Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

((((((((muhabbet)))))))))))))

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
MUHABBET





وَقَالَ اِنَّمَا اتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِ اللّهِ اَوْثَانًا مَوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِى الْحَيوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ يَوْمَ الْقِيمَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُمْ بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُمْ بَعْضًا وَمَاْويكُمُ النَّارُ وَمَالَكُمْ مِنْ نَاصِرينَ
Ankebut / 25. (İbrahim onlara) dedi ki: Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allah'ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur.
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاءِ وَالْبَنينَ وَالْقَنَاطيرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذلِكَ مَتَاعُ الْحَيوةِ الدُّنْياَ وَاللّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَابِ
Al-i İmran / 14. Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.
اِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَاَخُوهُ اَحَبُّ اِلى اَبينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌ اِنَّ اَبَانَا لَفى ضَلَالٍ مُبينٍ () اُقْتُلُوا يُوسُفَ اَوِ اطْرَحُوهُ اَرْضًا يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ اَبيكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِه قَوْمًا صَالِحينَ
Yusuf / 8-9. (Kardeşleri) dediler ki: Yusuf’la kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz kalabalık bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanlışlık içindedir. (Aralarında dediler ki) Yusuf’u öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) sâlih kimseler olursunuz!
وَمِنْ ايَاتِه اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا لِتَسْكُنُوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةً اِنَّ فى ذلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Rum / 21. Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.
اَنِ اقْذِفيهِ فِى التَّابُوتِ فَاقْذِفيهِ فِى الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَاْخُذْهُ عَدُوٌّ لى وَعَدُوٌّ لَهُ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّى وَلِتُصْنَعَ عَلى عَيْنى
Taha / 39. Musa'yı sandığa koy; sonra onu denize (Nil'e) bırak; deniz onu kıyıya atsın da, benim düşmanım ve onun düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Musa! Sevilmen) ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden sevgi verdim.
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
HADİS…
* Hz. Enes (radıyallahu anh) bildiriyor; Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Sizden biri, beni, babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş sayılmaz"
* Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Abdullah İbnu Ebi Talha'yı doğduğu zaman Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a götürdüm. Bebek bir bez içerisinde idi. Vardığımızda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devesine katran sürüyordu. "Beraberinde hurma da getirdin mi?" diye sordu. "Evet" dedim ve birkaç tane hurma verdim. Onları ağzında çiğnedi, sonra çocuğun ağzını açtı. Ağzına tükrüğü püskürttü. Bebek, yalamaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) "Ensar'ın hurma sevgisine bakın (doğar doğmaz başlıyor)" diye latife etti ve çocuğu Abdullah diye isimledi."
* Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Allah bir kulu sevdi mi, Cebrâil (aleyhisselam)'e şöyle seslenir: "Ben falanca kişiyi seviyorum, sen de sev!" Bunun üzerine semâda aynı şekilde nida edilir. Sonra, arz ehli arasına onun sevgisi indirilir. Bunu şu ayet ifade etmektedir: "İnanıp hayırlı iş işleyenleri Rahmân sevgili kılacaktır" (Meryem 96). "Allah bir kula buğzettimi, Cibril (aleyhisselam)'e seslenir: Ben falancaya buğz ediyorum. Bu şekilde semâda nida edilir. Sonra, yeryüzüne onun hakkında buğz indirilir."
* Sa'd İbnu Ebî Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ben yanında otururken, bir grub insana ihsanda bulundu. Ancak onlardan benim daha çok hoşlandığım birine hiçbir şey vermedi. Ben: "Falanca ile aranızda ne var (ona niye vermedin)? Allah'a kasem olsun, ben onu mü'min görüyorum!" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Müslüman (görüyorum de!)" buyurdu. Sa'd (dayanamayıp) bu kanaatini üç kere söyledi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) da her seferinde aynı şekilde karşılıkta bulundu. Sonuncu sefer şunu ekledi: "Ben, nazarımda daha sevgili olana hiçbir şey vermezken, yüzü üstü ateşe düşeceğinden korktuğum insanı kurtarmak için ona ihsanda bulunurum (ihsanda bulunmam sevgime ölçü değildir)"
* Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en yakın bulunacak olanınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur olanınız, kıyamet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır." (Cemaatte bulunan bâzıları): "Ey Allah'ın Resûlü! Yüksekten atanlar kimlerdir`?" diye sordular. "Onlar mütekebbir (büyüklük taslayan) kimselerdir!" cevabını verdi."
* İbnu Mes'üd (radıyallâhu anh.) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâlâ hazretleri aklı yarattığı zaman ona: "Gel!" dedi, o da geldi. Sonra "Geri dön!" diye emretti. O da geri döndü. Bunun üzerine akla şunu söyledi: "Ben, kendime senden daha sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni, nezdimde mahlükâtın en sevgilisi olana bindireceğim."
* Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Size emîrlerinizin en hayırlıları kimlerdir, en şerirleri kimlerdir haber vereyim mi? Onların en hayırlıları sizlerin sevgisine mazhar olanlar, sizleri sevenlerdir; lehlerinde hayırla dua edersiniz, onlar da size hayır dua ederler. Ümerânızın şerirleri de sizin buğzettiklerinizdir, onlar da size buğzederler, siz onlara lânet edersiniz, onlar da size lânet ederler"
* Ebü'd-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hz. Dâvud (aleyhisselâm)'un duaları arasında şu da vardır: "Allahım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni ulaştıracak ameli taleb ediyorum. Allah'ım! Senin sevgini nefsimden, âilemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl." Ebü'd-Derdâ der ki: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Dâvud'u zikredince, onu "insanların en âbidi (yani çok ve en ihlaslı ibadet yapanı)" olarak tavsif ederdi."
* Yine İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Ömer radıyallahu anh, Üsame İbnu Zeyd'e (fey'den) üçbinbeşyüz (dirhemlik) pay ayırmıştı. Bana ise üçbin (dirhemlik) pay verdi. "Niye Üsâme'yi benden üstün tuttun? Vallehi hiçbir savaşta benden ileri geçmiş değil (yani ben de onun katıldığı her savaşa katıldım) dedim. Bana şu cevabı verdi: "Ey oğulcuğum! Zeyd radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm nezdinde babandan daha sevgili idi. Üsame radıyallahu anh da Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a senden daha sevgilidir. Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın sevgisini kendi sevgime tercih ettim."
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: "İhtiyar kimsenin kalbi iki şeyin sevgisinde daima gençtir: "Hayat sevgisi, çok mal sevgisi."
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
TEFSİR…
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذينَ امَنُوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذينَ ظَلَمُوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَميعًا وَاَنَّ اللّهَ شَديدُ الْعَذَابِ
Bakara / 165. İnsanlardan kimi de Allah'tan başka şeyleri O'na eş tutuyorlar da onları, Allah'ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı.
Allah'ın birliği ve kudreti bu kadar fiilî ve sözlü âyetleriyle açık ve parlakken buna karşı: insanlardan bazıları vardır ki, Allah'a karşı denkler, benzerler tutarlar ki, {*} onları, Allah'ı sever gibi severler. Onların emirlerine, yasaklarına, arzularına itaat ederler de Allah'a isyan içinde bulunurlar.
Şüphe yok ki böyle yapmak, gerek Allah'ı inkar ederek olsun ve gerekse olmasın, ilâhlık mânâsında onları Allah'a ortak yapmaktır. Bunların bir kısmı, bu şirki açıktan yaparlar. Firavunlara, Nemrutlara yapıldığı gibi onlara açıktan açığa ilâh, mabud adını vermekten çekinmezler. Onlara "Rabbimiz, tanrımız" derler. Hatta ilâhlarının doğması ve doğurması görüşünü benimseyerek onlara aynı cinsten, mabut derecesinde oğullar, kızlar tasavvur edip yakıştırırlar. Diğer bir kısmı da açığa vurmadan aynı muameleyi yaparlar. Onları, Allah'ı sever gibi severler, onları nimet sahibi olarak tanırlar. Onların sevgisini, hareketlerinin başı kabul ederler. Allah'a yapılacak şeyleri onlara yaparlar. Allah rızasını düşünmeden onların rızalarını elde etmeye çalışırlar. Allah'a isyan olan şeylerde bile onlara itaat ederler.
Bu âyet bize gösteriyor ki, ilâhlık mânasında son derece sevgi, bir esastır. Ve mabud, en yüksek seviyede sevilen şeydir. Böyle son derece sevilen şeyler, ne olursa olsun, mabud edinilmiş olur. Sevginin hükmü ise itaattır. Bunun için mabuda son derece itaat edilir. Her insanın tuttuğu yolda hareket başlangıcı onun mabududur. İnsanlar tarafından böyle sevgiyle mabud mertebesi verilerek Allah'a denk tutulan şeyler o kadar çeşitlidir ki, bir taştan, bir maden parçasından, bir ottan, bir ağaçtan tutun da gök cisimlerine, ruhlara, meleklere kadar çıkar. Bununla beraber: "onları severler" ifadesindeki akıl sahiplerine ait olan "onlar" zamiri bunların özellikle akıllılar kısmını açıkça ifade etmektedir.
…Gerçekten servet, büyüklük, kuvvet, makam, itibar, güzellik gibi herhangi bir ümide sebep sayılan dilberler, kahramanlar, hükümdarlar gibi insanları, Allah gibi seven ve onlar uğrunda her şeyi göze alan nice kimseler vardır ki bu, şirk konusunun putperestlik esasını, insanlığın en büyük yarasını teşkil eder.
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
tefsir devamı

tefsir devamı

Yunan, Roma, Avrupa medeniyet ve edebiyatında böyle muhabbet mabudlarının haddi ve hesabı yoktur. Bu duygu, zamanına göre türlü türlü şekillerde ortaya çıkar. Hıristiyanlık da bu ruhla doludur. Hele Avrupa ruhunda, Avrupa edebiyatında bu tür şirk, o kadar ileri gitmiştir ki her eline bir kalem alan ve her hangi bir şiir söylemek isteyen kimse sevgilisine ilâh mertebesi vermeyi, en ufacık bir işi övmek için hemen yaratma kudretini yakıştırmayı bir hüner, bir şeref sayar. Yeryüzündeki insanlık kavgaları, bütün bu çeşitli ve birbirine zıt olan mabudların mücadelesi yüzündendir. Bu anlaşmazlık ve ihtilaflar, her birinin arasındaki binlerce dalkavuk tarafından körüklenir ve insanlık günden güne ahlâkî düşüklüğe sürüklenir. İlimlerin, fenlerin, sanatların gelişmesi, buna çare bulamaz. Bilakis hepsi, bu şirk ocağını yakmak için gaz ve benzin yerine kullanır.
Bunlar, gerçekte ne Allah tanır, ne peygamber. Her birinin gönlünde zaman zaman bir veya birkaç mahluk yer tutmuştur. Onları Allah gibi severler, onlara mabud muamelesi yaparlar. Onlara itaat etmek için Allah'a isyan ederler. "Onları, Allah'ı sever gibi severler." ifadesi, bütün bunları tasvir etmektedir. Buna velileri ve peygamberleri mabud derecesine çıkaranlar da dahildir.
Bunun için Allah'ın velileri, peygamberleri ve melekleri gibi sevgili kullarını severken âyet-i kerimenin kapsamını iyi düşünmeli; sevgilerini, Allah sevgisi derecesine vardırmaktan kaçınmalıdır. Çünkü Allah için sevmekle, Allah'ı sever gibi sevmek arasındaki farkı bilmek gerekir. Allah'ı sevenler, Allah'ın yolunda giden sevgili kullarını da severler. Fakat Allah'ı sever gibi değil, Allah için severler ve bu sevgi ile Allah yolunda onlara uyarlar. "Ey Muhammed! de ki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki, Allah da sizi sevsin." (Âl-i İmrân, 3/31).
Buna göre Allah'ın sevdiği kullarını sevmek ve onlara uymak, günah ve şirk değildir. Tersine Allah sevgisine delil olur. Fakat bu sevgi, hiçbir zaman Allah sevgisi gibi olmamalıdır. Yani Hıristiyanların Hz. İsa hakkında yaptıkları gibi onları mabud derecesine çıkaracak bir ibadet şekli olmamalıdır. Bunun en güzel misalini, Müslümanlığın iman anahtarı olan kelime-i şehadetinde ve ibadetin başı olan namazında buluruz. Bir Müslüman "Ben şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve peygamberidir." derken Allah'tan başka bütün mabudların hepsini reddedip atar da bu temiz kalb ile Peygamberi Hz. Muhammed'in O'na kulluk ve peygamberlikle bağlılığını tasdik eder ve Allah için bu gerçeğe şahitliğini arz eder. Bu şehadette Allah'tan sonra Peygamber'e bir sevgi ilanı vardır. İman bu sevgi ile tamam olur. Fakat Allah sevgisi, yüce Mevlânın birliği ile bunun yanında Hz. Muhammed sevgisi, Allah'a kulluğu ve peygamberliği cihetiyledir. İşte Allah için sevmenin en büyük örneği!..
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
tefsir devamı

tefsir devamı

Bunun gibi namazda Allah'tan başkasını çok cüz'î bir şekilde bile olsa niyete karıştırmak küfürdür. Namazı bozar. Namazda peygamberden ve Allah'ın salih kullarından hiçbir şey istenmez. Nihayet tahiyyatta onlar adına da esenlik, salevât, rahmet ve bereket niyaz edilir. Bu duada Peygambere ve salih kullara elbette bir sevgi gösterme vardır. Fakat namaz kılan kimse Allah'ın huzurunda onlardan bir şey isteme durumunda değil, onlara da derecelerinin yükselmesi için Allah'ın rahmetini isteme, hayatında onlara ikram etme durumunda olacaktır. Müslüman bütün ömründe bu hareket çizgisini hayatının esası sayacaktır.
Buna karşılık velileri, peygamberleri veya ruhlarını ya da melekleri müşriklerin araya giren mabudları gibi bir ilâhlık payı vererek sevmek, onları severken Allah'ı ve Allah'ın emirlerini unutmak, onlar adına kurbanlar kesmek, âyinler yapmak, onların isimlerini "Bismillah" gibi işlerin başı kabul etmek, "Onları, Allah'ı sever gibi severler." ifadesinin tam anlamıyla şüphe yok ki, bir şirk ve küfürdür. Ayrıca böyle yapmak, onlardan uzaklaşmaktır. Çünkü onlar ancak Allah'ı sevmişlerdir. Üzülmekle beraber müslümanlık adına da böyle batıl bir sevgi akidesine tutulan ve bununla dindarlık yapıyoruz, zanneden birtakım gafil kimseler de ortaya çıkmıştır. Bunlar genellikle din ilminin iyi tahsil edilmediği ve dinî bilgilerin esası bilinmeden ağızdan ağıza bir efsane gibi dolaştırıldığı cahillik devirlerinde ve cahillik bölgelerinde ortaya çıkagelmiştir. Çünkü kulluk duygusu insanlarda yaratılıştan geldiği için gerçek ve gelişmiş din ilmi sönünce insanlar, ilk cahiliye devrindeki efsanelerle gönlüne doğan acayip hevesler içinde ibadete çalışır. Hurafelerle boğulur, gider. Ölü veya diri, cansız veya canlı putlara bağlanır.
…Kısaca, başkanlarını ve büyüklerini, Allah'ı sever gibi sevenler ve onların, Allah'ın emrine uymayan emirlerine itaat ederek Allah'a isyan edenler, bunları Allah'a eş ve ortak edinmiş olurlar ki, bütün putperestliğin esası, bu tarz muhabbet beslemektedir. Allah'ın birliğine karşı böyle yapan birtakım insanlar vardır. Bunlar, başkanlarını, kendilerine uydukları kimseleri Allah için değil, Allah gibi severler. : Halbuki mümin olanların Allah'a sevgisi, Allah için sevmesi, her şeyden çok ve o müşriklerin tapındıkları eş ve benzerlere ve hatta varsa Allah'a sevgilerinden daha çok ve daha kuvvetlidir. Çünkü müminler, ancak Allah'a yalvarırlar. Müşrikler ise pek sıkıştıkları ve muhtaç oldukları zaman Allah'ı hatırlarlar, ihtiyaçları kalmayınca da edindikleri eşlere uyarlar.
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
tefsir devamı

tefsir devamı

Bundan dolayı müminin gerek rahatlık zamanında ve gerekse sıkıntı anında, gerek darlıkta ve gerekse genişlikte Allah'a olan sevgisi devamlıdır.
Kâfir ve müşrik ise bazan Rabbinden yüz çevirir, müşrikler tutarlar bir puta taparlar. Sonra ondan daha güzel bir şey gördükleri zaman onu bırakır, buna taparlar. Hatta Bahile kabilesinin yaptığı gibi acıktıkları zaman mabudlarını yerler. Bu şekilde sevgi besledikleri şeyi ve mabudlarını değiştirir giderler.
Bunun için onların müminler gibi devamlı bir sevgileri olamaz. Müminler, tek Allah'a inandıkları için bütün sevgileri, bizzat Allah'da toplanır. Allah'ın yaratıklarına olan sevgileri de bu başlangıç noktasından dağılır. Yani sevdiklerini ancak Allah için, Allah rızası için severler.
Kâfirler ve müşrikler ise bir mabudun veya bir putun karşılığında diğer mabudları ve putları da doğrudan doğruya sevdikleri ve bütün sevgilerini Allah sevgisiyle, Allah rızasıyla ölçmedikleri için sevgileri dağınık ve parçalanmıştır. Şüphe yok ki dağınık ve değişen sevgiler, toplu ve sabit sevgiye göre bir hiç demektir.
Bunun için mümin bir halk topluluğuna sahip olan ve sırf Allah için sevilen başkanlar, kendilerine uyulan insanlar ne kadar mutludurlar! Şüphe yok ki bu bahtiyarlığa kavuşmak da hakkiyle tek Allah'a inanan bir mümin olmaya, her şeyden, hatta kendinden önce Allah'ı sevip, Allah'ın kullarına da Allah için muamele etmeye ve Allah için sevgi dağıtmaya bağlıdır. Başka türlü aşırı gidenler veya ihmal edenler, zulümden kurtulamazlar.
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
RİSALE…
Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın râbıtasıdır. Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan, kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir Kemâl sahibi olabilir. İşte ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfe ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında dercolunmuştur. Alâküllihal o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık'a müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir. Halka muhabbet dahi, belalı bir musibettir. Çünki: Sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabûl etmez. Şu halde havf, elîm bir beladır. Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allah'a ısmarladık demeyip gider. -Gençliğin ve malın gibi.- Ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecâzî aşklarda yüzde doksandokuzu, maşukundan şikâyet eder. Çünki: Samed âyinesi olan bâtın-ı kalb ile sanem-misâl dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbûbların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvânî sevmekler, bahsimizden hariçtir.)
Demek sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor. Senin rağmına müfarakat ediyor. Mâdem öyledir; bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun. Muhabbetin, zilletsiz bir saadet olsun. Evet Hâlık-ı Zülcelâl'inden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatına yol bulup iltica etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; Onun rahmetinin kucağına atar. Mâlûmdur ki, bir valide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celbediyor. O korku, o yavruya gâyet lezzetlidir. Çünki: Şefkat sinesine celbediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlahiyenin bir lem'asıdır. Demek havfullahta bir azîm lezzet vardır. Mâdem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu mâlûm olur. Hem Allah'tan havf eden, başkaların kasavetli, belalı havfından kurtulur. Hem Allah hesabına olduğu için mahlukata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor.
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Evet insan evvela nefsini sever. Sonra akâribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır. Onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ızdırab içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur. Mâdem öyledir, ey nefis! Aklın varsa, bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belâlardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin, o vakit bütün eşyâyı Onun nâmıyla ve Onun âyinesi olduğu cihetle ızdırabsız sevebilirsin. Demek şu muhabbet, doğrudan doğruya kâinata sarfedilmemek gerektir. Yoksa muhabbet en leziz bir nimet iken, en elîm bir nıkmet olur.
Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki, ey nefis! Sen, muhabbetini kendi nefsine sarfediyorsun. Sen, kendi nefsini kendine mâbud ve mahbub yapıyorsun. Herşeyi nefsine fedâ ediyorsun, âdeta bir nevi Rubûbiyet veriyorsun. Halbuki muhabbetin sebebi, ya Kemâldir; zira Kemâl zâtında sevilir. Yahut menfaattır, yahut lezzettir veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebeb tahtında muhabbet edilir. Şimdi ey nefis! Birkaç Sözde kat'î isbat etmişiz ki; asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, acizden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyyet itibariyle sen, onlarla Fâtır-ı Zülcelâl'in Kemâl, Cemâl, Kudret ve Rahmetine âyinedârlık ediyorsun. Demek ey nefis! Nefsine muhabbet değil, belki adavet etmelisin veyahut acımalısın veyahut mutmainne olduktan sonra şefkat etmelisin. Eğer nefsini seversen, çünki: Senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir, Sen de lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun. O zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-ı nefsiyeyi, nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma. Çünki o, bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem'acık ile iktifa eder. Zira nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber bütün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intifa' ettiğin ve saadetleriyle mes'ud olduğun mevcûdâtın ve bütün kâinatın menfaatleri, nimetleri, iltifatına tabi bir Mahbub-u Ezelî'yi sevmekliğin lâzımdır. Tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın. Hem Kemâl-i Mutlak'ın muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın.
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Zâten sana, sende senin nefsine olan şedid muhabbetin, Onun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sû'-i istimal edip kendi zâtına sarfediyorsun. Öyle ise nefsindeki eneyi yırt, hüveyi göster ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, Onun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir. Sen sû'-i istimal etmişsin, cezasını da çekiyorsun. Çünki: Yerinde sarfolunmayan bir muhabbet-i gayr-ı meşruanın cezası, merhametsiz bir musibettir. Rahmanürrahîm ismiyle, hurilerle müzeyyen Cennet gibi senin bütün arzularına câmi' bir meskeni, senin cismanî hevesâtına ihzâr eden ve sâir Esmâsıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sâir letâifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsanatını o Cennet'te sana müheyya eden ve herbir isminde mânevî çok hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelî'nin, elbette bir zerre muhabbeti, kâinata bedel olabilir. Kâinat Onun bir cüz'î tecelli-i muhabbetine bedel olamaz.
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
YALNIZ HZ. ALİ'Yİ SEVEN ADAMIN HALİ
Şeyh Ebu Abdullah el-Mühtedi hacca gitmişti. Harem-i Şerifte su dağıtılırken bir kişinin suya hiç iltifat et¬mediğini görünce hayret etti. Zira suya hemen herkesin eli uzanıyor, alan bunu büyük bir fırsat biliyordu.
Durumu dikkatini çekince sordu:
— Sen hiç susamıyor musun?
— Evet, dedi meçhul adam. Ben hiç susamıyorum.
— Ciddî mi söylüyorsun bunu?
— Evet, ciddî söylüyorum. Ben hiç susamıyorum ar¬tık. Tevbe ettikten ve Resûlüllah (s.a.v.) Hazretleri'nin mübarek eliyle içirdiği sudan içtikten sonra...
El-Mühtedi iyice meraklanmış ti. Biraz daha yaklaştı meçhul adama.
— Ne demek, bunu anlatır mısın?
Adam başladı anlatmaya:
— Ben Hil halkının Ali'den başkasını sevmeyenlerindenim. Biz kendimize Şîî ismi takmıştık. Bunun için de sadece Ali'yi seviyor, diğerlerine buğzediyordum.
Bir gece rüyamda kıyametin koptuğunu gördüm. İn¬sanlar susuz ve korku içindeydiler. Ben de susayanlar içindeydim. Bu yüzden Resûlüllah (s.a.v.) Hazretleri'nin Kevser Havuzu'na doğru yol almak istedim. Baktım ha¬vuzun başında ellerinde nurdan bardaklarla su dağıtan sahabiler var. Bunların içinden Ali'yi seçip ona gittim. Bir bardak suyu ondan isteyecektim.
Çünkü biz Ali'yi çok seviyor, ötekilerine ise buğzedi-yorduk. Onlar diyorduk, Ali'nin hakkını aldılar. Ne yazık ki ben Ali'nin önüne varıp da suya uzanınca bardağı çek¬ti, defol, der gibi bir tavır aldı. Ben şaşırdım. Ümidimi ke¬since de Ebu Bekr'e yaklaştım. O da aynı tavrı aldı. Ömer'e yaklaştım, o da aynı durumda beni reddetti. Os¬man'a varınca, O da ötekilerin yaptığını yaptı. Bana hiç biri de su vermediler.
Oradan ümitsiz şekilde uzaklaşıp Resûlüllah (s.a.v.) Hazretleri'ne varıp şikayette bulundum.
— Ya Resûlallah, ben Ali'den su istedim vermedi. O'nu gören diğerleri de aynı şeyi yaptı. Bir bardak su¬yu bana çok gördüler.
Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:
— Elbette sana su vermezler! Çünkü sen Ali'yi se¬viyorum diyerek ötekilere buğzettin, ashabıma hür¬metsizlikte bulundun. Benim ashabıma hürmetsizlik¬te bulunanlar mahşerde susuz kalacaklar. Ne Ali'den, ne de ötekilerden tek damla su alamayacaklardır!
Yalvarmaya başladım:
— Ya Resûlallah, ben bu yanlış düşüncemden do¬layı, tevbe edersem kabul olur mu? Ali'yi de, ötekileri de aynı şekilde sevsem, hiçbirine hürmetsizlikte bu-lunmasam kabul edilir miyim?
Buyurdu ki:
— Şayet sen bu yanlış düşüncenden samimi şekil¬de vazgeçer de, tevbe edersen, sana ben kendi elimle su içiririm!
Hemen taşıdığım bu yanlış inançtan dolayı tevbe, is¬tiğfar ettim. Hulefâ-i Raşidin'e ve diğerlerine hep birlikte hürmet duyup, hiç birine saygısızlıkta bulunmayacağıma söz verdim. Bundan sonra Efendimiz (s.a.v.) bana bizzat kendi mübarek elleriyle bir bardak su ikram ettiler.
— Sonra ne oldu?
— İşte o sudan sonra, bir daha dünyada susama ha¬line hiç düşmedim. Burada su dağıtılırken herkesin eli suya uzanıyor, ama ben hiç gerek görmüyorum. Çünkü Resûlüllah (s.a.v.) Hazretleri'nin içirdiği suyun serinliği halen ağzımda. Sanki şimdi içmiş gibi oluyorum.
Evet, bu bir gerçektir. Yusuf Nebhanî, Peygamberimi¬zin mu'cizelerini topladığı 2 ciltlik kıymetli eserinde, bu vakayı zikretmektedir. Buna bizim ilâve edecek hiç bir şeyimiz yoktur.
 

basbas

New member
Katılım
8 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
KİŞİ SEVDİĞİYLE BERABERDİR
Bir adamın (dilinde) cömertlik vardı. Ama (elinde) hiç yoktu.
Her fırsatta, cömerüikte bulunduğunu anlatır, ama gerçekte hiç de o kadar cömertliğinin olmadığı bilinirdi.
Bir gün İbrahim Edhem'in yanında otururken dedi ki:
— Ey Belh'in büyüğü! Herkese nasihat ediyorsun, bana da nasihat eyle.
İbrahim Edhem:
— Nasihat edersem tutar mısın? dedi. Adam, söz ver¬di. Şöyle dedi İbrahim Edhem:
— Senin işin bağlıyı açmak, açığı da bağlamaktır!
Bir şey anlamadı bundan. Sordu:
— Bu ne demek?
Şöyle izah etti İbrahim Edhem:
— Bağlı olan kesenin ağzıdır. Onu açacaksın, açık olanda senin ağzındır, onu da kapayacaksın. Çünkü yap¬madığı cömertliği yaptığını söylemektedir.
Gerçekten de bazılarımızın dilinde cömertlik vardır. Ama tatbikata gelince durum değişir, iş veresiyeye kay¬maya başlar. İşte böyleleri için darb-ı mesel olmuştur İb¬rahim Edhem'in bu sözü:
— Senin işin, bağlıyı açmak, açığı bağlamaktır! Siz hiç düşündünüz mü bu konuyu?
Sizin de buna benzer haliniz söz konusu olabilir mi?
İsterseniz bir düşünün... Cömertliğiniz dilinizde mi, elinizde mi?
Belh'in bu aziz velisine piyasanın çok pahalandığını, etin okkasının şu kadara çıktığını söylediler. Sakin cevap verdi:
— Bizim elimizde değil mi, hemen ucuzlatalım?
— Nasıl dediler? Şöyle izah etti:
— Bir müddet nefsimize hakim olur, almayız. He¬men ucuzlar!
İbrahim Edhem şunu da ilave etti:
— Unutmayınız, her pahalılıkta ben kazanırım. Çünkü pahalanan şeyi bir müddet almam, param ya-nımda kalır, kazancım artar.
İbrahim Edhem bir gece rüyasında elinde defterle do¬laşan Cebrail aleyhisselamı görür:
— Nedir elindeki defter? diye sorar. O da:
— Hak dostlarının ismini yazdığım defter, der.
— Benim ismim de yazılı mı? deyince:
— Hayır, senin ismin Hak dostları arasında yoktur, cevabını verir.
Üzülen İbrahim Edhem bu defa da şöyle sorar:
— Peki, benim ismim Hak dostları arasında yok¬sa, Hak dostlarını sevenlerin arasında da yok mu?
— Var!
— Öyle ise ne duruyorsun? der.
Cebrail aleyhisselam düşünmeye başlar. Ne yapaca¬ğını bilemez. Bu sırada Rabbimizden emir gelir:
— Ey Cebrail! niye düşünüyorsun? Kişi sevdikleriyle beraber değil midir? İbrahim, Hakk dostlarını seviyorsa sonların arasında bulunması gerekmez mi? Yaz onu da hak dostları listesine!
Ne dersiniz bu söze? Sizin hakkınızda da bu söz ge¬çerli mi? Siz de Hak dostlarını seviyor musunuz?
 
Üst Alt