Enver Ýstek
metin mete
- Katılım
- 27 Ara 2005
- Mesajlar
- 3,935
- Tepkime puanı
- 1,023
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
ÖTEKİLEŞTİRMENİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ… -1
Milli kimliği ve Milli Devleti yok etmenin, “içini boşaltmanın” en acımasızca uygulamayı konulduğu bir zaman dilimini yaşamaktayız… Kullanılan üslup ve ileri sürülen savlar çok ilgi çekici kavramlara dayandırılmakta, adeta “beyinler” yıkanmaktadır…
Felsefi yönden insan yüceltilmekte, yaşamın tek gayesinin “kişi özgürlüğü” ve “kutsal insan” etrafında döndüğü tezi işlenmektedir. Bütün ideolojiler, hayata ve geçmişe dair ne varsa kişinin “içine giremediği”, ancak evrensel olduğu iddia edilen “kişi hak ve özgürlüklerini, kendini ifade ediş tarzını” ne kadar yansıttığı, bütün kavramların, idelerin ancak buna cevaz verdiği ölçüde geçerli oldukları söylenebilmektedir…
Bu günlerde moda olan “dil” üzerinden konuya yaklaşmaya çalışalım. Bilindiği gibi dil, “kişiler arasında iletişimi sağlayan” sesli yada yazılı simgeler sistemidir. Bir başka tanıma göre de düşüncenin sözcük halinde anlatılış biçimidir. Yani düşünce ile dili ayırt etmek mümkün değildir. Bu kadarla sınırlı olmayan dil, duyguları, düşleri, heyecanları, bilinçsizce yapılan davranışları da anlatmanın yoludur.
Yeryüzünde farklı dillerin ortaya çıkışı kesin çizgilerle izah edilemese de, farklılığın “sistemden”, farklı ortamlarda yetişmeden kaynaklandığı aşikardır. Bu yönüyle konuşma “insana özgü” bir yetenek ve davranış biçimidir. Kişi, yetiştiği çevrede “istisnalar” hariç sadece tek bir dili öğrenir, bu dile de “ANADİL” adı verilir.
Anadil, konuşan kişi sayısı ve yarattığı kültürel etkinliklerle, çevresine yaptığı katkı ile orantılı olarak genişler veya dar alanda kalır. İfade gücü ve yaslandığı medeniyet, bir toplumsal değer olarak “MİLLET” denilen organize toplumların ortaya çıkmasına, kişilerin bir arada yaşamasına çok önemli etkileri olduğu bilinen bir gerçektir. Dilin ortak bir değer olarak toplumu kaynaştırdığı, “ZARURİ” bir ihtiyaç olduğu, kurulan devletlerin egemenlik alanlarını belirlediği, dayandığı soyun kabul görmesini, yayılmasını, etkinleşmesinin sınırlarını çizdiği bilinmektedir.
Tarihsel süreç içinde milli bir hüviyet kazanmanın, farklı coğrafyalara yayılmanın, buralarda tutunmanın, medeniyet dediğimiz kültürel birikimi oralarda geçerli kılmanın, devlet adı altında birlikte yaşamanın, işbölümü ve beraberliği sürekli kılmanın en önemli aracı her zaman dil olmuştur. Bu nedenle “DİLLERİ GÜÇLÜ VE YAYGIN OLAN” soylar, milletler her zaman üstün olmuş, refah ve mutluluk içinde yaşayabilmiş, gelişmiş, farklı toplulukları yönetmiş, bir arada tutabilmiştir…
Yeryüzünün farklı bölgelerinde farklı devletler kuran başka soylar, başka milletler birbirleriyle mücadeleler vermiş ve bu mücadele halen en acımasız biçimde devam etmektedir. Bu anlamda “DİL”, mücadelenin hem tarafı, hem de nedeni olarak “saldırıya” uğramakta, milletleri etkisiz hale getirmek için “dillerini yok etmek,”, yozlaştırmak, aynı milletin içerisine farklı diller “empoze” etmek, birlikteliği dil üzerinden bozmak, bir yöntem olarak kullanılmaktadır.
Uzun süredir uluslar arası güçler tarafında ülkemizi bölmenin bir aracı olarak dilimize yapılan saldırılar iyice yoğunlaşmış, somut neticeler vermeye başlamıştır. Bir taraftan “yabancı dille eğitim” adı altında özellikle İngilizce’nin hakimiyeti her alanda kendini gösterirken, diğer taraftan “etnik dil, anadil” kandırmacası adı altında “uydurulmuş”, birkaç dilden “çalma, çırpma” ile devşirilmiş Kürtçe adı altında ikinci bir dil gündeme sokulmuştur.
Diğer politikalarda olduğu gibi mevcut hükümet dış güçlerin bu dayatmalarına boyun eğmiş, TRT’de bu dille yayınlara başlamış, sıra eğitim kurumlarında bölümler açmaya gelmiştir… İşin tuhaf tarafı hükümetin her icraatını bir başka bahaneyle savunanlar, bu uygulamaları da “insan hakkı, kişisel özgürlükler” temelinde yaklaşmakta, dilin “MİLLİ” niteliği, egemenlik ve bağımsızlıkla ilintisi göz ardı edilmektedir.
Zeybek
Milli kimliği ve Milli Devleti yok etmenin, “içini boşaltmanın” en acımasızca uygulamayı konulduğu bir zaman dilimini yaşamaktayız… Kullanılan üslup ve ileri sürülen savlar çok ilgi çekici kavramlara dayandırılmakta, adeta “beyinler” yıkanmaktadır…
Felsefi yönden insan yüceltilmekte, yaşamın tek gayesinin “kişi özgürlüğü” ve “kutsal insan” etrafında döndüğü tezi işlenmektedir. Bütün ideolojiler, hayata ve geçmişe dair ne varsa kişinin “içine giremediği”, ancak evrensel olduğu iddia edilen “kişi hak ve özgürlüklerini, kendini ifade ediş tarzını” ne kadar yansıttığı, bütün kavramların, idelerin ancak buna cevaz verdiği ölçüde geçerli oldukları söylenebilmektedir…
Bu günlerde moda olan “dil” üzerinden konuya yaklaşmaya çalışalım. Bilindiği gibi dil, “kişiler arasında iletişimi sağlayan” sesli yada yazılı simgeler sistemidir. Bir başka tanıma göre de düşüncenin sözcük halinde anlatılış biçimidir. Yani düşünce ile dili ayırt etmek mümkün değildir. Bu kadarla sınırlı olmayan dil, duyguları, düşleri, heyecanları, bilinçsizce yapılan davranışları da anlatmanın yoludur.
Yeryüzünde farklı dillerin ortaya çıkışı kesin çizgilerle izah edilemese de, farklılığın “sistemden”, farklı ortamlarda yetişmeden kaynaklandığı aşikardır. Bu yönüyle konuşma “insana özgü” bir yetenek ve davranış biçimidir. Kişi, yetiştiği çevrede “istisnalar” hariç sadece tek bir dili öğrenir, bu dile de “ANADİL” adı verilir.
Anadil, konuşan kişi sayısı ve yarattığı kültürel etkinliklerle, çevresine yaptığı katkı ile orantılı olarak genişler veya dar alanda kalır. İfade gücü ve yaslandığı medeniyet, bir toplumsal değer olarak “MİLLET” denilen organize toplumların ortaya çıkmasına, kişilerin bir arada yaşamasına çok önemli etkileri olduğu bilinen bir gerçektir. Dilin ortak bir değer olarak toplumu kaynaştırdığı, “ZARURİ” bir ihtiyaç olduğu, kurulan devletlerin egemenlik alanlarını belirlediği, dayandığı soyun kabul görmesini, yayılmasını, etkinleşmesinin sınırlarını çizdiği bilinmektedir.
Tarihsel süreç içinde milli bir hüviyet kazanmanın, farklı coğrafyalara yayılmanın, buralarda tutunmanın, medeniyet dediğimiz kültürel birikimi oralarda geçerli kılmanın, devlet adı altında birlikte yaşamanın, işbölümü ve beraberliği sürekli kılmanın en önemli aracı her zaman dil olmuştur. Bu nedenle “DİLLERİ GÜÇLÜ VE YAYGIN OLAN” soylar, milletler her zaman üstün olmuş, refah ve mutluluk içinde yaşayabilmiş, gelişmiş, farklı toplulukları yönetmiş, bir arada tutabilmiştir…
Yeryüzünün farklı bölgelerinde farklı devletler kuran başka soylar, başka milletler birbirleriyle mücadeleler vermiş ve bu mücadele halen en acımasız biçimde devam etmektedir. Bu anlamda “DİL”, mücadelenin hem tarafı, hem de nedeni olarak “saldırıya” uğramakta, milletleri etkisiz hale getirmek için “dillerini yok etmek,”, yozlaştırmak, aynı milletin içerisine farklı diller “empoze” etmek, birlikteliği dil üzerinden bozmak, bir yöntem olarak kullanılmaktadır.
Uzun süredir uluslar arası güçler tarafında ülkemizi bölmenin bir aracı olarak dilimize yapılan saldırılar iyice yoğunlaşmış, somut neticeler vermeye başlamıştır. Bir taraftan “yabancı dille eğitim” adı altında özellikle İngilizce’nin hakimiyeti her alanda kendini gösterirken, diğer taraftan “etnik dil, anadil” kandırmacası adı altında “uydurulmuş”, birkaç dilden “çalma, çırpma” ile devşirilmiş Kürtçe adı altında ikinci bir dil gündeme sokulmuştur.
Diğer politikalarda olduğu gibi mevcut hükümet dış güçlerin bu dayatmalarına boyun eğmiş, TRT’de bu dille yayınlara başlamış, sıra eğitim kurumlarında bölümler açmaya gelmiştir… İşin tuhaf tarafı hükümetin her icraatını bir başka bahaneyle savunanlar, bu uygulamaları da “insan hakkı, kişisel özgürlükler” temelinde yaklaşmakta, dilin “MİLLİ” niteliği, egemenlik ve bağımsızlıkla ilintisi göz ardı edilmektedir.
Zeybek