Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Mutluluk Davetiyesi-1

mihr2004

New member
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
71
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Kur'ân-ı Kerim, bir saadet davetiyesidir. Mutluluk; Osmanlıca adıyla saadet...

Saadet; bir insanın mutlaka ulaşması lâzım gelen bir hedeftir. Herkes mutlu olmak ve huzur içinde bir yaşam sürmek ister.

Saadet, İstanbul'un eski adıydı. İstanbul'a Osmanlı devrinde "Dersaadet" denir. Dersaadet; Saadet Dergâhı'nın kısaltılmış hüviyeti. "Asitane" denirdi İstanbul'a. Başkent, Asitane. Nasıl hayran olmazsınız Osmanlı'ya? Dünyada bir taneydiler. Adaletin mutlak sahipleriydi. Allah'ın "El Hakk" ve "El Adl" esmaları devreye gireceği için, adaletin zedelenmesine, haksızlığa asla müsade etmezdi Osmanlı. Hangi şartların içinde olursa olsun, mutlaka müdahale ederdi.

Osmanlı en az 400 yıl, dünya üzerinde bir adalet sembolüydü. Devlet-i Ebedmüddet'in, Devlet-i Âliye'nin bir ismi vardı: Nizâm-ı Âlem. Âleme nizam veren, âleme yön veren, âlemin nizamından sorumlu Osmanlı.

Dünya üzerindeki saadetin temsilcisi Osmanlı'ydı. Acaba nedir mutluluk? Mutluluk bir fenomendir, vetiredir, bir yaşam sonucudur, güzelliği hissedebilmektir ve mutluluk herşeyden evvel kavgayı bitirmektir.

Diyeceksiniz ki; mutluluk kavgayı bitirmekse, haksızlığın görüldüğü her yerde de Osmanlı kavgaya giriyorsa bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Osmanlı'nın savaşları hep o mutluluğu engelleyen faktörlerin devreden çıkartılması için zarurî savaşlardı. Öyle bir nizam düşünün ki; o nizamda adalet vardı, o nizamda hakkın mutlak olarak korunması söz konusuydu. Üstün olan daima haklının haklı olduğu idi, kuvvetlinin değil.

Peki günümüzde ne olmuş? Bizim ülkemiz de dahil olmak üzere, her yerde kim kuvvetliyse o hakim. Bu kuvvetli, iki sınıftan birisini temsil ediyorsa karşı sınıfı ezmek için mevcuttur. Zamanımız bir adaletsizlikler devridir. Sizlerle bütün adaletsizliklerin yok olacağı bir güne ulaşacağız. O gün adalet, o gün hak bir güneş olarak doğacaktır. Kimsenin hakkı kimsede kalmayacaktır.

Hidayetin temelinde adalet ve hak vardır. Öyle devirler geçirdik ki; adaletsizlik bütün boyutlarıyla vardı. En kötüsü ne biliyor musunuz? Adaleti temsil edenlerin adalet yerine adaletsizlik dağıtması.

Osmanlı buna müsade etmezdi. Osmanlı Kadısı, adaletin tam temsilcisiydi. Şu anda adalet mekanizması, adaletin tamamen tersini îfa eder hüviyette. Osmanlı ne yapardı? Osmanlı'nın içinde her dîn vardı. Ateşe tapanlardan tutun, bütün dînler...

Hristiyanlık, Yahudilik, İslâm, Budizm... Osmanlı hangi dîn olursa olsun bütün dînlere saygı duyardı. O dînin mensuplarının kendi dînlerine ait ibadetlerini yapabilmeleri için devlet yardım ederdi onlara. Bilirdi ki; dîn mutluluğun mutlak parçasıdır; ama dînler yanlışmış; olabilir. O insanlar o yanlışa inanıyorlarsa, onun gereğini yapmaları onların hakkıdır diye düşünürdü Osmanlı. Ve Osmanlı'nın bitirdiği imparatorluk düzeninde tam 28 tane bugün mevcut olan devlet yaşıyordu, Osmanlı hakimiyeti altında. Hiçbir devlet, hiçbir ülke başka bir ülkeyle savaş halinde değildi, Osmanlı var oldukça. Şimdi dünyanın her tarafında savaş var.

Herşey öylesine güzel ki; Allahû Tealâ'ya nasıl hayran olmazsınız? Ne hale getirmişiz kendimizi kendi ülkemizde biliyor musunuz? Herkes birbiriyle kavgalı. Herkes enerjisini başka birinin tükenmesi için sarf ediyor. Oysa ki; enerjilerimizi birleştirebilsek, hep birlikte hareket etsek, bir açıda aklımızı kullanabilsek çok şeyleri halledebileceğiz.


Mutluluk hiç de zor elde edilen bir faktör değildir;

Yeter ki insanlar bir kul olduklarını, bir yaratık olduklarını, Yaratıcı'nın kendileri için tayin ettiği hedefi yakalamakla vazifeli olduğunu, bununsa mutluluk olduğunu idrak etmeleri mümkün olsun. Eğer hâl böyleyse o zaman kanunu koymak lâzım. Kanun ne? Allah kâinatı yaratan, bizi de yaratandır.

Allah bizden sadece mutlu olmamızı istiyor. Kanunlarını buna göre düzenletmiş. Diyor ki: "Ben insanı hanif fıtratıyla yarattım."

30/RUM-29: Belittebeallezîne zalemû ehvâehum bi gayri ilm(ilmin), fe men yehdî men adallallâh(adallallâhu), ve mâ lehum min nâsırîn(nâsırîne).
Evet; zalimler, hiçbir ilme sahip olmadan hevalarına (nefslerinin arzularına) tâbî oldular. Allah'ın dalâlete düşürdüğünü, kim hidayete erdirebilir. Onlar için bir yardımcı yoktur.

30/RUM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataren nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyim(kayyimu), ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya'lemûn(ya'lemûne).
Hanif olarak kendini dîn için ikame et, Allah'ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır. Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyim olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.

30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) dön (Allah'a ulaş) ve O'na (Allah'a karşı) takva sahibi ol ve namaz kıl ve müşriklerden olma.

Yani Âdem (A.S)'dan başlayan insan hayatının sahibi kılınan insandır ve sadece bir tek dîn insana verilmiştir: Hanif dîni. Ve insanın vücudu da nefsiyle, ruhuyla, fizik vücuduyla sadece o tek dîni yaşamak üzere dizayn edilmiştir.

Hanif fıtratıyla yaratılan insanlar hanif dînini, sadece hanif dînini yaşayabilecek olan özelliklerle yaratılmışlardır ve ne dîn değişecektir, ne de insanın o dîni. Sadece o dîni yaşamaya müsait olan yapısı değişecektir. Öyleyse böyle bir dizaynda, herşey çok açık değil mi? Sadece hanif dînini yaratmış.

Peygamber Efendimiz (SAV)'e de diyor ki: "Kendini hanif olarak vechini dîne ikame et. Hanif dînine ki; Biz bütün insanları o dîni yaşayabilecek olan hanif fıtratıyla yarattık." Başka bir âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki: "Sana Hazreti İbrahim'in hanif dînini yaşa diye vahyettik, hanif ol diye vahyettik."

3 temel esasa dayanır hanif dîni:

1- Tek Allah'a inanmak,
2- Allah'ın etrafında tek bir cemaat oluşturmak,
3- Allah'a teslim olmak.

İşte bu kadar. Ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah'a teslim etmek. Üçü de mutluluğun temelini teşkil eder. Tek Allah'a inanmak, tek bir cemaat oluşturmak ve bu minval üzre yaşamak. Allah'a teslim olmak üzere yaşamak. İşte bu üç tane temel faktör hanif dîninin, Arapça adıyla İslâm dîninin temelini teşkil eder.

Düşünün ki; aradan sadece 14 asır geçmiş. Dînin adı İslâm ve tatbikatta kalan şey: Teslimle en ufak bir ilişkisi olmayan 5 tane esasa dîni bağlamış insanlar ve bununla avunuyorlar, bunun dışında kim bir şey söylerse, o düşman ilan ediliyor.

Böyle bir müessesede mutluluk nerede derseniz; mutluluk son faktörün içinde; TESLİMDE. Ruhunuzu Allah'a teslim ettiğiniz zaman, dünya mutluluğunun yarısını mutlaka elde edersiniz. Yeter mi? Yetmez, daha öteye de geçersiniz. Burası 3. kat cennetin size teslim edileceği yerdir. Fizik vücudunuzu Allah'a teslim ettiğiniz zaman, dünya saadetiniz %80'e ulaşır. Cennet mutluluğunuzsa daha üst kattaki 4. kat cennetin sahibi kılar sizi.

Daimî zikre ulaştığınız zaman 5. kat cennet, nefsinizin Allah'a teslimi, dünya saadetinin %100'ü. İrşada ulaştığınız zaman 6. kat cennet, dünya saadetinin %100'ü. İradenizi de Allah'a teslim ettiğiniz zaman 7. kat cennet ve dünya saadetinin gene %100'ü.

Mutluluk mu? Mutluluk bir sulh ve sukûn halidir. Cennette öyle olacak insanlar. Birbirleriyle kavga etmek gereğini hiç duymayan insanlar. Birbirleriyle en güzel standartlar içinde yaşayan, sonsuza kadar mutlulukla yaşayacak olan insanlar. Herşeyin en güzel standartlarda emirlerinde olduğu insanlar...
 

mihr2004

New member
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
71
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Mutluluk Davetiyyesi-2

Mutluluk Davetiyyesi-2

Bu insanlar cennette de günlerini yaşamaya devam edecekler. Sadece o dîni yaşamaktan sonsuz bir zevk aldıkları için. Öyleyse görüyorsunuz ki teslimiyet müessesesi yükseldikçe, ruhunuzdan sonra fizik vücudunuzu, o ikisinden sonra nefsinizi, daha sonra iradenizi Allah'a teslim ettikçe, buna paralel olarak mutluluğunuz artıyor; dünya mutluluğunuz, buna paralel olarak cennet mutluluğunuz.

Her seferinde daha üstün bir cennetin sahibi oluyorsunuz. Her kattaki cennet tektir; ama 7. kattaki cennet, Adn Cenneti cennet olarak adlandırılmaz, "Adn Cennetleri" olarak adlandırılır. Orada iki kapıdan girilen 3 cennet söz konusudur.

Nedir mutluluk? Mutluluk herşeyden evvel bir sulh ve sukûn halidir. Kavganın bittiği bir düzeyde yaşamaktır. Hangi cepheye bakarsanız bakın sizi rahatsız edecek, mutsuz edecek bir hususun mevcut olmadığı bir noktada yaşamanızdır. Olayları, Allahû Tealâ'nın sizi rahatsız etmeyecek bir seviyede yetiştirdiği noktadır. Olaylar gene devam edecektir; ama olayların sizin üzerinizdeki tesirini Allah bütünüyle alacaktır.

Öyleyse nedir mutluluk?

1- Mutluluk bir sulh ve sukûn halidir. Kavganın bitmesi halidir.
2- İç âleminizde de bunun teessüs etmesi lâzımdır. İç âleminizde kesintisiz bir sulh ve
sukûn, yani nefsinizle ruhunuz arasındaki kavganın bitmesi hali.
3- Dış âleminizde de bir kesintisiz sulh ve sukûn hali.

Başka insanlarla kavgayı bitirmeniz ve Allah ile olan ilişkilerde de kesintisiz bir sulh ve sukûn hali. Yani Allah'ın bütün emirlerini yerine getirdiğiniz, yasak ettiği hiçbir fiili işlemediğiniz bir noktada olmanın size vereceği kesintisiz bir huzur ve mutluluk hali. Eğer bütün emirleri yerine getiriyorsanız "Falanca emri yapamadım." diye bir huzursuzluğun içinizi kaplaması mümkün değildir. Eğer Allah'ın yasak ettiği fiilleri işlememeyi başarıyorsanız "Allah bunu bana yasak etmişti; ama ben bunu işledim." diye nedamet duymanın, pişmanlık duymanın size ulaşması mümkün değildir, huzursuzluk size ulaşamaz.

İç dünyanızda da mutlusunuz; kesintisiz bir sulh ve sukûn halini yaşıyorsunuz, aynı sebeple dış dünyanızda da mutlusunuz, Allah ile olan ilişkilerde de... Öyleyse mutluluk müessesesi bir sac ayak üzerine oturur.

1- Mutluluk bir sulh ve sukûn halidir. Kavganın bittiği bir noktayı temsil eder; kavganın mevcut olmadığı bir ortam.
2- Hem iç dünyanızda, hem dış dünyanızda yani başka insanlarla ilişkilerinizde, hem de Allah ile olan ilişkilerinizde mutlak olarak teessüs etmelidir, kurulmalıdır.
3- Bu hal, kesintisiz olmalıdır.

Kesintisiz bir sulh ve sukûn hâli. Herşey öylesine güzel ki! Allah herşeyi öylesine muhteşem, öylesine mükemmel yaratmış ki; bir düşünün şu kâinatta neyi yaratmışsa, herşeyi yalnız sizler için yaratmış, insan için. Yarattığı bütün mahlûkat, sizin için.


Mutluluğunuz sizin elinizdedir.

Hangi şartların içinde olursa olsun; insan Allah ile olan ilişkisini Allah'ın emrettiği biçim ve boyutta sürdürebiliyorsa, bir başka ifadeyle

daimî zikrin sahibiyse, o kişi her şartta mutludur, huzurludur. Biz de mutluluğa davet için buradayız. Hepiniz teker teker mutluluğa davetle mükellefsiniz. Onlar bilmiyorlar, dîn adamları da bilmiyor. İnsanları mutluluğa davet edebilecek sizlerden başka kimse yok; ama unutmayın ki her ülkede şu anda Allah'ın Resûlleri yaşıyor. Onlar sizlere anlattığımız şeyleri biliyorlar. Etraflarındaki insanların seviyesine göre anlatabiliyorlar. Şu anda Allahû Tealâ'nın dîni konusundaki en yüksek ilmin ve irfanın sahibi sizlersiniz; çünkü hidayetin merkezinde Biz varız, bu görevle Biz vazifelendirildik, Bizim uhtemize tevdi edildi.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) kendisine yapılan onca kötülüğün arkasından hep aynı şeyi söylemiştir. Ellerini açmıştır Allah'a doğru: "Ya Rabbi onları bağışla, onları affet; çünkü onlar bilmiyorlardı." Hep bunu söylemiştir. Unutmayın ki; yaratılışınızın arkasında hedefiniz var. Siz bu gezegende dünyaya geldiniz ve hedefiniz mutlu olmaktır. Mutlu olmak için yaratıldınız. Allahû Tealâ'nın dizaynı içerisinde saadetiniz söz konusu.

Hepinizi mutluluğa davet ediyoruz. Siz, bizi ilk etapta dinleyenler, tâbî olanlar, Allah yolunda techiz olunanlar, sizin de göreviniz bütün insanlığa onları mutlu edecek olan temel hakikatleri öğretmektir. Rehberimiz Kur'ân'dır, Kur'ân'ın mutluluk hükümleri.

Mutluluk; Allah'a ulaşmayı dilemekle başlayan bir vetiredir. İnsanları ikiye ayırıyor Allahû Tealâ: Allah'a ulaşmayı dilemeyenler, Allah'a ulaşmayı dileyenler. Ne yaparsa yapsınlar hiçbir şekilde kurtuluşa ulaşamayacak olanlar, bir de kurtuluşun içine adım atmış olanlar. Bu iki grup arasındaki farkı bir dilek oluşturuyor: ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEMEK! Sadece bir tek dilek.

Siz mi Allah'a ulaşacaksınız, fizik vücudunuz mu, hani her gece rüya gördüğünüz, onun içinden dünyaya ve kâinata baktığınız nefsiniz mi? Hayır; Allah'a ulaşacak olan üçüncü vücudunuz, RUHUNUZDUR. Ruhunuz, size verilen bir emanettir.

"Biz emaneti göklere, dağlara ve yere teklif ettik, hiçbiri emaneti yüklenmedi, hepsi emaneti yüklenmekten kaçındılar. İnsana teklif ettik, insan emaneti yüklendi; çünkü insan nankör ve zalimdir." diyor Allahû Tealâ.

Emaneti alanın sadece fizik vücut olmadığını belirtmek için, nefsin iki tane afetini koymuş oraya; inkâr etmek, nankör olmak ve zalim olmak. İki faktör de nefsinize ait, yani emaneti teslim alan fizik vücudunuzla beraber nefsiniz. Emanetse ruhunuz. Ruhunuz Allah'tan gelmiştir, mutlaka Allah'a geri dönecektir.

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem'a vel ebsâre vel ef'ideh(ef'idete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve onu (onun ruhunun kalbine) sem'î (kalbin işitme hassası), basar (kalbin görme hassası) ve fuad (kalbin idrak etme hassası) hassalarına (sahip) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

Secde Suresinin 11. âyet-i kerimesinde de ölüm meleklerinin gelip insanı öldüreceklerini, sonra da herkesin Allah'a döndürüleceğini anlatıyor:

32/SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).
De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi müteveffa kılacak (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."

Öyleyse şunu net olarak bileceksiniz ki; ruhunuz ölmeden evvel Allah'a ulaşmakla 12 defa farz emir aldı, mutlaka Allah'a ulaşacak ve 2 defa ulaşacak. Birincisi siz Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz, Allahû Tealâ size 10 tane ihsan vererek mürşidinize ulaştıracak, tâbiiyetinizle birlikte ruhunuz vücudunuzdan ayrılacak, Allah'a doğru olan yolculuğunu 21. basamakta tamamlayacak; Allah'ın Zat'ı'na ulaşacak, Allah'ın Zat'ı'nda yok olacak. Bu, ruhunuzun Allah'a geri dönüşüdür, 1. dönüşü ve eğer fıska düşülmezse, ölene kadar ruhunuz Allah'ın Zat'ı'nda kalacak.

Sonra ne olacak? Kişi öldüğü zaman Allah'ın Zatı'nda olan ruh, kişinin ölen vücudunun üzerinde, sağ tarafında yere paralel olarak mevki alacak. Sol tarafınıza da gene yere paralel olarak nefsiniz mevki alacak, yerden yaklaşık 1,5 m yükseklikte. Ölüm melekleri sizi öldürdükleri zaman başınızın üzerine Allahû Tealâ'dan gelip de orada bekleyen ruhunuzu beraberlerine alıp 7 tane gök katını beraber çıkacaklar, sonra da ruhunuz tekrar Allah'a geri dönecek.

İşte bu husus, Bakara Suresinin 45 ve 46. âyetlerinde net olarak anlatılıyor;

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîratun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla yardım (istiane) isteyin. Fakat muhakkak ki bu (HACET NAMAZI ile kişiyi Allah'a ulaştıran MÜRŞİD'i sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarını ve (sonunda ölümle) mutlaka O'na döneceklerini bilirler. (Yakîn derecesinde inanırlar.)

Kimdir o huşû sahipleri? Huşû sahiplerini tarif ediyor Allahû Tealâ: "Onlar yakîn hasıl ederek, kesinlikle inanırlar ki; ruhlarını ölmeden evvel Allah'a mülâki kılacaklardır, ilka edeceklerdir, ruhları Allah'a mülâki olacak, ulaşacaktır. Ölmeden evvel Allah'ın Zatı'nda yok olacakdır.

Gene yakîn hasıl ederek kesinlikle inanırlar ki; ruhları ölümden sonra tekrar Allah'a geri dönecektir." Birinci fiil "likâe", ikinci fiil "rücu'". Önemli olan fiilin ismi değil, birincisinin ölmeden evvel Allah'a ulaşması, ruhun ikinci defa Allah'a ulaşmasınınsa ölümden sonra olması.
 

mihr2004

New member
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
71
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Mutluluk Davetiyesi-3

Mutluluk Davetiyesi-3

Herşey öylesine güzel ki; bu güzellik içerisinde Allah'ın temel hükümleri hep sizlere hayat verecektir. O, Allah. Unutmayın ki; kâinattaki bütün mahlûkatın içinde en çok sizi sever ve Kur'ân-ı Kerim'de size davetiye çıkarmış Allahû Tealâ; bir saadet davetiyesi. Sizi mutluluğa, saadete davet ediyor. Hidayete davet ediyor.


HİDAYETE DAVET; mutluluğa davettir.

4 hidayet yaşayacaksınız. Ruhunuzu Allah'a teslim edeceksiniz, 1. hidayet. Fizik vücudunuzu Allah'a teslim edeceksiniz, 2. hidayet. Nefsinizi Allah'a teslim edeceksiniz, 3. hidayet. İradenizi de Allah'a teslim edeceksiniz, 4. hidayet. Hepsi de sizin iradenizle, isteğinizle gerçekleşecek. Sizin isteğiniz var olduğu sürece talepleriniz geçerlidir.

Hedefler, siz isterseniz olgunlaşan meyvalardır. İstemeyen için kapılar açılmaz, mutluluk kapıları onlara kapalıdır.

7/A'RAF-40: İnnellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbus semâi ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti),
ve kezâlike neczîl mucrimîn(mucrimîne).
Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz. Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız.

"Allah'ın âyetlerini inkâr edenlere gök kapıları açılmaz." diyor Allahû Tealâ A'raf Suresinin 40. âyet-i kerimesinde.

Şimdi mutluluğun muhtevasına bakalım. Allah'a ulaşmayı dilemiyorsanız, böyle bir talebiniz yoksa, mutluluk sizin için değildir. Mutluluğun kapısından içeriye, eşikten içeriye adım atabilmek bir tek sebebe bağımlıdır; o sebep yoksa, olmazsa olmaz şartı yoksa mutlu olamazsınız. Bu şart; ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEMEKTİR. Hayatınızın en önemli kararı. Bu kararı veremeyen insan, hiçbir zaman mutluluğa ulaşamaz. Şu dünya üzerinde bir ot gibi yaşar, Allah'ın gösterdiği hedefe ulaşamadan şu dünyadan ayrılır gider.

Hani bir ünlü şair iki mısra yazmış, herkese rahatsızlık veren birisi için. Diyor ki:

"Ne kendi eyledi rahat, ne âleme verdi huzur,
Def oldu gitti dünyadan, dayansın ehli kubur."

Kubur, kabirler demek. Burada mecaz da var tabiî; çünkü kubur kelimesinin başka bir mânâsı daha var. Şimdi muhtevaya dikkatle bakın! Ya mutlu bir hayat geçireceksiniz, ya da mutsuz. Seçim mi? Tamamen size ait. Eğer siz Allah ile olan ilişkilerinizde mutluluğu tercih etmişseniz, işiniz son derece kolay.

Biliyor musunuz ki; sadece bir dileğinizle, bir tek Allah'a ulaşmayı dilemekle Allahû Tealâ size 3. kat cennetin anahtarını teslim eder ve dünya saadetinizin yarısını, en az yarısını garanti eder. Bir hiç karşılığı sadece bir dilek ve bunları elde etmek. Nasıl bir alışveriş?

İşte bu Allah'ın iştira dediği alışveriş müessesesi. Bir hiç karşılığı size vehmî olarak Allahû Tealâ dünya saadetinin yarısını garanti ediyor, 3. kat cenneti de garanti ediyor. Şu insanların sadece afetlerden oluşan nefsi var ya; o afetlere şeytanın da tesir etme kabiliyetinden bahsediyoruz; ama aslında kabiliyete falan gerek yok. Neden yok? Çünkü nefsiniz afetlerle donatılmıştır %100. Öfke, kin, kıskançlık, haset, iptilalar, isyan vs. Bu afetler Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmek istemezler kesinlikle, Allah'ın yasak ettiği ne varsa onları da mutlaka yapmak isterler. Şeytan da onlara zaten sadece bunu emreder, onlar da canı gönülden buna heveslidirler. Allah neyi yasak etmişse onu işlemek, emrettiği şeyi de yapmamak.

Oysa şeytanın nefsiniz üzerinde hükümranlığı, aslında onun onlara zorla kabul ettirdiği bir şey değildir. Tam aksine; zaten baştan aşağıya afetlerden oluşan nefsiniz sadece Allah'ın yasak ettiği şeyleri yapmak ister, emrettiklerini ise asla. Öyleyse şeytanın bütün talepleri onların başlarının üzerinde yer alan onu yapmak için can attıkları şeylerdir.

Bu sebeple şeytanın insan üzerinde hükümran olması hiçbir zaman problem değildir. Bu insanların içinde devamlı bir ses konuşur, Allah'ın emrettiklerini yapmaması istikametinde, yasaklarını da işlemesi konusunda. Zavallı insanlar da bu sesi kendi sesleri, düşüncelerinin sesi zannederler.

Düşünceniz sessiz sesle oluşur. Sesi olmayan bir ses. İşte o iki sesi duyarsınız. Birisi şeytanın sesidir, Allah'ın emirlerinin yapılmamasını ister. Öteki sizin sesinizdir, bir şeylerin yapılmasını ister. Onlara çok benzeyen iki sesten birisi nefsinizin sesi, birisi ruhunuzun sesidir. Birisi Allah'ın emirlerinin yapılmamasını, diğeri yapılmasını ister.

Aslında şeytan çok iyi bir kılavuzdur. Eğer talep ettiklerinin tersini yaparsanız, şaşmaz bir kılavuzdur. Mutlaka 12'den vurursunuz her seferinde. Öyleyse hepinizi mutluluğa davet ediyoruz. Allah'a ulaşmayı dileyin!

Eğer bize gelip de derseniz ki: "Ben Allah'a ulaşmayı diliyorum; ama o söylediğiniz şeylerden hiçbirisi olmadı bende. Ne namaz kılma konusunda bir talep duyuyorum, ne oruç tutma konusunda bir talep duyuyorum, ne de mutluyum." Tamam çok güzel de siz Allah'a ulaşmayı dilememişsiniz ki! Eğer dileseydiniz mutlaka namaz kılmak size güzel gösterilecekti, oruç tutmak güzel gösterilecekti, zikir yapmak güzel gösterilecekti, hele tâbî olduktan sonra bunlar doyulmaz zevkleri oluşturacaktı sizde.

Böyle bir şey yoksa; o zaman siz Allah'a ulaşmayı dilememişsiniz. Tabiî şimdi bana diyeceksiniz ki: "Nereden biliyorsunuz?" Şuradan biliyoruz; Allah'ın sözü var. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah onları mutlaka kendisine ulaştıracak.

Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesi bunu kesinleştiriyor:

42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted'ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
"Dîni ikame edin ve fırkalara ayrılmayın." diye dîn olarak Nuh'a vasiyet ettiğimizi, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi, sizin için de (Allah) şeriat kıldı. Müşriklere, kendilerini davet ettiğin şey (Allah'a davet ve tek Allah'a inanmak) ağır geldi. Allah, kimi dilerse onu Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni, O'na (Kendisine) ulaştırır.

Bu ulaşmanın vetiresi içerisinde size düşen görevler de var. Onları yapmazsanız Allah sizi kendisine ulaştıramaz. Öyleyse ne yapıyor Allahû Tealâ? Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, onlara 100 üzerinden 100; mutlaka namazı, orucu, zikri özellikle zikri sevdiriyor. İbadetler o kişi için mutlaka yapılması gerekli, zevk alınan müesseseler oluyor.

Onun için kendinizi aldatmayın. Eğer Allah'a ulaşmayı dileseydiniz mutlaka ibadetlerinizi severek yapıyor olacaktınız ve mutlaka Allah'a 3-4 ay içinde, bilemediniz 5-6 ay içinde ruhunuzu ulaştıracaktınız 33.000 zikre ulaştığınız gün.

Herşey çok mu güzel yoksa bana mı öyle geliyor?

İşte göreviniz bütün insanları Allah'a ulaşmayı dilemeye davet etmek; onların mutluluğu için. Hâlâ onların arasında size kızanlar, öfkelenenler olacaktır. Bunlar cehlin elçileridir, cehaletin elçileridir. Onlar gösterdiğiniz âyetlere bakmazlar. Onlar Allah'ın ne söylediğinin farkında değillerdir. Onlara insanlar asırlar boyunca insanların yazdıkları kitaplarla kendilerine öğrettiği şeyleri öğretmektedirler ve o insanlar İslâm'ı yani Allah'a teslim olma müessesesini İslâm'ın 5 şartına indirgemişlerdir; ama ortada İslâm yani Allah'a teslim olmak yoktur.

Allah'a ulaşmayı dilemedikçe, hiç kimseye Allah'ın yardımı gelmez. O kişi asla mürşidine ulaşamaz ki; ulaşsın da vücudu ruhundan ayrılsın, Allah'a doğru yola çıksın. O kişi tâbî olsun ki; nefs tezkiyesine başlayınca nefsinin kalbine Allah'ın rahmeti ve fazlı gelsin, fazıllar yerleştikçe ruhu Allah'a doğru yola çıksın da Allah'a ulaşsın.

Unutmayın! Ruhunuz Allah'tan gelmiştir, Allah'a geri dönecektir ve ruhunuz Allah'a ulaştığı zaman hayatınızın en büyük mutluluklarından birini yaşayacaksınız. O günden itibaren Allah'ın evliyası olacaksınız. Pencereleri açıp bağırmak isteyeceksiniz mutluyum diye.

İşte sizi buna davet ediyoruz; pencereleri açıp "Mutluyum!" diye bağırmayı dilediğiniz günlere. Öyleyse Allah'a ulaşmayı dilemeyenler varsa şu anda aranızda, onlar mutlaka Allah'a ulaşmayı dilesinler. Bu bir mutluluk davetiyesidir. Allah'a ulaşanlarsa sakın ola ki zikirlerini ihmal etmesinler, 33.000 zikirde bırakmasınlar, 35.000, 37.000, 39.000, 41.000, 43.000, 45.000, 47.000 zikre doğru devamlı zikirlerini arttırsınlar ve hedefleri daimî zikir olmalı ki; dünya saadetini de cennet saadetini de en üst boyutta yaşamayı Allah onlara nasip kılsın.

Unutmayın davet edildiniz Allah'a. Davet edildiniz mutluluğa, mutluluğa, saadete.

DR. İSKENDER ALİ MİHR

KAYNAK: www.hidayetcagi.com
 
Üst Alt