenmeye başlamıştı bile. Öte yandan Yunanistan gizli ordusu “Koyun Postu” da Kıbrıs’taki Rumları örgütleme yoluna gitti. Dolayısı ile Özel Harp Dairesi, Yunanlıların sivillerden kurduğu EOKA örgütü ile karşı karşıya geldi. Türkler de sivillere eğitim vererek “kara çete”, “volkan” gibi örgütler kurdular ancak bu örgütler EOKA’ya karşı organizede sıkıntı çekiyordu. İstenen, Türkiye’den askeri ve silah desteği verilmesiydi. Sonunda Adnan Menderes hükümeti de adada gizli bir örgütün kurulmasını istedi. Amaç adanın bir bölümünde Türk devleti kurulmasını sağlamaktı. Gizli örgütün kurulma çalışmalarına başlayan İsmail Tansu, detaylı bir proje hazırladı. İçeriğinde kurulacak gizli karargahlara kadar en detaylı bilgiler yer aldı. Bu sırada örgütün liderliği yarbay Rıza Vuruşkan’a verildi.1 ağustos 1958’de kurulan yavru özel harekat timi TMT’nin ilk dört kişilik hücresi oluşturuldu. İlk etapta ise adaya 5 subay 14 de yedek subay gönderildi. Adaya giden özel harpçilere maske görevler bulunarak kamufle sağlandı. TMT lideri Vuruşkan’ın maske görevi müfettişlikti. Hiç bir yasal dayanağı olmayan bu örgütün silah ve cephane teminatı ile Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes ilgileniyordu. Bakanlık, ilk olarak adaya gönderilecek silahlara çürük raporu çıkartıyor daha sonrada depolardan çıkartılıyordu. Sonradan da adaya sevk ediliyordu. Bunun akabinde ada ile Ankara Özel Harp Dairesi arasındaki iletişimde kullanılmak üzere Türkiye’ye olası bir Sovyetler işgalinde NATO ile temas kurmak için verilen telsizler kullanıldı. Amerikalıların denetimde telsizlerin yokluğunu farketmemeleri için kutular peynir kalıplarıyla doldurulup tekrar gömüldü. Kıbrıs’ta TMT içinde görev alacak siviller uçakla adadan Türkiye’ye getiriliyor eğitim veriliyor ve tekrar adaya getirilirken yenileri Türkiye’ye getiriliyor, hiç bir boşluk yaşanmıyordu. Özel Harp Daires’nin özel harp tekniklerini uyguladığı ilk yer Kıbrıs oldu bunu da kendi bünyesindeki TMT ile yaptı. 27 Mayıs 1960’ta Milli Birlik Komitesi’ni oluşturan 38 subayın yönetime el koyduğu açıklanarak Türkiye ileride daha şiddetlilerini yaşayacağı ilk askeri darbeyi gördü. Orgeneral Cemal Gürsel liderliğindeki komite ordu içinde tasfiyelere başladı, dört bin subay emekli edildi. İlginç olan ise Amerika’nın tüm masraflarını karşıladığı Özel Harp Dairesi’nin başında bulunan Karabelen’de emekliye sevk edilen subaylar arasındaydı. Bu darbe, Özel Harp Dairesi için bir dönüm noktası niteliği taşıyordu. Çünkü Özel Harp Dairesi bünyesinde emekli edilen tek subay Karabelen değildi. Bunun yanı sıra onu aşkın subay emekli edildi ve yerlerine yenileri atanmadı. Milli savunma bakanlığından gelen ödenek de kesildi. Bu nedenle de dairenin tüm yükü Yarbay İsmail Tansu üzerine kalmıştı. O da bunun üzerine harekete geçerek daire ile ilgili planları öğrenmek istiyordu. Bu nedenle Başbakan Müsteşarı Alparslan Türkeş’ten randevu aldı. Türkeş, tüm bu olanlar doğrultusunda dairenin komünizm ile mücadeleden uzaklaştığı, Menderes’in istihbarat örgütü olarak çalıştığı izlenimini edinmişti. Tansu ise Kıbrıs konusundaki hassasiyetten adadaki faaliyetlerde deşifre olma tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını dile getirdi. Bunun üzerine Türkeş, dairenin kapanmayacağını ve tüm isteklerin karşılanacağının garantisini verdi. Aradan üç gün geçti. Ne paradan ne subaylardan haber yoktu. Bunun üzerine Tansu tekrar Türkeş ile görüşmeye gitti. Sorunların hallolmadığını gören Türkeş, Dışişleri Bakanı Selim Alper’i çağırarak ödeneğin teminini hemen sağladı ve dairenin sorunları çözüldü. Darbeden sonra görevden alınan Karabelen’in yerine uzun süre komutan atanmadı. Emekliye sevk edilen subaylar arasında dairenin kurmay başkan ve başkan yardımcısı da olduğundan dolayı neredeyse dairenin başı boş gibiydi. Üstüne, Alparslan Türkeş’in sürgün edilmesinden sonra Milli Savunma Bakanlığı’ndan gelen para da kesildi ama Amerika’dan gelen parada hiç bir aksaklık söz konusu değildi. Yedi ay sonra Özel Harp Dairesi yeni komutanına kavuştu, Emekli Albay Faruk Ateşdağlı. Yalnız bu, Faruk Ateşdağlı’nın istediği bir görev değildi. Bu yüzden daire işleri ile pek ilgilenmedi. Yine tüm sorumluluk İsmail Tansu’nun omuzlarında devam etti. Bu ilgisizlikten dolayı kısa süre içinde Ateşdağlı görevden alındı hemen ardından dairenin gördüğü en düşük rütbeli subay göreve atandı. Kurmay Binbaşı Şaban Başsoy, yaklaşık iki yıl Özel Harp Dairesi görevini yürüttükten sonra yerine 27 Mayıs’ın en aktif üyelerinden Albay Sezai Okan atandı. 27 Mayıs darbesini en sancılı atlatan askeri birlik Özel Harp Dairesi oldu. Bir sürü subay görevden alındı, yenileri atanmadı. Daireye gelen örtülü ödenekte aksamalar oldu hatta kesildi. Dairenin başı boş kalmasın diye atanan üç komutan da daire ile pek ilgili olmadı. Bu sıralarda Türkiye kendi içinde önemli gelişmeler yaşıyordu. Yassıada’da idama mahkum edilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan darağacına yollandı. Referandum ve seçim yapıldı, en önemlisi ise genelkurmay başkanlığı koltuğuna Cevdet Sunay oturdu. Türkiye için adeta yeni bir dönem başlıyordu. Bu yeni dönemin baş düşmanı yine komünizmdi, çünkü 27 Mayıs anayasasının yarattığı ortamda sosyalist fikirler tartışmaya çok açıktı. Bu sebeple özellikle öğrenciler arasında sol görüş hızla yayılıyordu. Bu durumdan rahatsız olan Cevdet Sunay, devleti kurtarma planını yürürlüğe koydu. Düşman yine aynıydı ve bu sefer komünistlere karşı devletin yeni silahı islamcılardı. Her yerde devlet desteği ile Türkiye’nin menfaatleri için dinci dernekler açılıyordu. Tüm bu olaylar sürerken genel seçimler geldi ve Süleyman Demirel başbakan oldu. Yeni hükümet göreve başlar başlamaz iki kurumda önemli değişiklikler oldu. MİT ve Özel Harp Dairesi. Özel Harp Dairesi başına Tuğgeneral Recai Engin atandı. Yeni kamplar açıldı, ödenek arttırıldı. Özel Harp Dairesi yavaş yavaş eski ihtişamına kavuşurken MİT’de de köklü değişiklikler yapıldı. Fuat Doğu MİT müsteşarlığına getirilirken istihbarat daire başkanlığına ise Cihat Akyol getirildi. Ne var ki bu iki özel harp eğitimli subay da ileri zamanlarda her gün karşı karşıya gelmeye başladı ve MİT’te gergin bir hava hakim olmaya başlamıştı. Cihat Akyol, MİT müsteşarlığının kendi hakkı olduğunu savunmasına karşın Fuat Doğu’da Akyol’u koltuğunda gözü olmasıyla suçluyordu. Sonunda Süleyman Demirel kavgaya müdahale etti ve Cihat Akyol, Özel Harp Dairesi başına getirildi ve bunun akabindeki bir değişiklikte dairenin adı Seferberlik Tetkik Kurulu yerine Özel Harp Dairesi yani gerçek adını almıştı. Cihat Akyol’un Özel Harp Dairesi başına gelmesi bir dönüm noktasıydı. Akyol, dairede yeni bir yapılanmaya gitti. Varlığını bugün bile sürdüren Amerikan askeri yapısı ve teknikleri ile birlikleri ve timleri yeniden dizayn etti. Bu sırada da gün geçtikçe gelişen dairenin artık küçük kaldığı kanaatince dairenin seviyesi tümene yükseltilmişti. Bu değişiklikler etkisini kısa zamanda Türkiye üzerinde gösterdi. Yeniden yapılanan Özel Harp Dairesi etkinliğini sol hareketi önleme eylemlerinde gösterdi. İslamcıların ve ülkücülerin başrol oynadığı olaylar ve siyasal cinayetler bu dönemde yaygınlaştı. Tüm bunlar Cihat Akyol’un daire başında iken hazırladığı broşür ve kitapçıklarda yer alıyor, provokasyon eylemlerin etkinliği detaylı olarak anlatılıyordu. Akyol’un tüm anlattıklarının en son noktası darbe. 12 Mart ve 12 Eylül gibi. Bir çok gizli ordunun da kullandığı bir teknik olduğu da aşikardır. Siyasal cinayetler işleniyor, bombalar patlıyor, katliamlar gerçekleştiriliyor, sol görüşlü öğrenciler ile ırkçılar karşı karşıya getiriliyor. Amaç ise halkın bıkması ve gelecek yönetime razı olmasıdır. Komünizmle mücadelenin bir parçası olan ülkücüler, Türkeş’in açtığı komando kamplarında gördükleri eğitim sonrası militan örgütlenmeye gidiyorlardı ve komünizme karşı şiddeti meşru sayıyorlardı. Onlara göre devlet komünizme karşı hiçbir şey yapmıyordu, o halde onların bir şeyler yapması gerekiyordu. Türkeş, açtığı kamplarda ülkücüleri hızla teşkilatlandırırken buradaki çalışma programı detayları ile ilk kez 1970 yılında emniyet müdürlüğünün hazırladığı raporda yer aldı. Raporda en göze batan ve en korkunç detay ise silahlı eğitim veriliyor olması gerçeğiydi! Özel Harp Dairesi başkanı Cihat Akyol, ABD başkanı Kennedy’nin soğuk savaş süreci politikalarını sıkı takip ediyordu. Kennedy, o dönemde komünizm ile mücadelede yeni bir askeri kuvvetten bahsediyordu. Özel kuvvetler! Türkiye’de de Özel Harp Dairesi bünyesinde özel birimler kurulma girişimleri başlamıştı. Ne var ki hızlı ilerleme kaydedilemiyordu. Bunun üzerine Cihat Akyol ekibi ile birlikte Amerika özel kuvvetler komutanlığını görmeye gitti. Akyol ve ekibi detaylı bilgiler ile geri döndü. Cihat Akyol bu bilgileri Özel Harp Dairesi bünyesinde uygulamaya koyulurken komando kamplarında militanlaşmaya giden ülkücüler sokaklara çıkmaya başlamıştı. Hedefleri solcu öğrenciler, aydınlar ve bilim adamlarıydı. Amaç sol hareketin önünü kesmekti ve buna kimse dur demiyordu. Ülkücülerin sokaklara dökülmesinin ardından her gün yeni bir olay yaşanıyor, peş peşe solcu öğrenciler öldürülüyordu. Bu dönemde kimler tarafından işlendiği bilinmeyen cinayetler kayıtlara geçmiyordu. En son bir Tıp fakültesini basan ülkücülerinin silahlarının ordu malı olduğu tespit edildi. Cinayette kullanılan 6815296 seri numaralı silahın Jandarma Teğmen Mustafa İlerisoy’a kayıtlı olduğu ortaya çıktı. İster istemez akıllara Özel Harp Dairesi’nin sivil unsurları ülkücüler mi sorusu geliyordu. 1971 yılında Cihat Akyol’un kuramına uyan provokasyon eylemleri başladı. Üniversite öğrencileri öldürüldü, bombalar patlatıldı, katliamlar gerçekleştirildi, sivil unsurlar sokağa döküldü ve sonunda 12 Mart 1971 günü darbe gerçekleştirildi. Sıkıyönetim ilan edildi, özgürlükler askıya alındı hatta kullanılmaz hale getirildi. Darbe sola karşı yapıldı. Sürgünler, gözaltılar, işkenceler başladı. Orduda kendi içinde sola karşı bir tasfiye girişimine başladı. Amaç ülkeyi yeniden biçimlendirmekti. Gözaltına alınan kişiler için özel işkenceler ve sorgu merkezleri hazırlandı. İstanbul’daki merkez Ziverbey Köşkü’ydü. Sorgu ekibini özel harp eğitimi almış subaylar ve emniyetten bazı isimler oluşturuyordu. Köşkte sol görüşü savunduğu için gözaltına alınan birçoğu tanınmış isimler işkencelere maruz kalıyordu. Köşkteki işkenceci komutanlardan biri tanıdık bir isimdi, Turgut Sunalp. Sunalp, emekli olduktan sonra verdiği demeçlerde sorgulara katıldığını açıkladı. Üstelik işkenceli sorguları yapanların özel eğitimli olduğunu da itiraf etti. 27 Mayıs’taki gibi Özel Harp Dairesi, 12 Mart darbesinden de etkilendi ve bu sefer hedefte iki önemli isim vardı. Fuat Doğu ve Cihat Akyol. İlk görevden alınan Fuat Doğu oldu, iki ay sonra Lizbon büyük elçiliğine atandı. Cihat Akyol ise tasfiye edileceğini anlamasının üzerine bir dilekçe ile kıtaya çıkmak istediğini beyan etti ve talebi hemen kabul edilerek yeni görev yeri Trakya Tümen Komutanlığı’na ataması yapıldı. Cihat Akyol’un yerine ise hiç vakit kaybedilmeden Tuğgeneral Kemal Yamak atandı. 1973 yıllarına gelinmesine rağmen iki yıl önce gerçekleşen darbenin etkileri hala sürüyordu. Bu iki yıldan beri Özel Harp Dairesi’nin başkanlığını Yamak yürütüyordu. Sıkı yönetim komutanı ise Akyol’dan önce Özel Harp Dairesi başkanlığını yapan Recai Engin. Tüm generallerde olduğu gibi Kemal Yamak ve Recai Engin’in de gözleri yapılacak olan Yüksek Askeri Şura’daydı. Her ikisi de görevlerinde kalmak istiyordu ve neticede istedikleri oldu. Bu sırada gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçiminde koltuğa oramiral Fahri Korutürk oturdu. Yeni cumhurbaşkanını seçmiş olan Türkiye için kritik bir dönemdi.
 

sýyah_

New member
Katılım
13 Ağu 2010
Mesajlar
454
Tepkime puanı
222
Puanları
0
Yaş
51
Bölüm 3:Çünkü genel seçimler de yaklaşmıştı. Kritik olan ise iki yıldır yönetimin askerin elinde oluşu, yönetime gelecek isimlerin bu yüzden çok önemli oluşuydu. Bu seçimlere sert konuşmalarıyla damga vuran bir isim vardı.Bülent Ecevit. Bu konularla ilgili ilk açıklamasını MİT için yaptığı karanlıktır diyerek istihbarat teşkilatı hakkında yapmıştı ki seçim tarihi yaklaştıkça açıklamalar da sertleşiyordu. Bu kez Ziverbey’deki olaylarla ortaya çıkan kontrgerilla ve işkencecilerden hesap soracağını söyledi ve seçim zamanı geldiğinde açılan sandıklardan CHP çıktı. Dolayısı ile Başbakanlık koltuğu Ecevit’in oldu. Seçim meydanlarında kontrgerilladan hesap soracağız diyen Ecevit zamanla büyük sürprizlere şahit oldu. İlk önce Ecevit’in makam telefonunun MİT üzerine kayıtlı olduğu ortaya çıktı. Başbakanı bile rahatça dinliyorlardı. Bu konu, Ecevit’in, konuştuklarımda sakınca içeren bir şey yok açıklamasıyla kapatıldı. Asıl sürpriz ise, Ecevit’in kontrgerilla olarak bildiği varlığından dahi haberdar olmadığı Özel Harp Dairesi’nin, Ecevitin ayağına gelmesiydi. 1974 yılından beri her yıl alınan ödenek pek sağlıklı olmadı. Yamak’ın Amerikalı yetkililerle görüşmesi pek sağlıklı olmadı. İhtiyaç olan yeni silahların haberleşme sistemlerinin yenilerinin verileceğini yalnız bu maliyetin ödenekten kesileceğini belirttiler.Özel Harp Dairesi ödeneği alamadı. Akabinde gerekli paranın örtülü ödenekten sağlanması teklifi ortaya sürüldü. Yalnız bir sorun vardı. Bu ödeneğin kontrolü başbakanın elindeydi. Teklifin kabul edilmesi çok zor bir ihtimaldi ama yine de Genel Kurmay Başkanı Semih Sancar randevu alarak Bülent Ecevit ile görüşmeye gitti. Bu görüşme, dairenin deşifre olduğu andı. Ecevit, ilk defa gizli bir kuruluştan haberdar oluyordu. Semih Sancar yanında Özel Harp Dairesi’ne ait evraklar da getirmişti. İstenilen paranın yüksek olması nedeniyle bir düşüneyim diyerek evrakları Sancar’dan aldı. Bu Ecevit için eşi bulunmaz bir fırsattı. Ödeneği sağlaması, Özel Harp Dairesi’ni kontrol altına almak demekti. Ödeneği verecekti ama Özel Harp Dairesi’nin tüm girdi çıktılarını öğrenme şartını sunuyordu. Ecevit, hemen Özel Harp Dairesi hakkında bir brifing istedi. Genelkurmay Başkanı Semih Sancar Ecevit’i arayarak brifing verileceğini söyledi. Ecevit, daire hakkında brifing alacak ikinci siyasetçiydi. Brifing çok gizli tutulmuştu. Semih Sancar ve Kemal Yamak eşliğinde brifing başladı. Yalnız bir nokta Ecevit’in kuşkularına kuşku eklemişti. Bunun sebebi Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantılarının olmasıydı. Özel Harp Dairesi’nin varlığından artık haberdar olan Ecevit dairenin sivil unsurlarını iptal etmek için girişimlerde bulunduysa da bu konu askıya alındı, çünkü daha önemli gelişmeler yaşanıyordu. Ecevit’in başbakanlık koltuğunda TSK, 20 temmuz 1974’te Kıbrıs’a çıktı. Adada aktif görev alan birimlerden biri ise Özel Harp Dairesi’ydi. Daireye ek bir görev de tahsis edildi. Adadaki tüm istihbarat faaliyetlerini Özel Harp Dairesi yürütmeye başladı. Ancak hareketin son günlerine yaklaşılmasına rağmen Genel Kurmay’a da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na da bir bilgi gelmiyordu. Sonunda görevi Genel kurmay İstihbarat Dairesi üstlendi ve Deniz Kuvvetleri’ne istihbarat sağlandı. Yamak’a göre Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan’ın istediği tüm bilgiler albüm halinde gönderildi ancak çok gizli damgalı olduğundan askerler tarafından ilgili komutanlıklara gönderilmek yerine arşive kaldırılmıştı. Özel Harp Dairesi’nin istihbarat toplamaması nedeniyle ilk gece genel kurmay ile adaya çıkmaya çalışan birlikler arasında irtibat sağlanamadı. Ancak bir sonraki gün irtibat sağlanabildi. Harekatın birinci aşamasının sonunda barış görüşmeleri başladı. Ama konferanslar devam ederken Rumların oyalama taktiğini uyguladıkları görüşünü edinilmesi üzerine Türk birlikleri, adanın üçte birlik alanını kontrol altına aldı. Özel Harp Dairesi’nin harekat sırasında hiç bir istihbarat sağlamaması Kıbrıs nedeniyle dairenin üstüne gitmeyen Ecevit’te pişmanlık yaptı. Kıbrıs harekatı devam ederken Özel Harp Dairesi Başkanı Yamak’da Cenevre’de konferanstaydı ama kulağı Türkiye’deydi. Nedeni ise tayin haberini bekliyordu. Konferans sırasında Yamak’a Özel Harp Dairesi başkanlığından alındığı haberi geldi. Yamak’ın yeni görev yeri 4. Zırhlı Tugay Komutanlığı oldu. Hiç beklemeden yerine Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu atandı. Sabri Yirmibeşoğlu’nun Özel Harp Dairesi başkanlığına geçtiği sıralarda ülkücülerin eylemleri yeniden başladı. 12 Mart darbesinden sonra bu eylemler kesilmişti ama komünizm tekrar diriliyor gerekçesiyle ülkücüler yeniden harekete geçiyorlardı ve bunun önünü açan siyasi gelişmeler yaşandı. Milliyetçi cephe hükümeti kuruldu. Hükümetin kurulmasıyla Özel Harp Dairesinin savaş dönemi için eğittiği ve ülkücüler arasından seçilen sivil unsurlar da sokağa çıktı. Kapatılan komando kampları yeniden açıldı, sivil unsurlar bombalı eğitime dahi tabi tutuldu. Kamptan çıkan yer altı unsurlarını oluşturan vatansever ülkücüler artık üniversiteler ve sokaklardaydı. 1976’dan itibaren ise vurucu güç olarak yaklaşık 50 kişilik bir ekip ortaya çıktı. Ekibin lideri ise Abdullah Çatlı’ydı. Abdullah Çatlı ile ilgili karanlık bilgiler Özel Harp Dairesi’nde görevli bir subay olan Korkut Eken’in itirafıyla ortaya çıktı. En önemlisi ise Korkut Eken’in Abdullah Çatlı’nın Özel Harp Dairesi’nin sivil unsurlarından olduğu itirafıdır.
Sabri Yirmibeşoğlu, Özel Harp Dairesi görevini iki yıl sürdürdü ve dairedeki çalışmaların çizgisini hiç bozmadan başarıyla devam ettirdi. Özel Harp Dairesi’nde görevini devam ettirirken 1 Eylül 1976 tarihinden itibaren Türkiye’ye verilen NATO İstihbarat Daire Başkanlığı boşalıyordu. Askeri şurada bu göreve Yirmibeşoğlu’nun getirilmesine karar verildi ve Özel Harp Dairesi görevinden alındı. Yerine ise örgütçü ve askeri disiplini ile ön plana çıkan Tuğgeneral Atilla Erdoğan atandı. Bu sırada tekrar faaliyete geçen komando kamplarındaki eğitimlerden çıkan sivil unsurların yarattığı katliamlar gittikçe artıyordu. Bunun yanı sıra sol muhalefet de kendini hissettirmeye başlamıştı. Özellikle işçiler sokaklara dökülüyordu. Tam bir direniş sergiliyorlardı ve sol, bu hareketliliğini en güçlü şekilde 1 Mayıs 1977 kutlamalarında gösterdi. Herkesin korkusu bu kutlamayı solcuların greve dönüştürmesiydi ve öylede oldu. Bu sırada Ecevit tekrar meydanlardaydı ve en çok vurgu yaptığı konu yine Kontrgerilla’ydı. Özel Harp Dairesi adını zikir etmese de kontrgerilla hakkında mitinglerde konuşarak Türkiye’nin önündeki seçimler için epey oy topluyordu. 1 Mayıs 1977 günü geldiğinde sol gruplar yavaş yavaş büyük bir coşkuyla Taksim meydanına ilerliyordu.Her yer bayraklarla doluydu. Herkes büyük bir coşku içindeyken bir el silah sesi duyuldu, ardından iki el. İnsanlar ne olduğunu kestiremiyor panikliyordu. Çok geçmeden yaylım ateşi başladı. Sol grupların kaçabileceği tüm yollar kapatılmıştı. Özellikle dikkatleri çeken sular idaresinin üstünden ateş açan tetikçilerdi. Resmen bir ölüm tuzağı kurulmuştu. 20 dakika süren provokasyon amaçlı saldırıda 34 kişi öldü ve bir çok kişi yaralandı. 1 Mayıs vahşetini gerçekleştirenler amacına ulaşmıştı. Terörün boyutu halkı korkutmuş, kimseler sokağa çıkmaz olmuştu. Bu durum yaklaşan seçimlerde iktidar olması beklenen CHP’nin işini zorlaştırıyordu. Bu durum Bülent Ecevit’i rahatsız ediyordu ve bu vahşette hiçbir iz bırakılmaması, kusursuz bir plan olması nedeniyle aklına ilk olarak Özel Harp Dairesi geliyordu. Bunun akabinde Ecevit Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ü daire hakkında bilgilendirmeye karar verdi. Bunun için 6 Mayısta Çankaya köşküne çıktı ancak Korutürk Ecevit’ten anlattıklarını yazılı olarak göndermesini istedi. Ecevit Korutürk’ün isteğini yerine getirerek bir mektupla durumu Korutürk’e bildirdi. Bu mektup Türkiye için dönüm noktalarından biriydi. Sır gibi gizlenen Özel Harp Dairesi artık Cumhurbaşkanlığında’ki resmi belgelere girmiş oldu. Ecevit’in mektubu çok önemli bilgiler içeriyordu. Özel Harp Dairesi’nin tüm inceliklerini mektupta belirtmişti. Bunun üzerine Korutürk’de mektuba resmiyet kazandırarak birer kopyasını genelkurmay başkanı Sancar ve Başbakan Süleyman Demirel’e gönderdi. 1 Mayıs katliamından sonra Özel Harp Dairesi’nin eylemlerini gündeme getiren Ecevit’de hedefti artık. Yaklaşan seçimler dolayısı ile meydanlara çıkan Ecevit’in peşini saldırılar bırakmıyordu. Bu yüzden Ecevit gittiği her yerde önemli derecede güvenlik önlemleri aldırıyordu.
Artık seçimlere beş gün kalmışken ve Ecevit çalışmalarına devam ederken önemli ve herkesi şaşırtan bir gelişme oldu. 1 haziran 1977 günü Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun emekliye sevk edildi. Üstelik iki ay sonra yapılacak askeri şura beklenmeden. Bir süre sonra açıklama yapan Genelkurmay Başkanı Sancar TSK macera peşinde koşanlara asla iltifat etmeyecektir açıklamasını yaptı. Ancak bir yıl sonra bu sözlerin anlamı ortaya çıktı. Namık Kemal Ersun, CHP’nin iktidara gelmesini önlemek için darbe hazırlığına girişmişti. Sık sık darbe girişimi için İstanbul’a giden Ersun, Özel Harp Dairesi çıkışlı generaller subaylar ile bir araya geliyordu. Seçim kararının alınmasından sonra terör hızlandı, olaylar artış kazandı ve 1 Mayıs vahşeti gerçekleştirildi. Dolayısı ile 1 Mayıs katliamının arkasında Ersun ve ekibi vardı. Darbe girişiminin arkasındaki fiili isim ise Alparslan Türkeş’ti. İki ay sonra askeri şura yapıldı ve Ersun’un ekibinin tasfiyesi kararı alındı. Akabinde 850 subay ordudan atıldı. Atılanlar arasında Özel Harp eski başkanı Recai Engin ve Korgeneral Musa Öğün’de vardı. 5 haziran 1977 de Ersun emekliye sevk edilerek özel harpçilerin darbe girişiminin önüne geçilmiş oldu. Başbakan Süleyman Demirel darbecilerin önünün tamamen kesildiğini düşünüyordu. Ancak Ecevit’in hükümeti kurmasıyla özel harpçiler tekrar harekete geçti. Unutulan bir isim vardı. Orgeneral Vecihi Akın. Özel Harp Dairesi’nin de kendisine bağlı olduğu Akın’ın Ersun’a çok yakın olduğu biliniyordu. Ama ne diğerleri gibi emekliye sevkedildi ne de kızağa çekildi. Ancak Doğan Öz cinayetinden sonra Akın, İzmir’de NATO karargahına atanarak kızağa çekildi. Nedeni ise yeni bir darbe hazırlığıydı. Gizli toplantılar ve girişimler oldu. Bu darbe girişiminin istihbaratını ise MİT sağladı. Yine bir sonuç alınamamış bir darbe girişimi oldu. 1978’li yıllara gelinmişti. Büyük Reis Abdullah Çatlı’nın liderliğindeki 50 kişilik ekibin yarattığı terör hızını gün geçtikçe arttırıyordu. Büyük eylemler, cinayetler hatta alışılmamış tarzda, adrese bomba yollamak gibi bir sürü eylem gerçekleştiriyorlardı. Bu sırada sivil unsurların hedefi haline gelen Ecevit 1978 yılının yazında Sarıkamış’taydı. Bunun üzerine Kahramanmaraş’taki sivil unsurlar Türkiye tarihindeki en büyük katliam planlarından birini uygulamaya başladı. Siyasal cinayetlerden katliamlardan sonra sıra inanç ayrımcılığı yaratmaktı. Bu katliam da tıpkı 1 Mayıs gibi özel harp tarzı bir olaydı. Bu kez hedef Alevilerdi. Türkiye’yi 12 eylül darbesine götüren olaylardan biri Kahramanmaraş olaylarıdır. Bu dönemde Türkeş başbakan yardımcısıydı ve MİT ve diğer istihbarat örgütlerinin tek hakimiydi. Türkeş bu dönemde bir planı devreye soktu. Bu plana göre Kahramanmaraş gibi kentler Türklüğün kökenlerinin bulunduğu kentlerdi ve bu kentlerdeki alevi ve solcular dokuyu bozuyordu. Bu kentler ülkücü örgütlenmenin cephesi yapılmalıydı. Olaylar hemen başladı. Eylemler başladı, bombalar atılmaya başlandı. Hiç ara verilmeden olaylar ikinci günde devam etti. Alevilerin evleri dükkanları yağmalandı. En ilgi çekeni de güvenlik güçlerinin ortada olmamasıydı. Olaylar aynı 6-7 eylül olaylarını andırır nitelikteydi. Hemen 13 ilde sıkıyönetim uygulandı. Sonunda yönetime asker de aktif şekilde dahil oldu. Bülent Ecevit’e göre Kahramanmaraş olaylarının asıl amacı hükümeti sıkıyönetime mecbur bırakmaktı. Evet amaç kesinlikle buydu. Kahramanmaraş olaylarının aynısı Çorum’da da organize edildi. Yine hedef Alevilerdi. Evleri tarandı, yağmalandı, kayıplar verdirildi ama Kahramanmaraş olayları kadar aktif bir durum olmamıştı. Kusursuz bir organizasyon ile sivil unsurlar istediği noktaya ulaşmıştı. 1980 yılında suikastler doruk noktasına ulaştı. Kahramanmaraş ve Çorum’un yanı sıra öyle katliamlar oluyordu ki resmen darbeyi çağırır nitelikteydi ve sonunda çağırılan darbe 12 Eylül sabahı geldi. Siyasi partiler sivil toplum kuruluşları kapatıldı, meclis feshedildi. Yüzlerce kayıp verildi idamlar oldu işkencelerde ölenler oldu. Bu kez darbeden MHP’de nasibini aldı ancak Çatlı ve Oral Çelik gibi devletle bağlantılı darbeye ortam hazırlayan kişiler çoktan yurtdışına kaçmıştı. Sivil unsurlarının darbeye ortam hazırladığı Özel Harp Dairesi darbede de aktif görev aldı. Darbeyi hazırlayan Orgeneral Haydar Saltık’tı. Saltık darbeden bir yıl önce çok özel bir birim kurdu. Çok gizli bir dosya hazırladı ve komutanlara sundu. Bu darbe planı hazırlanırken üç kurumdan yararlanıldı. Genelkurmay Harekat Başkanlığı, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı ve Özel Harp Dairesi. Doğrudan Saltığ’a bağlı olması nedeniyle istihbarat kaynağı Özel Harp Dairesi’ydi.
12 Eylül darbesi Türkiye’nin miladı oldu. Özel Harp Dairesi’nde 12 Eylül’den sonra değişiklikler oldu. İlk değişen ise dairenin başkanı oldu. Tuğgeneral Aydın İlter, Kenan Evren tarafından dairenin başına getirildi. Özel Harp Dairesi’nin hareketli günleri darbeden sonra geride kaldı. Yalnızca ASALA operasyonları yapıldı. Hedef olan komünistler yargılanmış idam edilmiş, ceza evlerine konmuştu. Bu dönemde Özel Harp Dairesi’nin kökeninde değişikler yapılıyordu. Operasyonel görevler üstlenecek özel birlikler kuruluyordu. Sürekli eğitim gören bu birlikler herhangi bir operasyonda verilecek görevi bekliyorlardı. İlter, Özel Harp Dairesi’nin başındaki görevini 3 yıl sürdürdü. İlter, görevini 1983’te Tuğgeneral Cumhur Evcil’e devretti. Özel Harp Dairesi’nde her yıl bir ekip Amerikan özel kuvvetleri kamplarına gönderiliyordu ve zamanla bu kamplara gönderilen subay sayıları arttı. Giden yeni ekip arasında ilk sırada yer alan iki isim vardı. Korkut Eken ve Eşref Hatipoğlu. Amerikan özel kuvvetlerinin aldığı eğitimin bire bir aynısını aldılar. Bu ekiplerin Amerika’dan dönmesiyle birkaç yıl önce kurulan ama pasif kalan özel birlikler komutanlığı tam olarak aktif hale geçirildi. Bu komutanlık başına ise Korkut Eken getirildi. 1984 yılında iki yıl süren bu sıkı eğitimlerin sonunda bu timlerin sayısı dört olmuştu. Tamamen subay ve astsubaylardan oluşuyordu. Yeni timlerin oluşturulması çalışmaları sürerken Türkiye yepyeni bir tehditle tanıştı, PKK terör örgütü. 15 ağustos 1984 günü akşam 21:00 sularında Siirt’in Eruh, Hakkari’nin Şemdinli ilçeleri silahlı bir grup tarafından basılmıştı. Büyük bir şaşkınlık vardı, çünkü hiç kimsenin beklemediği bir şeydi. Tüm yasadışı faaliyet yapacak kişiler darbe dolayısıyla etkisiz hale getirilmişti. Bu tarih PKK terör örgütü ile tanıştığımız tarih oldu ve örgüt Türkiye ye karşı gerilla savaşını başlatmıştı. Bölgede ne polis ne de asker tam manasıyla bir direniş gösterememişti. Akıllara gelen ilk isim Özel Harp Dairesi oldu ve hazırlanan timlerin Güneydoğu’ya gönderilme kararı alındı. Ardından dört özel tim bölgeye kaydırıldı. Timlerin başında ise Binbaşı Korkut Eken vardı. Yıllardır illegal görevlerde yer alan Özel Harp Dairesi’nin artık resmi ve legal bir görevi vardı. PKK terör örgütü ile çatışmaya giriyorlardı. Bu artık yüz üstüne çıkmanın belirtileriydi. Bu çatışmalarda Astsubay Yüksel Batır yaşamını yitirdi. Batır, Özel Harp Dairesi’nin ilk şehidi olarak kabul edildi. Artık Özel Harp Dairesi iyice yüz üstüne çıkmıştı. Hatta ilk defa basın karşısına geçtiler. Özel Harp Dairesi Başkanı sıfatıyla basın karşısına çıkan ilk komutan Tuğgeneral Kemal Yılmaz oldu. Kemal Yılmaz görevi devraldıktan altı ay sonra korgeneral Doğan Beyazıt’la basın karşısına geçerek soruları cevaplandırdılar ama soruların cevaplanması kontrgerilla tartışmasının kapanması yerine daha da ateşlenmesini sağladı. Bu sırada Genelkurmay Başkanlığı’na Doğan Güreş paşa getirildi. Güreş paşanın da rahatsızlığı Özel Harp Dairesi’ydi, daire hakkındaki tartışmaların son bulmayacağını görüyordu. Çünkü NATO bünyesindeki diğer gizli ordular tartışmaların kurbanı olarak çil yavrusu gibi dağıtılmışlardı. Ordu PKK terör örgütü ile mücadele için kullanılan Özel Harp Dairesini kapatmak, sivil unsurlarını dağıtmak yerine yeni bir yapılanmaya gitti. Bu yapılanma ile bizzat Güreş paşa ilgilendi. Bu yapılanma için Güreş paşa İngiltere ardından Amerika’ya giderek iki benzer özel kuvvetleri görerek Özel Harp Dairesi’nin yapısında da değişikliğe gitti ve 1991 eylülde dairenin adı “Özel Kuvvetler Komutanlığı“olarak değiştirildi. Bu ismin verilmesinin sebeplerinden biri kontrgerilla suçlamasının üstünü kapatmak. Diğeri ise PKK terör örgütü terörüne karşı son teknoloji ile donanımlı özel eğitimli askerlerle savaşmak.

 

sýyah_

New member
Katılım
13 Ağu 2010
Mesajlar
454
Tepkime puanı
222
Puanları
0
Yaş
51
Bölüm 4:
ÖZEL KUVVETLER KOMUTANLIĞI BUGÜN ÜÇ UNSURDAN OLUŞUYOR;
Bunlardan birincisi, işgal ve savaş durumunda cephe gerisinde düşmanı bozguna uğratacak adı Seferberlik Tetkik Kurulu yani Özel Harp Dairesi’nin ilk adı olan sivil unsurlar. Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler Komutanlığı adını aldığında sivillerin bağlı olduğu birim bir daireye dönüştürüldü, sayılarında artışa gidildi.

İkinci temel yapı ise, savaş ve işgal sırasında geri örgütlenmeyi yapacak askerlerden oluşuyor. Bu askerlerin bağlı olduğu yer, Muharebe Arama Kurtarma (MAK) Birliği’dir. Özel kuvvetlerin en iyi yetişmiş subay ve astsubaylarının yer aldığı bu birim savaş ve işgal durumlarında cephe gerisinde çok kritik noktalarda görev yapmak için eğitiliyor.

Üçüncü temel yapı ise, terör olaylarında görev yapan timlerin bağlı bulunduğu özel kuvvetler oluşturuyor. Tugay seviyesinde olan bu kuvvet Amerikan özel kuvvetleri örnek alınarak yapılandırılmıştır. Bu kuvvet Bordo Bereliler olarak da biliniyor ve bu kuvvetin eğitilmesine daha fazla ağırlık veriliyor.

Silahlı kuvvetler içinde en seçkin birlik olan özel kuvvetler personeli tamamen gönüllülük esasına göre seçiliyor. Eğitim tam 3.5 yıl sürüyor. iki yılı temel özel harp eğitimiyle geçiyor ve eğitimdeki istihbarat dersleri önemli yer tutuyor. Gizli haberleşme, Gizli faaliyetlere giriş, gizli harekat tekniği, mülakat ve sorgulama, takip ve takipten kurtulma, istihbarat ve istihbarata karşı koyma vb. Askeri derslerde gayri nizami harp üzerine kurulu: keşif, dikiz ve gözlem, hedef analizi, tahrip, gerilla harekatı, kurtarma kaçırma, psikolojik harekat, liderlik sabotaj, karadan ikmal, gizli hava harekatı, gizli deniz harekatı, hayatı idame, sualtı taarruz, paraşüt, sızma, suikast, sabotaj, komando, yakın dövüş, harita okuma, taktik akın, kaçma kurtulma, pusu vb. Temel kurslar harici eğitim sürecinin büyük bir bölümü tatbikatlarla geçiyor. Bir yıl uzmanlaşacakları alan ile ilgili eğitim görüyorlar. Eğitimin son altı ayında ise alana hazırlık olması açısından operasyonlara geçiliyor. Bu süre zarfında çok sıkı bir yabancı dil eğitiminden geçiriliyorlar. Kursların bitmesi eğitimin bitmesi anlamına gelmiyor. Timler eğitimlerini sürekli tazeliyor ama PKK terör örgütü ile mücadele buna pek fırsat bırakmıyor. Diğer ülkelerde yapay hedefler üzerinde çalışan kuvvetlerin yanı sıra özel kuvvetlerimiz Güneydoğu’da aldığı tecrübeleri kullanıyor. Her tür doğa koşuluna göre yetiştiriliyor, her tür teknoloji ile donatılıyorlar. Subay ve astsubaylardan oluşuyor. Rütbelere göre A ve B timlerine ayrılıyor. A timinde tamamen subaylar yer alıyor. Bu timde görev alan subaylara geleceğin generalleri gözüyle bakılıyor. B timleri ise astsubaylardan oluşuyor. Tim komutanı ise bir subay oluyor. Son dönemde ise uzman çavuşlar da özel kuvvetlere alınmaya başlandı. Güneydoğu’da bugünlerde PKK terör örgütü ile bu timler çatışmaya giriyor.

İlhan SELÇUK: "..Genelkurmay'a bağlı bir "ÖHD"nin kurulması ve geliştirilmesi doğal sayılmalı... Sorun bu değil. Nedir sorun? Türkiye'de çeyrek yüzyıldan beri terör sürüyor. Kimi zaman "kent gerillası", kimi zaman "kır gerillası" gibi adlarla da anılan terörün "iç savaş"a doğru tırmanan boyutlar kazandığı da oldu. Terör nedeniyle ülke iki kez askeri darbeye itildi. Ne var ki ne sıkıyönetim dönemlerinde, ne de doğrudan askeri yönetimde terörün önü alınabildi, kökü kazınabildi. Bu nedenle ülkenin ileri gelen hükümet adamları, politikacıları, aydın çevreleri ile birlikte geniş bir kesimin kuşkusu gün geçtikçe büyüyor: Türkiye'deki terör, devlet içinde yuvalanmış bir terör örgütü eliyle mi yürütülüyor? "Özel Harp"in Türkiye'deki talimnamesi, "FM 31-15 rumuzlu Amerikan Talimnamesi"nden harfi harfine çevrilerek benimsenen "ST 31-15" simgeli bir kitapçık... Askerlik sanatında ilerlemiş ülkelerde yayımlanan talimnamelerden yararlanmak doğaldır. Ne var ki 1964'te Türkçeye çevrilerek bizim orduya dağıtılan Amerikan özel harp talimnamesi, yalnız "teknik" değil, "ideolojik" temelleri de saptıyor; bu "ideolojik esaslar" bizim subayımız ve askerimize belletiliyor, bir tür beyin yıkanıyor; düşmanımızı Amerikan gözlükleriyle görmeye başlıyoruz. Ancak bu da yetmiyor; bizdeki ÖHD'nin parasal ödeneğini Amerika veriyor. Genelkurmay'ın ÖHD'si, CIA kaynaklı ödenekle mi çalışacak ve yurdu koruyacak?.. Çeyrek yüzyıldan beri teröre kurban giden önemli kişilerin katilleri bulunamıyor. 1960'lar, 1970'ler ve 1980'lerde işlenen en büyük cinayetlerin "failleri meçhul"dür. Bugünkülerin üstünü de bir sis perdesi örtmüştür. Kuşkular büyüyor, sorunun işareti kasap çengeli gibi kıvrılıyor. ÖHD'ne bağlı sanılan kimi kuvvetler, terör eylemlerini yönetip yönlendiriyorlar mı? Katiller neden bulunamıyor? Devlet içinde yuvalanmış bir "gizli" örgüt, askeri darbe ortamı hazırlayıp orduyu istenmeyen bir yükümlülüğe itmek için planla, programla terör etkinlikleri mi körüklüyor?"
Ecevit; "..Özellikle 1977 yılında çok ilginç bazı olaylar oldu. Çok kuşku uyandırıcı, karanlık olaylar oldu. Bunların en önemlisi kuşkusuz, 1 Mayıs 1977'de Taksim Alanı'nda, 30'u aşkın insanın ölümü ile sonuçlanan olaydı. Bu gözler önünde yapılan bir kışkırtma sonucu çıkmış bir olaydı. Kışkırtmanın nereden, kimlerden geldiği, herkesin gözü önünde cereyan ettiği için belliydi. Ve ciddi olarak üstüne yüründüğü taktirde bu olayın sorumlularının, kışkırtıcıların mutlaka ortaya çıkması gerekirdi. Biz o sırada ana muhalefet partisiydik. Bu olayları soruşturmak için bir araştırma komisyonu kurduk. Ama bir noktadan sonra izler kayboluyordu. Adeta bir bilgi boşluğu ile, direnişlerle karşılaşıyorduk. Yıllarca üzerinde durduğumuz halde, olayın içyüzü anlaşılamadı. O olayın faillerinin saklanmak istediği daha ilk günlerden itibaren belli olmuştu ve çok acayip bir şekilde tezgahlanan bir olay olduğu görülüyordu. Onun için benim aklıma bir olasılık olarak bunun, Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısıyla bir bağlantısı olabileceği olasılığı geldi... Ve bunu Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e bildirmeyi, bu kaygımı sunmayı görev bildim. Kendisiyle görüşerek Özel Harp Dairesi ile ilgili bilgileri aktardım. Taksim olayının arkasında bu kuruluşun sivil uzantısının bulunabileceğini söyledim. Korutürk bunu benden yazılı olarak da istedi. Korutürk, bu konuyu dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'e de açmış. Demirel buna büyük tepki gösterdi." Taksim olaylarının, 1977 seçimleri öncesinde "muhalefeti toplantı yapamaz ve halkı toplantılara katılamaz hale getirebilmek amacını güdüyor olabileceğini" vurgulayan Ecevit, kendisine 29 Mayıs 1977 tarihinde İzmir'de yapılan suikast girişimi ile ilgili olarak da şunları anlattı: "Arkadaşımız Mehmet İsvan'ı yaralayan silah, anlaşıldı ki balistikte çalışan uzmanların da görmediği, varlığından haberdar olmadığı son derece tehlikeli bir füze. Bacağının, dizkapağının içinde parçalanmış arkadaşımızın vücudunu zehirliyor. O füzenin parçalarını çıkarttı doktorlar. Bazı emniyet görevlileri ısrarla o parçaları doktorlardan almak istediler. Ama doktorlar vermemişler. Anlaşıldı ki güya bizi korumakla görevli bir polis, otobüsün yanı başında, onun silahından çıktı. Bizlerin ısrarlı takibi ve balistikte çalışan arkadaşların objektif çalışmaları sonunda ortaya çıktı. Evvela Türk polisinin elinde ve Türkiye'de böyle bir silah bulunmadığı iddia edildi. Sonra bu silahtan bulunduğu fakat bunun gizli olduğu, çok tehlikeli olduğu ortaya çıktı. Fakat yıllardır üstünde durduğumuz, izini sürmeye çalıştığımız halde 'kim o silahı vermiştir, nasıl vermiştir, bu kadar gizli bir silah, nasıl bir koruma görevlisine verilebilir', bütün bunlar ortaya çıkmadı ve bir noktadan sonra izler kayboldu. O polis de kurtuldu göz göre göre, olaydaki rolüne rağmen. Bu olay bende Özel Harp Dairesi çağrışımı yaptı." Haziran 1977 seçimlerinden birkaç gün önce Süleyman Demirel'in kendisine, CHP'nin Taksim'de düzenleyeceği bir miting sırasında Sheraton Oteli'nin çatısından ateş açılacağına ilişkin bir mektup gönderdiğini anımsatan Bülent Ecevit, 1978 yılında iktidara gelince bu konuyu araştırdığını söyledi. Ecevit sözlerini şöyle sürdürdü: "Ben 1978'de hükümeti kurduğumda, merak ettim, dosyalardan arattım, neye dayanarak Sayın Demirel bana bu uyarıyı yaptı diye. İmzasız, antetsiz, üzerinde hiçbir örgütün işareti bulunmayan bir kağıt getirildi. Orada bu bilgi veriliyor. Ne Emniyet Müdürlüğü, ne MİT, hiçbir şey. Ve görünüşe göre sorulmamış da kim verdi bu bilgiyi diye. Ve bizim öğrenmemiz de mümkün olmadı. Ve bu da bende gene Özel Harp Dairesi çağrışımı yaptı."
Milliyet Gazetesi; "Yerli "Gladio", kontrgerilla": Eski Genelkurmay Başkanlarından Emekli Tümgeneral Celil Gürkan 70'li yıllardaki kontrgerilla tartışmaları sırasında şöyle diyordu: "ÖHD'nin müspet düşünen kimseler için varılmak istenen amaç doğrultusunda çalıştığına kani değilim. Çok çarpıtılmıştır."(Milliyet,13 Şubat'78)
Talat Turhan ile yapılan röpörtaj; "Soru : "Yani siz, kontrgerillanın adresi ÖHD'dir mi diyorsunuz?" Turhan: "Şimdi bakınız, kontrgerilla lafını ilk kez Erenköy görevlilerinin çıkardığını söyledim. Onlar gerçekten ÖHD'nin adamları mıydı? Bu sorunun kesin yanıtı henüz verilmiş değil. Yalnız, eskiden beri bir iddiam var. Bir örgüt, eğer kendini temize çıkarmak isterse, adına yasadışı kirli iş yapanlardan hesap sorar. Bakıyoruz, Erenköy görevlileri hala etkinliğini sürdürüyor. Devletin ya da ÖHD'nin, kendi adına kirli iş yapmamışlarsa, bunlardan hesap sorması gerekirdi." Soru : "ÖHD'nin kuruluş amacı neydi?" Turhan: "ÖHD, bir düşman istilasına karşı memleketi korumak ve milli direnişi örgütlemek, yardımcı olmak amacıyla kuruldu. Bir örgütün kuruluş amacı kutsal olabilir. Ama devlet adına yeraltı örgütü kurarsanız, o sizin elinizden kayar ve yeraltının hertürlü pisliğine bulaşır. Türkiye'de 20 yıldan beri olan karanlık ve herkesin kafasını bulandıran bu olayları kim yaptı?" Soru : "Siz, 'Savunma-1' adlı kitabınızda, ÖHD'ye ait resmi talimnameden bazı bölümleri yayınladınız. Yayınlanan bölümlerde bu örgütün, adam öldürme de dahil hertürlü kanunsuz işi yapabileceği belirtiliyor. Nasıl olur bu?" Turhan: "..Yani Sahra Talimnamesi-31'e göre gayrı nizami harp unsurları yerüstü ve yeraltı olmak üzere iki gruptan müteşekkil. Yeraltı grubu, işte bu bahsedilen ve bütün NATO ülkelerinde ortaya çıkarılmaya başlanan örgütün kendisidir. Baktığınız zaman bu örgütün içinde ne var? Köye kadar inmiş bir örgütlenme bu. İstihbarat birimleri, sabotaj birimleri, cinayet birimleri var. Bakınız faaliyetleri arasında neler var? Resmi talimnameden aynen okuyorum: 'Adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm haline getirme, adam kaçırmak suretiyle tedhiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alıkonulması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık, şantaj.' Ve yine talimnamede bu örgüt için şöyle bir ayrıcalık var. Yine resmi talimnameden aktarıyorum: 'Bir gayrınizami kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak kanuni statüye sahip değillerdir.'" Soru : "Nasıl olur? Resmi bir kuruluş kanuna nasıl tabi olmaz?" Turhan: "Ben bunları 17 senedir söylüyor ve yazıyorum. Bugüne kadar kimse çıkıp da bu söylediklerin yanlıştır diyemedi. Diyemez, çünkü bunları devletin resmi yayınlarından aktardım." Soru;"Türkiye'de bu talimnameyi kim yayınladı?" Turhan: "Söz konusu ettiğim ST-31.15 nolu kontrgerilla talimnamesini Kara Kuvvetleri Komutanlığı yayınladı. Girişinde de, o zamanki komutan Ali Keskiner'in imzası var. Anayasal bir ülkede, resmi bir gizli örgüt cinayet işler diye yazarsanız, suçlusunuzdur. Adamı mezardan çıkarıp asarlar. Sadece Kara Kuvvetleri sorumlu olmaz. Devrin Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay da, devrin Başbakanı S. Demirel de bundan sorumludur. Bugün 'vardır-yoktur' diye lafı gevelemekle olmaz bu iş. Olay bu boyutta... ST-31.15 talimnamesinde bir yeraltı örgütü var. O yeraltı örgütünün yapacağı işler arasında adam öldürme de var. Öldürülenin sağcı ya da solcu olması farketmez. Yeter ki cinayet bu örgütün amacına hizmet etsin. Şimdi, devlet içindeki bir örgütün kuramında adam öldürme varsa ve o ülkede faili meçhul siyasi cinayetler işleniyorsa, kuşkunun birinci odağı bu örgüt olur." "..ST 31-15 Kara Kuvvetleri Sahra Talimnamesi, özel harbi soğuk savaş dönemlerinde de geçerli bir savaş yöntemi olarak kabul eder. Konunun can alıcı noktası da budur... "Gayrı nizami kuvvet" nedir? Sıkıyönetim dönemlerinde gözaltına alınan sanıklar eğer "gayrı nizami hareket" üyeleri ve yandaşları olarak görülüyorsa, sorun işte bu noktadan kaynaklanır. Sorun, kendilerini "kontr-gerilla" örgütü olarak tanıtan asker ve sivil sorgucuların sıkıyönetim dönemlerindeki etki ve yetkileridir. ÖHD görevlileri bu sorgularda görev aldılar mı, almadılar mı? Sorun budur. Sorun, ÖHD'nde görev alanların savaş ve işgal dışında görev yapıp yapmadıklarıdır... Özel Harp bir Sovyet saldırısı karşısında kullanılmak üzere sivil halkı işgale karşı örgütlemeyi amaçlayan NATO destekli bir askeri kuruluştur. 12 Eylül öncesi ve sonrasında ele geçen, sayısı 804 bin 197'yi bulan silahın onda dokuzu NATO ülkelerinde üretilen silahlardı. Bu olgu bile yaşadığımız ve daha da yaşayacağımız olaylarda ipucu olmalıydı." Özel Harp Dairesi üzerinde kuşkuların yoğunlaşmasına en büyük katkılardan birini, belki de istemeyerek, eski Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, aşağıya alıntılanan iki açıklamasıyla yapmıştır. Anılarının 431. sayfasında Demirel'le 5 Mayıs 1980 günkü görüşmesini şöyle aktarıyor: "..(Demirel) Özel Harp Dairesi'ndeki personeli teröristlerle mücadelede kullanmamızı ve onlarla çete savaşı yapmak suretiyle öldürülmelerini, vaktiyle de bu teşkilatın böyle kullanıldığını söyledi (1971 Sıkıyönetim dönemindeki Kızıldere olaylarında kullanılan personeli kastediyordu). Bu hal tarzına şiddetle karşı çıktım. Büyük emeklerle kurulan bu teşkilatın görevinin bu olmadığını, vaktiyle yanlış kullanıldığını, ben Genelkurmay Başkanı olduktan sonra Özel Harp Teşkilatını esas görevine yönelttiğimi, tekrar kontrgerilla söylentilerinin ortaya atılmasına müsade edemeyeceğimi söyledim.." 26 Kasım 1990 günü "Hürriyet"te yayınlanan bir demecinde ise Evren, açıklamalarını daha da ileri götürüyor: "Benim Genelkurmay Başkanlığım sırasında, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel bana geldi. Özel Harp Dairesi'nin anarşi ve terörle mücadelede kullanılmasını istedi. Ben 'Olmaz' cevabını verdim. Demirel, 'Ama 1971'deki sıkıyönetim döneminde bu amaçla kullanılmıştı' dedi. Ben yine kullanamayacağımı söyledim. Kanaatim o ki, Genelkurmay Başkanlığım sırasında, bu teşkilat görevi dışında kullanılmadı. Ama belki, bana intikal ettirilmeden, bazı yerlerde gayrı resmi olarak teşkilattan bazı kişiler bu işe bulaşmış olabilir. Bunu bilemem." Sayın Evren, Özel Harp Dairesi'ni asıl amacına yönelttiğini söylüyor, yani daha önce sapmalar varmış, bu biir... Yine Sayın Evren, Genelkurmay Başkanı iken Özel Harp Dairesi'nin resmen görev dışı kullanılmadığını, ama gayrı resmi olarak ve teşkilattan bazı kişilerin bu işe bulaşmış olabileceğini kabul ediyor, bu ikii...
Şimdi bu iki açıklama akla şunları getiriyor: 1. Evren, Genelkurmay Başkanı olmadan evvel ÖHD anarşik olaylara ve hem de resmen bulaşmış. Bunların ne olabileceği o kadar önemli değil. İster sol ideolojinin halkın gözünden düşmesi için - ki ÖHD için bu, vatani vazifedir, yani kutsal bir iştir - sol adına terör eylemleri düzenlenmiş olsun - ki banka soymaktan bombalamaya, adam öldürmekten kahve taramaya kadar her türlü terör eylemi olabilir-, ister Ecevit'e suikast girişimleri olsun... Nasıl olsa bir seçimle Ecevit veya sol tasfiye edilemeyecekti. Yani "seçimlerden fayda umulmuyordu"!.. Şimdi kalkıp da kim bu olayların ardında şu teşkilat bu teşkilat var deyip de resmen ispat edebilir?.. Çünkü bunları yapanların amacı vatanı savunmaktır. Bu tip insanlar tüm devlet kademelerine, kurum ve kuruluşlara, özel ve devlet sektörüne kök salmışlardır. Tüm bunlara rağmen bu olayı, kontrgerillayı ortaya çıkarmak bugünkü iktidarlar için imkânsızdır Türkiye'de. Çünkü İtalya'da bile, Cumhurbaşkanı Cossiga Gladio konusunda ifade vermekten kaçındı. Türkiye'de ise değil Cumhurbaşkanının ifade vermesi, savcı beylerin kontrgerilla konusunda yazılan ve söylenenleri ihbar kabul edip soruşturma başlatması dahi söz konusu olmamaktadır!..
2. Evren Genelkurmay Başkanı iken bile, ÖHD'den bazı kişiler anarşik olaylara karışmış olabilirler. Ve bu da Genelkurmay Başkanı olan kendisine, yani en üst komutanlarına intikal ettirilmemiştir!.. En üst komutanları dahi - tamamen olmasa bile - bu daireden bazı kişilerin teröre bulaşmış olabileceğini ifade ediyor!.. Normal vatandaşlarca bazı şeyler iddia ediliyordu da, bazı çevreler hep, 'bunlar maksatlı iddialar, belli bir ideoloji mensuplarının iddiaları... Amaçları orduyu yıpratmaktır vs. vs...' diyorlardı. Ya Evren'in sözlerine ne diyorlar? En üst komutanları bunu söylüyorsa, ÖHD'den bazı kişilerin teröre bulaştığı kabul edilmelidir.
Cüneyt Arcayürek; CHP'nin eski Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık, Cüneyt Arcayürek ile yaptığı görüşmede şunları söylüyordu: "..Fikir planında geçerli ve doğru. Kontrgerilla her ülkede var... Yalnız şu durumlar var: 1- Fikri ABD vermiş. 2- Finansmanını yapmış. 3- Bu örgüte sızmalar olmuş. Bu sızmalar, Pentagon'dan başlar CIA'nın sızmasına kadar sürer."
 
Üst Alt