Mum Masalları I
İskender Pala
Yaşlı dünyanın ciddi biçimde kahrını çekmekle birlikte daima ateşle mükafatlandırılan en mülayim eşyası herhâlde mumdur.
Bugün bile ona olan ihtiyacımız bitmiş değildir.
Kâh elektriklerimiz kesildiğinde; kâh romantizm olsun diye (hatta bazen protesto olsun diye) mum yakmak adetimizdir.
....
Onun baştan ayağa yanışı ne kadar insanîdir.
O yanış, elem imtihanının ruh kavuran macerasına ne kadar da benzer.
Baştan ayağa yanarken bir yandan da gözyaşlarını damla damla birbirine ekler; sicimler gibi dört bir yandan akıtır; diğer yandan öyle bir nokta gelir, kendisi de bu gözyaşlarının arasında dona kalır.
Can ipi gittikçe kısalır; ömrü yavaş yavaş sona erer.
Üstelik o yanış esnasında arada sırada başının kesilmesi, yahut dilinin koparılması da gerekir.
Kesilmesi gerekir ki, gönlünün nuru etrafını daha da aydınlatsın; lisanındaki mânâ fesahatle bekler ki hatadan dönebilirsin ve gönlünün ışığını tasarruf edebilirsin.
Mum Masalları II
Toplum için yaşayan kamil insana benzer mum.
Kendisi için değil de başkaları için yanar.
Karanlıkta kalmışları aydınlatabilmek için yanar, yakılır, ağlar, erir... Yok olmak için yaratılmış gibidir.
Hak âşıkı ile pek benzerler birbirlerine.
Işıkları arttıkça sona yaklaşırlarve sonda yakalarlar saadeti, huzuru, sükuneti...
Titreyen alevler ve kabaran gönüller ancak o zaman teskin olunabilir çünki; o zaman hayatlarına anlam katmış olurlar.
Mum Masalları III
Fuzulî, Kays'ın bütün aşkını yüreğine yükleyip hasret çadırında sevda çilesi doldurttuğu Leyla'ya, bir gece muma hitaben şöyle dedirtir:
"Gel ey gözü bağlı, bağrı dağlı; başı karalı, ayağı bağlı!
Gel seninle ikimiz hem-nefes olalım ve yanan bağrının sırlarını söyleşelim.
Nedir seni bunca ağlatan dert ve benzini sarartıp içini kavuran elem?
Baştan ayağa nedir bu yanmak?
Durmadan gönül derdine boyanmak?
Asıl ne ola ki; hayat suyun ateşten yaratılıptır?
Her an yangınlardasın; hem ateşe boğuluyorsun, aynı anda hem suya!
Ey seher kuşu, ne sihirler yapmaktasın ki,ateşin suyundan daha keskindir?
İşte vefada ben sana benzemekteyim; hatta belki vefam senden nice kat ziyadedir.
Çünki ey kalbi eriyen, sen her gece yanıyorsun; bense her gece ve her gündüz yanıyor ve eriyorum.
Üstelik sende ah etmek de yoktur; ama bende var!
Senin için ne hoştur meclislerde yaşlar döküp içindekileri açığa vurmak.
Üstelik senin gönlündeki, dilindedir daim.
Ya ben ne yapıyorum; ney gibi inleyip dururken?
Ben öyle her olur olmazla yoldaşlık edemem; başımı kesseler sırrımı söylemem.
Şimdi sana söyleyecek olsam derdimi, dayanamazsın yanmaktan helak olursun.
İçin için yanan bu sırra benim gönlüm bile zor dayanırken, onu sana söyleyecek olsam ahımın ateşiyle kül olmaz mısın sanıyorsun?
Bir vakitler, yanılıp yenildim de bu derdi o dildara söyledim.
Ne çare bana yoldaş olmadı.
Bu derde dayanamayıp sahralara düştü, kaçtı uzaklaştı gitti.
Onun için şimdi acılarımı senin yanında da açmayayım ki, sende tıpkı o sevgili gibi kaçıp gitme benden...."
...
Şimdi mumun, yandıkça eriyip akan damlalarının tıpkı gözyaşları gibi baştan aşağı süzülmesini düşünün, ağlayan bir âşıkın hâlini gözler önüne getirmez mi?
İşte âşıkın yüzü de çektiği hicran azabı yüzünden böylece sararıp balmumuna dönmüştür.
Hani Âh ettiği zaman onun da başından tıpkı mumlarda olduğu gibi duman yükselir ya!..
Âşık ile mum arasındaki yarış, gözyaşı dökme noktasında düğümlenir.
Her ikisinin de sermayeleri, akıttıkları gözyaşlarıdır.
Âşıkın aşkını ispatı, ancak gözyaşlarının çokluğu ile mümkündür.
Akçeler gibi saçılan gözyaşları, onun aşkında ne derece zengin olduğuna delildir.
Bu tıpkı mum damlalarının , akçe renginde akıp şamdanın dibinde birikmesine benzer.
İskender Pala
İskender Pala
Yaşlı dünyanın ciddi biçimde kahrını çekmekle birlikte daima ateşle mükafatlandırılan en mülayim eşyası herhâlde mumdur.
Bugün bile ona olan ihtiyacımız bitmiş değildir.
Kâh elektriklerimiz kesildiğinde; kâh romantizm olsun diye (hatta bazen protesto olsun diye) mum yakmak adetimizdir.
....
O yanış, elem imtihanının ruh kavuran macerasına ne kadar da benzer.
Baştan ayağa yanarken bir yandan da gözyaşlarını damla damla birbirine ekler; sicimler gibi dört bir yandan akıtır; diğer yandan öyle bir nokta gelir, kendisi de bu gözyaşlarının arasında dona kalır.
Can ipi gittikçe kısalır; ömrü yavaş yavaş sona erer.
Üstelik o yanış esnasında arada sırada başının kesilmesi, yahut dilinin koparılması da gerekir.
Kesilmesi gerekir ki, gönlünün nuru etrafını daha da aydınlatsın; lisanındaki mânâ fesahatle bekler ki hatadan dönebilirsin ve gönlünün ışığını tasarruf edebilirsin.
Toplum için yaşayan kamil insana benzer mum.
Kendisi için değil de başkaları için yanar.
Karanlıkta kalmışları aydınlatabilmek için yanar, yakılır, ağlar, erir... Yok olmak için yaratılmış gibidir.
Hak âşıkı ile pek benzerler birbirlerine.
Işıkları arttıkça sona yaklaşırlarve sonda yakalarlar saadeti, huzuru, sükuneti...
Titreyen alevler ve kabaran gönüller ancak o zaman teskin olunabilir çünki; o zaman hayatlarına anlam katmış olurlar.
Fuzulî, Kays'ın bütün aşkını yüreğine yükleyip hasret çadırında sevda çilesi doldurttuğu Leyla'ya, bir gece muma hitaben şöyle dedirtir:
"Gel ey gözü bağlı, bağrı dağlı; başı karalı, ayağı bağlı!
Gel seninle ikimiz hem-nefes olalım ve yanan bağrının sırlarını söyleşelim.
Nedir seni bunca ağlatan dert ve benzini sarartıp içini kavuran elem?
Baştan ayağa nedir bu yanmak?
Durmadan gönül derdine boyanmak?
Asıl ne ola ki; hayat suyun ateşten yaratılıptır?
Her an yangınlardasın; hem ateşe boğuluyorsun, aynı anda hem suya!
Ey seher kuşu, ne sihirler yapmaktasın ki,ateşin suyundan daha keskindir?
İşte vefada ben sana benzemekteyim; hatta belki vefam senden nice kat ziyadedir.
Çünki ey kalbi eriyen, sen her gece yanıyorsun; bense her gece ve her gündüz yanıyor ve eriyorum.
Üstelik sende ah etmek de yoktur; ama bende var!
Senin için ne hoştur meclislerde yaşlar döküp içindekileri açığa vurmak.
Üstelik senin gönlündeki, dilindedir daim.
Ya ben ne yapıyorum; ney gibi inleyip dururken?
Ben öyle her olur olmazla yoldaşlık edemem; başımı kesseler sırrımı söylemem.
Şimdi sana söyleyecek olsam derdimi, dayanamazsın yanmaktan helak olursun.
İçin için yanan bu sırra benim gönlüm bile zor dayanırken, onu sana söyleyecek olsam ahımın ateşiyle kül olmaz mısın sanıyorsun?
Bir vakitler, yanılıp yenildim de bu derdi o dildara söyledim.
Ne çare bana yoldaş olmadı.
Bu derde dayanamayıp sahralara düştü, kaçtı uzaklaştı gitti.
Onun için şimdi acılarımı senin yanında da açmayayım ki, sende tıpkı o sevgili gibi kaçıp gitme benden...."
...
Şimdi mumun, yandıkça eriyip akan damlalarının tıpkı gözyaşları gibi baştan aşağı süzülmesini düşünün, ağlayan bir âşıkın hâlini gözler önüne getirmez mi?
İşte âşıkın yüzü de çektiği hicran azabı yüzünden böylece sararıp balmumuna dönmüştür.
Hani Âh ettiği zaman onun da başından tıpkı mumlarda olduğu gibi duman yükselir ya!..
Âşık ile mum arasındaki yarış, gözyaşı dökme noktasında düğümlenir.
Her ikisinin de sermayeleri, akıttıkları gözyaşlarıdır.
Âşıkın aşkını ispatı, ancak gözyaşlarının çokluğu ile mümkündür.
Akçeler gibi saçılan gözyaşları, onun aşkında ne derece zengin olduğuna delildir.
Bu tıpkı mum damlalarının , akçe renginde akıp şamdanın dibinde birikmesine benzer.
İskender Pala