Farkına varılmayan nimetlerin kadr-ü kıymeti bilinmez, çok defa elden çıkınca anlaşılır, elden çıkınca da pişmanlığa dönüşür. Müslümana yakışan, sahip olduğu sayısız nimetleri fark edip başta bu nimetleri vereni hatırlayarak ona şükretmek ve nimetleri birer emanet olarak kabul edip onları titizlikle korumaktır. Ayrıca bu nimetlerin bizim için birer imtihan vesilesi olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir.
İnsan olarak yaratılmak, yaratıkların en şereflisi kılınmak, İslam'la müşerref olmak, yeryüzünde Allah'ın halifesi sayılmak sayısız nimetlerin en başta gelenlerindendir. Cenab-ı hak Kur'ân-ı Kerim'in pek çok yerinde, verdiği nimetleri insanlara hatırlatmakta ve insanların şükürsüzlüğüne, nankörlüğüne işaret etmektedir. "Gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkaran, buyruğu ile denizde akıp gitmesi için gemileri emrinize veren, ırmakları hizmetinize sunan Allah'tır. Size devamlı faydası olan güneşi ve ayı emrinize veren, geceyle gündüzü de size hizmet ettiren yine Allah'tır. Kendisinden istediğiniz her şeyi Allah size vermiştir. Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız, doğrusu insan çok zalim ver nankördür." (İbrahim, 32-34) "Allah'ın göklerde ve yerde olanları emrinize verdiğini, nimetlerini gizli ve açık olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz?" (Lokman, 20)
Sahip olduğumuz her şey Allah'ındır. Biz kendimizin bile asıl sahibi değiliz. Vücudumuzda istediğimiz gibi tasarruf yapamayız. Bedenimizi, onu bize emanet olarak veren Rabbimizin talimatları doğrultusunda kullanmak zorundayız. Organlarımızı günaha alet etmemek, fıtrata aykırı kullanmamak durumundayız. Hiç kimse kalkıp hayat benim hayatımdır, istersem intihar edip ona son verebilirim diyemez. Zira ruh da beden de Allah'ındır. Allah'ın mülkünde hiç kimse onun rızasına aykırı davranamaz.
Denizdeki balıkların denizi fark etmemesi gibi pek çok insan da içinde yüzdüğü nimetleri fark etmemektedir. En başta nefes alabilmek, görmek, duymak, akıl sahibi olmak, hissetmek, yiyip içebilmek, uyuyabilmek, def-i hacet yapabilmek, yürüyebilmek, konuşabilmek vb paha biçilmez nimetlerdendir.
Sahip olduğu nimetlerin farkında olmayan birisi arif bir zata fakirlikten dem vurdu, hiçbir şeye sahip olmadığından söz etti. Arif olan zat ona:
- İki gözünün kör olmasına mukabil on bin dirheme sahip olmak ister misin?
- Hayır, dedi.
- Dilsiz olup da on bin dirhemin olsa!
- Hayır,
- Ellerin ayakların kesik olduğu halde yirmi bin dirhemin olsa!
- Hayır.
- Deli olup da on bin dirhemin olsa!
- Hayır.
- O halde utanmaz mısın, Mevla'nın senin üzerinde şu saydıklarıma karşılık elli bin dirhem değerinde nimeti olmasına rağmen şikâyette bulunuyorsun.
Rivayete göre karısı Eyüp peygambere şöyle demiştir:
"Ey Eyüb! Rabbine dua etsen de seni ferahlatsa!"
Eyüb (a.s) de: "yetmiş sene sağlıklı yaşadım. Hastalık müddetim ise daha azdır. Allah için yetmiş sene sabretmeliyim" diye cevap verdi. Elbette şifa istenir, tedavi yollarına başvurulur, fakat şikâyet edilmez. Kula düşen; nimete şükür, belaya sabırdır. Zaten sabır da dik durmaktır, yıkılmamaktır.
Kendimize ve etrafımıza baktığımızda o kadar şükredilecek şey vardır ki, bunlara bakınca şikâyete mahal kalmaz. Ashab-ı kiramdan Urve b. Zübeyr bir günde iki musibetle karşılaşmış. Atın tepmesiyle oğlu ölmüş, hastalık vücudunun tamamına yayılmasın diye doktor ayağının birini kesmiş fakat bununla birlikte o, Allah'a hamdetmiş. Bir ölen oğluna bir de hayattaki oğluna bakmış ve şöyle demiş: "Ya Rab! Birisini almış olsan da diğerini bıraktın. Bir kesik ayağına bir de sağlam ayağına bakmış ve şöyle demiş: "Ya Rab! Birisiyle beni imtihan etmiş olsan da ötekini bana bıraktın." Evet, bu bir kadirşinastlıktır. İnsan sadece olumsuz tarafa bakarsa olumlu hiçbir şey görmez, fakat olumlu tarafa bakanlar her şey de hayır ve hikmet görürler. Felaket gibi gözüken pek çok şey bile haddizatında nimettir. İnsanın daha kötü durumlara düşmemesi için birer ikazdır. Rahmet tokadıdır. Bir musibet, bin nasihatten evladır. Musibet istenmez fakat başa geldiği zaman neden ve niçinleri araştırılır, hatalar gözden geçirilir, ders alınır. Hz. Ömer'in şöyle söylediği rivayet edilir: "Bir belaya uğradığımda Allah'ın benim için bu belada dört nimeti olduğunu görürüm":
1. İyi ki bu musibet dinimle ilgili değildir.
2. Belanın en büyüğü değildir.
3. Allah'tan razı olmama engel değildir.
4. Allah'tan sevap ummama vesiledir.
İyi gözle bakıldığında şerlerden hayır tahsil edilir, kötü gözle bakılırsa hayırlar şerre çevrilir.
Büyük sufi İbrahim Erzurumlu Hazretleri ne güzel söylemiş:
Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Arif anı seyreyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler.
Nimetleri fark etmek mutluluk sebebidir. Nankör insanlar mutsuzdurlar, kendilerini hep mahrumiyet içinde hissederler. Varlık içinde darlık çekerler. Gözlerinin önündeki sayısız nimetleri görmedikleri için hayali nimetler peşinde ömür tüketirler. Aradıklarını bilmeyenler bulduklarının farkında olmazlar. Mevcudu fark etmemek ya cehaletten veya hırstan kaynaklanır. İkisi de gözü kör eder. Kanaatkâr yoksullar çok az bir ikramla bile sevinirlerken, tamahkâr zenginler büyük servetlerle bile mutlu olamazlar. İnsanların Nemrutlaşması, Firavunlaşması, nimetlerin hizmet yerine hezimete çevrilmesi hep şükürsüzlük, nankörlük yüzündendir. İktidar nimetini insanlara hizmet yerine onları ezme vesilesi yapanlar, serveti rahmet yerine nefret aracı yapanlar, nimetlerin asıl sahibini unutanlar kendilerini ilah yerine koyanlardır.
İbadetler, verdiği sınırsız nimetlere karşı Allah'a teşekkür etmektir. Allah'ın verdiği nimetleri, Allah'ın yaratıklarıyla paylaşmak en güzel teşekkür tarzıdır. Allah'a şükredenler, teşekkürü de hak ederler. Hem Allah'ın rızasını, hem de kulların duasını kazanırlar. Nimetler yoluyla elde edilebilecek en büyük kazanç da budur. Şükür, bereket sebebidir. "Hani Rabbiniz: Andolsun ki, şükrederseniz sizin için nimetlerimi arttırırım. Nankörlük ederseniz benim azabım çok şiddetlidir diye bildirmişti." (İbrahim, 7) dünyanın çektiği sıkıntılar hep nankörler yüzündendir. Ferdi ve umumi olarak Allah'ın şiddetli azabını celbetmektedirler.
Farkında olunsa da, olunmasa da herkes sahip olduğu nimetlerin hesabını nimet sahibine mutlaka verecektir. "Sonra da o gün mutlaka size verilen nimetlerden sorguya çekileceksiniz" (Tekasür, 8) Bu ayet nazil olduğunda yoksulun birisi ayağa kalkıp. "Bende nimetten hiç eser var mı? Dedi. Hz peygamber de: "Ayakkabıların var, soğuk su içiyorsun, gölgeleniyorsun" buyurdular. Ayakkabısı olmayan bir kimse ayağı olmayana göre ne büyük nimete sahiptir. Bir nefes sıhhat bütün saltanatlara bedeldir. Saçları dökülmüş, ağzında diş kalmamış bir insanın en büyük isteği sırma saçlı, inci dişli olmaktır. Fakat saçlara dişlere sahipken bunların nimet ve servet olduğunu fark etmiyordu. Gençlik, sıhhat, servet, makam, itibar ve daha nice nimetlerin büyüklüğü, ihtiyarlık, hastalık, fakirlik, güçsüzlük ve terk edilmişlik hallerinde daha iyi fark ediliyor. Nimetin zevali eleme dönüşüyor, bunun tam aksi de oluyor. Bunun tam aksi de oluyor, kayıptan sonra kazanç elemi lezzete çeviriyor.
Hiç kimsenin Allah'a sitem etmeye hakkı yoktur. Ondan alacağı da yoktur. Çünkü her şey bize onun tarafından verilmiştir. Verenin alma hakkı da vardır. Bizler ondan geldik ona gidiyoruz. Fuzuli ne güzel söylemiş:
Canı canan istemiş vermemek olmaz ey dil!
Zira o ne senindir ne benim
Bizler her şeyi kendimizin sandığımız için şükrü unutuyoruz başkası ikramda bulunduğuda teşekkür ediyoruz, Allah'ın ikramlarını ikram saymamak gibi bir tutum sergiliyoruz, halbuki başkalarının bize ikramları da Allah sayesindedir. Onun için neticede bütün takdir ve teşekkürler O'na racidir. Gökten yağmur yağdırmasa, yerden bitki bitirmese halimiz nice olur! Rabbimizin bütün lütuf ve ikramlarını görüp elimizden geldiğince şükretmek, nimetleri yerli yerince kullanmak ve bunların emanetçisi olduğumuzu düşünmek hem ferdi, hem de toplumsal hayata düzen ve anlam kazandırır. Kibrin yerini tevazu israfın yerini iktisat, bencilliğin yerini fedakarlık, düşmanlığın yerini dostluk alır.
Nimetleri fark etmek, şükretmek ve onları hesabını kolay verebilecek şekilde kullanmak insan ve Müslüman olmanın gereğidir. Nasıl olsa bunların hesabı bir gün karşımıza çıkacaktır. Hz Peygamber bu durumu şöyle haber veriyor: "Kul, kıyamet gününde şunların hesabını vermeden Allah'ın huzurundan ayrılamaz: Ömrünü ne yolda tüketti, ilmiyle ne yaptı, malını nereden kazanıp nereye harcadı, bedenini nerede yıprattı?" (Tirmizi, Hadis no: 2417)
Sahip olduğumuz her şeyin bize yüklediği bir sorumluluk vardır. Zaten insanın diğer canlılardan ayıran temel özelliklerden birisi de sorumluluk sahibi olmasıdır. Bu sorumlulukların başında ise nimetleri ve sahibini fark etmek ve şükretmek gelir.
Kaynak: Altınoluk Dergisi, Temmuz 2008
İnsan olarak yaratılmak, yaratıkların en şereflisi kılınmak, İslam'la müşerref olmak, yeryüzünde Allah'ın halifesi sayılmak sayısız nimetlerin en başta gelenlerindendir. Cenab-ı hak Kur'ân-ı Kerim'in pek çok yerinde, verdiği nimetleri insanlara hatırlatmakta ve insanların şükürsüzlüğüne, nankörlüğüne işaret etmektedir. "Gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkaran, buyruğu ile denizde akıp gitmesi için gemileri emrinize veren, ırmakları hizmetinize sunan Allah'tır. Size devamlı faydası olan güneşi ve ayı emrinize veren, geceyle gündüzü de size hizmet ettiren yine Allah'tır. Kendisinden istediğiniz her şeyi Allah size vermiştir. Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız, doğrusu insan çok zalim ver nankördür." (İbrahim, 32-34) "Allah'ın göklerde ve yerde olanları emrinize verdiğini, nimetlerini gizli ve açık olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz?" (Lokman, 20)
Sahip olduğumuz her şey Allah'ındır. Biz kendimizin bile asıl sahibi değiliz. Vücudumuzda istediğimiz gibi tasarruf yapamayız. Bedenimizi, onu bize emanet olarak veren Rabbimizin talimatları doğrultusunda kullanmak zorundayız. Organlarımızı günaha alet etmemek, fıtrata aykırı kullanmamak durumundayız. Hiç kimse kalkıp hayat benim hayatımdır, istersem intihar edip ona son verebilirim diyemez. Zira ruh da beden de Allah'ındır. Allah'ın mülkünde hiç kimse onun rızasına aykırı davranamaz.
Denizdeki balıkların denizi fark etmemesi gibi pek çok insan da içinde yüzdüğü nimetleri fark etmemektedir. En başta nefes alabilmek, görmek, duymak, akıl sahibi olmak, hissetmek, yiyip içebilmek, uyuyabilmek, def-i hacet yapabilmek, yürüyebilmek, konuşabilmek vb paha biçilmez nimetlerdendir.
Sahip olduğu nimetlerin farkında olmayan birisi arif bir zata fakirlikten dem vurdu, hiçbir şeye sahip olmadığından söz etti. Arif olan zat ona:
- İki gözünün kör olmasına mukabil on bin dirheme sahip olmak ister misin?
- Hayır, dedi.
- Dilsiz olup da on bin dirhemin olsa!
- Hayır,
- Ellerin ayakların kesik olduğu halde yirmi bin dirhemin olsa!
- Hayır.
- Deli olup da on bin dirhemin olsa!
- Hayır.
- O halde utanmaz mısın, Mevla'nın senin üzerinde şu saydıklarıma karşılık elli bin dirhem değerinde nimeti olmasına rağmen şikâyette bulunuyorsun.
Rivayete göre karısı Eyüp peygambere şöyle demiştir:
"Ey Eyüb! Rabbine dua etsen de seni ferahlatsa!"
Eyüb (a.s) de: "yetmiş sene sağlıklı yaşadım. Hastalık müddetim ise daha azdır. Allah için yetmiş sene sabretmeliyim" diye cevap verdi. Elbette şifa istenir, tedavi yollarına başvurulur, fakat şikâyet edilmez. Kula düşen; nimete şükür, belaya sabırdır. Zaten sabır da dik durmaktır, yıkılmamaktır.
Kendimize ve etrafımıza baktığımızda o kadar şükredilecek şey vardır ki, bunlara bakınca şikâyete mahal kalmaz. Ashab-ı kiramdan Urve b. Zübeyr bir günde iki musibetle karşılaşmış. Atın tepmesiyle oğlu ölmüş, hastalık vücudunun tamamına yayılmasın diye doktor ayağının birini kesmiş fakat bununla birlikte o, Allah'a hamdetmiş. Bir ölen oğluna bir de hayattaki oğluna bakmış ve şöyle demiş: "Ya Rab! Birisini almış olsan da diğerini bıraktın. Bir kesik ayağına bir de sağlam ayağına bakmış ve şöyle demiş: "Ya Rab! Birisiyle beni imtihan etmiş olsan da ötekini bana bıraktın." Evet, bu bir kadirşinastlıktır. İnsan sadece olumsuz tarafa bakarsa olumlu hiçbir şey görmez, fakat olumlu tarafa bakanlar her şey de hayır ve hikmet görürler. Felaket gibi gözüken pek çok şey bile haddizatında nimettir. İnsanın daha kötü durumlara düşmemesi için birer ikazdır. Rahmet tokadıdır. Bir musibet, bin nasihatten evladır. Musibet istenmez fakat başa geldiği zaman neden ve niçinleri araştırılır, hatalar gözden geçirilir, ders alınır. Hz. Ömer'in şöyle söylediği rivayet edilir: "Bir belaya uğradığımda Allah'ın benim için bu belada dört nimeti olduğunu görürüm":
1. İyi ki bu musibet dinimle ilgili değildir.
2. Belanın en büyüğü değildir.
3. Allah'tan razı olmama engel değildir.
4. Allah'tan sevap ummama vesiledir.
İyi gözle bakıldığında şerlerden hayır tahsil edilir, kötü gözle bakılırsa hayırlar şerre çevrilir.
Büyük sufi İbrahim Erzurumlu Hazretleri ne güzel söylemiş:
Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Arif anı seyreyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler.
Nimetleri fark etmek mutluluk sebebidir. Nankör insanlar mutsuzdurlar, kendilerini hep mahrumiyet içinde hissederler. Varlık içinde darlık çekerler. Gözlerinin önündeki sayısız nimetleri görmedikleri için hayali nimetler peşinde ömür tüketirler. Aradıklarını bilmeyenler bulduklarının farkında olmazlar. Mevcudu fark etmemek ya cehaletten veya hırstan kaynaklanır. İkisi de gözü kör eder. Kanaatkâr yoksullar çok az bir ikramla bile sevinirlerken, tamahkâr zenginler büyük servetlerle bile mutlu olamazlar. İnsanların Nemrutlaşması, Firavunlaşması, nimetlerin hizmet yerine hezimete çevrilmesi hep şükürsüzlük, nankörlük yüzündendir. İktidar nimetini insanlara hizmet yerine onları ezme vesilesi yapanlar, serveti rahmet yerine nefret aracı yapanlar, nimetlerin asıl sahibini unutanlar kendilerini ilah yerine koyanlardır.
İbadetler, verdiği sınırsız nimetlere karşı Allah'a teşekkür etmektir. Allah'ın verdiği nimetleri, Allah'ın yaratıklarıyla paylaşmak en güzel teşekkür tarzıdır. Allah'a şükredenler, teşekkürü de hak ederler. Hem Allah'ın rızasını, hem de kulların duasını kazanırlar. Nimetler yoluyla elde edilebilecek en büyük kazanç da budur. Şükür, bereket sebebidir. "Hani Rabbiniz: Andolsun ki, şükrederseniz sizin için nimetlerimi arttırırım. Nankörlük ederseniz benim azabım çok şiddetlidir diye bildirmişti." (İbrahim, 7) dünyanın çektiği sıkıntılar hep nankörler yüzündendir. Ferdi ve umumi olarak Allah'ın şiddetli azabını celbetmektedirler.
Farkında olunsa da, olunmasa da herkes sahip olduğu nimetlerin hesabını nimet sahibine mutlaka verecektir. "Sonra da o gün mutlaka size verilen nimetlerden sorguya çekileceksiniz" (Tekasür, 8) Bu ayet nazil olduğunda yoksulun birisi ayağa kalkıp. "Bende nimetten hiç eser var mı? Dedi. Hz peygamber de: "Ayakkabıların var, soğuk su içiyorsun, gölgeleniyorsun" buyurdular. Ayakkabısı olmayan bir kimse ayağı olmayana göre ne büyük nimete sahiptir. Bir nefes sıhhat bütün saltanatlara bedeldir. Saçları dökülmüş, ağzında diş kalmamış bir insanın en büyük isteği sırma saçlı, inci dişli olmaktır. Fakat saçlara dişlere sahipken bunların nimet ve servet olduğunu fark etmiyordu. Gençlik, sıhhat, servet, makam, itibar ve daha nice nimetlerin büyüklüğü, ihtiyarlık, hastalık, fakirlik, güçsüzlük ve terk edilmişlik hallerinde daha iyi fark ediliyor. Nimetin zevali eleme dönüşüyor, bunun tam aksi de oluyor. Bunun tam aksi de oluyor, kayıptan sonra kazanç elemi lezzete çeviriyor.
Hiç kimsenin Allah'a sitem etmeye hakkı yoktur. Ondan alacağı da yoktur. Çünkü her şey bize onun tarafından verilmiştir. Verenin alma hakkı da vardır. Bizler ondan geldik ona gidiyoruz. Fuzuli ne güzel söylemiş:
Canı canan istemiş vermemek olmaz ey dil!
Zira o ne senindir ne benim
Bizler her şeyi kendimizin sandığımız için şükrü unutuyoruz başkası ikramda bulunduğuda teşekkür ediyoruz, Allah'ın ikramlarını ikram saymamak gibi bir tutum sergiliyoruz, halbuki başkalarının bize ikramları da Allah sayesindedir. Onun için neticede bütün takdir ve teşekkürler O'na racidir. Gökten yağmur yağdırmasa, yerden bitki bitirmese halimiz nice olur! Rabbimizin bütün lütuf ve ikramlarını görüp elimizden geldiğince şükretmek, nimetleri yerli yerince kullanmak ve bunların emanetçisi olduğumuzu düşünmek hem ferdi, hem de toplumsal hayata düzen ve anlam kazandırır. Kibrin yerini tevazu israfın yerini iktisat, bencilliğin yerini fedakarlık, düşmanlığın yerini dostluk alır.
Nimetleri fark etmek, şükretmek ve onları hesabını kolay verebilecek şekilde kullanmak insan ve Müslüman olmanın gereğidir. Nasıl olsa bunların hesabı bir gün karşımıza çıkacaktır. Hz Peygamber bu durumu şöyle haber veriyor: "Kul, kıyamet gününde şunların hesabını vermeden Allah'ın huzurundan ayrılamaz: Ömrünü ne yolda tüketti, ilmiyle ne yaptı, malını nereden kazanıp nereye harcadı, bedenini nerede yıprattı?" (Tirmizi, Hadis no: 2417)
Sahip olduğumuz her şeyin bize yüklediği bir sorumluluk vardır. Zaten insanın diğer canlılardan ayıran temel özelliklerden birisi de sorumluluk sahibi olmasıdır. Bu sorumlulukların başında ise nimetleri ve sahibini fark etmek ve şükretmek gelir.
Kaynak: Altınoluk Dergisi, Temmuz 2008