Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Nurun Ilk Kapisi

Uhud daðý

New member
Katılım
2 Tem 2007
Mesajlar
796
Tepkime puanı
39
Puanları
0
Yaş
40
Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır." (Tevbe, 111)


Ey insan! Nedendir ki şu büyük ticarete girmiyorsun? Rabb-i Kerim, senin yanında emaneten koyduğu mülkünü senden satın almak istiyor, tâ ki ziyan olmaktan korusun. Hem bin derece kıymeti yükselsin. Hem bedeline büyük bir fiyat veriyor. Hem istifaden için senin elinde bırakıyor. Hem idare külfetini kendisi yükleniyor. İşte sana beş mertebe kâr içinde kâr!




Halbuki, ey gafil, Ona satmadığından, emanete hıyanet ettin. Hem bütün bütün kıymetten düşürdün. Hem faydasız şekilde senin elinde ziyan olacak. Hem o yüksek fiyat elinden gidecek. Hem senin zimmetinde, günahıyla idare yükü ve elemi ile koruma zahmeti kalacak. İşte, beş müthiş derecede zarar içinde zarar!


Şu halinle öyle miskin bir adama benzersin ki, o adam bir dağda bulunur.
O dağda öyle bir zelzele var ki, bütün örneklerini sırayla derin derelere atıp, ellerinde olan her şeyi parça parça ediyor. Nöbet, o adama gelmek üzeredir. Halbuki o adamın elinde bir emanet var. O emanet, öyle süslü, mücevherli ve şaşırtıcı bir makinedir ki, o makine içindeki hesapsız ölçüler ve âletlerle, nihayetsiz faydalar ve semereler verebilir.

O elîm halde iken, gördü ki, makinenin hakikî sahibi tarafından gelen bir adam der ki:

Efendim senden bu emaneti satın almak ister. Tâ ki bu dereye düşmenle beraber boşuna kırılmasın, muhafaza etsin. Ve sen dereden çıktıktan sonra, kırılmayacak bir şekilde yine sana teslim edecek.


Hem o âletleri ve mizanları, geniş bostanlarında ve kıymetli maden ve hazinelerinde kullanacağı için, o âletler ve o mizanlar gayet kıymetli sonuçlar ve çok ücret ve semereler verirler ki, bütün o kârı sen alırsın. Şayet satmazsan, kıymetsiz ve âdi birer âlet olarak kalacak. O acayip ve nâzik âletleri gayet daracık evinde ve küçücük haşin tarlanda kullanıp kıracaksın, ateşe atacaksın.


Hem sana büyük bir ücret verecek. Hem dağda bulundukça senin elinde kalacaktır. Yalnız yukarı kulpunu, yukarıdan indirdiği bir zincirle bağlamak ister. Tâ ki ağırlığını senden alıp sana ağırlık vermesin. Külfeti seni tâciz etmesin. Eğer satmayı kabul edersen, Efendimin hesabıyla, onun namıyla ve onun izni dairesinde güzelce kullan. Ne hüzün çek ve ne de kork. Nasıl ki bir nefer atını devlete satar. Kendi de asker olur. Atının üzerine biner. Masrafı devlete ait; keyif ve sefasını o nefer çeker. Eğer ölse, "Devletimin canı sağ olsun" der.


Şayet bu beş derece kârlı satışı kabul etmezsen, beş derece zarar içinde emanete hıyanet edeceksin; ziyan olunca da sorumluluğu kazanacaksın.


İşte temsili anladın. Şimdi hakikate bak:
Evet, o dağ, yeryüzüdür. Miskin adam da, fakir insandır. Zelzele de, yokluk ve ayrılıktır. Dere de, kabirle âlem-i berzahtır. O makine senin, duygu, aygıt ve farklı inceliklerle, güzelliklerle donatılmış, canlı vücudundur. Görüyorsun ki, bunlar bozuluyorlar, faydasız gidiyorlar. Satın almak isteyen, senin Hâlık'ındır. O Hâlık'ın, Resulü vasıtasıyla der ki: "Şu emanetimi, güya senin malın imiş gibi Bana sat ki ziyan olmasın. Hem zararlı bir şekilde yok olmasın. Sen ebedi ve faydalı sonuçlar vermiş bir şekilde o malına tekrar kavuşabilesin. Hem o hayat içindeki aygıt ve güzellikler Benim namım ve hesabımla kullanıldığı vakit, sonsuz kıymetli ve hadsiz ebedi sonuçlar verecek."


İşte o mizanlar ve âletler ise, insani duygular ve inceliklerdir. Meselâ, göz, Allah hesabına kullanılsa, şu büyük kâinat kitabının bir inceleyicisi ve şu süslü varlıkların bir seyircisi ve şu sanatlı çiçeklerinin bir arısı olarak ibret ve mârifet ve muhabbet balından, nur-u şehadeti kalbe akıtır. Eğer nefis hesabına kullanılsa; geçici, fâni bazı güzellikleri seyretmekle, heves ve şehvetin âdi bir hizmetkârı olur.


Meselâ, dildeki tatma kuvveti satılsa, Rahmanü'r-Rahîm'in rahmet hazinesinin gözetleyicisi ve nimet matbaasının bir müfettişi hükmünde bir vazifelidir. Satılmazsa, mide tavlasının bir kapıcısı hükmüne düşer.


Meselâ, akıl satılsa, Esmâ-i İlâhiyenin bütün hazinelerinin anahtarı ve kâinatın hakikatlerinin keşfedeni hükmünde değerli ve pahalı bir cevher olur. Satılmazsa, mâzinin hazin elemlerini ve geleceğin korkularını biçare beşerin başına yükleten uğursuz bir âlet hükmüne düşer.


İşte, bütün alet ve insani aygıtları bunlara kıyas et. Eğer o alet ve aygıtlar Allah'a verilse, bâki birer elmas olurlar. Eğer verilmezse, fâni birer şişe olurlar.


Elhasıl: Cenab-ı Hak, sana verdiği kendi mülkünü, senden pahalı bir kıymetle satın alıyor. Yine senin için muhafaza ediyor.


Ey beşer, bak: İki sada senin kulağına geliyor. Biri Kur'ân-ı Hakîmin semâvî sadasıdır.
Der ki: Sat, kârlısın. "Asıl hayata mazhar olan, elbette âhiret yurdudur."(Ankebut, 64) diyor. Diğeri, küfrün, felsefe terbiyesinin vesvesesidir ki, "Sen kendine maliksin" der. Seni "Bizim için ancak dünya hayatı vardır." (En'âm, 29/ Mü'minûn, 37) diyenlerden etmek ister. Bu nurlu huda ile, şu uydurma dehâ arasındaki farkı gör; tâ kör olmayasın…


……………………………………………………………………


“Kim bu dünyada hakka karşı körlük ederse, işte o âhirette de kördür ve yolca daha şaşkındır." (İsrâ, 72)


"Allah'ım "Bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan sâlih kullarının yoluna ilet-gazabına uğrayanların ve sapıtmış olanların yoluna değil." Âmin.


"Bu dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka birşey değildir. Asıl hayata mazhar olan ise âhiret yurdudur." (Ankebut, 64)


Ey iradesizce, hızla kabre, haşre, ebede giden Said-i şakî! Bil ki:
Uzun ve kısalığı ölçüsünde iki hayatın ihtiyaçlarını karşılamak için, Mâlik-i Kerîm sana bir ömür sermayesi verdiği halde, sen o sermayenin büyük kısmını ebedi hayata kıyası, bir denizin bir damla seraba kıyası gibi olan şu fani hayat damlasında ziyan ettin. Eğer aklın varsa, elde kalan kısmının yarısını veya üçte birini veya en azından onda birini deniz gibi olan ebedi hayata sarf et. Yoksa, "Eyvahlar olsun" diyeceğin bir zaman gelecek. Şaşırtıcıdır ki, senin gibi ahmaklara âkıl ve ilim sahibi deniliyor. Şu temsili dinle:


Meselâ, şu bir hizmetçi kuldan daha ahmak görünüyorsun ki, onun seyyid-i kerîmi, ona yirmi dört altın veriyor. Onu Burdur'dan Antalya'ya, oradan da Şam'a ve Yemen'e gönderiyor. Ve emrediyor ki:


"O altınları, yolculuk ihtiyaçlarında harca. Lâkin Antalya'ya kadar, mecburen iki gün yayan gideceksin. Hem, bir nevi seçme hakkın var. O altınları bir şeyde sarf etsen de, etmesen de yine gideceğin yere yetişebilirsin. Lâkin Antalya'dan sonraki diğer menzillere gitmekte, bir açıdan seçim senin elindedir. Eğer bir vesika veya bir bilet alabilir ve bir vapura veya bir trene veya bir uçağa binebilirsen, bir aylık mesafeyi bir günde kat edebilirsin. Yoksa, hem yayan, hem yalnız, hem şaşkın, hem kovulmuş bir şekilde yoluna devam edeceksin."


Halbuki, o aptal, ahmak yolcu, yirmi üç altınını iki günlük mesafede harcadı. Ona denildi ki:
"Şu bâki kalan bir altını, o uzun yolun için, bir azık ve bir bilete ver. Ümit edilir ki, seyyidin sana merhamet eder, rahatla gidersin."


O dedi ki:
"Yok, şimdiki rahatımdan vazgeçemem. Bir ihtimal var ki, fayda vermez."
Ona denildi:
"Acaba bu derece ahmaklık olur mu ki, senin aklın sana nasıl fetva veriyor? Yarı malını, bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına atarsın. Halbuki o kumarda, bin ihtimalden bir ihtimalle, belki bin lirayı kazanabilirsin.


Hem nasıl oluyor ki, şu menfaatperest aklın sana fetva vermiyor ki, yirmi dört parça malından tek bir cüz'ünü verirsen, binde dokuz yüz doksan dokuz ihtimalle, tükenmez hazinelere zafer bulacağın, milyonlar ehl-i hibre ve uzman şahitlikleriyle kesinlik kazanmıştır? Halbuki, böyle büyük menfaatler için, bir tek sıradan kimsenin verdiği haber dahi dikkate alınır… "Şöyle bu işin ehillerinin, alimlerinin bildirdikleri, nasıl oluyor ki, sana tesir etmiyor? Cehalet ve gafletin ne kadar kalınlaşmış?"


Ey namaz kılmayan! Misali anladınsa, hakikati dinle:
O misafir kul sensin. Burdur, dünyadır; Antalya, kabir. Şam, berzah ve haşirdir. Yemen, haşir ve sonrasıdır. Yirmi dört lira da, yirmi dört saattir. Sen, o yirmi dört saatin yirmi üçünü, şu fâni hayata tereddütsüz ve korkusuzca harcıyorsun. Pek uzun seferin için gerekli azık olan beş vakit namazın edasına, bir saatin sarfında gevşeklik gösteriyorsun. Yani, ağır davranıyorsun. Hattâ sarf ettiğin vakitte bir hisse de dünyaya çıkarıyorsun ki, namaz içinde dünyanı da düşünüyorsun.


Halık-ı Kerîmin bu kadar az bir şeyle şu kadar büyük şeyleri sana verdiği halde sen yapmazsan, senin bu insafsızlığınla Cehennem sana lâyık olmaz mı ve sen ona müstehak olmaz mısın, ey gafil ve ey namazı terkeden?


Elhasıl:
VAKTİ ÇIKMADAN ÖNCE NAMAZA; ÖLÜMDEN ÖNCE DE TEVBEYE KOŞUNUZ!


(
 

Çilekeþ

New member
Katılım
10 Tem 2007
Mesajlar
243
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
33
Konum
Ýslambol
Allah Mü'min'e her hata yaptığında bir TÖVBE kapısı açıyor.Bu kapıyı haşaa ters çevirmek , geri kapatmak ne büyük insansızlıktır.İnsanlar bunun farkına varabilir İnşaallah.
 
Üst Alt