''Ölüm korkusu çok evrensel ve insani bir duygu. Yaşadığını, var olduğunu ve varolduğunun' da farkında olan ve bir gün öleceğini bilen tek varlık insandır...Dolayısıyla ölmek ve ölüm gerçeği bir çoğumuza acı ve mutsuzluk verir.
İnsanoğlu öleceğini bilse de yaşama güdüsü ve arzusu ağır bastığından ölüme uzak durmak ister.Bundandır ki "yabancıların ölümü" bizi çok etkilemez, ne zamanki en yakınımızdan birilerini kaybederiz, işte o zaman; ölümün bize doğru geldiğini hissederiz. Artık bizimde ölebileceğimiz ve sevdiğimiz, bağlı bulunduğumuz her şeyin sonu olduğunu "anlamsız" olduğunu düşünmeye başlarız. Hata bir süre neşemiz kaçar, yaşama küsebiliriz "mademki ölüm var, her şey bom boş, bu koşuşmaca, bu çaba ne için ?" diye yaşamı sorgulamaya başlarız.
Gözyaşı döktüğümüz ölümlerde aynı zamanda kendi ölümümüze de ağlarız...
Yaşamı bırakıp gitmenin acı gerçeğine hüzünleniriz...
Ölüm korkusuna biraz felsefik yaklaşırsak ; Evrende her şey zıddıyla bilinir. İyi-Kötü, Ak-Kara gibi ölümde yaşamın zıddıdır.
Fakat yaşamı anlamlı ve önemli kılan bir gerçektir. İçimizde devamlı ve ölümsüz olma arzusu yatar. Ölümsüz bir hayat tek düze ve
sıkıcı olurdu.
Yaşamı anlamlı kılan ölümdür.
Yaşamın kalitesini artıran ölüm gerçeğidir.
İnsanları insanlaştıran ; hırsını, bencilliğini, öfkesini yatıştıran ölüm gerçeğidir.
İnsanoğlu dünyaya ağlayarak gelir,öldüğünde ise ardından ağlayanlar bırakarak gider. İnsanların yaşadığı süre içerisinde ölüm gerçeğini içselleştirmesi kabul etmesi gerekir. Her canlı ölümlüdür, her ölüm yeni bir başlangıç ve doğuştur. Çürüyen her canlı başka bir canlıya hayat enerjisi olmakta ve o bedende yaşamaktadır. Aslında hiçbir şey yok olmuyor. Sadece şekil değiştiriyor. Onun için ölümü de bir farklı frekansta yaşamaya geçiş olarak değerlendirmek gerekir.'' Alıntıdır.