Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Nagihan

Berþan

New member
Katılım
9 Şub 2007
Mesajlar
39
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
36
Konum
Ýstanbul
GARİP BİR ÖLÜM
O gece biri öldü ansızın kenar mahallelerden birinde... Kentin ışıkları yanıp söndü, gökten bir kaydı binlerce kilometre ötelerde. Karardı hava gittikçe, bir rüzgar çıktı hafiften damlarını yalayıp geçti evlerin... Ötede ışıkları hala yanıyordu Beyoğlu’nun; o garip, o derin anlam dolu, ölümlü ışıklar...

Saatlerdir umut dolu, heyecanla bekliyordu delikanlı küçük kulübenin önünde nerelerden gelmişse gelmiş, elinde bir tutam karanfil, gittikçe sabırsız, gittikçe artan bir heyecanla, ışıkları yanan pencereye bakışlarını çevirmiş bekliyordu...

O bakışlar, o beyaz tül perdelerde asılı kalıyordu dakikalarca. Bir ara geri dönmek, o güzelim genç kızı görmemek, konuşmamak onunla, unutmak olanları ve kendi özel alemine dönmek...

Yok, yok yapamadı bunu, elinden gelmedi. Bir şey ta içinden kopup da gelen o asil ve yüksek tutku yakaladı onu gönlünün orta yerinden. Kıpırdayamadı delikanlı.

Biraz sonra küçük evde bir hareket oldu, birileri koşuştu, heyecanlı bir kadın sesi, ağlar gibi, yalvarır gibi, gecenin koyu sessizliğini yırtarcasına yayılıverdi etrafa. Koştu delikanlı, dayandı evin kapısına sonra kapı açıldı. Yaşlı bir kadın perişan bir halde saçlarını yolarak çıktı karşısına.

“O gül pembem, o hayatım, biricik sevdiğim insan, o tazem... Gitti...”

Delikanlı kadının ellerinden tuttu. Kadın ağlıyordu, bir şey sormadan içeri girdi. Yan odanın kapısı ardına kadar açılmıştı, hafif bir ışık yanıyordu içeride. Köşedeki divanın üstünde biri yatıyordu boylu boyunca, sadece başı ve yastığa yayılmış saçları görünüyordu.

Kanı dondu delikanlının, bu kapanan gözler, bu içinden kopup da giden aşk tutkusu. Şimdi habersiz ölesiye ötelere bir daha dönmemek üzere uzanıp gidivermişti.

Yanı başında diz çöktü delikanlı. Sonra gözleri komodinin üzerindeki bir mektuba ilişti. Bu el yazısını tanıyordu, yıllar geçse de aradan unutmayacağı bu yazı, öptüğü, ölesiye taptığı ellerin yazısıydı. Titrek ve sonraları gittikçe küçülen, karışan garip perişanlık içindeki yazılar...

Şöyle diyordu genç kız: “Bu gece ölmüş olacağım sevgilim. Sen beni evimin karşısındaki köşe başında boşuna bekleyeceksin. Nedenini sorma sakın, kendim istemiyorum böyle olmasını. İçimdeki o yıllardır yanıp duran sevgi istiyor böyle olmasını. Seni seviyorum.

Böylesine bir ayrılığa ne diyeceksin bilmem. Ama sakın ağlama, çünkü gözyaşların benim gibi, seni habersizce terk eden bir sevgili için değmez.
Bana dokunmanı, hatta kimsenin dokunmasını istemiyorum. Tanrı beni lanetlemiş olmalı, sizleri de lanetlemek istemem.
Kimse benim için üzülmesin, elveda sevgilim, seni öteki alemde de seveceğim.

Fakir bir genç kızın sevgisi ancak ölüm ötesinde mutlulaşır. Geri dön seni bekleyen, özlediğin aleme, o her şeyi maddeye bağlayan, her güzelliği onda sanan sahte kalıplı insanların arasına dön. Sen de onlardan kopmuş bir parça değil misin?... Derin bir uçurumun başındaydık sevgilim, ikimizden birinin çekilmesi lazımdı, birbirimizin yaşaması buna bağlıydı.
Bunu ben yaptım, çekildim. Sen, Beyoğlu ışıklarının parlattığı o yaldızlı alemin insanısın.
Bense fakir bir mahalle kızıyım. O ışıklı o maddelerin hakim olduğu göz kamaştırıcı dünyada benim yerim yok. Ben oradaki aşka inanmıyorum. Ben sevgiyi kendi fakir alemimde buldum... Haydi geri dön, seni bekleyenleri, seni özleyip de yolunu gözleyenleri daha fazla bekletme. Müzikli, renkli, içki kokan salonlara ve her şeylerini yitirip de sadece kalıplaşmış maddeleri kalan insanlara dön... Seni seviyorum...”

Burada her şey soluk bir imzayla sona eriyordu. Mektup ellerinde kaldı delikanlının. Parmakları titredi, belki hayatında ilk defa ağlamak istedi, dizleri üzerine çöktü. Elleri uzandı genç kızın saçlarına “Dokunma demişti” dokunmadı.

İçinden bir şey kopup da gitti. Boş bir aleme uçuyor gibiydi, ellerini kapadı yüzüne.
“Bunu yapmamalıydın Nurcan, seni geçekten seviyordum. Bana inanmalıydın. İstemeseydin seni o aleme de sokmazdım, tanımazdın orasını, o insanları, o her şeyleri zevk, eğlenmek, dolaşmak olan gayesiz insanları. Ben senden başkasını özlemedim, sevmedim de.
Fakirliğin içerisindeki o güzelliğin yeterdi bana. Neden yaptın sanki, neden habersiz terk edip gittin. O güzel yaşantıları yok etmeye ne hakkın vardı.”

Sustu, gözyaşlarını tutamadı, hıçkırıklarla olduğu yere yığıldı kaldı. Avuçlarındaki karanfil demeti yere düştü. Bütün vücudu sarsıldı, bir müddet kendine gelemedi. Sonra gözlerini açıp da doğrulduğunda odanın içi, mahallenin kadınlarıyla dolmuştu. Birden doğrularak, ağlamaktan kızarmış gözlerini kendisine diken ihtiyar kadının ellerine sarıldı.

“Affedin beni. Ama nereden bileyim. Bana inanmadı, oysa onu her şeyimle seviyordum...”

Cevap vermedi kadın...

“Haklısınız. Hayatta en büyük ümidiniz, koklamaya doyamadığınız biricik çiçeğinizdi. Ama benim de ölümsüz aşkımdı.”

Ağır ağır yürüdü, aralarından sıyrılıp geçti. Geriye bir daha bakamadı. O karanlık sokaklardan nasıl geçtiğini, neler hissettiğini bilmiyordu. Bir ara sahile yakın bir yerde durdu. Güçlükle nefes alıyordu, sanki ölüm onu da çağırıyordu, sanki bir his içinden “Kıpırdama” diyordu.

Yanı başında bir taksi durdu, pencereden şoför başını uzattı:
“Bey abi götürelim...”

Şoföre adresi güçlükle verdi...
Evden içeri girince doğru odasına koştu. Lambayı yaktı ve masanın üzerine yığıldı. Biraz sonra parmaklarına yumuşak bir şey değdi, yarı aralayabildiği gözlerle baktı. Bir mektuptu bu, iki katlanmış bir kağıtta satırları seçmeye çalıştı. İnanmak istemedi, inanamadı. Bu yazı Nurcan’ın yazısıydı. Bu seferki daha düzgün ve okunaklıydı:

“Fakir alemimde, benimle birlikte yaşamak istiyorsan bekliyorum. Beyoğlu ışıkları başımı döndürüyor, korkuyorum. Ben korkusuzca yaşamak istiyorum. Seni seviyorum.”

Bir daha, bir daha soluksuz okudu bu satırları. Biri kendisiyle alay ediyor olmalıydı. Ama bu yazı, bu sözler başkasına ait olamazdı...

Kimdi öyleyse, mutlaka bu işte bir şeytan dolanıp duruyordu.
Yok, yok inanılır gibi değildi. Kafası karıştı, düşünemez oldu. Sonra, aniden yerinden fırladı, giyinmeden dışarı çıktı. onunla her zaman buluştuğu yere doğru bütün gücüyle koşmaya başladı.

Oraya geldiği zaman kalbi duracak gibi oldu. Sanki bir hayaletti bu gördüğü. O güzel tebessümüyle Nurcan, bir ağaca yaslanmış bekliyordu.

“Hayalet değilim” dedi.
Delikanlı hala kendine gelememişti. Olduğu yerde donuk ve hayret dolu gözlerle bakakaldı.

“Sen... Sen... Ama nasıl... Neden... Bir şey anlamıyorum.”

“Haklısın sevgilim. Ben de bunu neden yaptım bilmiyorum. Ama çok korkuyordum. Seni kaybetmekten...”

“O yatakta... O mektup...”

“Ben değildim. Sadece bir manken. O mektupsa benim iç dünyamın acılarıydı...”
“Ama neden yaptın bunu. Bana inanmalıydın, seni seviyordum, sana ihtiyacım vardı”

Genç kız sarıldı delikanlıya, gözlerinden yanaklarına doğru inci taneleri gibi yaşlar yuvarlandı.

“Haklısın. Ama yaşadığın o alemden belki biri seni koparıp alır, diye korkuyordum. Beni ölmüş bilince ne yapacağını merak ettim. Ve gördüm, korkum kalmadı o zaman. Gerçekten seni seviyorum. Hangi alemde olursa olsun, hiç kimse seni benden alamazdı...”

Delikanlı gözlerini içine baktı genç kızın. Mendiliyle yaşlarını kuruladı. Sonra el ele verdiler, ilk buluştukları yerden, sonsuzluğa uzanan bir hayat ve saadet kuşağına doğru yürüdüler. Bir türkü yakıldı aşklarına...
 

ayna44

New member
Katılım
17 Şub 2007
Mesajlar
488
Tepkime puanı
100
Puanları
0
Yaş
36
allah razı olsun ....
 

türkmani

New member
Katılım
1 Ara 2006
Mesajlar
228
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
45
İlginç bir hikaye.Ama sonunun güzel bitmesine sevindim.Ellerinize sağlık.
 
Üst Alt