Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Neden Din? ve Cennet sadece X dini mensubları için mi?

sefid

New member
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Cambridge, UK
neden bir dine ihtiyaç duyuyoruz?

Yani ben kendi aklım ile birçok doğruyu göre bilirim ve çok iyi bir insan olabilir. Bilgilenme sürecimde x, y ve z dinlerini okurum, onlardan aldığım faydalı bilgilerle hayatımı sürdüre bilirim. Şimdi ben ataist değilim, elbette bir mutlak gucun olduğunu hissediyorum, ama bu mutlak Varlığın -bence- "kalbi" herkesi kucaklayacak kadar geniş, yani X dinine inanan ve dininin gereklerini yapar, Y dinine inanan ve dininin gereklerini yapar ve bu insanlar çevrelerine karşı -insan,hayvan ve/veye doğaya çok faydalı birer yaşam süre bilirler.

Bende bunlardan derlediğim bilgilerle kimseyi incitmeden herkese saygılı bir yaşam sürebilirim. Kimseyi öldürmem, yada eziyet etmem,çalmam ,çırpmam...
Bu durum da öldüğüm de "cennet" diye adlandırılan güzelliğe ben kabull edilmeyecekmiyim, sırf X dininden değilim diye! hem de dünyada çok iyi bir insan olduğum halde, Ya da cennet sadece X dini mensupları için mi?

cevaplarınız çin şimdiden teşekkürler arkadaşlar.
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Inneddiyne Indallahil Islam.

Inneddiyne Indallahil Islam.

(Ehl-i kitap:) Yahudiler yahut hıristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların kuruntusudur. Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de. BAKARA-111

İman eden ve iyi işler yapanları, içinde ebedi kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah, (bu söylenenleri) hak bir söz olarak vadetti. Söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah'tan daha doğru olabilir? NİSA-122

Andolsun ki "Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler kafir olmuşlardır. Halbuki Mesih "Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur" demişti.
MAİDE-72

Cehennem ehli, cennet ehline: Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bize verin! diye seslenirler. Onlar da: Allah bunları kafirlere haram kılmıştır, derler. ARAF-50
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
neden bir dine ihtiyaç duyuyoruz?

Yani ben kendi aklım ile birçok doğruyu göre bilirim ve çok iyi bir insan olabilir. Bilgilenme sürecimde x, y ve z dinlerini okurum, onlardan aldığım faydalı bilgilerle hayatımı sürdüre bilirim. Şimdi ben ataist değilim, elbette bir mutlak gucun olduğunu hissediyorum, ama bu mutlak Varlığın -bence- "kalbi" herkesi kucaklayacak kadar geniş, yani X dinine inanan ve dininin gereklerini yapar, Y dinine inanan ve dininin gereklerini yapar ve bu insanlar çevrelerine karşı -insan,hayvan ve/veye doğaya çok faydalı birer yaşam süre bilirler.

Bende bunlardan derlediğim bilgilerle kimseyi incitmeden herkese saygılı bir yaşam sürebilirim. Kimseyi öldürmem, yada eziyet etmem,çalmam ,çırpmam...
Bu durum da öldüğüm de "cennet" diye adlandırılan güzelliğe ben kabull edilmeyecekmiyim, sırf X dininden değilim diye! hem de dünyada çok iyi bir insan olduğum halde, Ya da cennet sadece X dini mensupları için mi?

cevaplarınız çin şimdiden teşekkürler arkadaşlar.



Selam,Her seyin bir ölcüsü bir siniri vardir.Eger o siniri asmiyor(Yani Sirk icinde degilseniz)Verilen ölcülere rivayet edebiliyorsanizki bunun adi Tevhit olur iste o zaman X,Y,Z dini diye din kalmaz ortada(Ama unutulmamalidirki fitraten insanlar bazan hayvandan asagidirlar,Bu nedenle mümkün mertebe Allahin kitabina yönelmek lazim)..Bunu yapiyorsaniz Allah Cennetini Vaad ediyor,Buyrun siz önden..
 

bcetin811

AMEL-Ý SALÝH
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,495
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Hayatýn içinden
neden bir dine ihtiyaç duyuyoruz?

Öncelikle kainat içerisinde bir gizem olduğu açık ve nettir..Bilim ne kadar gelişirse gelişsin bilim, yapan kişinin ömrü kadardır..Hayatınızı bir fizik profesörü ya da biokimya mühendisi olarak geçirmiş olabilirsiniz..Eğer dünya sonrası bir inanç taşımıyorsanız bilgileriniz sizinle birlikte gömülür gider..Belki yazılı kaynak olarak arkanızda bu bilgileri bırakabilirsiniz ama inanın siz olmadıktan sonra bir anlam taşımayacaktır...

Bu nedenle din inancı zaten insanın fıtratında vardır..Yaşadığımız dünyada gelişen olaylara her ne kadar maddesel boyuttan baksakta yine de içinde maneviyat ararız..Sizinde belirttiğiniz gibi "mutlak bir güç" sözkonusudur..Mutlak güç yani Allah(c.c) kendisini insanlar Hz.Adem(a.s) zamanından beridir tanıtmıştır fakat insanoğlu verdiği sözüne sadık olmadığı için Yaradan'ını unutmuştur..Allah(c.c) her topluluğu kendisini yeniden hatırlatmıştır ama yeniden insanlar elleriyle dinlerini bozmuşlardır..Ta ki Kur'an-ı Kerim nazil oluncaya kadar.....Selametle!..
 

sefid

New member
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Cambridge, UK
Arkadaşlar sorum ile aradığın cevabı henuz almadım, o yüzden biraz daha eklemek istiyorum, -bu mesajı cevap yazacak arkadaşlar lutfen ilk mesajımı da okuyunuz-

ilk mesajımda da belirttiğim gibi, iyi bir insan düşünün, ve içinde "yaratıcı" ya dair bir fikir-inanç var;lakin bunun adı konulmamış yani kendisine X dinindenim Y tanrısına inanıyorum demiyor. bu durumda bu ölen insanın yeri neresi, Cennet ? Cehennem?

"tevhit" inancı konusunda da şunu demek istiyorum, diyelim ki ben tek bir yaratıcını olduğunu kabul ediyorum, ama X veya Y dinin tanrısı olarak değil,tek bir yaratıcıyı inanmış olduğum halde, ben ölünce Yaratıcı beni cennet'e koyar mı?

tmm, lafı gevele miyorum... Cennet'e sadece müslümanlar mı gidecek? yani gunumuzde muslamın diyen kişinler mı cennete sadece gidecekler.
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Sanırım "DEİST" siniz kardeşim.Öncelikle şu belirtilmeliki sorduğunuz soru islami bir sitede sorulmuş ve muhatap aldığınız insanlar müslümanlar.Bize bu tarz bir soru sorulduğu zaman bizim yapacağımız ilk şey kitabı mübine bakarız yani,inanmakla emrolunduğumuz kitaba.Eğer siz "CENNET" dediğiniz ğaybi bilgiye inanıyorsanız tüm alemlerin Rabbi olan ALLAH a da inanıyor olmalısınız ne x nede y tanrısına.Zira Cenneti yaradan ve bize ondan haber veren O'dur.Sorduğunuz soru hakkında Rabbimiz Kitabı mübininde buyurur ki[BİSMİLLAH :VEL ASRİ İNNEL İNSANE LEFİ HUSR.İLLELLEZİYNE AMENU VE AMİLUSSALİHATİ VETEVASAVBİL HAKKI VETEVASAVBİSSABR.

Asra andolsun ki tüm insanlar hüsran içindedir.Ancak iman edenler salih amel işleyenler,hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna. ASR SÛRESİ

Şimdi yukarıda ki sûrede Rabbimizin beyanından anladığımız "iman edenler salih amel işleyenler,hakkı ve sabrı tavsiye edenler" dışında kalanların sonu hüsran.Ahirette hüsranın adı ise içerisinde ebedi kalınacak cehennemdir.Bunu biz değil CENNET VE CEHENNEM in sahibi söylüyor.

İMAN EDENLER den ne anlamalıyız
1-ALLAH ın varlık ve birliğine
2-peygamberlerine
3-Vahyedilen Kitapların tümüne
4-Meleklerine
5-Ahiret gününe(Öldükten sonra dirilmeye)
6-Kadere (Hayrın ve şerrin ALLAH tan geldiğine) İman etmeyi anlamalıyız


Bunlara hiç bir şüphe taşımaksızın iman ettikten sonra Sizin bahsetmiş olduğunuz iyi insan olma yolunda işlenecek(Salih ameller) geliyor ki bunlarıda hem kitabtan hemde Peygamberimiz Hz Muhammed Musatafa nın sünnetlerinden öğrenir yapmaya ve yaşamaya çalışırız.

Son olarak ise hakkı ve sabrı tavsiye ederiz ki bu hem iman ettiğimiz kuralları yaşamak ve anlatmak hususunda gereklidir hemde nefsimizin terbiyesi bağlamında önemlidir.

Rabbimizin biz kullarına işaretle tavsiye ettiği bu kuralları yerine getirdikten sonra Onun Rahmeti ile CENNETini umarız.O bizim yaptıklarımızın karşılığı değil RABBİMİZ in bize lutfu ve ikramıdır.Cenneti asla kendimize hak olarak göremeyiz ama kesinliklede ümidimizi yitirmeyiz.Bizler kuluz O ise bizim tek sahibimiz ve efendimizdir.İlk mesajımızda belirtilen ayetler O nun Cennetini kimlerin umması gerektiğini açıklar mahiyettedir.

Takıldığınız ana mesele ise sanırım Cennette sadece müslümanların hak iddia etmesi,yada müslümanlar tarafından cehennemin müslüman olmayanlara layık görülmesi. Bilinçli bir müslümanın asla böyle bir iddiası olamamalı.Bunu yapmak demek Rabbimizin uluhiyyetine ve tasarrufuna ortak olmak demektir ki bunun diğer adı şirk tir ki Allah ın affetmeyeceği yegane günahtır.

Ezcümle Kimin CENNET e kiminde CEHENNEME gideceğine karar verecek yegane merci ALLAH azze ve celledir.Bunu böyle bilir ve iman ederiz.Dua ile
 

sefid

New member
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Cambridge, UK
neden din?

neden din?

cevaplarınız için teşekkürler.
peki ya ,neden din, soruma da bazı cevaplar bekliyorum...
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Din Gereklidir çünkü

Din Gereklidir çünkü



Dinin kişisel yararları
Bilimadamlarının çok sayıda araştırma ve incelemelerle ulaştığı sonuçlara ve her bilinçli insanın özel yaşantısındaki deneyimlerine göre, din insanın psikolojik yapısında çok önemli etkiler meydana getirmektedir. Yanlış ve hurafelerle yoğrulmuş bir din inancı, insan ruhu üzerinde olumsuz ve zararlı tesirler yaptığı gibi, doğru ve gerçekçi bir din inancının da insan ruhu üzerinde çok büyük olumlu ve yararlı etkileri olmaktadır. Sıralayalım:

1- İnsan kalabalıkta yalnız:
Allah'tan sonra en üstün ve değerli olan insan, en güçlü ve en büyük akıl nimetine sahip olan insan, aynı zamanda da en varlıklardan biridir. Bir defa, kişi kalabalıklar içinde yalnızdır. Hatta insan, ailesi içinde bile yalnızdır. İnsanın iç dünyasında, ruhunun derinliklerinde nice ıstıraplar fırtınalar yaşanır, bunu onun en yakını anlamaz, bilmez. İnsan acı ve özlemleri ıstırap ve sevinçleriyle, ruhundaki yakıcı volkanları veya içindeki sonsuz mutluluklarıyla yalnızdır. İşte, din ve dinin verdiği inanç ile bu ıstıraplarını dindirmek için, manevi edinmek amacıyla ruhundan, içinden Allah'a sığınır, ondan umut ve teselli alır, yardım görür, direnç kazanır ve de acılarını aşmasını başarır. Mutluluk zamanlarında ise, yürekten teşekkür edeceği yüce kudrete minnettarlığını bildirir. Evet, din ve Allah inancı kalabalıklar içinde yalnız olan insana, içten ve derinden büyük bir dost, güç ve mutluluk kazandırır.

2- Belirsiz gelecek ve din:
Şu anda yaşayan her insanın geleceği belirsizliklerle doludur. Her insanın, hepimizin yarın başına neler gelebileceğini, özellikle felaketlere uğrayabileceğimizi, büyük bir hastalığa yakalanabileceğimizi, iflas edebileceğimizi, bir trafik kazasına veya bir kör kurşuna kurban gidebileceğimizi düşünmek, ne kadar da endişe vericidir, korkunçtur. Belirsiz yarınları düşünmek, insana daima itiraf edilmeyen bir korku verir. Ölüm ve ölüm sonrasının hatırlattığı korku ve belirsizlikleri düşünen her insanın içinde, mutlaka soğuk bir ürperti meydana getirir. İşte din, Allah inancı, belirsiz gelecek korkusuna en büyük bir çare ve tesellidir. Çünkü inanan insan, Allah'tan kötülük gelmeyeceğine, Allah'ın kendilerini koruyacağını inanır. Ayrıca dinin haber verdiği iyi insanların Allah'ın rahmet ve affına kavuşacağına dair inancı, insanda büyük bir teselli ve umut oluşturur. Bu arada, o insan her fırsatta dinin istediği gibi iyi ve yararlı bir insan olma yolunda gayret gösterir. Dolayısıyla, imanlı bir insan ne hayattaki belirsiz yarınlardan, ne de ölümden ve ölüm sonrasından korkar. O sadece Allah'a sığınır, Allah'ın emir ve yasaklarına göre yaşamaya çalışır. Evet, din insanı belirsiz gelecek korkusundan ölüm ve ölüm ötesi korkusundan kurtarır, insana büyük umut ve teselliler verir.

3- Ruhsal bunalım ve din:
Bugün dünyanın çok yaygın hastalıklarından bir tanesi de, ruhsal bunalım ve depresyonlardır. Dinin ve dini inançların ruhsal bunalımların önlenmesinde, hatta tedavisinde çok büyük yararları bulunmaktadır. Nitekim dindar insanların ruhsal bunalımlara düşme olasılıklarının daha az olduğu, konunun uzmanları tarafından ifade ediliyor. Çünkü, dindar insanlar aşırı hırslardan uzak oluyor, Allah'a şükür etmesini biliyor. Halbuki depresyonların temel sebeplerinden biri de aşırı talep, özlem ve çok iyi bir yaşam tarzı istemi, onu elde edemeyince de ağır bir strese düşme ve stresin yoğunlaşması ve süreklilik kazanması, sonuçta ruhsal bunalım ve depresyonlara kapı açmaktadır. Evet insan daima daha iyi bir hayatı arzulamalı ve onu elde edebilmek için de çalışmalı ve gayret göstermelidir. Ancak, Allah'a şükretmesini de bilmeli, arzularına ulaşamadığı için streslere düşmemelidir. Bir de İslam'da bir sabır kavramı vardır. Acele etmekten sakınmalı, yarınlara umut bağlamalı ve de çalışmaya devam etmelidir. Bir de daha aşağı durumda olanlara bakarak haline şükür etmelidir. İşte bütün bunlar dindar, inanmış insanlara manevi ve ruhsal açıdan büyük bir güç verir, insanı gereksiz stres ve bunalımlardan korur.

Dua ve tedavi
Bugün tıbbın da, sosyal bilimlerin ve de insan olarak hepimizin de kabul ettiği bir gerçek vardır. Morali ve maneviyatı yüksek olan insanlar, daha dinç, daha sağlıklı ve daha huzurlu olmaktadırlar. Hatta, morali yüksek insanlar, hasta oldukları zaman daha kolay tedavi olabilmekte ve sağlığına daha çabuk kavuşabilmektedirler. Moral yüksekliği, özellikle ve öncelikle olumlu umutlardan ve inançlardan doğmaktadır. Umudunu kaybeden insanlar, moralini de birlikte yitirir. İşte başta ruhsal hastalıklar olmak üzere her türlü rahatsızlık hallerinde dua etmek, insana büyük bir moral ve maneviyat aşılamakta ve böylece denge ve düzene yardımcı olmakta, ruhun bedeni etkilemesi gerçeği sonucu, hastalıkların iyileşmesine büyük destek sağlamaktadır. Çünkü dua, Allah'a yakarışı ifade etmektedir. Allah'ın dua edene yardım edeceği inancı ile birleşince, hastada yüksek bir umut ve moral meydana getirmektedir. Bu da hastalığın iyileşmesinde yararlı olmaktadır.

Doğru din hayat verir
Bütün bunlar gösteriyor ki doğru din anlayışı, insana hayat verir, mutluluk ve huzur verir. Doğru din anlayışı, insana ruhsal sağlık ve moral kazandırır. Doğru din inancı, insanın iç yalnızlığını giderir ve doğru din inancı, insanı geleceğin belirsizlik korkusundan kurtarır. Yüce İslam dininin altın ilkeleri, insana en yüce manevi saadeti kazandırır. İslamiyet'in gerçek ilkeleri bütün insanları maddeten ve manen mutlu ve huzurlu kılacak niteliktedir. Bu noktada şu gerçeği de tekrar vurgulayalım. Yanlış, sapkın ve hurafelerle yorulmuş din anlayışı, insanlara saadet ve huzur değil, sadece mutsuzluk getirir. Gerçek İslam, her türlü akıl ve mantık dışı şeylerden, hurafelerden uzaktır ve İslam; baştan sona hayattır, huzurdur ve mutluluktur.


Doğru din anlayışı, insana hayat, mutluluk ve huzur verir. İnsanın iç yalnızlığını giderir, onu gelecek korkusundan kurtarır.


Din ve dini inançların; ruhsal bunalımların önlenmesinde hatta tedavisinde büyük yararları olduğu kanıtlanmıştır.


İnsan daima iyi bir hayatı arzulamalı, onu elde edebilmek için de çok çalışmalı ve gayret göstermelidir.


... Ancak, "Allah dilerse yapacağım" de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve "Umarım, Rabbim beni bundan daha doğru olana ulaştırır" de. (Kehf Suresi: 24)


"Senin en büyük düşmanın; iki kaşının ortasındaki nefsindir." (Hadis-i Şerif) "Allah'ın kudreti cemaatin üzerinedir." (Hadis-i Şerif
 

sefid

New member
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Cambridge, UK
hangisi

hangisi

Tamam, dinin sosyal hayata olumlu bir katkısı olduğunu anlıyoruz, bedenen ve zihnen sağlıklı bireylerin yetişmesinde bir nevi katalizör gibi işliyor din... peki hangi din? yoksa hepsi mi? ya da bir kısmı mı? belkide biri? bu kararı vere bilmek için bir dinde ne aranmalıdır,
mesela bir kişi X dinine mensup ve dininden memnun, emirlerini yerine getiriyor, bir başkasıda Y dinine mensup ve oda o dinin emirlerini yeribe getiriryor. Doğal olarakta bu iki insanın yaşamındaki hassasiyetlerde bir takım farklılıklar var, ama ikiside "iyi" insanlar en azından dinlerinin "iyi"lik anlayışının peşinden giden insanlar, bu durumda din arayışı içinde olan 3. bir kişi için seçimindeki kriterler ne olabilir?
 

Caferi

Forum Þairi
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
574
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Yaş
43
Konum
istanbul
Web sitesi
www.websitetasarim.com
Aklımızı ve mantığımızı kullanarak bir yaratıcının varlığına iman ettik diyelim.

Peki yaratılıştaki gayemize nereden ulaşacağız?
Acaba bu dünyaya neden geldik ?
Ne amaçla yaşıyoruz ?
Bu yaşamın sonunda ne olacak?
Kendime göre doğru kabul ettiğim şeyler, ilahi adalet te doğru mudur?
Başımıza gelen hadiselere verdiğimiz tepkilerin sonuçları ne olabilir?

vb. sorular insanın kafasını kurcalar durur.

Allah(c.c.) eksik sıfatlardan münezzehtir ve yarattıklarını çok iyi bilir. İşte bu yüzden bize peygamberlerini göndermiştir. Peygamberler Allah(c.c.)'in varlığını, birliğine, eksik sıfatlardan münezzeh oluşunu ve Allah(c.c.)'in ilahi kanunlarını, bu dünyadaki yaşama amacımızı, Nasıl doğru insan olacağımızı.... Kısacası ilahi kanunları ve sınırlarımızı tebliğ etmek için vardır.

Mutlak doğru yolda olmak için Din' e bağlı olma gereksinimiz bundandır. Ancak hangi din der isek x,y,z

araştırmalarımız neticesinde hangisinin hak olduğunu bulabiliriz.

Her dinden kendimize göre doğru olanları alalım gibi bir yaklaşım, İlahi kanunlar değil, kendi kanunlarımız olur. Böyle yapar isek, Allah(c.c.)'in emirlerine isyan etmiş oluruz.

Umarım açıklayabilmişimdir.

Hakikati bulman dileğiyle.
 

sefid

New member
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Cambridge, UK
o zaman düz mantık yürüterek şölyle bir soru soruyorum...

(günümüz için)
cennete sadece tanrı olarak "Allah"a inananlar ve son peygamber olarakta "hz. Muhammed"e inananlar gireceklerdir. bir tanrıya inanan ama "isim" olarak "Allah" diye adlandırmayanlar giremeyecek?
 

Caferi

Forum Þairi
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
574
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Yaş
43
Konum
istanbul
Web sitesi
www.websitetasarim.com
Biraz aşama kaydettik inşallah.

Sorduğun sorunun samimiyetine inandığımdan, senin gibi düz mantıkla cevaplamaya calışacağım.

Her şeyden önce Allah(c.c.) adildir.

Adaletinin gereği her insanı kendi imkanlarıyla sorgulayacaktır.

Yani, seni sorgulamasıyla, bir adada yanlız yaşayan kişiyi sorgulaması aynı olmayacaktır.

Herkes kendisine ulaşandan, ve imkanlarından sorumludur.
( Bir kişiye islamiyet hakkında hiç bir bilgi ulaşmamış olabilir fakat bu bilgiye ulaşabileceği imkanları var ise, yine bu kişi islamiyetten sorumlu olacaktır. )

Şayet imkanları yok ise, Ne islamiyeti duymuş ne de duyması öğrenmesi için gerekli ortam oluşmamış bir kişinin bu konuda mesuliyeti yoktur.
 

firsaf

New member
Katılım
15 May 2007
Mesajlar
105
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
o zaman düz mantık yürüterek şölyle bir soru soruyorum...

(günümüz için)
cennete sadece tanrı olarak "Allah"a inananlar ve son peygamber olarakta "hz. Muhammed"e inananlar gireceklerdir. bir tanrıya inanan ama "isim" olarak "Allah" diye adlandırmayanlar giremeyecek?

bi sadede gelirmisin
 

sefid

New member
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Cambridge, UK
yani erişim ve iletişim imkanları çercevesinde sorumlu tutulacak insanlar...

"firsaf" saded'ten neyi kasd ettin anlamadım...

mesajlarınız için çok teşekkürler kafama takılan şeyleri yine soracağım,

bu arada arkadaşlar yanlış anlamayı önlemek için şöyle bir açıklama yapma gereği duyuyorum: ilgili soruyu sormam ve soruş uslubum, bir arkadaş ortamında-neden din ve hangisi- gibi sorularına muhatab oldum ve ilgili şahısların uslubu- onların ağzından konuyu açıp,aktarmaya çalıştım,bu uslup kişisel inançlarımı yansıtmamaktadır.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Değerli kardeşimize faydalı olması dileklerimizle konuya ilişkin faydalı bir akıntı yaptık.

Din, irade sahibi akıllıları muhatap alır.


Din, Allah tarafından insanların faydasına konulmuştur. Allah tarafından konulmamış bir din kabul edilmez.


Din, insanı dünya ve Âhiret'te kurtuluşa götürür. Dolayısıyla bunu gerçekleştiremeyen dinler, Allah'ın kulları için öngördüğü din olamaz. Yalnız dünyaya yönelik tez ve düzenlere sözlük manâsı itibariyle "din" demek mümkündür. Ancak, bunların Âhiret*i hesaba katmamaları, yani laikliği* veya materyalizmi* esas almaları daha ilk adımda Allah'ın dininden uzaklaşmalarını kaçınılmaz kılmaktadır. Dünyayı tümüyle hesaba katmayan salt ruhânî ve dar ibadet kalıplarını aşmayan "ruhbanlık"* türü yaklaşımlar da "hak din" olamaz.

Din, "teslimiyet"i, "iman"*ı ve "ihsan"ı birlikte içerir. Dolayısıyla Hak Din'de insanlar bütün kâinatın boyun eğdiği, gökteki ve yerdeki her şeyin teslim olduğu Allah'a teslim olurlar. (Âli İmrân, 3/83) Bu dinde müminler kâinatın kendisine teslim olduğu gerçek Rab ve ilâh olan Allah'ın bildirdiği gayb'a inanılmasını emrettiği şeylere iman ederler; bu imanlarının gereği olarak hayatlarını Allah'ın şerîatına göre düzenleyerek teslimiyetlerini ifade ederken, kendileri Allah'ı görmeseler dahi, Allah'ın kendilerini görmekte olduğu şuuru ile Rab'lerine ibadet ederler.

Kur'ân-ı Kerîm'de "Dîn": Din'in terim manası bu olmakla birlikte Kur'ân ve Sünnet'te kelimenin kullanılmasını tetkik ettiğimiz takdirde, sözlük anlamlarının birçoğunu da kapsayacak şekilde ele alındığını kolayca tespit edebiliriz.

"Borç" anlamına gelen ve "din" kelimesi ile aynı harflerden oluşan "deyn" kelimesini ve onun türevlerini bir kenara bırakacak olursak; "din" ve türevleri Kur'ân-ı Kerîm'de: doksanbeş defa tekrarlanmaktadır.
"Din" kelimesinin çeşitli şekillerde yer aldığı âyet-i kerimeleri, manalarına göre bir sınıflandırmaya tabi tutarsak:

Mutlak Olarak Din: İtaat, Boyun Eğme, İbadet: 2/193; 3/5, 24, 73, 85; 7/29; 8/39; 9/29, 33, 16/52; 29/65; 30/30; 39/2, 3, 11; 40/14, 65; 42/13; 48/28; 61/9; 98/5.


Kıyamet ve Ceza (Karşılık) Günü: 1/4; 15/35; 24/25; 26/82; 37/20; 38/53, 78; 51/6,12; 56/56, 86; 70/26; 74/46; 82/9,15,17,18; 83/11; 95/7.


Allâh'ın Dini, İslâm, Tevhîd: 2/132, 193, 217, 259; 3/5, 19, 83; 4/46, 146; 5/3, 54, 57; 6/161; 7/29; 8/39, 49, 72; 9/11,12;19/29, 33, 36, 122; 10/22, 104, 105; 12/40; 16/52; 22/78;24/55; 29/65; 30/30, 43; 31/32; 33/5; 39/2, 3, 11, 14; 40/14, 65; 42/13, 21; 48/28; 60/8, 9; 61/9; 98/5; 107/1 ; 110/2; 109/6.


Kanun, Hüküm, Şerîat: 2/217; 3/73; 12/76; 22/78; 24/2; 40/26; 42/13, 21; 49/16; 98/5;107/1;109/6.

Kur'ân-ı Kerîm'de bu kelimenin hangi manalarda kullanıldığını örnekleriyle açıklamaya çalışalım:

el-İsfâhânî, din'i: "İtaat, ceza (karşılık) demek olup şerîat hakkında istiâre yoluyla kullanılmıştır. Din, mana itibariyle millet'e benzemekle birlikte, şerîata bağlılık ve itaat demektir". diye tarif ettikten sonra, çeşitli manalarına örnek olmak üzere birtakım âyetleri kaydetmektedir.


Ona göre, Ali İmrân 19 ve en-Nisâ 125. âyetlerindeki "din" kelimesi "itaat" anlamınadır. "Ey kitab ehli! Dinlerinizde aşırılığa gitmeyin." (en-Nisâ 4/125) buyruğu ise, dinlerin en mükemmeli ve en üstünü olan İslâm Dini'ne uymak için bir teşviktir. el-Bakara sûresinin "Din'de zorlama olmayacağını" hükme bağlayan âyet-i kerimesinde de (2/256) maksat "itaat"tir; Çünkü dîne bağlılık ancak "ihlâs"* la olabilir. "ihlâs" ile "zorlama" ise, birbirine aykırı hallerdir. Âli İmrân sûresi, 83. âyetinde yer alan: "Onlar, Allah'ın Dini'nden başkasını mı arıyorlar?" buyruğundaki "din"den kasıt ise İslâm'dır. Sad, 38/85, el-Feth, 48/28, es-Saf, 61/9, et-Tevbe, 9/29, en-Nisâ, 4/125. âyetlerinde de aynı şekilde "İslâm" kastedilmektedir.


Vâkıa, 56/86. âyette geçen "Medînîn" kelimesi, "amellere karşılık" manasınadır. (Rağıb el-Isfâhânî, el-Müfredat, 175)

Dâmeganî'ye göre "din", Kur'ân-ı Kerim'de şu anlamlarda kullanılmıştır:

1. Tevhîd: "Allah katında yegane geçerli olan din İslâm'dır" Âli İmrân, 3/19 âyetinde bu anlamda kullanılmıştır. Ez-Zümer, 39/2, er-Rum, 30/30 ve Lokman, 31/32. âyetleri de aynı anlamdadır.


2. Hesab: "Onlar din (Hesap) gününü yalanlarlar" el-Mudaffifin, 83/11, es-Saffat, 37/53, ve el-Vakıa, 56/86'da olduğu gibi.


3. Hüküm ve Yargı: Yusuf, 12/76'de "Melik'in dîni"; "Melik'in hüküm ve yargısı" demektir. en-Nur, 24/2'de "Allah'ın Dini" buyruğu da Allah'ın hüküm, yargı ve kanunu manasınadır.


4. Bizzat dinin (yani hayatın her alanında kabul edilen inanç, egemen düzen, kişisel ve toplumsal ilişkiler, eşya ve kâinat münasebetleri, değer yargıları v.s.'nin) kendisi.

Eksiksiz ve tam haliyle Allah'ın dini, İslâm: et-Tevbe 9/33,es-Saf 61/9, el-Feth. 48/28'de olduğu gibi.

5. Millet: el-Bey'yine, 98/5'de olduğu gibi. (el-Hüseyin b. Muhammed ed-Dâmeğanî, Kâmusu'l-Kur'ân, Beyrut 1983, 178-179)

Mevdûdî, Kur'ân-ı Kerim'de "din" kelimesinin anlamına ayırdığı incelemesinde şunları söylüyor: "...Bu bakımdan "din" kelimesinin "Kur'ân-ı Kerim'de eksiksiz bir düzeni ifade ettiği görülür. Sözkonusu bu düzen şu dört unsurdan meydana gelir:

1. Hâkimiyet ve yüce egemenlik.

2. Bu yüksek egemenlik ve hâkimiyete itaat edip boyun eğmek.
3. Bu hâkimiyetin otoritesi altında meydana gelen fikrî ve amelî düzen.
4. Bu düzene uymaya ve ihlâsla bağlanmaya karşı bu yüce egemenliğin verdiği mükâfat veya karşı gelmek halinde isyan etmeye verdiği ceza."
(Mevdûdî Kur'ân'a göre Dört Terim, s. 103)
İslâm: İlâhî düzen ve ulûhiyet tektir, şu halde kulluk da tek yeredir. Bu uluhiyete teslim olduktan sonra, insanoğlunun ne ruhunda ne de dış hayatında Allah'ın hükümranlığından başka bir şeyin eseri kalmaz. Uluhiyet tektir, öyleyse tek bir cihet vardır, tek bir akide vardır: Allah'ın rızasına uygun olarak kullarından kabul ettiği akîde, yani açık, berrak ve halis tevhid akîdesi ki, o da Allah indinde din olan İslâm'dır.

O İslâm ki, yalnız dâva, yalnız dirayet, yalnız dille ifade edilen söz, yalnız kalpte cereyan eden tasavvur, yalnız şahısların namazda, hacda, oruçta eda ettikleri vecibelerden ibaret değildir. İslâm, teslimiyettir, itaat ve tabiiyettir, Allah'ın kitabının kulların hayatına hâkim olmasıdır. Bugün 'biz müslümanız' deyip de Allah'ın kitabı ile hükmetmeye çağırıldıkları zaman ondan yüz çevirip arkalarını dönenler de ehl-i kitab'*a benzemektedirler. Zira onlar da dîni insanların günlük hayatına, ekonomik, sosyal, hatta ailevî ilişkilerine sokmayı lüzumsuz sayarlar. Bunlar, ileri sürdükleri bu iddialar ile birlikte müslüman olduklarını söylemekten de geri kalmazlar. Hiçbir dînî esasa dayanmayan bu gaflet ile ehl-i kitab'ın ileri sürdüğü zan ve iddiaların farkı yoktur. Her iki grup da dînî esaslardan sıyrılmakta farksızdırlar. Halbuki bu dînin birtakım ayırıcı özellikleri vardır ki, onlar olmayınca din de olmaz: Allah'ın şerîatına itaat, Allah'ın Rasûlü'ne uyma, Kitabullah'ın ahkâmına teslimiyet. İşte tevhîd akidesinin gerçeği bunlardır. Ayrıca din, beşer hayatının tanzimi için teşrîi kanunları da tazammun eder. Dînin gayesi sadece ahlâkı güzelleştirmekten, vicdanî şuuru uyandırmaktan, ibadet ve inançtan ibaret değildir. Böyle bir din olamaz. Din, Allah'ın insanoğlu için tespit ettiği bir hayat programıdır, insan hayatını yaratıcının yoluna bağlayan ve Allah'ın kudret eliyle çizilen bir hayat nizamıdır. Allah'ın dinine iman eden müslüman, Allah'tan bu dinin şahitliğini talep eder. Bu dine, insanların açıkça göreceği ve onlara güzel bir örnek teşkil edecek tarzda hakkıyla bağlanmalıdır. Kâinatta mevcut olan diğer bütün nizamlara ve teşkilâtlara karşı bu dinin üstünlüğüne ve yüceliğine iman etmeli, kendi nefsini, meslesini ve hayatını canlı bir şekilde Allah'ın çizdiği bu programa tahsis etmelidir. Onlar, cemiyet ve ferdin dayanağını Allah'ın kudret elinden çıkan o yüce programa oturtmayıp, böyle bir cemiyet meydana getirmedikçe şahit olamazlar. Müminler İlâhî program tahakkuk ettirmeye mecburdurlar. İşte bu, Allah yolunda ölümün, yani ilâhî dinin ortaya koyduğu ve bizzat yaşamaktan daha hayırlı telakki ettiği şehadetin ta kendisidir... Müslüman olduğunu iddia eden her insan üzerine, "Bizi Şahit olanlarla beraber yaz." niyazı (Âli İmrân, 3/53) Allah ile akdedilen bir bey'attır. Her mümin dînî bir hayatın ihyası ve toplumun huzur ve refahı arzusuyla bu ilahi nizamı gerçekleştirmek için cihat etmek zorundadır. Bunu yapmıyorsa ya şehadetinde yalancıdır veya bu dinin gaye edindiği şehadetin zıddını yapmak gayretindedir. Mümin olduklarını iddia ettikleri halde, insanları Allah'ın dininden uzaklaştıranların vay haline!


İşte bütün bu manâlarla İslâm Allah katında yegane dindir. Bütün peygamberlerin Allah'tan getirmiş oldukları en üstün nizamdır. Yüce Allah, insanları kullara ibadetten kurtarıp Allah'a ibadet ettirmek için peygamberleri vasıtasıyla bu dini göndermiştir. Allah şahittir ki, bundan yüz çevirenler müslüman değildirler. "Allah indinde hak din, İslâm'dır. "

Hiç şüphe yok ki, Allah'ın dini tektir. Bütün peygamberler o dini getirmişlerdir. İslâm'a sırt çevirenler bütün dinlere sırt çevirmekte ve Allah'ın ahidlerinin bütününe ihanet etmiş olmaktadırlar. İslâm -ki, yeryüzünde Allah'ın tek nizamıdır- mevcudatın temel kanunudur. Varlıklar dünyasında bütün canlıların dini aslında İslâm'dır.

Sünnet'te Din


Hadis-i şeriflerde de "din" kökünden türeyen kelimeler çeşitli tip ve anlamlarıyla kullanılmıştır. (Bk. el-Mu'cemu'l-Müfehres li Elgazi'l-Hadîs... II, 163 vd.; 165 vd.)

Hadis-i şeriflerde "din" kelimesi değişik anlamlarda kullanılmıştır:
1. Boyun eğmek, itaat ve ibadet etmek: "Akıllı kişi nefsine boyun eğdiren ve onu (Allah'a) ibadet ettirendir." (Tirmizî, Kıyame, 25; İbn Mâce, Zühd, 31) Bu hadis-i şerifde geçen "dâne"nin "hesaba çeken" manasına geldiği de söylenmiştir.
Hz. Peygamber'in: "Kureyş'ten, söyledikleri takdirde bütün Araplar'ın kendilerine boyun eğecekleri bir tek söz söylemelerini istiyorum." (Tirmizî, Tefsir, Sûre, 38, Bab 1; Ahmed b. Hanbel, I, 237) buyruğu da aynıdır.

2. İnanç ve ibadet: "Kureyş ve onlar gibi inanıp ibadet edenler (dâne, dinehum) Müzdelife'de vakfe yaparlardı." (Buhârî, Tefsir, Sûre 3, Bab 35; Müslim, Hac, 151) Yani bununla, dinlerine uygun hareket eden ve onlar gibi ibadet eden kimseler kastedilmektedir.


3. Hayır olsun, şer olsun karşılık:

"Nasıl davranırsan, öyle karşılık görürsün. " (Buhârî, Tefsir, Süre 1, Bab 1)

4. Kahretmek, mecbur etmek: Egemen ve hâkim Allah'ın "ed-Deyyan" ismi bu anlamdadır. (Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellâm, Garîbu'l-Hadis, Beyrut 1396/1976; Haydarabad, 1385/1966'dan tıpkı basım, III. 134-136; Mecdu'd-Din İbnu'l-Esîr, en-Nihâye -fi Garîbi'l-Hadîs, Beyrut 1399/1979, II, 148-149)

"Din"e yakın Kavramlar: Bundan önceki açıklamalardan "din"e yakın birtakım kavramların bulunduğu ve bunların da hem Kur'ân'da, hem Sünnet'te kavram olarak önemli bir yer tuttukları anlaşılmış olmalıdır. "Din" gibi oldukça önemli bir kavramın daha iyi anlaşılabilmesi için bu kavramlara da kısaca bir göz atmakta fayda görülmelidir:

Millet: Aslında yazdırmak anlamına gelen "imlâ"dan gelmektedir. İzlenen "belli yol" manasına da gelir. Peygamberler şerîatı ümmetlerine yazdırdıkları ve bu konuda peygamberler arasında ihtilaf olmadığından "şeriat" manasına kullanılmıştır:

"Küfür tek millettir." sözünde olduğu gibi 'bâtıl" hakkında da kullanılabilir. (Tehânevî, a.g.e., II, 1346) Fîrûzâbâdî, el-Kâmus'da: "Millet, şerîat veya din demektir." (s. 1367) derken, Râğıb el-Isfâhânî: Millet, anlamı itibariyle din'e benzemektedir. Aralarındaki fark şudur: Millet, ancak Peygamber'e izafe edilir:
"Atalarım İbrahim'in, İshak'ın, Yakub'un milletine uydum." (Yusuf 12/38) Millet kelimesi çoğunlukla peygamberlere izafe edilerek kullanılır.
"Allah'ın milleti", "Zeyd'in milleti" gibi terkipler yapılmaz. Millet, Âhiret'te Allah'ın mükafatını almak için peygamberler aracılığıyla gönderdiği şerîatın adıdır." der. (el-Isfahânî a.g.e., 471-472; Ebu'l-Bekâ, a.g.e., 327-328)
Şerîat: Şer', sözlükte suya giden yol demektir. "Şerîat" da aynı anlamdadır. İslâmî bir kavram olarak ise; yüce Allah'ın koyduğu ve -ister bir amelin keyfiyeti ile ilgili olsun, ister itikadı ilgilendirsin- herhangi bir peygamberin ondan getirdiği hükümlerdir. Şerîat'a "din" ve "millet" adı verildiği de olur. Şerîat, kendisine itaat edilmesi bakımından "din"; dikte edilip yazılması bakımından "millet"; belirlenmiş bir yol olması bakımından da "Şer" ve Şerîat'tır. (et-Tehânevî, a.g.e., I, 759-760)
Ebu'l-Beka, "din" kelimesine yakın terimlere dair açıklamalarından sonra aralarındaki farka şöylece işaret etmektedir: "Çoğunlukla bu lâfızların biri diğerinin yerine kullanılabilmektedir. Bu bakımdan bunlar bizzat bir olmakla birlikte mana itibariyle birbirinden farklıdırlar. Çünkü Peygamber'den sabit olan özel yola uyulması açısından "tarîk" (yol); gereğince dinlenmesi, bağlanılması (iz'ân) gereği açısından "iman"; onu teslimiyetle kabul gereği açısından "İslâm"; ona bağlanmanın karşılığının verilmesi açısından "din"; dikte ettirilip yazılmacı ve etrafında toplanılması açısından "millet"; susayan kimseler onun tatlı suyundan gelip içtikleri için "şerîat"; bir diğer adı "en-Nâmûs" oları Cebrâil'in vahiy yoluyla onu getirmiş olması açısından da "en-Nâmûs" adı verilir." (Ebu'l-Bekâ, a.g.e., 327-328).
Din, Millet, Mezheb kelimeleri arasındaki farka gelince; Din Allah'a, Millet Rasul'e, Mezheb de Müctehide nisbet edilir. (Şerif el-Cürcânî, et-Tarifat. "Din " mad.)

Din Koyucu Kim Olabilir?: "Din" in sözlük anlamını gözönünde bulundurduğumuz takdirde, insanların ferd ya da toplum olarak uydukları düzen, benimsedikleri gidiş ve izledikleri yol gibi bir mana da ihtiva ettiğini görürüz. İzlenen bu yol ve benimsenen bu düzen yalnızca ferd sınırında kalmadığı gibi, dünya hayatını aşarak Âhiret'i de; insanlığın kendi aralarındaki ilişkileri de aşarak çevresindeki varlıklarla her türlü münasebetini etkilemektedir. Kendisinin ve başkalarının davranışlarını, tutum ve faaliyetlerini, konumlarını hem belirlemekte hem de bunları değerlendirmesini sağlayan değerleri ve ölçüleri eline vermektedir.





 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Din'in genel olarak mahiyeti bu olunca, ister Allah tarafından gönderilmiş olsun, ister beşer kaynaklı olsun her bir düzen ve sistem bir "din''dir. Yani aynı zamanda bütün ideolojiler,...izm'ler, ve doktrinler de birer dindir. Bunların yalnızca dünya ile ilgili tezler olarak kendilerini sunmaları ve âhiretle, dinle, inançla ilgili olmadıklarını ileri sürmeleri, yani temelde "laik" olduklarını belirtmeleri onların aşağılamak, mahkum etmek ve hayatın dışına itmek için gayret gösterdikleri "din"den -sözlük anlamıyla da terim anlamıyla da- başka bir şey olmadıklarını göstermektedir. Bunlar birer "dinsizlik dini"dir.
Bu beşerî doktrinler, ideoloji ve düzenler, aslında İslâm'ı mahkum etmek için gerekçe olarak gösterdikleri "bağnazlık"ların en ileri türlerini sergilemektedirler. Din adına tarih boyunca türlü bağnazlıklarla birçok cinayetlerin işlendiği doğrudur. Ancak modern dünyanın çağdaş ve cahilî dinleri olan doktrinler ve...izm'ler uğruna işlenen cinayetler, zulümler ve katılıklar, geçmişte işlenen ve "din"i mutlak manada itham etmek için araç olarak kullanılan benzeri tutumlardan çok farklı mıdır? Sömürgecilik uğruna Kapitalizmi*, Emperyalizmi*, Komünizmi*, Siyonizm'i* yerleştirmek ve güçlendirmek için işlenmiş "modern cinayetler" ve "çağdaş bağnazca tutumlar" mı insanlığa daha büyük darbeler indirmiştir, yoksa genel olarak bütün dinleri ve bu arada da yegane hak din olan İslâm'ı mücadelenin dışında tutmak, safdışı bırakmak maksadıyla özellikle üzerinde durulmak istenen, hak dinin sapması sonucu ortaya çıkan cinayetler mi?

Bu sözler, bâtıl adına işlenen cinayetlerin savunması değildir. Anlatılmak istenen şudur: İnsanlık, dini tanımadığını ileri sürerken bile "bir düzene uymak" anlamında bir din'e mensuptur. Modern insan da dine karşı çıkarken kendisi gibi yaratıkların ortaya koymuş olduğu, fakat hiçbir şekilde ona aradığı mutluluğu veremeyen, sağlayamayan insanların kurdukları düzenlere, yani "din"lere bağlanmakta, boyun eğmektedir. Çağdaş dünya dininin ilahları Muhammed Esed'in ifade ettiği gibi sermaye patronları, bankerler, sanayiciler, şarkıcılar, artistler, sporculardır... Mabetleri ise bankalar, fabrikalar, stadyumlardır... Kullar ise her yere çevrilebilen, istenildiği gibi şartlandırılıp beyinleri yıkanabilen, istenilen şekilde yönlendirilebilen insan yığınlarıdır.

Açıkça anlaşıldığı gibi durum şundan ibarettir: Her bir siyasal, toplumsal, ekonomik düzen, aynı zamanda belli bir hayat görüşünün bir yansıması, bir ifadesidir. Pratiğe yansıyan her bir şekil arkasında ona o keyfiyeti kazandıran bir inanış, bir düşünüş yatmaktadır. Meselâ Materyalizm, eşya ve kâinat hakkındaki belli birtakım görüş ve yaklaşımlara sahiptir. Bu görüş ve yaklaşımlardan hareketle insanlığa sosyal, siyasal ve ekonomik bir düzen teklif etmiştir. Bütün bunlar yanında eşya ve kâinat hakkındaki yorumlara, dolayısıyla sunduğu düzene "İnanılmasını" yani bir inanç olarak da kabul edilmesini- bizim deyimimizle bir "din" olarak algılanmasını sağlamak için de başkalarını ikna etmeye özel bir çaba harcamaktadır.

İşte aslında insanlığa belli bir hayat ve kâinat anlayışını ve yorumunu sunan, bu yolun esası üzere de insanlar arası ilişkileri -her türlüsüyle- düzenlemeye çalışan her bir sistem -adı Kominizm, Sosyalizm, Kapitalizm, Milliyetçilik, Budizm, Hristiyanlık ya da başka bir şey olsun -aynı zamanda- bir inanç düzenidir, yani bir "din"dir.


Bu yorum ve açıklamaların Kur'ân-ı Kerim'in "din" için getirdiği yoruma aykırı olmadığı, aksine tam uygun olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yukarıda değişik vesilelerle atıfta bulunduğumuz birçok âyet-i kerime bunu açıkça ortaya koymaktadır: Yüce Allah, Rasûl'ünü hidayetle ve diğer bütün dinlerden üstün kılmak üzere "hak din" ile göndermiştir. (et-Tevbe, 9/33; el-Feth, 48/28; es-Saff, 61/9), Allah katında yegane geçerli din İslam'dır. (Âli İmrân, 3/19) İslâm'dan başka birdin arayan kimsenin bu dini, ondun kabul edilmeyecektir ve o, Âhiret'te hüsrana uğrayanlardan olacaktır. (Âli İmrân, 3/85)

İşaret ettiğimiz bu âyetlerden ve daha başkalarından açıkça anlaşılmaktadır ki, İslâm'ın dışında başka dinler de vardır. Allah katında geçerli olan ve olmayan dinler vardır. İnanılıp uyulduğu takdirde kişiyi kurtuluşa erdiren din vardır, âhirette ziyana uğratacak dinler de vardır.

Buna göre insanların benimsedikleri, inandıkları, düşünüş ve yaşayışlarını hemcinsleriyle ve çevrelerindeki eşya ile bu düşünüş ve inanışlara göre belirledikleri her bir düzen, sistem, ideoloji ve doktrin bir "din"dir. Buna "din" adının verilmesi ile verilmemesi arasında bir fark yoktur. Hatta Allah'a ya da bir veya birçok ilâha inanmaları ya da inanmamaları, bu inançlarını açıklamaları ya da açıklamamaları, bazı davranışlarına "ibadet" adını verip vermemeleri dahi durumu değiştirmez. Çünkü dinlerde aslolan bir "inanç düzeni" ile bu düzene göre şekillenen bir hayat anlayışı ya da dünya görüşü ve buna bağlı olarak bir "yaşayış düzeni"nin varlığıdır. Bunun sözkonusu olamayacağı hiçbir "hayat düzeni" bulunamayacağına göre, insanlık için -bu manasıyla- din dışında kalabilen bir hayat esasen düşünülemez demektir. Bu gerçek aynı şekilde İslâm âlimlerinin de gözünden kaçmamıştır. Meselâ Şehristânî, dinleri ve mezhebleri incelediği el-Milel ve'n-Nihal adlı eserinde açıkça şunları söylemektedir:


"Dünyada çeşitli din ve mezhep mensupları ve hevâ ve nihle (fırka, mezhep) sahipleri pek çoktur. Aralarında İslâmî fırkalar da vardır; yahudi ve hristiyanlar gibi indirilmiş kitapları olduğu kesin olarak bilinenleri de vardır; mecusîler ile maniheistler gibi kitap indirilmiş olma ihtimali olanlar da vardır; ilk felsefeciler, dehrîler* (zamandan başka maddeyi etkileyici bir faktör tanımayan materyalistler), yıldızlara tapanlar, putperestler ve brahmanistler gibi birtakım hüküm, değer ve tanımları olup da Allah'tan indirilmiş bir kitabı olmayanları da vardır." (Şehristânî, a.g.e., I, 37)


Görüldüğü gibi her bir dünya, hayat ve kâinat görüşü aynı zamanda bir din olarak değerlendirilmiştir ve öylece değerlendirilmelidir. Durum böyle olduğundan dolayı; yani -hatta bu tür bir iddia ile ortada olan laik düzenler için dahi- din dışı bir hayat mümkün olamaz.


Dinin kavranması için şu iki soruya cevap verilmelidir:


1. Din, her halukârda hayat için kaçınılmaz ise, insanlık için nasıl bir din
gereklidir?


2. İstenen mükemmellikteki bir dini kim ortaya koyabilir?


Bu iki soruyu cevaplandırmak gerekirse şunlar söylenebilir:

İnsanın belli bir yapısının ve bu yapının gerektirdiği türlü ilişkilerinin sözkonusu olduğu herkes tarafından bilinir.

İnsanın, görünen ve duyularımızla algılayabildiğimiz maddî yapısının hatta bu varlığının en küçük diliminde dahi kendisini gösteren varlığını tartışılamaz ve inkâr edilemez kılan, bunun da ötesinde maddî varlığına egemen olan, ona yön veren bir manevî varlığının da bulunduğunu görüyoruz.


O halde insanlık için mükemmel bir dinin, insanın hem maddî hem de manevî yapısını gözönünde bulundurması ve bunların her birisini -ayrı ayrı ve bağımsız cüzlermiş gibi değil- bir bütünün unsurları olarak değerlendirmesi bütüne yani insana kazandırdıkları ahenk ve dengeye uygun ve o nisbette ele alması gerekmektedir. Dinin bunlardan birini görmezlikten gelmek ya da gerçek önemine uygun bir şekilde hesaba katmamak gibi, insanda ruhî, maddî, tüm ilişkilerinde dengesizlikler doğuracak bir değerlendirme yoluna gitmemelidir. Mükemmel bir din, insanı olduğu gibi ele alan ve bu yapıya uygun bir düzen teklif eden dindir. Gerçek din insanı kuvvetli olduğu yanlarıyla, zaaflarıyla, üstünlükleriyle, istidatlarıyla, kabiliyetleriyle, imkânlarıyla, kısacası asıl yapısıyla ve fıtratıyla ele alabilen bir dindir.

İnsan, tek başına, çevresiyle, hemcinsleriyle herhangi bir ilişkisi bulunmayan, kendi sınırlarını aşmayan bir varlık değildir. Onun için yalnızlık ve çevresini etkilememek diye birşey düşünülemez. O dünyaya geldiği andan itibaren, çevresindeki hemcinsleriyle eşya ve kâinat ile ilişki halindedir. Bu ilişkilerini kurarken insan çeşitli soru ve sorunlarla karşı karşıya kalır:

- Ben neyim? Kimim? Nereden geldim, nereye gidiyorum? Benim bu kâinat içerisindeki yerim neresidir? Bu kâinat ile ilişkilerimde uymam gereken ilkeler var mıdır? Yoksa istediğim gibi hareket etmekte serbest miyim? Uymam gereken ilkeler varsa bunlar neler olabilir? Bunları nasıl öğrenebilir ve tespit edebilirim? Ailemle içinde yaşadığım toplum ve bütün insanlara karşı sorumluluğum nedir? Onlarla ilişkilerimde bağlı kalmam gereken kurallar var mıdır, varsa nelerdir? Ben onlara, onlar da bana karşı bir haksızlık yaparsa ya da görevlerimizde kusurumuz olursa buna karşı alınacak tedbirler var mıdır, nelerdir, bu tedbirleri kimler alacak? Kısaca, içinde bulunduğumuz her türlü ilişki nasıl ve kim tarafından belirlenecektir? Bu ilişki türüne uygun bir yapılanma nasıl olabilir?


Yani insanın hem eşya ile ilişkisi, hem de insan olarak ferdî, ailevî toplumsal, ekonomik, siyasal ve ahlâkî ilişkileri nasıl olmalıdır? Kim tarafından belirlenmelidir? İşte mükemmel bir dinin bu tür sorulara doğru ve tatmin edici cevaplar vermesi kaçınılmazdır.


İnsanın, kendinden başkaları ile ilişkiler kurduğu âlem sırf bu görünen dünya değildir. Onda, kendisi gibi eksik olmayan, mükemmel bir varlığa şevk ve ihtiyaç meyli vardır ve bu onda fıtrîdir. Fıtrata,düşman ortam ve düzenlerde yetişen kimselerde dahi fıtratın bu eğilimi küllendirilebilse bile tümden yok edilemez.


Peki insan denen bu varlığı ve kâinatı en mükemmel düzen içerisinde yaratan, fakat kendisinden de bu kâinatı müstağni kılmayan varlık kimdir? O nasıldır? O'nu tanımanın yolu nedir? O'na karşı görev ve sorumluluklarımız nelerdir. Biz O'nun için neyin ifadesiyiz? Bizden istekleri var mı? Bize karşı davranışlarının, muamelesinin esasları nelerdir?

Evet, mükemmel bir dinin, yani insanın hayatına düzen verme iddiasında olan bir sistemin, bu ve benzeri sorulara açık, anlaşılır ve kesin cevaplar vermesi kaçınılmazdır.

İnsan, yani selim fıtrata sahip; sapıklığı, isyanın ve günahın kirletmediği fıtrata sahip insan, bu dünya hayatının sınırlılığından, darlığından, yetersizliğinden rahatsız olur. Çünkü insan hak sahiplerinin her zaman haklarını alamadığını, haksızların, zâlimlerin her zaman uygun şekilde cezalandırılmadıklarını, zaman zaman yaptıklarının yanlarında kâr kalabildiğini görmektedir. Bu böyle ise, adil ve hakkaniyete bağlı kalmanın faydası nedir? İnsanın bazen öyle emelleri olur ki, kendisinin hatta neslinin ömrü bunları gerçekleştirmeye yeterli olmayabilir. Meselâ, yeryüzünde gerçek bir adaletin gerçekleşmesi, mazlumun hakkını alması, zalimin lâyığını bulunan, insanların birbirlerine "kurtluk ve orman kanunlarıyla" ya da "tilkilik" mantığıyla değil de, "en az o da benim kadar haklara sahip, benim kardeşim, benimle eşittir" mantığıyla davranacakları toplumsal ahlâkî bir düzenin kurulması, ferd ve toplum vicdanında bunun yer etmesi...


İnsan kendi ferdî hayatında bunların, hatta emarelerinin dahi gerçekleştiğini göremeyebilir. Buna rağmen bu uğurda çalışmalarına da ara vermez. Neden? Bu uğurdaki çalışmaları eğer eksik kalacaksa, boşa gidecek ve karşılıksız kalacaksa onun bu yolda yorulması nedendir? Demek ki, insanın fıtrî yapısında bu dünyanın "ötesi"ne inanma ihtiyacı vardır ve sağlıklı bir fıtrat*, mutlaka bu ihtiyacı karşılamanın yollarına gider. Bu bakımdan mükemmel bir "din" fıtratın bu ihtiyacını da karşılayabilmeli, bu konudaki sorularını tatminkâr bir şekilde cevaplandırabilmeli, sorunlarını da mükemmel bir şekilde çözebilmelidir.

Şimdi, ikinci sorunun cevabını aramaya geçebiliriz:

Bu mükemmellikteki dini kim koyabilir?

Kur'ân-ı Kerim'in bu konuda bize verdiği cevaplar, gösterdiği deliller, tartışılamayacak ve reddedilme ihtimali bulunmayan güçlü delillerdir. Bu deliller o kadar açıktır ki, hiçbir şekilde görmezlikten gelinemezler.
Şimdiye kadar ki açıklamalarımızdan anlaşıldığı gibi, insan hayatını yönlendiren, hayatına egemen olan her bir düzen "bir din" olduğuna göre ve aslında "din"in insanın belli nitelikteki sorularını cevaplandırmak, sorunlarını çözmek iddiasında bulunduğuna göre, bu keyfiyetteki bir "din''in koyucusu kim olabilir veya kim olmalıdır? Bu konuda Kur'ân-ı Kerim'in bize verdiği cevaplar gerçekten dikkate değerdir. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1. Yaratan, yarattığının yapısına en uygun yolu gösterendir:
"Herşeyi yaratıp düzene koyan, onu takdir edip ona yol gösteren... O en yüce Rab'binin adını tesbih et." (el-A'lâ, 87/1-3)

Rablerinin kim olduğunu soran Fir'avn'a Hz. Mûsa'nın şu cevabı ne kadar anlamlıdır: "Bizim Rabbimiz herşeye hilkatini veren sonra da doğru yolu gösterendir. " (Tâ-Hâ, 20/50)


Aynı cevabı Hz. İbrahim kendisiyle tartışan Nemrud'a söylemişti. Nemrud, krallığının aynı zamanda insanların hayatını düzenlemek yetkisini kapsadığını kabul ettiğinden, kendisini de uyruğunu da Allah'ın dinine tâbi olmaya davet eden Hz. İbrahim'e karşı çıkmış bu konuda onunla tartışmak cüretini göstermişti:


"Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi hakkında İbrahim'le mücadele edeni görmedin mi? Hani İbrahim: Benim Rabbim diriltir ve öldürür deyince O: Ben de diriltir ve öldürürüm' demişti. İbrahim de: Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de batıdan getir' deyince, kâfir, şaşırıp kalmıştı. " (el-Bakara, 2/258)
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
"İnna lillah ve inna ileyhi raciün"

Sadece ölümü ve sonrasını düşünmek ve hatta daha ötelerini de düşündükten sonra bu soruyu insan yeniden soracak cesaret bulabilir mi kendinde acaba : Neden Din ?

Mesai 8 saat, uyku 6 saat bilemedin 10 saat, bir ömür 80 yıl 20 de benden olsun 100 yıl. Ya sonra ? sonsuz bir zaman. Ya sonra ?...

Bunları gerçekten, ama gerçekten düşününce, o hali mizansen olarak kafamızda yaşayabildiğimiz kadarı ile yaşayınca, dönüp yeniden soralım: Neden Din ? ve devam edelim: hangi Din ?

cevap: Elbette tahrif olunmamış, bozulmamış, kul kelamı değmemiş bir din: İSLAM!...ve bunu bize kendi kelamı ile "Biz insanı ve cinleri yalnız bize ibadet etsinler diye yarattık" diye düşüncelere sevk edecek ültimatom tarzı bir ayet ile dikkatlerimizi çeken bir Allah (azze ve celle). Bunları da okuduktan sonra; daha başka nedenlerle başlayan sorularınız var mı acaba ?...
 
Üst Alt