Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Nesih ve mensuh nedir?

  • Konbuyu başlatan zeynep_hearty
  • Başlangıç tarihi
Z

zeynep_hearty

Guest
nesih ve mensuh nedir? tam olarak kavrayamadığım bir konudur ...Konu hakkında bilgisi olanlardan yazmalarını rica ediyorum...selam ve dua ile...
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
nesih ve mensuh nedir? tam olarak kavrayamadığım bir konudur ...Konu hakkında bilgisi olanlardan yazmalarını rica ediyorum...selam ve dua ile...



Arapça’da “nesh” kelimesine silme, ortadan kaldırma anlamları verilir. Mensuh ise silineni, ortadan kalkanı ifade eder. Geleneksel İslâmcılar Kuran’ın içinde nasih ve mensuh olduğunu, bir kısım Kuran ayetlerinin, diğer bazı Kuran ayetlerini iptal ettiklerini iddia etmişlerdir. Hatta hadislerin bile Kuran’ın ayetlerini iptal edebileceğini söylemişlerdir.

Mezhep kitapları nasih ve mensuh için dört şart ileri sürmüşlerdir.

1- Hükmü kaldıran nasih olmalı

2- Hükmü kaldırılan mensuh bulunmalı

3- Nasih mensuhtan sonra gelmeli

4- Her ikisi arasında açık çelişki olmalı

Eldeki kaynakları incelersek Kuran ayetlerinin hangi tarihte, hangi sırayla indiğine dair herkesin ittifak ettiği bir sıra olmadığını görürüz. Hadis rivayetinde ise; hangi hadisin, hangi ayetten önce veya sonra söylendiğini belirten bilgiler belirsizdir. Nasih-mensuh iddiasını incelediğimizde asıl yapılanın dinin mezhep imamlarının insafına, görüşüne bırakılması olduğunu görüyoruz. Mezhep imamı neyin nasih, neyin mensuh olduğunu belirler. Böylece nasih mensuh sihirli değneğini eline alan mezhep imamı, Kuran’ın hükmünü iptal edebilecek güce de kavuşur. Yani nasih-mensuh ile dini oyuncağa çevirmenin sonucu; mezhep imamlarının dindeki otoritesini sağlamlaştırmak ve mezhep imamlarının “din kurucusu” konumunu pekiştirmektir.sonuçta on binlerce hadisten dilediğini seçme ve nasih-mensuh sihirli değneğini istediği gibi kullanma yetkisine sahip olan mezhep imamları Peygamber’in, hatta Allah’ın üstünde bir konumla dini oluşturma yetkisini ellerine almışlardır.

Biz daha hayırlısını, ya da bir benzerini getirmedikçe bir ayeti (delili,belgeyi,işareti) neshetmeyiz (silmeyiz, yürürlükten kaldırmayız) veya unutturmayız.

Bakara Suresi 106

Kuran’da kullanılan “ayet” kelimesi Allah’ın varlığının ve söylediklerinin ispatı olan her şey için kullanılır. Türkçe’de belge, mucize, delil, işaret, Kuran ayeti şeklinde ifadesini bulan her şey Arapça’da “ayet” olarak tanımlanır.Kuran’a göre Allah’ın yarattığı her şeyde, bitkilerde, insanda, eski kavimlerin başlarına gelenlerde, gece ile gündüzde “ayet” ler vardır.Bazı çevirilerde Arapça’da hiç geçmemesine rağmen “hüküm” kelimesi de yukarıdaki ayetin çevirisine ilave edilip “ayetin hükmü” şeklinde çeviri yapılıp, sanki ayetlerin hükmü neshedilebiliyormuş gibi bir hava verilmeye çalışılmıştır.Oysa Kuran’da geçen “ayet” kelimesine baktığımız vakit çok ilginç bir kullanım şekli olduğunu görüyoruz. “Ayet” kelimesinin çoğul şekli olan “ayat” kelimesi tüm Kuran’da mucize, belge, delil, işaret, Kuran ayetleri manasında kullanılır. Fakat “ayat”ın tekil ifadesi olan “ayet” kelimesi Kuranın hiçbir yerinde Kuran ayeti manasında kullanılmamıştır.A..

Onlar Kuranı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde bir çok çelişkiler bulacaklardı.

Nisa Suresi 82

Madem ki Kuranda hiçbir çelişki yoktur, içinde nasih mensuh da olamaz. Çünkü nasih ve mensuhun temelinde, iki çelişkili ifadenin olması ve bu ifadelerden birinin diğerini geçersiz kılması vardır.Zaten Bakara Suresi 106. ayeti anlamak için zahmet edilip de bir önceki ayet olan Bakara Suresi 105. ayet okunursa, Bakara Suresi 106. ayette daha evvelki ümmetlere verilen delillerin, belgelerin, işaretlerin kastedildiği anlaşılır.

Ehli kitaptan Kafirler ve ortak koşanlar, Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Ama Allah rahmetini dilediğine özgüler. Allah büyük lûtfun sahibidir.

Bakara Suresi 105

Kuranda “ayetin” yerine “ayetin” gelmesi 16. Nahl Suresi 101’de de geçer:

Biz bir ayeti (delili, belgeyi, işareti) bir başka ayetin (delilin, belgenin, işaretin) yerine koyduğumuzda -ki Allah neyi indirdiğini daha iyi bilmektedir- onlarsa şöyle der: “Sen yalnızca iftira edicisin” Hayır onların çoğu bilmezler.

Nahl Suresi 101

Bu ayete ve devamına dikkat edersek Peygamber’i, düşmanlarının iftira edici olarak nitelemesinin sebebi, Kuran’da ayetlerin kendi içinde birbirini nesh etmesi değildir. Peygamber’in iftiracı olarak nitelenmesinin sebebi, Kuran’ın Allah tarafından gönderildiğini söylemesi ve Kuran’daki ayetlerin (belgelerin, delillerin, işaretlerin) unutulan veya hükmü kalkan ayetlerin (delil, belge,işaretlerin) yerini almasıdır. Nitekim aynı konuyu anlatmaya devam eden Nahl Suresi’nde iki ayet sonra 103. ayette Peygamber’e, Kuran’ın bir insan tarafından öğretildiği iftirasının yapıldığını görüyoruz. Bakara Suresi 106. ayeti yeniden incelersek yeni “ayetin”, nesh edilen “ayetin” ve “unutulan” ayetin yerine geldiğini görüyoruz. Ayette neshin yanı sıra unutma Şili de geçer. Bu nedenle bu ayete dayanarak Kuran’da nesih-mensuh olduğunu savunanlar, Kuran’da unutulmuş ayetler olabileceğini de iddia etmiş olurlar.

Hiç şüphesiz Zikri (Hatırlatıcı’yı) biz indirdik biz. Onun koruyucuları da gerçekten biziz.

Hicr Suresi 8

Kuran’da neshin olmadığını savunan Prof. Dr. Hüseyin Atay silme, ortadan kaldırma anlamlarının neshin ikinci dereceden anlamları olduğunu, nasih mensuh nazariyesinden sonra bu manaya ağırlık verildiğini söyler. Hüseyin Atay’a göre nesh kelimesine Türkçe’de kopya etme, aynısını yazma, nüsha çıkarma manalarını vermek daha uygundur. Nitekim dilimizdeki nüsha kelimesi Arapça’daki “nesh” kelimesinden türeyerek dilimize girmiştir. Bu mananın asıl olduğunu söyleyen Hüseyin Atay 45- Casiye Suresi 29. ayette “nesh” kelimesinin “Biz sizin için yaptıklarınızın kopyasını, nüshasını alıyoruz.” şeklinde kullanılmasını da delil olarak göstermektedir. (Hüseyin Atay - Kurana Göre Araştırmalar I-III) Hüseyin Atay’ın bu tespiti çok önemlidir, çünkü neshin bu şekilde manalandırılması halinde; bir Kuran ayetinin başka bir Kuran ayetinin yerini alması şeklinde manalandırma yapılamadığı için nasihmensuh oyuncağının dayandırılmak istendiği bu ayetten, bu sonuç hiç çıkmayacaktır. Gerçi biz “neshin” mezhepçilerin kullandığı manasını alıp, bu manada kullanıldığı taktirde de mezhepçilerin arzu ettikleri sonucu çıkartamayacaklarını gösterdik.

İşte bunlar Allah’ın ayetleridir ki onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanıyorlar?

Casiye Suresi 6


91- Onlar ki Kuran’ı parça parça yaptılar.
92- Rabbine and olsun, onların hepsinden hesap soracağız.
93- Yapmakta oldukları şeylerden

Hicr Suresi 91-93

... Yoksa siz kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü
inkar mı ediyorsunuz?...

Bakara Suresi 85

Kuran’a göre Kuran’ı parça parça yapmak, kitabın bir bölümünü kabul, bir kısmını göz ardı etmek olacak şey değildir. Oysa nasih-mensuh oyuncağının elinde Kuran’ın ayetleri nasih ve mensuh diye ikiye bölünmekte, bir kısım ayetlerin mensuh’tur diye hükmü kabul edilmemektedir. Oysa Kuran’ın tümü içinde, Allah bölücülüğü kabul etmez. Yine Kuran’da Allah, Yahudiler’in kelimelerin anlamlarını kaydırarak dini tahrif etmelerinden, işlerine gelenleri kabul, işlerine gelmeyenleri reddetmelerinden bahseder. Bakara Suresi 41. ayette anlatılan bu tablodan ne yazık ki Müslümanlar yeterli dersi alamamış, Bakara Suresi 106. ayet örneğindeki gibi bazı kelimelerin manasını kaydırıp Kuran’ı bölük bölük yapma yoluna gitmişlerdir. Çözüm tüm Kuran’ı tek bir ilave ve eksiltme yapmadan, nasihsiz-mensuhsuz kabul etmek, yalnız ve yalnız Kuran’a tabi olmaktır.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
5 NASİH-MENSUH İDDİAS

1. Hamr: “Hamr” Arapça’da “şarap veya sarhoşluk veren madde” anlamına gelir. Bakara Suresi 219. ayette “Hamr”ın kötülüklerinin yararlarından fazla olduğu geçer. Maide Suresi 90. ayette “Hamr” şeytan işi bir pislik olarak tanıtılır. Nisa Suresi 43. ayette ise sarhoş iken ne söylendiğinin farkına varılıncaya kadar namaz kılınmaması geçer. İddiaya göre Maide Suresi 90. ayet diğer iki ayeti nesh etmiştir. Oysa bu iddia mantıksızdır. Bakara Suresi 213. ayette “hamr” ile ilgili bir özellik açıklanır; mesela şarabın kalbe faydaları olabilir, fakat ayette geçtiği gibi kötülükleri daha fazladır. Ayet “hamr”ın kötülüklerine rağmen, bazı faydalarını vurguluyor, fakat kötülüklerinin fazlalığını da vurguluyor. Günümüzde de hem namaz kılan hem sarhoş olabilen kişiler vardır. Demek ki bu kişiler sarhoş olduklarından dolayı namazı terk etmeyecek yine de kılacaklardır. Fakat namazı sarhoş oldukları anda kılmayacaklardır. Burada sarhoşluktaki ölçü de ayette verilmiştir: “Ne söylediğini bilinceye kadar” Anlaşıldığı üzere üç ayette de çelişki yoktur ve bu ayetlerde nasih-mensuh iddiasında bulunmak gereksizdir. Tüm ayetlerin bir fonksiyonu, lazım olabileceği bir durum mevcuttur.

2. Barış ve Savaş: Kuran’da aslolan barıştır. Kuran ayetlerine göre savaş; Müslümanlar’ın yurtlarından kovulmaları, kendilerine saldırılması gibi koşullarda ortaya çıkan bir zarurettir. Bu durumlarda Müslüman savaşın gereği neyse onu yapar. Kuran’a bir bütün olarak bakıldığında tüm bu söylediklerimiz yerli yerine oturur. Bu yüzden savaşla ilgili ayetlerin, barışı nesh etmesi tipi bir durum söz konusu değildir. Müslüman, Kuran’ın genel prensipleri üzerinde barışçı olmaya çalışır, yine Müslüman Kuran’da belirtildiği gibi saldırıya uğradığı zaman savaşır. Bunlar çelişki değildir. Bunlar farklı durumların, karşı tarafın aldığı farklı tavırların gerektirdiği sonuçlardır.

3. Savaşta Mü’min Kafir Oranı: Enfal Suresi 65. ayette Müslümanlar’dan yirmi sabırlı kişinin iki yüz kafiri yeneceği, yüz kişinin ise bin kişiyi yeneceği söylenir. Bir sonraki 66. ayette ise Allah’ın müslümanların zaafını bilip, yükü haŞşettiğini söyler ve artık sabreden yüz kişinin iki yüz kişiyi, bin kişinin ise iki bin kişiyi yeneceği söylenir. Bu iki ayet arasında da nasih-mensuhluk bir durum veya bir çelişki yoktur. Allah arka arkaya iki ayette çizdiği manzarada, Müslümanlar’ın içinde ne kadar az zaaf olursa o kadar başarılı olacaklarının dersini vermektedir. Bu ayetlerde bir ayetin diğerinin yerine geçmesi gereken bir durum, bir ihtiyaç olmadığı çok açıktır. Ayet kişilerin durumlarının farklılaşması sonucu, alacakları neticenin de değiştiğini ders verir. Yoksa ayet kişilere bir yükümlülük, bir farz yüklememektedir ki ayette bir nasih mensuh arama gereği doğsun.

4. Vasiyet: Kuran’da hem vasiyet edilmesi geçer, hem de mirasın nasıl dağıtılacağı hususunda tavsiye vardır. Nasihçiler mirasın nasıl dağıtılacağını anlatan ayetlerin, ayetin vasiyetle ilgili bölümlerini iptal ettiğini söylerler. Üstelik “ Varise vasiyet yoktur.” hadisi ile de Kuran’ın bu açık hükmü iptal edilmeye çalışılmıştır. Fakat ayetleri incelediğimizde; kime ne kadar miras bırakılacağını anlatan ayetlerin sonunda birkaç kere “Bunlar vasiyet ve borç ödendikten sonrası içindir.” ibaresini okuyoruz. Demek ki Kuran’a göre önce vasiyete göre mal dağıtımı yapılır ve borç ödenir, sonra arta kalan bir şey olursa Kuran’da açıklandığı gibi dağıtılır. Kuran’dan çok açık bir şekilde anlaşılan bu dağıtım şeklini anlayamayanların anlayamamasını sadece anlamak istememelerine bağlıyoruz.

5. Kıblenin Değişmesi: Peygamber Kuran’da kıblenin ne yönde olduğunu belirten bir ayet gelene kadar, kendisine putperestlerden daha yakın olan ve ibadetlerini Kudüs’e dönüp yapan Ehl-i Kitap gibi Kudüs’e dönüp namaz kılıyordu. 2- Bakara Suresi 144. ayet vahyolunca Peygamber kıble olarak Mekke’deki Mescid-i Haram’a çevrilmiştir. Peygamber’in Kudüs’e dönmesini söyleyen bir ayet yoktur ki, çelişki olsun ya da bu hususta nasih mensuh olsun. Peygamber’in namazda nereye döneceğine dair tek bir yön, tek bir ayette geçer. O da 2- Bakara Suresi 144. ayettir. Bu ayet gelmeden önce dönülen yön Kuran’ın bir emri değil, Peygamber’in ve diğer inananların şahsi tercihiydi. Bu en meşhur nesh örneklerinden anlayacağınız gibi; nesih diye ortaya atılan iddialar dayanaksızdır. Bu uğurda ortaya atılan bir çok kuru iddiaya karşı en büyük tahrifat bir sonraki bölümde göreceğimiz recm konusunda yapılmıştır. Recmi doğru çıkarmak uğruna Kuran’ın eksik olduğu iddia edilmiş, hem de bu eksiltme işi keçiye yaptırılmış, üstelik maymunların zina yapan bir maymunu taşladıkları şeklinde trajikomik hikayeler anlatılmıştır.

Sana Rabbinin kitabından vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kuvvet yoktur.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
A...

Bazı çevirilerde Arapça’da hiç geçmemesine rağmen “hüküm” kelimesi de yukarıdaki ayetin çevirisine ilave edilip “ayetin hükmü” şeklinde çeviri yapılıp, sanki ayetlerin hükmü neshedilebiliyormuş gibi bir hava verilmeye çalışılmıştır. Oysa Kuran’da geçen “ayet” kelimesine baktığımız vakit çok ilginç bir kullanım şekli olduğunu görüyoruz. “Ayet” kelimesinin çoğul şekli olan “ayat” kelimesi tüm Kuran’da mucize, belge, delil, işaret, Kuran ayetleri manasında kullanılır. Fakat “ayat”ın tekil ifadesi olan “ayet” kelimesi Kuranın hiçbir yerinde Kuran ayeti manasında kullanılmamıştır. Tekil olan “ayet” kelimesinin geçtiği şu ayetleri inceleyip söylediğimizi gözlemleyebilirsiniz: [2- Bakara Suresi 106,118,145,211,248,259; 3-Ali İmran Suresi 13,41,49,50; 5- Maide Suresi 114; 6- En’am Suresi 4,25,35,37,109; 7- Araf Suresi 73,106,132,146,203; 10- Yunus Suresi 20,92,97; 11- Hud Suresi 64,103; 12- Yusuf Suresi 105; 13Ra’d Suresi 7,27,38; 15- Hicr Suresi 77; 16- Nahl Suresi 11,13,65,67,69,101; 17- İsra Suresi 12; 19- Meryem Suresi 21; 20Taha Suresi 22,47,133; 21- Enbiya Suresi 5,91; 23- Müminun Suresi 50; 25-Furkan Suresi 37; 26-Şuara Suresi 4,8, 67,103,121,128,139, 154,158 ,174,190,197; 27- Neml Suresi 52; 29- Ankebut Suresi 15,35,44; 30- Rum Suresi 58 34- Sebe Suresi 9,15; 36- Yasin Suresi 33,37,41,46; 37- Saffat Suresi 14; 40- Mümin Suresi 78; 43- Zuhruf Suresi 48; 51- Zariyat Suresi 37; 54- Kamer Suresi 2,15; 79- Naziat Suresi 20] Listeden de gördüğümüz gibi, söz konusu ifade Bakara Suresi 106. ayette “ayet” olarak tekil şekilde geçtiği için, bu ifadeden Kuran’ın ayetlerini değil Allah’ın kainattaki delilleri, belgeleri, mucizeleri, işaretleri manasındaki “ayetleri” anlamak doğru olur. Bu anlaşıldığında, Kuran’ın ayetleriyle nasih-mensuh oyuncağıyla oynama çabası suya düşer. Zaten Kuran kendisinde hiçbir çelişki olmadığını ifade ederek bu tarzda uydurmalara geçit vermemiştir.


Tümü Alintidir...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Nasih -Mensuh Meselesi

Nasih -Mensuh Meselesi

Tefsir fenninde pek geniş ve hakkında çok ihtilaf bulunan zor yerlerden biri de nasih ve mensuh bilgisidir. Ve zorluk cihetlerinin en kuvvetlisi yani en zoru da kadim müfessirlerle sonraki müfessirlerin ıstılah ihtilaflarıdır. Bu konuda sahabi ve tabii sözlerinin iyice araştırılıp toplanmasından bilinen şudur: Sahabiler ve tabiiler nesh sözünü, bir şeyi bir şeyle izale edip gidermek manasından ibaret olan lüğavi mana mukabilinde kullanıyorlar, usul alimlerinin ıstılahı mukabilinde değil. Binaenaleyh onlara göre neshin manası bir ayetden vasıfların bazısını diğer bir ayetle izale etmekdir. Bu da ya amel müddetinin sona ermesiyle yahud sözü, zihne çabuk gelen manadan çabuk gelmiyen manaya döndürmekle yahud kayıdlardan bir kaydın ittifaki (yani tesadüfi) oluşunu beyan ile yahud ammı hususileşdirmekle yahud muhsus olanla kıyas edilmiş olan arasındaki ayırıcıya açıkça beyan ile yahud cahiliyet adetini veya geçmiş şeriatı izale etmek suretiyle olur. Bu yüzden sahabi ve tabiiler yanında nesh konusu genişlemiş ve burada aklın dolanması çok olmuş, ihtilaf dairesi de genişleyip büyümüştür. İşte bunun için mensuh ayetlerin sayısı beşyüze ulaşmıştır. Eğer sen meseleyi derinleştirici olarak iyice düşünürsen bunlar ihata edilmiş değildir.

Sonra gelen müfessirlerin ıstılahiyle ve hasaten bizim tercih ettiğimiz vecihe göre mensuh az bir sayıdır.


Mensuh Sayılan Ayetler


Celalü’d-Din es-Suyuti (911) el-İtkan fi Ulumi-’l-Kur’an kitabında bu konuda alimlerin zikrettiklerinin bazısını gerektirdiği gibi geniş bir takrir ile zikretmiştir. Sonra içinde müteahhir müfessirlerin re’yi bulunan mensuhları, Muhammed İbnu’l-Arabi’ye uygun olarak yazmış ve mensuhları yaklaşık olarak yirmi ayet kadar saymıştır.

Benim görüşüme gelince bu yirmi ayetin ekserisinde bir düşünce vardır, yani onlarda nesih meselesi açık olmadığından dolayı tefekkür için bir meydan vardır. Şimdi bunların esasını yani başlıcalarını teker teker muaheze ve soruşdurma ile yani tenkidle getirelim:

el-Bakara’dan mensuh sayılanlar:

“Sizden birinize ölüm gelip çatdığı vakit eğer mal bırakacaksa anaya, babaya, yakın akrabaya meşru bir suretle vasıyette bulunmak takva sahibleri üzerinde bir hak olarak farz edildi.” (Bakara: 2/180, Nisa: 4/11-12)

Ayetiyle mensuhdur denildi; “Mirascı için vasiyet yokdur” hadisiyle mensuhdur”, denildi; icma ile mensuhdur, denildi. Bunu İbnu’l-Arabi hikaye etdi.

Ben dedim ki:Bu ayet: (Nisa: 4/11-12) ayetiyle mensuhdur. “Mirascı için vasiyet yoktur” hadisi ise neshi beyan edicidir.

“Oruç tutmağa gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye lazımdır.” (Bakara: 2/184)

“Öyleyse içinizden kim o aya erişirse onda oruç tutsun...” (Bakara: 2/185)

Ayetiyle mensuhdur, denildi. Bir de mensuh değil muhkemdir, denildi.

Ben dedim ki:Bana göre diğer bir vech vardır:O da mananın “taama takat getirenlere fidye vardır” şeklinde olmasıdır. Fidye bir yoksulun taamıdır. Zikirden önce zamir getirildi. Çünki o rütbe bakımından öne geçicidir. Zamir müzekker getirildi, çünki fidyeden murad taamdan ibaretdir. Otaamdan da murad fıtır sadakasıdır. Yüce Allah bu ayetde oruç tutma emrinin ardından fıtır sadakasını getirdi. Nitekim ikinci (el-Bakara: 2/185) ayetin ardından da bayram tekbirlerini getirmişdir.

“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal edildi. Onlar sizin için, siz de onlar için birer libassınız.”

(Bakara: 2/187)

“Ey iman edenler, sizden evvelkilere yazıldığı gibi sizin üzerinize de oruç yazıldı, ta ki korunasınız.”

(Bakara: 2/183)

Ayetini nesh edicidir. Çünki bu kelamın muktezası, uykudan sonra yemek ve cinsi münasebetin haram kılınması nev’inden onlar üzerlerinde bulunan tatbikata uygunluktur. Bu görüşüİbnu’l-Arabi zikretdi ve (size helal kılındı) kavli sünnetle mevcud bulunan tatbikatı nesh etdi diye diğer bir görüş daha hikaye etdi.

Ben dedim ki: “Yazıldığı gibi” nin manası, ücubun kendisinde teşbihdir. Binaenaleyh nesh yoktur. Ancak o, şeriatden önce kendilerinde olan tatbikatı değiştirmedi. Ve biz Peygamber (s.a.v.) in onlara bu uykudan sonra yemek ve cinsi münasebet haramlığını kanun yapmış olduğuna hiçbir delil bulamadık. Bunu Peygamber’in koyduğu kabul edilse bile o takdirde bu ancak sünnetle olmuş olur.

“Sana haram olan o ayı, ondaki muharebeyi sorarlar. De ki: O ayda muharebe etmek büyük günahdır. İnsanları Allah yolundan men’etmek, onu inkar etmek, ziyaretçilerinin Mescid-i Haram’a girmelerine mani olmak, onun halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahdır. Fitne katilden de beterdir...”

(Bakara: 2/217)

“Müşrikler sizinle nasıl topyekun harb ederlerse siz de onlarla topyekun harb edin. Bilin ki Allah müttakilerle beraberdir.” (Tevbe: 9/36)

Ayetiyle nesh edildi. Bunu İbnu Cerir, Ata İbn Yesar’dan tahric etdi. Ben dedim ki:Bu ayet kıtalin haram kılınmasına delalet etmez, fakat kıtalin caiz kılınmasına delalet eder. Bu ayet, illeti teslim ve mani’i ızhar kabilindendir. Binaenaleyh mana “Haram ayda kıtal büyükdür, şiddetlidir ve lakin fitne haram ayda kıtal etmek caiz oldu” demektir. İşte bu tevcih ayetin siyakında zahirdir. Nitekim bu gizli olmaz.

“İçinizden zevceler (ini)geride bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak yılına kadar faidelenmesini vasiyyet (etsinler). Bunun üzerine onlar kendiliklerinden çıkarlarsa artık onların bizzat yaptıkları meşru işlerden dolayı size mes’uliyyet yoktur. Allah mutlak Galib’dir, yüce hikmet sahibidir.”

(Bakara: 2/240)

“İçinizden ölenlerin (geride) bıraktıkları zevceler kendi kendilerine dört ay on gün beklerler. İşte bu müddeti bitirdikleri zaman artık onların kendileri hakkında meşru vech ile yaptıkları şeyden dolayı size günah yoktur. Allah ne işlerseniz hakkıyla haberdardır.”

(Bakara: 2/234)

Ayetiyle, vasıyyet de miras ayetiyle nesh edildi.

Sükna, yani kocasının evinde bir yıl oturmak ise bir kavim yanında bakidir, diğerleri nazarında ise hadisle nesh edilmiştir, sükna yoktur. Ben dedim ki, o ayet dedikleri gibi müfessirler cumhuru yanında mensuhdur, fakat şöyle denilmek de mümkün olur: Meyit için vasıyyet müstehabb yahud caiz olur. Ve kadına ise vasıyetde oturması vacib olmaz. İbn Abbas bu görüş üzerindedir ve bu tevcih, ayetden zahirdir,

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Siz içinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çeker. Sonra kimi dilerse onu mağfiret eder, kimi dilerse onu da azablandırır. Allah her şeye hakkıya kadirdir.” (Bakara: 2/284)

“Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Herkesin kazandığı (hayır) kendi faidesine, yaptığı (şer) kendi zararı nadır...” (Bakara: 2/286)

Kavliyle nesh edilmiştir.

Ben dedim ki:bu, sonraki ayet beyyinesiyle ammı hususileştirme babıdır. “Nefislerinizdeki” ilemurad, ihlas ve nev’inden olan şeydir. Yoksa hakkında ihtiyar yani hür irade muhayyerliği olmayan nefis konuşmaları değildir. Çünki teklif ancak insanın hür iradesiyle kudreti dahilinde bulunan şeylerde olur.

A’li İmran’dan mensuh sayılan ayetler:

“Ey iman edenler, Allah’dan nasıl korkmak lazımsa öylece korkun, sakın siz müslamanlar olmakdan başka (bir sıfatla) can vermeyin.” (A’li İmran: 3/102)

“O halde ne kadar gücünüz yetiyorsa o kadar Allah’dan korkun, (öğüdlerini) dinleyin, itaat edin. (Mallarınızdan Allah yolunda) kendinizden hayrı olarak harcayın. Kim nefsinin koyu cimriliğinden korunursa işte onlar muradlarına erenlerin ta kendileridir.”

(Tebağun: 64/16)

Ayetiyle mensuhdur denildi. Aynı zamanda şu da söylendi; hayır mensuh değildir, o ayet muhkemdir. Bu A’li İmran suresi içinde bu ayetden başka hakkında nesih davası sahih olacak hiçbir ayet yoktur.

Ben dedim ki: “Allah’dan hakkıyla ittika edin” emri şirk, küfür, ve itikad dönüp varacak şeyler hakkındadır. “Allah’dan gücünüz yetdiği kadar ittika edin” emri ise ameller hakkındadır. Abdest almağa gücü yetmeyen teyemmüm eder, ayakta durmağa gücü yetmeyen oturarak namaz kılar. Bu vecih ayetin siyakından (yani sonra gelen karineden)zahirdir. O sonra gelen de “Sakın siz müslümanlar olmaktan başka sıfatla ölmeyin” kavlidir.

en-Nisa’dan mensuh sayılanları:

“(Erkek ve dişidin) her biri için baba ve ananın ve yakın hısımların terikelerinden de varisler yapdık. Ahd ile yeminlerinizin bağladığı kimselere dahi hisselerini verin. Allah her şeyin üstünde hakiki bir şahiddir.”

(Nisa: 4/33)

“Hısımlar Allah’ın kitabınca birbirine daha yakındır. Allah her şeyi hakkıyla bilendir” (Enfal: 8/75)

Ayeti ile nesh edilmiştir denildi.

Ben dedim ki:en-Nisa:4/33 ayetinin zahiri, mirasın kanuni mirasçılara yani hısımlara, bir ve sılanın yani iyilik ve atıyyenin ise mevla’l-muvalat’a yani bir akdla bağlanmış olana aid olduğudur, bu sebeble ayetde nesih yoktur.

“Miras taksim olunurken (mirasçı olmayan hısımlar), yetimler yoksullar da hazır bulunursa kendilerini ondan (bir şey vererek) rızıklandırın. (Gönüllerini alacak) güzel sözler söyleyin.” (Nisa: 4/8, Enfal: 8/75, Ahzab: 33/6)

Ayetleriyle mensuhdur, denildi. Aynı zamanda:Hayır, mensuh değildir, fakat insanlar bu ayetle amel etmeyi hor gördüler, denildi.

Ben dedim ki:İbn Abbas, bu ayet muhkemdir, bundaki emir müstehablık içindir, demişdir. İşte zahir olan budur.

“Kadınlarınızdan fuhşu irtikab edenlere karşı içinizden dört şahid getirin.Eğer, şehadet ederlerse onları ölüm alıp götürünceye kadar yahud Allah onlara bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde alıkoyun, (insanlarla buluşmakdan men’edin)” (Nisa: 4/15)

“Zina eden kadınla zina eden erkekden her birine yüzer değnek vurun...” (Nur: 24/2)

Ayetiyle mensuhdur. Ben dedim ki:Bunda nesih yokdur, fakat bu gayeye kadar uzanmışdır. O gayeye gelince Peygamber (s.a.v.) va’dedilmiş olan yolun şu ve şu olduğunu beyan eylemişdir. Böyle olunca hiçbir nesih yoktur.

el-Maide’den mensuh sayılanları:

“Ey iman edenler, Allah’ın şeairine, haram olan aya ve kurbanlık hediyyelere (onlardaki) gerdanlıklara ve Rab’larından hem bir ticaret, hem bir rıza arayarak Beyt Haram’ı kasdederek gelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin.” (Maide: 5/2)

“Sana haram olan o ayı, ondaki muharebeyi sorarlar. De ki: O ayda muharebe büyük günahdır. İnsanları Allah yolundan men’etmek, O’nu inkar etmek, (ziyaretçileri) Mescid-i Haram’a girmelerine mani olmak, Onun halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyükdür. Fitne katilden de beterdir.” (Bakara: 2/217)

Ayetiyle mensuhdur.

Ben dedim ki:Biz ne Kur’an’da ve ne de sahih sünnetde onu nesh edici bir şey bulmuyoruz. Velakin mana: (Esasen) haram kılınmış olan kıtal, haram ayda ağırlaştırma yönünden daha da şiddetli olur demekdir. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Mina Hutbesinde:

“Muhakkak kanlarınız ve mallarınız bu beldenizde, bu ayınızda bu gününüzün hürmeti gibi sizlere haramdır.” buyurdu.

“Alabildiğine yalanı dinleyenler, haram yiyenlerdir onlar. Sana gelirlerse ister onların aralarında hükmet, ister onlardan yüz çevir. Şayet kendilerinden yüz çevirirsen sana hiçbir vecih ile zarar yapamazlar. Hükmetdin mi artık onların aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah adalet sahiblerini sever.” (Maide: 5/42)

“Ve aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma.” (Maide: 5/49)

Ayetiyle mensuhdur. Ben dedim ki: O’nun manası:“Eğer hükm vermeyi tercih edersen Allah’ın indirdiğiyle hüküm ver. Onların arzularına uyma” demektir. Hasılı şu ki:Bizim, ehl zimmeti davalarını kendi reislerine yükseltmeleri ve o reis hakimler de kendi yanlarında bulunan kanunlarla hükmetmelerine bırakmak hak ve hürriyetimiz var. Hem de onlar arasında Allah’ın bize indirmiş olduğu kanunlarla hükmetmek hak ve hürriyetimiz var.

“Ey iman edenler!ölüm herhangi birinizin karşısına gelip çatdığı zaman (edeceğiniz) vasiyyet vaktinde aranızda ya içinizden adalet sahibi iki şahid tutun, yahud yeryüzünde sefer etdiniz de başınıza ölüm musıybeti gelmiş ise sizden olmayan iki kişiyi şahid yapın.”

(Maide: 5/106)

“Ve içinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahid yapın. Şahidliği Allah için eda edin.” (Talak: 65/2)

Ayetiyle mensuhdur. Ben dedim ki: Ahmed İbn Hanbel bu ayetin zahirine kail oldu. Başkalarına göre o ayetin manası:Kendi yakınlarının gayrisinden iki kişi demekdir. Buna göre o iki kişi diğer müslümanlardan olurlar.

El-Enfal’den mensuh olanlar:

“Ey Peygamber, mü’minleri harbe teşvik et. Eğer sizden sabır ve sebat sahibi 20 kişi bulunursa onlar 200’e galebe ederler. Sizden yüz kişi, kafirlerden 1000’ini yener. Çünkü onlar anlamazlar güruhudur.” (Enfal: 8/65)

Ayeti, bundan sonra gelen 66. ayetle mensuhdur. Ben de onun dediği gibi o ayet mensuhdur, dedim.

Berae suresinden mensuh denilen:

“(Ey Mü’minler,) siz gerek hafif gerek ağırlıklı olarak elbirlik savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla muharebe edin. Eğer bilirseniz bu, sizin için çok hayırlıdır.” (Tevbe: 9/41)

Ayeti, maziret ayetleriyle nesh edilmişdir. Uzr ayetleri ise şu iki ayetdir:

“A’maya göre bir harac (darlık ve günah) yok. Topala göre bir harac yok. Hastaya göre bir harac yok...”

(Nur: 24/61)

“A’maya (muharebeden geri kalmak hususunda) vebal yok. Topala vebal yok. Hastaya veba yok.” (Feth: 48/17)

Ben dedim ki: “Hifafen”, binilecek vasıtadan, hizmet için olan kuldan ve kendisiyle kanı olunacak nafaka nev’inden cihad yapılabilecek araç ve gereçler azlığı ile, “Sıkalen” ise çok hizmetçiler pek çok binekler ile birlikte olarak demektir. Şu halde bunda nesh yoktur, yahud da nesh yakıyn ve tahkıyk vechile görülmemiştir deriz.

en-Nur suresinden mensuh denilenler:

“Zina eden erkek, zina eden veya muşrik olan kadından başkasını nikahlamaz. Zina eden kadını da zina eden veya müşrik olan bir erkekten başkası nikahlamaz. Bu (suretle evlenmek) mü’minler üzerine haram kılınmıştır.” (Nur: 24/3)

“İçinizden bekarları ve kölelerinizden, cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları fadlı ile zengin yapar. Allah (ın lutfu) boldur, (her şeyi) hakkıyla bilendir.” (Nur:24/32)

Ayetiyle mensuhdur. Ben dedim ki:Ahmed İbn Hanbel, ayetin zahirine kail oldu. Diğerlerine göre ayetin manası, büyük günah işleyen kimse küfüvv değildir.Ancak zina edici kadına küfüvv olur, yahud zina edici kadının tercih edilmesi müstehab olmaz demekdir. “Bu haram kılındı” kavli ise zinaya ve şirke işaretdir. Öyleyse bunda nesh yokdur. Amma “bekarları evlendiriniz” kavline gelince bu emir, nassı nesh etmez olan ammdır, yani umumi bir lafızdır.

“Ey iyman edenler, sağ ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyeler) bir de sizden olup da henüz büluğ çağına girmemiş küçükler şu üç vakitde: sabah namazından önce, öğle sıcağından elbiselerinizi çıkaracağınız zaman, bir de yatsı namazından sonra (odanıza girecek olurlarsa) sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin için avret (ve halvet vakitleri) dir. Bunlardan sonra ise birbirinizi dolaşmanızda ne sizin üzerinize ne de onların üzerine bir vebal yokdur...” (Nur: 24/58)

Ayeti, (nasihi gösterilmeden) mensuhdur denildi. Yine bu ayet hakkında, mensuh değildir, lakin insanlar bu ayetle amel etmekde gevşeklik gösterdiler denildi.

Ben dedim ki:İbn Abbas’ın mezhebi bu ayetin mensuh olmadığıdır. İşte en güzel ve i’timada en layık olan budur.

el-Ahzab’dan mensuh denilen:

“Bundan sonra kadınlar (ı alman) ve bunları herhangi zevcelere değiştirmeden güzellikleri hoşuna gitse de, sana helal olmaz. Sağ elinin malik olduğu (cariyeler) müstesna. Allah her şeye murakıbdır.” (Ahzab: 33/52)

“Ey peygamber!Mehirlerini verdiğin zevceleri ve Allah’ın sana ganimet olarak nasib etdiklerinden sağ elinin malik olduğu kadınları... senin için helal kıldık.”

(Ahzab: 33/50)

Ben dedim ki: Nesh edici kelamın tilavetde öne geçirilmiş olması muhtemil olur. Bence en zahir olan budur.

el-Mücadele suresinden:

“Ey iyman edenler, siz Peygambere mahrem bir şey arzetmek istediğiniz vakit bu mahrem konuşmanızdan evvel sadaka verin. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Fakat bulamazsanız, şübhe yok ki Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir.”(Mücadele: 12)

Ayeti bundan sonra gelen el-Mücadile: 13. ayetle mensuhdur. Ben de onun dediği gibi derim.

el-Mümtehine suresinden:

“Eğer zevcelerinizden bir şey sizden kafirlere kaçar da siz de muharebede ganimete kavuşursanız, zevceleri gitmiş olan (müslüman) lara harcadıkları (mehir) kadar verin...”(Mümtehine: 60/11) ayetinin, Seyf ayetiyle (Tevbe: 9/5), yahud ganimet ayeti ile Enfal: 8/41) mensuh olduğu söylendi. Bu muhkemdir de denildi.

Ben de, en zahir olan muhkemliğidir, lakin hüküm sulhlaşma zamanında ve kafirlerin kuvvetli bulundukları sıradadır, derim.

el-Müzzemmil suresinden:

“Ey (esvabına) bürünen, gecenin birazı hariç olmak üzere kalk. Gecenin yarısı mikdarınca yahud ondan birazını eksilt, yahud o yarının üzerine artır.”

(Müzzemmil: 73/1-4)

Ayetleri bu surenin sonuncu ayetiyle mensuhdur. Sonra bu sonuncu ayet de beş vakit ile nesh edildi, denildi.

Ben derim ki:Beş vakit namazla nesh davası açık değildir. Fakat hakk olan, sürenin evveli gece nafile namazı kılmağa teşvikle çağırmayı te’kid hakkındadır, sonu da bu te’kidi nesh etmiş ve sırf çağırmaya döndürmüştür.

es-Süyuti, İbn’ul-Arabi’ye uyarak şöyle dedi: “İşte bunlar, bazılarının mensuhluğu hakkında ihtilaf edilmekle beraber yirmi bir mensuh ayetdir. Bunlardan başkasında nesh iddiası sahih olması.

İzin isteme (Nur:24/58) ayetiyle mal taksimi (Nisa: 4/8) ayeti hakında en sahih olan ise muhkemliktir ve neshin olmamasıdır. Böylece mensuhlar on dokuz oldu.”Bizim yazdığımız tenkidlere göre de nesh ancak beş ayetde görülür.




EL-FEVZU’L-KEBİR Fİ USUL’T-TEFSİR


ŞAH VELİYULLAH AHMED İBN ABDİRRAHİM

ED-DİHLEVİ
 

ARZ_7

New member
Katılım
7 Şub 2009
Mesajlar
685
Tepkime puanı
395
Puanları
0
Bazı çevirilerde Arapça’da hiç geçmemesine rağmen “hüküm” kelimesi de yukarıdaki ayetin çevirisine ilave edilip “ayetin hükmü” şeklinde çeviri yapılıp, sanki ayetlerin hükmü neshedilebiliyormuş gibi bir hava verilmeye çalışılmıştır.


Bu ayetlerde bir ayetin diğerinin yerine geçmesi gereken bir durum, bir ihtiyaç olmadığı çok açıktır. Ayet kişilerin durumlarının farklılaşması sonucu, alacakları neticenin de değiştiğini ders verir. Yoksa ayet kişilere bir yükümlülük, bir farz yüklememektedir ki ayette bir nasih mensuh arama gereği doğsun.

Heralde bu cümlelerde de bi nasih-mensuh olayı cereyan ediyor..

Yukarıdaki cümlede meale hüküm kelimesi yüklenilerek, sanki ayetin hükmü neshediliyormuş gibi bir hava estiriliyor dendiği halde, alttaki cümlede ise; Bu ayetlerde bir yükümlülük (bir hüküm) bir farzın (hükmün) olmadığı söyleniyor.. İkinci cümle, birinci cümleyi nesh eder gibi görünüyor.
 

ARZ_7

New member
Katılım
7 Şub 2009
Mesajlar
685
Tepkime puanı
395
Puanları
0
5. Kıblenin Değişmesi: Peygamber Kuran’da kıblenin ne yönde olduğunu belirten bir ayet gelene kadar, kendisine putperestlerden daha yakın olan ve ibadetlerini Kudüs’e dönüp yapan Ehl-i Kitap gibi Kudüs’e dönüp namaz kılıyordu. 2- Bakara Suresi 144. ayet vahyolunca Peygamber kıble olarak Mekke’deki Mescid-i Haram’a çevrilmiştir. Peygamber’in Kudüs’e dönmesini söyleyen bir ayet yoktur ki, çelişki olsun ya da bu hususta nasih mensuh olsun. Peygamber’in namazda nereye döneceğine dair tek bir yön, tek bir ayette geçer. O da 2- Bakara Suresi 144. ayettir. Bu ayet gelmeden önce dönülen yön Kuran’ın bir emri değil, Peygamber’in ve diğer inananların şahsi tercihiydi.

Peygamber’in namazda nereye döneceğine dair tek bir yön, tek bir ayette geçer.

Allah Rasulünün "namazda" nereye döneceğine dair dediğimiz zaman öyle bir ayet bulamayız. Çünkü belirtilen ayette "fis salati/Namazda" kelimesi geçmemektedir. O halde bu yönelişi namaz ile sınırlamak doğru olmayacaktır.

Peygamber’in Kudüs’e dönmesini söyleyen bir ayet yoktur ki,

Allah rasülünün kuduse dönmesini söyleyen bir ayet yok. Fakat şöyle bir müsade nin olması, kudüse yönelmeyi meşru kılmaz mı?

115 - Bununla beraber, doğu da Allah'ın, batı da Allah'ındır. Artık nereye dönerseniz dönün, orası Allah'a çıkar.

142 - İnsanlar içinde bir kısım beyinsizler takımı, "Bunları bulundukları kıbleden çeviren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu da, batı da Allah'ındır. O, kimi dilerse onu hidayete erdirir."

Allahu teala habibine yönelme konusunda bir serbestlik tanımıştır. Nereye dönerseniz dönün. Allah rasülü istediği yöne (kusüse) yönelmiştir. Allahın kudüse yönelmesine dair bir emri olsaydı Allah rasülü bunu beğenmemezlik etmezdi.

144 - Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini, orada şekilden şekile geçerek, aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnud olacağın bir kıbleye çevireceğiz.

Allah Rasülünün küdüse yönelmede bir rahatsızlığı vardı, razı değildi. Fakat ne var ki Allah müsade etmiştir, istediğiniz yöne yönelin. İşte bu müsede bakara 144 ile ortadan kaldırılmıştır;

144 - ...Haydi bakalım, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin!

Buna ister nasih densin ister mensuh densin. Allahu tealanın yönelme konusunda ki müsadesini, kesin bir hükümle ortadan kaldırdığı açıktır. İlk önce gelen ayet emir değil müsadedir.

Allah Rasülünü hoşnud ve Razı eden bu hükmün "Ne'ti bi hayrin/Hayırlısını getiririz" ayeti ile daha hayırlı olduğunu anlamakta zorluk çekmeyiz. Çünkü Allah habibine hoşnud olacağı bir yöne çevireceğine söz vermiş hemen ardından mescidi harama yönelmesini emretmiştir. Allah Rasülüde bundan hoşnut ve razı olmuştur.

Fakat sizin,

5. Kıblenin Değişmesi:

konusunda yaptığınız açıklama daha farklıdır.

Peygamber’in Kudüs’e dönmesini söyleyen bir ayet yoktur ki, çelişki olsun ya da bu hususta nasih mensuh olsun.


Yapılan bu itiraz olsa olsa, Peygamberin kudüse dönmesini söylediği bir ayet var, diye iddia edenlere yapılabilir. Ortada böyle bir iddia yoktur, Allah Rasülünün kudüse yöneldiği gerçektir.

Bu ayet gelmeden önce dönülen yön Kuran’ın bir emri değil, Peygamber’in ve diğer inananların şahsi tercihiydi.

Elbette. Böyle bir emir olmadığı gibi, bu konu da bir yasaklama da yok. Allahın Müsadesi vardır, bu müsadesiyle Ehli kitabın kıblesine yönelmiştir. Nesih şudur ki; Allah, "nereye dönerseniz dönün" diye müsade etmişti. Artık istediğiniz yere dönemezsiniz. Her nerede olursanız olun, (sadece namazda değil; dua,zikir vb gibi) yüzünüzü mescidi harama çevirin!
 
Son düzenleme:
Üst Alt