Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Mele

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
1980.jpg
MELE
Arapça "dolmak, doldurmak, bir kimseye yardım etmek anlamındaki "melee" kökünden türeyen Mele’ kavramı : bir görüş üzerinde birleşen topluluk, bir toplumun ileri gelenleri; yöneticilerin görüşlerine başvurup danıştığı, toplumun yönetiminde ve yönlendirilmesinde söz sahibi olan grup anlamına gelmektedir. Ayrıca sözcük olarak hırs, zan, şüphe ve ahlak gibi anlamları da vardır.
Yaklaşık otuz ayette geçen mele’ kavramını, Kur’an genellikle toplumu etkileyip yönlendiren ve yöneticilere danışmanlık yapan kimseler için kullanmaktadır. Aslında nötr bir kavram olan Mele’ olumlu veya olumsuz bir anlam taşımamaktadır. Ancak Kur’an bu kavramı -bir iki ayet dışında- ayetlerin tamamında olumsuzluk içeren bir anlamda kullanmaktadır. Müşrik toplumların önde gelenlerini, vahye karşı koymada halkı örgütleyenleri, peygamberlerin davetini boşa çıkarmak için her türlü fitneyi kullananları, şirk toplumlarını vahye karşı ayakta tutmaya çalışanları ve bunun için organizatörlük yapanları, halka akıl ve yön verenleri, Kur’an, mele olarak tanımlamaktadır. Ayrıca Kur’an, bütün vahiylere ilk itiraz edenlerin, Allah’ın dinine ilk karşı çıkanların daima mele’ takımı olduğunu bildirmektedir.
Yönettikleri toplumların iman etmekten yüz çevirmelerini sağlamak için her türlü yönteme başvuran ve sahip oldukları bütün imkanları bu uğurda harcayan mele’ zümresi, tarihin her döneminde sürekli tevhide karşı şirki ayakta tutmaktan yana olmuştur. Bu gerçek geçmişte böyleydi, günümüzde de böyledir, gelecekte de böyle olacaktır. Günümüzün müşrik toplumları, geçmişteki müşrik toplumlardan farklı olarak mele’ sınıfına, kendilerini Müslüman olarak tanımlayan siyasetçi ve din adamlarını da dahil ederek, vahye karşı en büyük desteği onlardan almaktadırlar. İktidar nimetlerinden yararlandırarak yanlarına aldıkları bu kimseler, içinde yer aldıkları iktidarlarının yaşamasında büyük başarılar elde etmektedirler. Öyle ki bu iktidarların varlıklıklarını sürdürebilmeleri büyük oranda bu dayanak sayesinde mümkün olabilmektedir.
Bütün sistemlerde/toplumlarda siyasi ve ekonomik gücü elinde bulunduranların, bu gücü en iyi şekilde kullanmalarını sağlamada baş aktörlük yapanlar o sistemin mele’sidirler. Günümüz modern toplumlarında tekelleşmiş/kartelleşmiş sermaye, medya, güvenlik güçlerinin bağlı olduğu merkezler, kültür ve sanat merkezleri, parlamentolar, resmi-dini kurum ve kuruluşlarda yöneticilik yapanlar; siyasetçiler, bürokratlar ve aydınlar mele’ sınıfını oluşturmaktadırlar. Bu sınıfta yer alanlar, bir toplumda halk ne durumda olursa olsun her türlü imkana ve konfora sahip olarak yaşarlar. Karar mekanizmaları ellerinde olduğu için sürekli kendi haklarını koruyucu düzenlemeler yaparak bu yaşantılarını güvenle sürdürmeye çalışırlar.
Mele’ sınıfı, müşrik toplumlarda ekonomik, siyasi, düşünsel, yönetsel ve bürokratik önderliği yaptığından bu önderliğin kendilerine sağladığı üstünlük ve imtiyaz aynı zamanda onlara her türlü konfor ve imkanı da sağlamaktadırlar. Kur’an’ın, toplumun "ileri gelen istikbarda bulunan şımarık azgınları" olarak tanımladığı bu sınıf; bütün müşrik toplumlarda peygamberleri ilk reddeden kimseler olarak bildirilmektedir. Bu sınıf, vahye karşı koymakla yetinmeyip onu ve taraftarlarını yok etmek için sahip oldukları bütün imkanları kullanmakta; toplumu vahiyden korumak ve vahyi getirenlere karşı harekete geçirmek için her türlü psikolojik ve sosyolojik propagandayı hiçbir ahlaki kural tanımaksızın yapmaktadırlar.
Kralların, hükümdarların, sultanların ve modern toplumlardaki cumhurbaşkanlarının ve başbakanların en üst düzeydeki yöneticiler olduklarına, yetki ve söz sahibi kimseler olarak görülüyor olmalarına aldanmamak gerekir. Görüntü böyle olsa da gerçekte söz ve yetki sahibi olanlar toplumun mele’ kesimini teşkil edenlerdir. Çünkü mele’, gücünü yalnız yönetimden değil aynı zamanda sermayeden, dinden, medyadan, sanatsal ve kültürel oluşumlardan, ünlülerden, aydınlardan kısacası toplumu ayakta tutan bütün kurum ve kuruluşlardan alan ve bütün bu güçlerin temsilcisi ve sözcüsü durumundadır.
Bu organizasyonda, toplumun her kesiminin ileri gelenleri yer almaktadır. Krallık veya başbakanlık bu organizasyonun yalnızca bir parçası durumundadır. Mele’ sınıfı bir toplumu ayakta tutmayı sağlayan ne kadar kurum ve kuruluş varsa o kurum ve kuruluşların gücünü ve yönetimini elinde bulunduranlardan oluştuğu için; toplumun kollektif gücünü temsil etmektedir. Bu kollektif güç, istediği zaman kendisine uyum sağlamada sıkıntı olan herhangi bir parçasının gücünü ve yetkilerini elinden alabileceğinden veya onu tamamen değişikliğe uğratabileceğinden asıl iktidar sahibi olan güçtür.
Mele’liğin sağladığı imkanlarla şımarıp azgınlaşan kimseleri Kur’an "nimetle şımartılıp azdırılmış" anlamına gelen mütref olarak tanımlamaktadır. Mütref kimseler, gayri meşru kazanç ve güçle; adil olmayan yöntemlerle başkalarına ait nimet ve hakları gasp ettiklerinden aşırı oranda servet ve imkan sahibi olurlar. Başka türlü gösterilmeye çalışılsa da; gerçekte sahip oldukları düzenlerin ana unsurları, bunu yapma imkanı sağlayacak şekilde kurulmakta ve işlemektedir. O bakımdan toplumların mele’ ve mutref kimseleri diğer bir deyimle ileri gelen kurmay kadroları kendilerine bu imkanı sağlayan sistem ve düzenleri korumayı insan hakları, demokrasi, özgürlük, uygarlık ve benzeri argümanlarla korumak ve halkı buna inandırmak için bütün güçleri ile çalışırlar.
Korumaya çalıştıkları, kutsadıkları, en doğru ve üstün şeymiş gibi göstermeye çalıştıkları ve toplumu zorunlu olarak seçmek zorunda bıraktıkları şey, rejimleriymiş veya devletleriymiş gibi gösterilmeye çalışılsa da gerçek hiç de böyle değildir. İster demokrasi ister krallık, adı ne olursa olsun fark etmez; aslında korumaya çalıştıkları şey sistemin kendisi değil o sistemin onlara sağladığı imkanlardır. Diğer bir anlatımla inandıkları ve korumaya çalıştıkları değerlere aslında kendileri de inanmamakta ancak o değerlerin kendilerine sağladığı imkanların korunabilmesi için öncelikli olarak o değerlerin de korunması gerektiğinden böyle davranmaktadırlar. Tıpkı geminin içindeki malların batmaması için geminin de batmamasının gerektiği gibi.
Sahip oldukları nimetler mütref takımının insani duygularını yok etmekte ve şımarıp azgınlaşmalarına neden olmaktadır. Bu nedenle de yoksullaştırdıkları, açlığa ve işsizliğe mahkum ettikleri insanların sıkıntılarını ne anlar ne de görürler. Hatta onların yoksulluklarından, çaresizliklerinden yararlanarak bedenleri de dahil her şeylerinden ahlaksızca yararlanırlar. Elde ettikleri gayri meşru kazançlarını, kazancın doğası gereği gayri meşru amaçlar işin harcarlar. İnsanların büyük bir çoğunluğu yiyecek ekmek bulamazken, bunlar köpeklerinin bakımı için köpek kuaförlerine yüz milyonlar harcayacak kadar azgınlaşmayı ilerleme ve uygarlık olarak tanımlarlar. Bir yandan ilaç parası bulamadığı için kıvranan insanlar varken, onlar çok rahat bir şekilde milyon dolarlık yatlarında vücutlarına sürecekleri bakım kremlerine milyarlar ödemekte hiçbir beis görmemektedirler. Bir yandan üzerine giyecek elbise bulamayanlar varken, onlar milyarlara varan rakamlarla aldıkları başörtülerini ayrıca kuaföre bağlatmak için onlarca milyonlar verebilmektedirler.
Bu büyük servet sahibi mütrefleri ilgilendiren tek şey, hatta tek sıkıntı bu serveti nerede ve nasıl harcayacaklarının hesabını yapmaktır. Her türlü fuhuş, içki, kumar ve eğlence alemi onların hayatlarının ana gövdesini oluşturmaktadır. İşte bu azgınlıklarına son vermek isteyen peygamberlerin çağrılarına insanlık tarihi boyunca ilk karşı çıkanlar hep mütrefler olmuştur. Karşı çıkışlarının gerçek nedeni çağrıldıkları şeyin yanlış olması veya kendi ideolojilerini daha doğru görmelerinden değil, sahip oldukları statüyü korumak istemelerindendir. "Biz hangi memlekete bir uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın mütrefleri "biz sizin gönderildiğiniz şeye kafirleriz" dediler." (sebe – 34) ayeti ve benzer birçok ayet bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.
Bütün toplumların mele’, mütref ve müstekbir sınıfını oluşturanların, vahye karşı çıkışlarının gerçek nedeni, vahyin sağlamak istediği adalettir; vahyin zulmü ortadan kaldırmak, insanları kula kul olmaktan kurtarmak amacında olmasıdır. Haksızlıkla, hırsızlıkla, haram ve günahla mal, mülk, mevki ve makam sahibi olanlar, vahiyle bunları yitireceklerini bildiklerinden vahye karşı çıkmaktadırlar. Diğer yandan tarihte de sayısız örnekleri görüldüğü gibi, toplumların haksızlığa uğrayan, zulüm gören, aldatılan ve horlanan kimseleri vahyin davetini ilk kabul edenler olmuşlardır.
Üstünlüğü ve itibarı maldan alıp kişiliğe veren, insanlara Allah’ın dışında hiçbir güce boyun eğmeden durma şahsiyeti kazandıran Vahiy, üstünlüklerini mala ve güce bağlı olarak elde etmiş olanları korkuya düşürüp çaresiz bırakmaktadır. İman gücünün mensubuna kazandırdığı şeref, kişilik, asalet ve üstün ahlak karşısında müstekbirlerin siyasi, askeri ve ekonomik gücünün yetersiz kalması onların, mustazaflara karşı zulüm yapmalarında, vahşi ve cani olmalarında önemli bir unsurdur. Sahip oldukları imkanların, inanmış mü’minlerin Allah’a teslim oluşuna karşı yeterli gelmemesi onların psikolojilerini bozmaktadır. Psikolojik rahatsızlıklarını gidermek için mü’minleri yoksul, cahil, akılsız ve ayak takımı kimseler olarak göstererek küçümsemeye çalışmaktadırlar.
Böylece bu gerçek büyüklüğün, gerçek üstünlüğün karşısında çaresizliklerini ve küçüklüklerini gizlemeye çalışmaktadırlar. Bu anlayış, aynı zamanda nefsini ilahlaştıran kimseler ile vahyin arasında perde görevi görmekte, dolayısı ile bu anlayışın sahipleri vahye karşı sağır, dilsiz ve kör olmaktadırlar. Nuh kavminin mele’lerinin peygamberine karşı takındıkları tavır bu anlayışın en somut örneğidir: "Nuh kavminin mele’(ileri gelen) kafirleri; "Seni ancak bizim gibi beşer olarak görüyoruz. İçimizden sana basit görüşlü en adi kimselerden başkasının tabi olduğunu görmüyoruz. Bilakis yalancı olduğunuzu sanıyoruz" dediler" (Hud-27). Mekkeli müşriklerin vahye karşı çıkışlarının temel sebebi de Peygamber efendimize ilk inananları küçümsemeleriydi.
Peygamberi dinlemek için onun etrafındaki yoksulları, güçsüzleri kovarak kendi aralarına katılmasını, onlardan biri olmasını şart gören Mekke müşriklerinin ileri gelenlerine karşın Allah, Rasulüne şu mesajı vermişti: sırf Allah’ın rızasını dileyerek sabah akşam Rablerine dua edenleri huzurundan kovma. Onların hesabından sen sorumlu değilsin. Onlar da senin hesabından sorumlu değillerdir ki. Onları kovalarsan da zalimlerden olasın. (En’am – 52)
Mele ve mütref kavramlarını siyasi sistemlerden ayrı düşünmek mümkün değildir. "Şirkin siyasi sistem haline geldiği müşrik toplumlarda temel hedef hangi yolla olursa olsun ekonomik ve siyasi gücü elde etmektir." Yeryüzünde fitnenin çıkarılmasının, fesadın yayılmasının mele’ ve mütref kavramları ile çok önemli bağlantıları vardır. Talanın, vurgunun ve soygunun belli bir kesimin elinde mala dönüşmesi şirkin siyasi ve ekonomik gücü elde etmesi için önemli bir yoldur. Bu güç aynı zamanda mele’ sınıfının İslam’a karşı vereceği mücadelede vazgeçilmez imkandır.
İktidar olmanın özünde belli güçlere dayanmak vardır. İktidar kendisine güç verenlerle yaşar, yaşaması için de öncelikle kendisine güç verenleri yaşatması gerekmektedir. Dolayısıyla mele’ sınıfı iktidarı kendileri için yaşatırlar. İktidar da böylece onlarla yaşamış olur. Adına ne konulmuş olunursa olunsun ister demokrasi, ister diktatörlük, ister sultanlık hiçbir şey bu ilişki biçiminin, bu gerçeğini değiştiremez. Bu döngüde değişen tek şey ancak figürler olabilir. Beşeri bütün iktidarların özünde yatan gerçek budur. Bütün beşeri iktidarlar kendilerini iktidar yapanlara teslim olmak zorundadırlar. İlahi sistemin diğer sistemlerden en temelinde ayrıştığı noktalardan birisi de onun özünde taşıdığı hakimiyet anlayışıdır. Bu anlayışta insan Kur’an’a tabi olmak zorundadır. Kur’an’a tabi olmak da belli bir sınıfın veya gücün değil hakkın ve adaletin iktidar olması demektir.

Dua ile
alıntıdır
 
Üst Alt