Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Mezhepsizleri Tanıyalım -1-

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Mezhepsizleri Tanıyalım -1-













Dİnde Reformcular

Gerek Hamidullah gerek Mevdûdî, gerekse son zamanlarda Mısır’da boy gösteren ve İslâm âlimi geçinen bazı muharrirler ekseriyetle Şeyh Muhammed Abduh ve Cemâleddin Efgânî mektebine bağlı, pazarlıkçı, derinliğine idrak ve irfandan mahrum kimselerdir. Bunların eserleri ya hiç ele alınmaz, yahut tam bir şeriat ilmîne mâlik ve İslâmî tenkid ölçüsüne sahip bir insan tarafından okunup hakikat anlaşılabilir. Yoksa bu eserlerden feyiz ummak, viraj dönmeyi bilmeyen bir şoförün arabasına binmekten farksızdır.

Artık bütün incelikleri anlamak ve kahramanlarımızı bu gözle seçmek devri gelmiştir.

(Büyük Doğu’dan)
Necip Fazıl Kısakürek






DİN TAHRİPÇİLERİ

Günümüzde İslâmiyet’in en büyük belâsı, onu dışından ve cepheden helâk etmeye yeltenenler değil. içinden ve özünden harap etmeye davrananlardır ve bu davranışları ve bir nevi onarma düzeltme ve yenileme sayanlar...

“Reformcular” ismi altında topladığımız, 7-8 asır öncesindeki kuru ve nasipsiz akıl borazanına (İbni Teymiye’ye) mizaçları dayalı bir grup, birkaç asır sonra vehhâbilik’ten dolaşarak, nihâyet Cemaleddin Efgani, Mısırlı Şeyh Abduh ve peşindekilerden bir bölük halinde öyle bir anlayış veya anlayışsızlık bataklığına uğramıştır ki, İslâmı, çökmek üzere olan bir binaya yapıldığı gibi, dışından payandalar ve kalaslarla tutmayı marifet bilmiş, böylece Rûhlarındaki gizli şüpheyi ve İslâma güvensizlik duygusunu açığa vurmuştur.

(Dinî tamir dâvasında Din Tahripçileri’nden)
Necip Fazıl Kısakürek






İBN-İ TEYMİYYE

Sekizinci Hicri Asrın kuru kafası, kendisinden bir kaç asır ilerideki vehhâbiliğe, ondan bir asır sonrada Mısırlı Muhammed Abduh ve Efganlı Cemâleddin’e uzaktan ve yakından ana zemini kurmuş ve İslâmı yıkılmak üzere bir bina farzedip onu dışından payandalamak isteyen daha sonraki reformcu’lara doğrudan doğruya veya dolayısıyle dayanak olmuştur.

“- İbn-i Teymiyye, dinî içinden zedeleyen kâfir...”

Bu sözü ben söylemiyorum. Altın silsile’nin 33’üncü halkası,14’üncü Hicrî ve 20’nci Miladî Asrın İrşad Kutbu söylüyor.

Kocakarıların hayal aynasındaki mevhum çizgilerle, ALLAH’ın esrar perdesindeki sonsuzluk nakışları ve tasavvufun sahtesiyle gerçeği arasında ayırt edici meleke işte İbn-i Teymiyye’de mevcut olmayan selim akıl ve mü’min kalpleri ışıldatıcı ilâhî nurdur. Nur yoksunu, o....


Necip Fazıl Kısakürek
(Türkiye’nin Manzarası’ndan)




İBN-İ TEMİYYE

Doğan Çilingir-(İlâhiyatçı)


Hatip, vâiz ve ilmî çok bir fakîh idi. Çok kitap yazdı. Şiî’leri ve Yunan feylesofları reddetti. Ehl-i sünnete uymayan yazılarından dolayı Mısır’da iki defa hapsedildi. Allâme İbn-i Hacerî Mekkî hazretleri, buna “ALLAHü teâlânın, ilmîni sapıtmasına sebep ettiği kimsedir.” buyurdu.

Sıfat-ı İlâhiyye hakkında sorulan suale verdiği cevap Ehl-i Sünnet âlimlerini gücendirmiştir.

ALLAHü teâlâyı insan suret ve siretinde kabul ettiği için Kahire kalesinin kuyusuna hapsedildi.

Ehl-i Sünnet âlimlerinin büyüklüğünü anlıyamamış ,tasavvufu inkar etmiş ve doğru yoldan ayrılmıştı. Nitekim Zehebî de aynı yola sapmıştı.

Ehl-i Sünnet âlimlerinden ayrıldı, İslâm âlemine fitne ve fesat ateşi saldı.

İmâm-ı Suyûti, Kamu’ul Mu’ârid kitabında buyuruyor ki, “İbn-i Teymiyye kibirli idi, kendinî beğenir, herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek ve büyüklerle alay etmek âdeti idi.”

Mason Abduh’un yetiştirmelerinden Camiülezher’in eski rektörü Mustafa Abdurrazik Paşa diyor ki: “İbn-i Teymiyye fetva verirken, mezhebe uymaz, bulduğu delil ile hareket ederdi. Tasavvuf büyüklerinin keşfini inkâr ederdi.”

Yine Abdurrazik Paşa diyor ki, “Vehhâbilik, bir bakımdan İbn-i Teymiyye’ye bağlı olduğu gibi, son asrın müceddidi bildiğimiz M. Abduh’daki dinde reform fikirleri de bir bakımdan İbn-i Teymiyye’ye bağlıdır.”

İbn-i Teymiyye evliyanın büyüklerinden Sadreddinî Konevî hazretleri için diyor ki: “Muhyiddin-i Arabi’nin arkadaşı olan Sadreddin, Aklîyyat ile kelâm ilimlerinde üstadından daha ileride olmakla beraber, ondan daha kâfir, daha az bilgili, daha az imanlıdır. Bunların mezhebi kâfirlik olduğu için daha hünerli olanları,daha çok kâfir oluyorlar.”

İbn-i Teymiyye müslümana kâfir diyenin kendisinin kâfir olacağını bilmediği düşünülemez. Fakat şeriatı kendi sapık görüşüne uydurmaya kalktığı ve aklı ermediği hakikatleri inkar ettiği için dalâletten dalâlete sürüklenmiştir.

Kur’ân-ı kerîmi ve Hadîs-i şerîfleri Ehl-i Sünnet âlimlerinin yanlış anladıklarını iddia edecek kadar ileri gitmiş ve Ashâb-ı kirâmın bile çok yerde yanıldıklarını söylemiştir. ALLAH’ın dinîni kendisinin düzelttiğini, Kur’ân-ı Kerîmin mânasını sadece kendisinin anlamış olduğunu söylerdi.

Müşebbihe denilen bid’at fırkası gibi konuşur, ALLAHü teâlâya madde ve cisim derdi. Yaratanı insan şeklinde sanıyordu. Bu bozuk inancına o kadar saplanmıştı ki Şam Camiînin minberinde “Cenâb-ı Hak, gökten yere benim şimdi indiğim gibi iner.” diyerek minberden aşağı indiğini İbn-i Battuta haber veriyor.

Tatarhaniye fetva kitabında, Milel ve Nihal kitabında ve bütün Ehl-i Sünnet kitaplarında mücesseme ve müşebbihe fırkaları gibi düşünen ve konuşanların kâfir olduğu bildirilmiştir. İbn-i Teymiyye gibi ALLAHü teâlâ arş üzerinde oturur, iner, yürür gibi sözlerde bulunmak küfürdür.

Cehennem azabının kafirlere de sonsuz olmayacağını söylerdi. Dört mezhebin sözbirliği ile bildiklerine uymayan sözlerin küfür olacağını kabul etmezdi.

El-Cebel camiînde Hazret-i Ömer RadıyALLAHü anh’ın çok hata yaptığını söylemiştir. Hazret-i Ali RadıyALLAHü anh’ın ise üçyüz defa yanıldığını söylemiştir. Hadîs-i şerîfte ise “ALLAHü teâlâ, doğru sözü Ömer’in dili üzerine koymuştur ve Ömer hiç yanılmaz.” buyurulmuştur. İbn-i Teymiyye ise Hazret-i Ömer radıyALLAHü anh’ın yanıldığını söylemekle Hadîs-i şerîflere karşı gelmektedir. Halbuki böyle Hadîs-i şerîfleri bilmeyecek kadar cahil değildi, fakat bilgisinin çokluğu nisbetinde çok yanıldı.

İmâm-ı Gazalî’nin kitablarında mevzu hadîslerin çok olduğunu iddia ederdi. İbn-i Hacer-i Mekkî hazretleri, El-a’lâm bi kavatı il İslâm kitabında İbni Sübkî gibi âlimlerin kitaplarından alarak buyuruyor ki “İmâm-ı Gazalî’nin yazılarında kusur bulan kimse, ya hasetçidir veya zındıktır.” Zevacir S.37

İbni Battuta, İbni Hacer-i Mekkî, İbni Sübkî ve Ebû Hayyan Zahirî Endülûsî gibi sözleri senet olan derin âlimler, İbn-i Teymiyeyi Rafîzi saymışlardır. Hiç bir Ehl-i Sünnet âlimi İbn_i Teymiyye’yi övmemiştir. Talebeleri Zehebî ve İbnülkayyim gibi aynı yolun yolcuları onu göklere yükseltmiştir. Peygamber aleyhisselâmın anne ve babasına saldıran Aliyyül Kari ile Kur’ân-ı Kerîme mahluk diyen mason Abduh gibi kimseler İbn-i Teymiye’yi İmâm bilmişler, Ehl-i Sünnetten ayrılarak dalâlete düşmüşlerdir.







HAMİDULLAH-BAİDULLAH

Dalalet kumkuması


1- Her şeyden evvel eserine “İslâm Peygamberi” adını koymakla bütün zaman ve mekânın ve topyekün kainatın efendisine, tek Peygamberine âdeta mahdut bir saha, muayyen bir daire çizen, onu birdenbire göze çarpmayacak şekilde dar bir tefrik ve tahsis çemberi içine alan ve böylece en azılı İslâm düşmanlarından Hollandalı müsteşrik Doktor (Duzi) ağzıyla konuşan...

2- İslâmın o da hatır için, orta seviyeyi hedef tutturucu bir din olduğunu kaydeden ve dolayısıyle yüksek seviyeye mahsus olmadığı hissini sinsice veren (s. 14)…

3- İç ve dış bütün ilimlerin sahibine, Suriye Hıristiyanlarından din bilgisi almış olmayı yakıştıran (s. 21)…

4- Nebiliği, nebiliğin meydana gelişini basit dünya sâiklerine ve toprak üstü sebeplere bağlıyan (s. 25-29)…

5- Çölde sütkardeşi küçük kızın omuzunu, hayat boyu iz kalacak şekilde ısırdığını yazan (s. 40)…

6- Rahip Bahîra Vak’asında “istihfaf mevzuu 9 yaşında bir çocuğun simasında” nebilik alameti bulunamayacağını ve buna inanmanın “safdillik” olacağını öne süren (s. 46)…

7- “Çocukluğunda puta bir esmer koyun hediye ettiğine” ait bir rivâyeti kaydedebilen (s. 47)…

8- ALLAH’ın sevgilisi ve insanoğlunun en güzelini düztaban diye vasfeden (s. 55)…

9- Vahy ânındaki esrarlı tecellileri “onların ifadesine göre” kaydiyle kendi kanaatinden uzakta tutan ve bu uslûpla şüpheli gösteren (s. 66)…

10- Bir tecellinin şeytani mi melekî mi olduğunu tahkik mevzuunda “melekse çekilir gider, şeytansa kalır seyreder” gibilerden ilk zevceleri mübarek Hazret-i Hatice ile aralarında edep dışı sahneler îma etmeye kadar varan (s. 69)…

11- Buda’yı Peygamber sayan (s. 69)…

12- İlk müslümanları şahsî yakınlık ve menfaat sebebiyle imana gelmiş farzeden (s. 72)…

13- Şakk-ül Kamer vesilesiyle mucizeyi bıyık altından alaya alan ve kendisini dışarıda bırakıcı şekilde nakillere bağlıyan (s. 82)…

14- Bazı müminlere mucizelerinden ziyade menfaat teminiyle tesir ettiği gibi bir hükmü dile getirebilen(s. 83)…

15- Miraç mu’cizesini sadece rûhi bir hal sayan ve rûhânî-cismânî, rûh ve madde bu miracı kabul etmeyen(s. 92)…

16- Dünyamız küre şeklinde olduğuna ve bir tarafında başa isabet eden gök, mukabil tarafında aynı adamın ayağı istikametine düştüğüne göre Arş’ı tepede aramanın imkânsız olduğunu söyleyecek kadar ebleh ve iptidai bir mantık kullanan ve büyük münhanilerle büyük müstevilerin iç içe olduğuna ve birleştiğine dair yeni fizikten ve (Aynştan) dan bile haberi bulunmıyan ve İslâm da ALLAH’a mekân tahsisi olmadığını bilmemezlikten gelip Mirac’ı ALLAH’a mekân tayin etmiş olmak gibi gösteren (s. 92)…

17- İslâm’dan önce Kudüs’te mescid bulunmadığını iddia edecek kadar cehâlete düşen, hattâ Kur’ân-ı bile yalanlamaya kadar giden (s. 93)…

18- “Tedavi için sadece tükürüğü vardı...” lâfını edebilen (s.106)…

19- Eserini baştan başa kuru aklın en âdîsi ve bizzat akılla iflas ettirilmişi üzerine bina eden ve onun önsözünde Fransızlardan gördüğü misafirperverliğe muKâbele için yazdığını, yani kiliseyi memnun edebilmek çabasında bulunduğunu itiraf eden…

Evet bütün bunları eyliyen, dinden imandan, aklın iç yüzünden, felsefeden, Doğu ve Batı Muhasebesinden ve her idrak fakültesinden yoksun bir bedbahtın İslâm ,âlim ve mütefekkiri diye piyasaya sürülmesinden ve bugünedek bir fikir ve itikat jandarması marifetiyle durdurulmuş olmasından büyük felaket düşünülemez.

Ayrıca bu adamın bir zamanlar 6000 lira aylıkla Sıddık Sami Onar nam kişi tarafından Üniversite (konferansiye) tayin edilmiş, yani (Makaryos) dan beter bir kişi marifetiyle İslâm hakikatlerini göstermeye memur kılınmış olması, islâmiyeti göstermek değil, gömmekten başka bir şey olmayan gayeyi açıkça belirtir.

Din simsarları bunları basa dursun...
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
mezhebsizleri tanıyalım 1 in devamı Mİ’RAC VE HAMİDULLAH

mezhebsizleri tanıyalım 1 in devamı Mİ’RAC VE HAMİDULLAH

mezhebsizleri tanıyalım 1 in devamı Mİ’RAC VE HAMİDULLAH
N.F. Kısakürek
(Türkiye’nin Manzarası’ndan)






Mİ’RAC VE HAMİDULLAH


Mr.Prof.Hamidullah, A.Ü. İslâmî İlimler fakültesinde Mİ’RAC ile ilgili bir seminer veriyor. Seminere katılanlar arasında Dr. Zeki Çıkman isimli bilgili bir müslüman bulunmaktadır. Dr. Zeki Çıkman, din gayretinin verdiği cesaretle Mösyö Hamidullah‘a bazı sorular tevcih ediyor. Konuşma münazara şeklini alıyor. 50 dakika süren münazara sonunda, Dr. Zeki Çıkman’ın aklî ve naklî delilleri karşısında şahitlerin huzurunda Mösyö Hamidullah “Ben böyle düşünüyorum, kanaatim budur. Bu benim şahsi anlayışımdır.” demek mecburiyetinde kalıyor. Konuşmalar teyple tespit edilmiş.

Yüksek İslâm Enstitüsünün değerli hocalarından Ahmed Davutoğlu kitaba takriz yazmış. Davudoğlu Hoca, takrizinde Prof. Hamidullah’ın paslı silsilenin (din tahripçilerin ) son halkalarından biri olduğu, onun Peygamber aleyhisselâm hakkında yazdığı kitaplarında Kur’ân-ı kerîmin Cebrâil aleyhisselâm vasıtasıyle indirildiğine dair yani vahy mahsulü olduğuna dair bir işaret bulunmadığını kaydettikten sonra, talebelik yaptığı Mısır’da çok reformcu gördüğünü, bu bakımdan Mr. Hamidullaha şaşmadığını, fakat onu bir din yetkilisi gibi kabul ederek Türkiye’de fesat tohumu ekmesine müsâade edenlere şaşıp kaldığını zikretmektedir.

İkinci takrizi yazan eski Erzurum müftüsü Osman Bektaş Hoca ise kitabın müellifini takdir ve tebrik ederek bu kıymetli eseri okuyuculara tavsiyede bulunuyor.

Kitabın önsözünde kati hüccetlere dayanılarak “Cumhur-i selef ile halefin itikadına göre Mİ’RAC’ın Rûh ve ceset ile birlikte vâki olduğu, Mescid-i Harâmdan Mescid-i Aksaya seyahatın Kur’ân-ı Kerîmle sâbit olduğundan, Mi’rac’ın bu kadarına inanmıyanın kâfir olduğu” isbat ediliyor.

Mu’cizelerin hiç birine inanmıyan Mr. Hamidullah’ın Mİ’RAC mevzuunda kıvırtarak nasıl inkar ettiği 10 madde halinde sıralanarak gerekli cevaplar verilmiştir.

Kitabın tanzim sırasına göre, Mösyö Hamidullah’ın sakat görüşleri ile buna verilen ilmî cevapların kısa bir özetini aşağıya çıkararak okuyuculara sunuyoruz.

1- “ Uzaktaki Mescid-in Kudüs’te olduğu düşünülemez. Zira Kur’ân-ı kerîm’in inzal edildiği devirde Kudüs’te mescid yoktu” diyor Mösyö Hamidullah.

Buna Buhârî ile müslim’in müttefikan bildirdiği bir hadîs-i şerîfle cevap veriliyor. Mescid-i Aksa’nın Mescid-i Harâm’dan 40 yıl sonra yapıldığı belgeleniyor.

Prof. Hamidullah, tenakuzlu iki ifade zırvalıyor: “Peygamberimiz Mİ’RAC’tan inerken yerdeki Mescid-i Aksa’ya uğramıştır ve soranlara da burayı tarif etmiştir”.

Bu sözü nakzeden ifadesi:”Peygamberimiz demedi ki, orada şöyle bir mescid var idi, şöyle bir ma’bed ve şöyle bir binadır demedi.”

Bu sözlerinde Sahih-i Buhârî’deki bir hadîs-i şerîfte cevap veriliyor:

“Mescid-i Aksa’ya sefer ettiğimi söylediğimde, Kureyş beni yalanlayınca Hicir’de ayakta durdum. Müteakiben ALLAH bana ,Beyt-i Makdis’i ile gözümün arasındaki mesafeyi kaldırdı da (denemek için ne sordularsa) Mescid-i Aksa’ya bakarak onun nişanelerinden Kureyş’e haber vermeye başladım.”

Aynı husus, Sahih-i Müslim’deki başka bir hadîs-i şerîfte perçinleniyor.

Sahih-i Buhârî’deki başka bir hadîs-i şerîf naklediliyor:

“Kureyş, Mescid-i Aksa’nın kaç kapısı var diye sormuşlardı.Halbuki ben Kudüs Mescid-inin kapısını saymamıştım. Fakat karşımda mescid tecelli edince ona bakmaya ve kapıları birer birer saymaya başladım.”

Buhârî ve Müslim’deki başka bir Hadîs-i şerîften bahsedilerek Hazret-i Ebû Bekir’e SIDDÎK denilmesinin hikmeti belirtiyor. Müşriklerin sorularına “O söylemişse doğrudur.” sözü naklediliyor. Hz Ebû Bekir’in daha önce Mescid-i Aksayı gidip gördüğünü, Peygamber aleyhisselâmın Mi’racı tekrar anlatırken “doğru söylüyorsun ya ResûlALLAH” diye tasdik ettiği, hadîs-i şerîfte ispatlanıyor.

2- “İki Mescid-i Aksa vardır: Biri yerde, diğeri gökte. İnerken yerdekine uğramıştır. Soranlara da burayı tarif etmiştir. Gökteki bir Mescid-i Aksa’nın Mi’racın mahalli olmasını tercih ederim.” diyor, Mösyö Hamidullah.

Bu zırvaya da başta dört büyük İmâm olmak üzere Cumhur-i selef ve halefin Mescid-i Aksa’dan murat Kudüs’teki Mesciddir diye sözbirliğinde bulundukları belgelere dayanarak cevaplandırılıyor.

Peygamber aleyhisselâm yıldızlara bakarak Kudüs ve Kâbe’nin yönünü kıble ciheti olarak tespit ettiğini söylüyor Mösyö Hamidullah.

Âyet-i kerîme ile sabit vahyi inkar sadedindeki bu ifade de “Medine’de iken bir ikindi namazında kıble âyeti geliyor, tahiyyattan kalkıldıktan sonra namaz bozulmadan Mescid-i Aksa’dan Kâbe’ye doğru dönülüyor” şeklinde vesikalarla ispatlanıyor.

3- “Peygamberimiz ticaret maksadıyle, nübüvvetten önce Kudüs’ü iki defa görmüştür. Kudüs’ü soranlara tarif etmişse bunun mu’cizelikle ne alakâsı vardır?” diyor Mösyö Hamidullah.

Bu zırvaya da Sahih-i Buhârî’deki bir hadîs-i şerîfte cevap veriliyor: “Kudüs’le benim aramdaki mesafe ortadan kalktı ve ben Mescid-i Aksa’ya bakarak ne soruyorlarsa cevap veriyordum.”

Mösyö Hamidullah’a vesikalar sunulduğu halde yukarıdaki iddiasına ayak diremesinin üç tehlikeyi ima ettiği belirtiliyor:

a- Peygamber aleyhisselâm “aradaki mesafe ortadan kaldırıldı” demekle hâşâ yalan söylemiş oluyor.

b- Buhârî ve Müslim’deki bu husustaki sahih hadîs-i şerîfleri inkar etmiş oluyor.

c- Yahut Peygamber aleyhisselâm daha önce gördüğü bu yeri hafızasında canlandırarak tarif etti demek istiyor:

Eğer Hamidullah’ın dediği gibi Peygamber aleyhisselâm Kudüs’ü görmüş olsaydı, müşrikler bunu bilecekleri için böyle bir sorunun sorulmasının yersiz ve gereksiz olacağı belirtiliyor.

Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmesini MU’CİZE olarak değil de basit bir seyahat hatırası olarak kabul etmek Hamidullah gibi Mösyölere has bir inanıştır.

4- “ALLAH, zaman ve mekândan münezzeh olduğuna göre onunla konuşmak için bir yere gitmeye lüzum var mı? Rûhunda bir binite ihtiyacı vardır.” diyor, Mösyö Hamidullah.

Cevap olarak, Peygamber aleyhisselâmı, İslâmın kerih gördüğü madde aleminden alıp âyetlerini göstermek ve kendisini alemlere nişan olarak temsil için daha temiz alemi-emirde “Kâbe –kavseyn” de bizatihi görüştü.

Ehl-i sünnet, bizâtihi görmeyi şöyle açıklar: “Mi’rac gecesinde, Peygamber aleyhisselâm Rabbini dünyada görmedi âhirette gördü. Çünkü o serveri Kâinat, o gece zaman ve mekân çevresinden dışarı çıktı. Ezelî ve ebedî bir an buldu. Cennete gideceklerin, binlerce sene sonra, Cennete gidişlerini ve Cennete oluşlarını o gece gördü, o mekânda görmek dünyada görmek değildir. Âhirette görmesi ile görmektir. Ehl-i sünnet âlimleri dünyada görülmez buyuruldu.(Mektûbât-ı İ. Rabbânî C.1 M. 283)

Ehl-i sünnetin inancının bu şekilde oluşu Cenâb-ı Hakkın zamandan ve mekândan münezzeh oluşuna nakısa getirmiyor.

“Rûhun da bir binite ihtiyacı vardır.” saçmasına İmâm-ı Rabbânî’den cevap veriliyor: “Alem-i emir özelliğini taşıyan rûhun madde aleminde seyahat etmesi için bir bineğe ihtiyacı yoktur. Burak ve Mi’rac, Peygamber Efendimizin mübarek bedenlerimi taşımak için kullanılmış özel binitlerdir.

5- ”Ben Kur’ân-ı inceledim ABD kelimesinin cesetle ilgili olduğuna dair herhangi bir âyet görmedim” diyor, Mösyö Hamidullah.

Cevap olarak, Abd, kelimesinin lügatte hür veya köle insan manasına geldiğini, Arapça da ise cesetli insan için kullanıldığı, cesedden âri rûh, can ve nefse Abd denilmediği izah ediliyor. Ayrıca Abd’nin rûhla cesede birlikte denildiğini birçok âyet-i kerîme, müfessirlerin beyanları ve muteber kitaplardan deliller getirilerek isbat ediliyor.

6- “Benim Mi’rac anlayışım bir geziden ziyade rûhen ve manen bir seyahattır. Bu seyahat şâyet bedenidir dersek, karşımıza çıkacak bazı suallere cevap vermeliyiz.” diyor Mösyö Hamidullah.

Bu herzelere aklî ve naklî sayısız delillerle cevap veriliyor. Aklî delillerden birkaçı: Eğer Peygamber aleyhisselâm Mi’racı rûhen ve hal olarak yapmış olduğunu söyleseydi kimse itiraz edip de soru sorma lüzumunu duymazdı. Bedenî gidiş olduğunu anladıkları için,iki ayda gidip gelinecek yolu bir anda gidip geldiğini söylediği için ve Peygamber aleyhisselâmın daha önce Kudüs’ü görmediğini bildikleri için Mescid-i Aksa’yı tarif etmesini istiyorlar. Bu muazzam Mi’rac mucizesine inanmayıp irtidad eden birçok insanlar çıktı.

Cenâb-ı Hakkın Resûl-i Ekremini Kudüs’e getirmeden semaya çıkarmamış olması da dünyevî sened ile Mi’racın cismanî olduğunu göstermek için olduğu kaydediliyor.

Hazret-i Ömer RadıyALLAHü Anh, Kudüs’ü aldıktan sonra papazın gösterdiği ma’bedler arasında Mescid-i Aksa’yı Peygamber aleyhisselâmın tarif ettiği şekilde bizzat tanıdığı ve teşhis ettiği belgeleniyor. Bu vakıanın üç şeyi tespit ettiği meydana çıkıyor:

1- Mi’rac hadîsesinde Mescid-i Aksa’nın tarif edilecek kadar mamur bir ma’bed olduğu.

2- Peygamber aleyhisselâmın tarif ettiği Mescid-i Aksa’nın burası olduğu.

3- Mescid-i Aksa’nın göklerde değil, yeryüzünde ve Kudüs’te olduğu belirlenmiş oluyor. Müşriklerin de Mescid-i Aksa’yı bildikleri için Peygamber aleyhisselâmdan tarifini istiyorlar. Mevcut olmayan bir Mescidin tarifini istemeleri elbette muhal olurdu.

Mi’racdan döndüklerinde henüz yataklarının soğumamış olması, eğer rüya olmuş olsaydı yatağın soğumasından bahsetmenin yersiz olacağı belirtiliyor.

Şakkulkamer mu’cizesini inkâr sadedinde Mösyö Hamidullah’ın bir herzesi daha naklediliyor: Beşer tarihinde ALLAHın seçilmiş kullarına mu’cizelerin yakıştırıldığı, tarihçilerin dediğine göre hemşehrilerinin alaylı sözleri karşısında aya işaret edip ayın ikiye ayrıldığı , ayın içinde eskiden beri bir çeşit gaz bulunabileceği, bu gazın patlaması ile meydana gelen zelzelede ayın ikiye ayrılmış olabileceği, bu hadisenin ise Resûl-i Ekremin Peygamberliğini isbat etme ihtiyacını duyduğu sırada vuku bulduğu Mösyö Hamidullahca ifade edilmektedir. Hamidullah’ın bu saçmasına da gâyet enteresan ve ilmî cevaplar verilmektedir.

Burak isimli bineğin bedeni taşımak için olduğu, rûhun bineğe ihtiyacı bulunmadığı bildiriliyor.

Naklî delillere gelince; başta dört Hak Mezhebin İmâmları olmak üzere Hadîs, Fıkıh, Kelâm âlimlerinin cumhuruna göre İsrâ ile Mi’racın bir gecede, rüyada değil, uyanık halde, rûh ve cisimle birlikte vuku bulduğu belgelerle ispat ediliyor.

“Miracın iki olduğuna dair icma yoktur.” diyor Mösyö Hamidullah.

Nübüvvetten önce de başka bir Miracın vuku bulduğu belgeleniyor.

Mösyö Hamidullah, Peygamber aleyhisselâmın mübarek göğüslerinin yarılması hadisesine “asrımızda bunun halli mümkün değildir.” diyerek inkâr ettiği ve Mİ’RAC hakkında bir İCMA’yı kabul etmediği belirtiliyor. Bunlara gâyet ilmî ve muknî cevaplar veriliyor.
 
Üst Alt