Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

O DİYARIN SAKİNLERİ iyiliği teşvik ve kötülüğü men ederler..

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
O DİYARIN SAKİNLERİ "l

a ilahe illallah..."ın ne mana taşıdığını, bu cümlenin mahiyetini, ele aldığı mevzuları gösterdiği hedefi temelden kavramışlardı. Bunun alameti olan Mekke hayatları, müstekbir kafirler tarafından baskıya alınmıştı. Cihata ve hükümlere ait ayet gelmemiş olmasına rağmen, okudukları tevhid Mekke müşriklerini rahatsız etmekteydi. Bu sebeple de iyiliği teşvik ederken Allah'ın nizamını ve hakimiyetini ilan ediyorlar, kötülükten men ederlerken de Allah'ın hayat sistemi ve hakimiyetini tanımayanları reddediyorlardı.
O DİYARIN SAKİNLERİ iyiliği teşvik ve kötülüğü mende Hz. Peygamberi ölçü ve kaynak kabul etmişlerdi. Ondan gördükleri her şeyi yaşamaya çalışırlardı. Neyi emrederse tereddütsüz kabul ederler, neden yasaklarsa, tereddütsüz ondan uzaklaşırlardı. Bazen de Peygamberimize sorarlardı:
"Ya Resûlüllah, İsrailoğullarının başına gelen şey ne idi?" Peygamberimiz Cevap verirlerdi:
"Ne zaman iyileriniz kötülerinize göz yumar, kötüleriniz din bilginleri olur ve küçükleriniz iş başına geçerse o zaman fitne sizi yakalayacak, birbirinize düşman kesilip, hücum ve saldırıya geçeceksiniz" (Ha. Sahabe: 3/279)
O DİYARIN SAKİNLERİ iyiliği teşvik olsun, kötülüğü men olsun. Üç silahlan ile mücadele ederlerdi. El-Dil-Gönül. Bu üç uzvunu silahlaştırmayanların cihat edemeyeceğine inanırlardı. El ve dil silah olmaktan çıkarsa geriye sadece kalp silahının kaldığını binlere bir ölçü koymuşlardır. Şayet her iki hususu gerçekleştiremeyecek olur karşı nefret duymazsa, baş aşağı edilen tulumun içinde bir şeyin kalmadığı gibi, böyle bir kalpte de iman ve iyilik namına bir şeyin kalmayacağını beyan ederlerdi..:
O DIYARIN SAKİNLERİ kötü kimselerle elleri ile savaşırlardı. Münafıklarla delil ve bürhan getirerek savaşırlardı. Şayet her iki hususu gerçekleştiremeyecek olurlarsa, onlar için bir çare ileri sürerlerdi; Hiç olmazsa o kötülüğü işleyenlere karşı surat asınız. Kötü her şeye kalben nefret duyunuz.
O DİYARIN SAKİNLERİ kendileri bazen iyilik yapmazsa bile başkalarını yapmaya teşvik ederlerdi. İyiliği teşvik ve kötülüğü men etmede başkalarına yardımcı olanlar Allah'tan ücret alma hususunda eşittirler. Kenara çekilip "Nemelazımcılık" hastalığı onların semtine uğramamıştır. Onların yaptıkları dedikleri olmuştur. Dudaklarında çıkan söz, kalplerinde bulunanlar olmuştur. Kalp ve dil ihtilafı kopukluğu onların hayatında görülmemiştir.
O DİYARIN SAKİNLERİ âhiret günü inancını her an yaşamışlardır. Bu iman onları ne zulme meylettirmiş ne de zulme uğratmıştır. Her hak sahibinin hakkını Ahirette alacağına imanları tam olduğu için, iyiliği teşvik ve kötülüğü men etmede haddi aşmamışlardır. Yapılması icap edeni yapmışlardır. İfrad ve tefrid onlarla bağlantı kuramamıştır.
O DİYARIN SAKİNLERİ Yüce Allah'tan gelen emirleri, iyilik, yasakları kötülük kabul etmişlerdir. İyiliği yaşamış ve yaşatmaya gayret sarf etmişler; kötülüğü hayatlarından kovarak, diğerlerinden uzaklaştırmaya çalışmışlardır.
BU DİYARIN SAKİNLERİ temelde iyilik ve kötülük ıstılahlarının mahiyetini yeterince kavrayamamışlardır. Ölçü olarak da İslâm, ölçü kabul edilmeyince iyilikler ve kötülükler nerede ise yer değiştirmiştir. Bu acı gerçek öyle bir ağır fatura ödettirmiştir ki, kötülerin iyiliği imha etmesinde bu diyarın sakinleri onların safında bulunmuştur. Belki de farkında olmadan. Böylece kötülerin ekmeğine yağ sürülmüş ve onların gayr-ı meşru hayatı meşru imiş gibi anlaşılmıştır.
BU DİYARIN SAKİNLERİ kendi tutundukları dalı kesercesine müslüman kardeşleri ile kıyasıya mücadele etmenin vazife olduğuna inandırılmıştır. Bir araya gelindiğinde müslüman kimselerin, derneklerin, teşkilatların aleyhinde konuşmak sohbetlerin sanki şiarı olmuştur. Yüzlerce iman ve İslâm düşmanları varken, kıymetli zamanlar hep müslümanların aleyhine harcanmıştır.
BU DİYARIN SAKİNLERİ en büyük iyilik olan Allah'ın hayat nizamını ve hakimiyetini tanımanın birinci vazife olduğu inancını nerede ise zayıflatmışlardır. Farz ameller için bir nevi lokomotif diyebileceğimiz bu iyilik diğer iyilik ve farzları peşinden sürüklemesi gerekirken, bu diyarın sakinleri arasında bu tarz, askıya alınmışçasına araştırma mevzusu yerine konulmuştur. Aynen bunun gibi tüm kötülüklerin başı ve lokomotifi durumunda olan Allah'ın sistemini sistem kabul etmemek kötülüğü gömemezlikten gelmek kıyıda köşede kalmış birkaç kötülüğü teşhir etmekle vazifenin biteceğini zehabına kapılmak hatasına düşülmüştür. Heyhat, ne kadar uzak...
BU DİYARIN SAKİNLERİ unutulmuş olan sünnetleri ihya etme durumunda olanlarla da kıyasıya mücadeleye girmişlerdir. Fitneyi tariften aciz olan bazıları, Resûlullah'ın yolunda olanları her zaman fitnecilikle suçlamışlardır ve hâlâ bu gafletlerini devam ettirmektedirler. Hem de "Âhiret Gününe de inandım" dedikleri halde mesela, milyonlarca insan camiden ve bayram namazından uzak kaldığı halde bunlar göze batmamış, hilâle göre bayram namazına çeki düzen vermek isteyenler acımasızca ve müslümana yakışmayacak üslûplarla hakarete maruz bırakılmıştır. Yine bunun gibi binlerce insan oruç ibadeti ile alay ettiği halde onlara ses çıkartılmamış, Resûlullah'ın oruç hakkındaki sünnetine müracaat edenler merhametsizce tenkit edilmiştir.
Bu tipteki olan kimselere diyoruz ki, İslâm'dan anladığınız cami, minare, ezan, hac, kurban, zekat gibi esaslar ilavesiz olarak sizin hayatınızı kuşatmış ve diğerlerine başvuracak bir iman yapısına sahip olmadığınız müddetçe sizleri muhatap kabul etmiyoruz ve etmeyeceğiz de... Bir Filistin meselesini, bir Afganistan cihatım, bir Hürmüz Boğazını gömemezlikten gelen basiretsizlerle uğraşacak vaktimiz yoktur. Onların benimsediği hayatı hayat kabul etmediğimiz gibi, onlarla teşrik-i mesaî kurmanın zaman israfı olacağına inanıyoruz.
BU DİYARIN SAKİNLERİ o diyarın sakinlerinin peşine takılmalıdır. örnek ve kaynak ancak onlardır. Onlardan gelen her şey başımızın tacıdır. O diyarın sakinlerinin peşine takılanları, bu diyarın sakinlerinden olup da tenkit edenler, fitnecilikle itham edenler tövbe ve istiğfar etsinler. Eğer örnek ve ölçü o diyarın sakinleri olarak kabul edilmiyorsa, bu sefer oturup yeniden iman etsinler.

Abdullah Büyük
 
Üst Alt