Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Müslümana Tembellik Yakişmaz

nakkad

New member
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
97
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Atâlet kelimesi, tembellik, işsiz olma hali yada boş durarak zamanı öldürme şeklinde tarif edilir. Atâlet, ya da hepimizin bildiği tabirle tembellik, toplumların en tehlikeli hastalıklarından biridir. Toplum için öldürücü bir yara haline gelebilen bu illet, öncelikle kişinin hayat-ı şahsiyyesinde filizlenerek neşv ü nema bulur. İçinde bulunduğu toplumu, vatanını, milletini, ülkesini hatta dünyanın gidişâtını düşünmesi gereken her sorumlu fert gibi, özellikle müslümanlar da bu hastalığın farkında olmak zorundadırlar.

Hayat-ı ictimaiyyeye yön veren, toplumda yaşayan ferdlerdir. Toplumu bir vucüd kabul edersek, fertlerde o vucüdün azalarıdır. Azalardan birinin, hatta birkaçının hastalanması, yada vazifesini yapmayarak iflas aşamasına gelmesi, hepimizin takdir edeceği gibi vucüdu etkiler. Küçücük bir dişin feryadı, koskoca bir vücudu dize getirir. Meşgul eder, inletir.

Demek oluyor ki, her bir fert, yani bizler, kendimizi sorgulamak durumundayız. Hususen tembellik konusunda nefis muhasebesi yapmanın tam zamanıdır. Sabahleyin evden çıkıp akşama kadar çalıştıktan sonra tekrar eve gelmek, bence tembel olmadığımızın göstergesi değildir. Akşama kadar yaptığımız işler, sadece bizi ilgilendiriyorsa, topluma yön vermeyip, birilerinin yararına olmuyorsa, asla çalışkan olduğumuzu ispat etmiş olmayız. Şunu demek istiyoruz; insan, kendisi için elbetteki çalışacak; bu zaten elzem. Bununla beraber, çevrenin en mühim vazifesidir. Hususen müslümanlar bunu iyi anlamalı.çünkü, mensubu bulunduğumuz dinin Peygamberi (sav) : “ İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır.” buyurmuş. ( Camiussağir 2/13 ). İnsanların hayırlısı bencil olanıdır dememiş. Yani hayırlı insan, hayırlı bir ferd olmanın bir ölçüsü de, bu Hadis-i Şerif’i yaşamaktır. İşte ancak o zaman tembel olmadığımızı isbat etmiş oluruz. Etrafına faydalı olmaya çalışan bir fert, hususen Allah (CC) rızasını takip ederek mücadele eden bir müslümanda tembellikten eser kalır mı? Bir Türkiye düşünün ki: insanlar bencilliği bırakmış, çevrelerini unutmayarak yararlı işler yapmaya çalışıyorlar! Bunu hayal etmek bile insanı mutlu etmeye yetiyor. O halde diyebiliriz ki: bir tek Hadis-i Şerif’i hayatımızda tatbik etmeyi başarabilirsek, toplumu düzeltebiliriz.

Peki inasn niçin tembel olur? Yada zindan-ı atâlete, tembellik zindanına hangi sebeble düşer? Hastalığın vahametinden bir nebze olsun bahsettik. Şimdi de sebeblerinden bazılarını zikredelim.



Tembelliğin sebeblerine geçmeden önce, içinde bulunduğumuz vaziyeti tanımamız gerekir. Evvelen, hayatın cihad, yani mücadele ortamı olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Tâbi bu mücadele bazı felsefecilerin dediği tarzda değildir. Bir müsülüman için hayatın her anı, her saniyesi nefis ve şeytan ile mücadele şeklinde geçer. Nefis ve şeytan ikilisi, sadece müslümanların değil, her insanın, her felsefecinin de, Adem (AS) zamanından beri mücadele ettiği iki sinsi düşmandır. İşte Ademoğlu, tembellik yada çalışkanlığı, bu iki düşman ile giriştiği psikolojik savaş neticesinde elde eder. Bu mücadele de kazanmak yada kaybetmek, aynı derecede kolaylık arz eder. “ Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” (4/76) Ayet-i Kerimesi ile insanda bulunan ve şeytanın da kolaylıkla işlettiği bazı kuvveler (hisler) (Kuvve-i Gazabiyye ve Şeheviyye ) bize bu fikri veriyor.

Bizler bu iki düşman ile mücadele ederken, şevk ve himmetimizi isti’mal ederiz. Himmet kalp ile gösterilen ciddi gayrettir. Şevk de onun yardımcısıdır. Nefis ve şeytanın bize olan telkinleri, sadece büyük günahları işletmek noktasında düşünmememiz gerekir. Şeytanın bize, Ademoğluna olan kini o derece büyüktür ki müsbet olduktan sonra, şevk ve himmetimizle yaptığımız hiçbir işimizi hazmedemez. İşte şevk, himmet ve gayretimizi bir işi başarmak üzere mücadele ortamına çıkardığımızda Üstad Bediüzzaman’ın tarifiyle “düşman-ı şedid” olan yeis yani ümitsizlik ile muhatab oluruz. Ümitsizlik, kuvve-i maneviyemizi, çalışma direncimizi, iş başarma azmimizi, müsbet netice için olan çalışma şevkimizi kırarak bizi tembelliğe atar. Çünkü insanı ayakta tutan ümittir. Ümidini yitirince mücadele etmek istemez. Mücadele etmeyince de kendini tembellik zindanına atar. Bu müthiş düşmandan kurtulmanın çare-i yeganesi, elbette ki: Cenab-ı Rabbül Alemin’in ikazatına kulak vermektir. “ Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.” (39/53). Müslümanın medet bulacağı yegane kapı, Allah (CC)’ın rahmetidir. Allah (CC)’ın sonsuz rahmeti, şumullü inayeti, herşeye şamildir. Kudreti nihayetsiz olan Zât-ı Kâdir, bizim elimizden gelmeyen ufak tefek işlerimize elbette ki rahmet nazarıyla bakacak ve inayet buyuracaktır.

Ümidimizi kesmekle Allah (CC)’ın nihayetsiz kudretine, acizlik izafe etmiş olmuyormuyuz? (Hâşâ) Neûzubillah, hem o kudrete noksanlık veriyoruz, hem de tembellik zindanına kendimizi hapsediyoruz.

Hemcinslerimizle, hususen müslüman kardeşlerimizle, ihlası kıracak şekilde rekabet ortamına girişmek, Allah (CC) rızası ikinci, hatta üçüncü sıraya koymak demektir. Hayırda yarışmak, muhakkak ki faziletlidir. Fakat bazı zamanlar olur ki: müslümanın sevap cihetinde bile fedakar olması gerekebilir. Emmare olan, yani bize daima kötülüğü emreden nefsimizi kendimize rakib telakki edersek hakiki mücadele ortamını açmış, terakki zenbereğini çalıştırmaya başlamışız demektir. Yani sadece kendi irade gücümüzle yarışırsak, “Acaba yaptığım işten Allah (CC) razı mı?” şeklinde gelebilecek bir vesveseye meydan vermemiş oluruz hem de ihlası kırmayark, hakiki düşmanı karşımızda buluruz.

Kûnülillah hakikatı uğruna faaliyet gösteren müslümanlar, son nefesini verinceye kadar, mücadele etmeyi kabullenmiş demektir. Müslümanların bu hayat anlayışı onları daima çalışkan kılar. Çünkü Allah(CC) rızasını hedef tutan bir müslüman, hakiki kemalatın nefis ve şeytana muhalefet etmekle olabileceğini anlamış demektir. Mesela çalışma mevzusunda, bir müslümanı bağlayabilecek husus, “iki günü eşit olan zarardadır.” tavsiyesidir. Bir toplum hayal edelim ki, fertler bir önceki günden daha fazla yararlı işler yapmaya çalışıyorlar. Misaller çoğaltılabilir.

Hâsıl-ı kelam, Allah (CC)’ın rızasını birinci düstur ittihaz eden müslümanda atâletin zerresi görülmez. Eğer görülüyor ise, yapacağımız ilk iş, gerçekten Cenab-ı Hakk’ın rızası için çalışıp çalışmadığımız konusunda kendimizi sorgulamak olmalıdır.
 
Üst Alt