seyfullah putkýran
New member
- Katılım
- 30 Eyl 2005
- Mesajlar
- 5,807
- Tepkime puanı
- 205
- Puanları
- 0
- Yaş
- 40
- Konum
- Ruhlar Aleminden
- Web sitesi
- www.tevhidyolu.net
Hz. Enes (ra) anlatıyor: “Resulullah (sas) buyurdular ki: Hayır (iyilik), misafir ağırlanan eve, bıçağın deve hörgücüne ulaşmasından daha hızlı ulaşır.” Aynı mealde bir hadis-i şerifi de İbnu Abbas (ra) anlatıyor: “Resulullah (sas) buyurdular ki: Hayır, içerisinde yemek yenen eve, bıçağın deve hörgücüne ulaşmasından daha hızlı ulaşır.”
Bediüzzaman Hazretleri’nin talebelerinden Emin, Tahsin ve Hilmi’nin mektubunda bu hususta güzel örnekler var:
“Birkaç günden beri Üstad’ımızın ziyaretine gitmediğimizden, kardeşim Emin ile beraber Üstad’ımızın ziyaretine gittik. İkindi vakti beraber namaz kıldıktan sonra bize emretti ki: ‘Size yemek yedireceğim, burada tayınınız var.’ Mükerreren, ‘Yemezseniz bana dokuz zarar olur.’ dedi. ‘Çünkü yiyeceğinize karşı Cenab-ı Hak gönderecek.’ Yemek yemekten affımızı ricâ etmişsek de emretti: ‘Rızkınızı yiyin; bana gelir.’ Emrini kırmamak için lütuf buyurduğu tereyağı ve kabak tatlısını ekmekle yemeye başladık. Daha sofrada iken ümit edilmeyen bir vakitte ve bir tarzda ve aynı miktarda, bir adam geldi, yediğimiz kadar taze ekmek, aynı yediğimiz miktarda -fındık kadar- tereyağı ve diğer elinde bize verilenin tam bir misli kabak tatlısı olarak kapıyı açtı. Artık taaccüp edilecek, hiçbir cihette tesâdüfe mahal kalmayarak R.N. talebelerinin rızkındaki bereket-i Rabbaniye’yi gözümüzle gördük. Üstad’ımız dedi ki: ‘İhsan on misli olacak. Halbuki bu ikram tamı tamına mislidir. Demek tayın ciheti galebe etti. Tayın temini ise mîzan ile olur.’ Sonra aynı akşamda sadaka ciheti dahi hükmünü gösterdi. Biz gördük ki: Ekmek on misli; tereyağı tatlısı o da on misli ve kabak tatlısı, çok sevmediği için kabak, patlıcan turşusu on misli, umulmadık şekilde Risale-i Nur’dan İkinci Şua’nın bir hafta mütalaasına mukabil bir mânevi ücret olarak geldi. Gözümüzle gördük. Demek kabak tatlısının tatlılığı, tereyağının un helvasına girdi, kendisi turşuda kaldı.” (S.T. Gaybî)
Anne-baba hakkını anlatırken de Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor:
“Ey hânesinde ihtiyar bir vâlide veya pederi veya akrabasından veya iman kardeşlerinden, iş-güçten kesilmiş veya âciz, hasta bir şahıs bulunan gâfil! (...) Sakın deme: ‘Geçim imkânlarım dar, idare edemiyorum.’ Çünkü onların yüzünden gelen bereket olmasaydı, elbette senin geçim darlığın daha ziyade olacaktı. (...) Hatta değil yalnız ihtiyar akraba, belki insanlara arkadaş olarak verilen ve rızıkları insanların rızıkları içinde gönderilen kedi gibi bazı mahlukların rızıkları dahi, bereket sûretinde geliyor. Bunu te’yid eden ve kendim gördüğüm bir misal: Benim yakın dostlarım bilirler ki; iki-üç sene evvel her gün yarım ekmek, -o köyün ekmeği küçük idi- muayyen bir tayınım vardı ki, çok defa bana kâfi gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler. O aynı tayınım hem bana, hem onlara kâfi geldi. Çok kere fazla kalırdı. İşte şu hal o derece tekrar edip bana kanaat verdi ki, ben kedilerin bereketinden istifade ediyordum. Kat’i bir surette ilan ediyorum; onlar bana yük değil; hem onlar benden değil, ben onlardan minnet alıyordum. Ey insan! Madem canavar suretinde bir hayvan, insanların hânesine misafir geldiği vakit berekete vesile oluyor; öyle ise mahlukatın en şereflisi olan insan ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete lâyık âciz, hasta ihtiyarlar; ve onların içinde şefkat ve muhabbete en ziyade lâyık ve müstehak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde de en hakikî dost ve en sâdık sevgili olan peder ve vâlide, ihtiyarlık hâlinde bir hânede bulunsa, ne derece berekete sebep ve rahmete vâsıta hem de ‘Beli bükülmüş ihtiyarlarımız olmasaydı, belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti’ hadisinin sırrıyla ne derece musibetlerin def edilmesine sebep olduklarını sen kıyas eyle.” (21. Mektup)
Efendimiz’in (sas) gerçekleri ilhâm eden bu misafirlerle ilgili hadis-i şerifleri Bediüzzaman Hazretleri’nin de izah ettiği gibi bizler için bir hayat düsturu olmalıdır.
Bediüzzaman Hazretleri’nin talebelerinden Emin, Tahsin ve Hilmi’nin mektubunda bu hususta güzel örnekler var:
“Birkaç günden beri Üstad’ımızın ziyaretine gitmediğimizden, kardeşim Emin ile beraber Üstad’ımızın ziyaretine gittik. İkindi vakti beraber namaz kıldıktan sonra bize emretti ki: ‘Size yemek yedireceğim, burada tayınınız var.’ Mükerreren, ‘Yemezseniz bana dokuz zarar olur.’ dedi. ‘Çünkü yiyeceğinize karşı Cenab-ı Hak gönderecek.’ Yemek yemekten affımızı ricâ etmişsek de emretti: ‘Rızkınızı yiyin; bana gelir.’ Emrini kırmamak için lütuf buyurduğu tereyağı ve kabak tatlısını ekmekle yemeye başladık. Daha sofrada iken ümit edilmeyen bir vakitte ve bir tarzda ve aynı miktarda, bir adam geldi, yediğimiz kadar taze ekmek, aynı yediğimiz miktarda -fındık kadar- tereyağı ve diğer elinde bize verilenin tam bir misli kabak tatlısı olarak kapıyı açtı. Artık taaccüp edilecek, hiçbir cihette tesâdüfe mahal kalmayarak R.N. talebelerinin rızkındaki bereket-i Rabbaniye’yi gözümüzle gördük. Üstad’ımız dedi ki: ‘İhsan on misli olacak. Halbuki bu ikram tamı tamına mislidir. Demek tayın ciheti galebe etti. Tayın temini ise mîzan ile olur.’ Sonra aynı akşamda sadaka ciheti dahi hükmünü gösterdi. Biz gördük ki: Ekmek on misli; tereyağı tatlısı o da on misli ve kabak tatlısı, çok sevmediği için kabak, patlıcan turşusu on misli, umulmadık şekilde Risale-i Nur’dan İkinci Şua’nın bir hafta mütalaasına mukabil bir mânevi ücret olarak geldi. Gözümüzle gördük. Demek kabak tatlısının tatlılığı, tereyağının un helvasına girdi, kendisi turşuda kaldı.” (S.T. Gaybî)
Anne-baba hakkını anlatırken de Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor:
“Ey hânesinde ihtiyar bir vâlide veya pederi veya akrabasından veya iman kardeşlerinden, iş-güçten kesilmiş veya âciz, hasta bir şahıs bulunan gâfil! (...) Sakın deme: ‘Geçim imkânlarım dar, idare edemiyorum.’ Çünkü onların yüzünden gelen bereket olmasaydı, elbette senin geçim darlığın daha ziyade olacaktı. (...) Hatta değil yalnız ihtiyar akraba, belki insanlara arkadaş olarak verilen ve rızıkları insanların rızıkları içinde gönderilen kedi gibi bazı mahlukların rızıkları dahi, bereket sûretinde geliyor. Bunu te’yid eden ve kendim gördüğüm bir misal: Benim yakın dostlarım bilirler ki; iki-üç sene evvel her gün yarım ekmek, -o köyün ekmeği küçük idi- muayyen bir tayınım vardı ki, çok defa bana kâfi gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler. O aynı tayınım hem bana, hem onlara kâfi geldi. Çok kere fazla kalırdı. İşte şu hal o derece tekrar edip bana kanaat verdi ki, ben kedilerin bereketinden istifade ediyordum. Kat’i bir surette ilan ediyorum; onlar bana yük değil; hem onlar benden değil, ben onlardan minnet alıyordum. Ey insan! Madem canavar suretinde bir hayvan, insanların hânesine misafir geldiği vakit berekete vesile oluyor; öyle ise mahlukatın en şereflisi olan insan ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete lâyık âciz, hasta ihtiyarlar; ve onların içinde şefkat ve muhabbete en ziyade lâyık ve müstehak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde de en hakikî dost ve en sâdık sevgili olan peder ve vâlide, ihtiyarlık hâlinde bir hânede bulunsa, ne derece berekete sebep ve rahmete vâsıta hem de ‘Beli bükülmüş ihtiyarlarımız olmasaydı, belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti’ hadisinin sırrıyla ne derece musibetlerin def edilmesine sebep olduklarını sen kıyas eyle.” (21. Mektup)
Efendimiz’in (sas) gerçekleri ilhâm eden bu misafirlerle ilgili hadis-i şerifleri Bediüzzaman Hazretleri’nin de izah ettiği gibi bizler için bir hayat düsturu olmalıdır.