Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Mehirsiz Nikah Olmaz.

berr

New member
Katılım
25 Mar 2005
Mesajlar
113
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
50
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Saim Yeprem, "dini nikâh diye bir şey olmadığını, resmi nikâhın yeterli olduğunu" söylemiş.

05.jpg


Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'sinde:

"Allah katında din İslâm'dır." buyuruyor. (Âl-i imrân: 19)

Hazret-i Allah'ın hükmü esastır, mahlûkun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O'na aittir.

Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:

"Yaratmak da emretmek de O'na mahsustur."
(A'râf: 54)

"Hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır."
(Mümin: 12)

"O'nun sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur."
(Kehf: 27)

Nikâhtan murad mehirdir, mehir ile nikâh esas olur.

Diğer bir ismi "Sadak" olan mehir, nikâh kıyma neticesinde erkek tarafından kadına verilmesi lâzım olan para veya maldan ibarettir. Evlenecek her müslüman kadının şer'an hakkıdır.

İslâm dinine göre mehir, nikâhın sahih olmasının şartlarından birisidir. Mehir olmaksızın nikâh sahih olmaz.

Evlenen kadının mehir almasının meşru oluşu Kur'an-ı kerim, Sünnet-i seniyye ve İcmâ ile sâbittir.

Mehrin nikâh için şart olması, Allah-u Teâlâ'nın kelâmı olan Kur'an-ı kerim'de yer almış olmasından ve emr-i ilâhi olmasından ileri gelir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Nikâhınıza aldığınız kadınların mehirlerini bir hak olarak seve seve verin. Bununla beraber eğer mehirlerin bir kısmını kendiliklerinden gönül hoşnutluğu ile size bağışlarlarsa, onu âfiyetle yiyin."
(Nisâ: 4)

Bu Âyet-i kerime mucibince mehir nikâhın şartıdır.

"İndirdiğimiz bu Kur'an, feyz kaynağı mübarek bir kitaptır. Ona uyun, emirlerine bağlanın ve Allah'tan korkun. Tâ ki merhamet olunasınız."
(En'âm: 155)

Binaenaleyh bir tek Âyet-i kerime'yi inkâr eden kâfirdir.

Kelime-i şehadet, namaz, zekât, oruç ve hacc İslâm'ın şartlarındandır. Şartlar yok olursa, dinin safiyeti bozulur. Değil İslâm'ın bozulması, zevaline bile engel olacak yegâne tedbir; İslâm'ın emrettiği şartlara uygun bir nikâhtır. Zira bu dine sahip çıkacak nesil, bu nikâh mahsulü olacaktır. Bu sebepledir ki nikâhın dinimizde çok büyük önemi vardır.

Nikâhın önemi o kadar büyüktür ki, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'dan zamanımıza kadar meşru kılınan ve fakat cennet-i âlâ'da da devam edecek olan ibadet nikâh ve imandır. İmanları sebebiyle cennet-i âlâ'ya girenlerin artık mal mülk gibi metaları dünyada kalmıştır. Fakat sahih nikâhla evliliklerini sürdüren mümin ve mümine eşler orada da beraberdirler.

Evlilik bağı, sonucunda karı ve kocayı bağlayıcı, karşılıklı hakların meydana geldiği bir akittir. Bu haklar muhtelif Âyet-i kerime'lerde açıklanmıştır. Karı-koca arasındaki bu hukuka mehir de girmektedir.

Görülüyor ki mehir bir Hakkullah'tır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyurur ki:

"Bir kimse az veya çok bir mehir üzerine bir kadınla evlenir ve hakkını ödemek niyetinde olmayıp onu aldatırsa ve ödemeden ölürse, kıyamet günü zina yapmış olarak Allah'a mülâki olur." (Taberânî)

Mehir; muaccel ise nikâhtan önce veya nikâh kıyılırken verilmeli, müeccel ise mehrin miktarı ve cinsi belirtilerek en kısa zamanda verilmelidir.

Aksi halde ödemeden ölürse, Hadis-i şerif mucibince ömrünü zina ile geçirdiği için büyük günahla gitmiş olur. Ödemek niyetinde olsa bile, işi hafif tuttuğu için yine aynı durum olur.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyurur ki:

"Şartlar içinde en çok yerine getirilmesi gereken şart, kadınların ırzlarını helâllığa aldığınız mehirdir."
(Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1161)

Nikâh şartları, başka şartlardan daha çok yerine getirilmesi gereken, öncelikle riayet edilmesi lüzumlu olan ve bu şartların zedelenmemesine çok dikkat edilmesi gereken bir şarttır.

•​

Nisâ sûre-i şerif'inin 4. Âyet-i kerime'sinden başka Kur'an-ı kerim'de mehir hakkında başka Âyet-i kerime'ler de vardır:

İslâm dini kadınlara karşı iyi davranılmasını, eşleri onlardan hoşlanmasalar bile, kendilerinde hayır bulunacağı ümidiyle geçimsizliklerine sabretmelerini ve büyük bir kötülük işlemedikçe onlara eziyet edilmemesini emretmiş, eğer mutlaka ayrılmak gerekirse, bununla ilgili olarak da Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmuştur:

"Eğer bir eşin yerine başka eş almak isterseniz, evvelkine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, o verdiğinizden hiçbir şey geri almayın."
(Nisâ: 20)

En ufak bir şey almak apaçık bir günahtır, mâkul ve meşru olmayan bir şeydir. Hatta kendilerine henüz vermedikleri mehirden bir miktar mal varsa, borçlu olmaları sebebiyle onu da onlara vermeleri gerekir.

"İftira ederek ve günaha girerek verdiğinizi alacak mısınız? Onu nasıl alırsınız ki, birbirinize karışıp katıldınız, içli dışlı oldunuz! Onlar sizden kuvvetli bir teminat da almışlardı." (Nisâ: 21)

Bir yastığa beraberce baş koymuştunuz. Kalpleriniz birbirinize karşı sevgi duygularıyla dopdolu idi. Tek bir vücut gibi olmuştunuz. Aranızda karı-koca hukuku tahakkuk etmişti. Bununla mehirin vücubiyeti hak kazandı, karşılığı da alındı.

•​

Evlenen ve fakat mehir tesbit edilmeden, yahut tesbit edilse bile nikâhtan sonra tabiî karı-koca münasebeti (zifaf) vuku bulmadan boşanan kadınların durumları açıklanmış ve Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmuştur:

"Kendilerine temas etmediğiniz veya kendilerine bir mehir takdir etmediğiniz kadınları boşamışsanız, bunda size bir vebâl (günah) yoktur."
(Bakara: 236)

Bu durum her zaman karşılaşılan bir hâdisedir. Bir erkek bir kadına talip olur, nikâh yapılır, fakat evliliğin gereği olan karı-koca arasında cinsî mukarenet meydana gelmez. Hâl böyleyken erkek karısını boşar. Böyle bir durumda, eğer nikâh sırasında mehir tesbit edilmemişse erkeğe düşen herhangi bir sorumluluk yoktur. Yani sonradan mehir tesbit edip kadına vermesi şart değildir.

Böyle olmakla beraber Allah-u Teâla şu emri vermiştir:

"Şu kadar var ki, zengin olan kudretine göre, fakir olan da gücü yettiği kadar, güzellikle onları faydalandırsın."
(Bakara: 236)

Evlilik bağı böyle şartlar altında bile bozulduğunda, yine de kadına belirli bir zarar verilmiş olur. Bunun içindir ki kişinin imkânları dahilinde onları faydalandırmaları gerekir. Bu da en az baştan başa bir kat elbiseden ibarettir. Bu mal erkeğin zenginlik ve fakirliğine göre takdir edilir.

Mehir kararlaştırılmadığı halde zifafa girilmiş olsaydı mehr-i misil gerekecekti. Zifaftan önce boşanmış olunca bu mahrumiyete karşılık bir bağış olsun verilmesi gerekir.

Böylece verilen bu mal kalbin yarasına bir merhem gibi olur, boşanmadan ileri gelen nefreti bir derece telâfi eder.

"Bu, ihsan sahiplerinin üzerine bir borçtur."
(Bakara: 236)

Müslümanlara borç demektir. Çünkü iyilik edenler yalnız onlardır.

Ensar'dan bir zât mehir takdir etmeksizin nikâhlanmış, sonra da henüz gerdeğe girmeden boşamıştı. Bunun üzerine bu Âyet-i kerime nâzil olmuş ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisine:

"Külâhını satarak bile olsa, o kadına bir bağış ver!" buyurmuştur.

Hazret-i Hasan -radiyallahu anh- boşadığı hanımlardan birine on bin dirhem gibi yüklü bir para vermiş, sonra da: "Bu, ayrılan bir sevgilinin verdiği az bir maldır." diyerek haysiyeti kırılan kadının gönlünü almıştır.

•​

Bundan sonra kendisiyle temas etmeksizin boşanan ve mehri de belirlenmiş olan kadının hükmü açıklanmak üzere Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Bir mehir tayin ettiğiniz takdirde, henüz temas etmeden onları boşarsanız o zaman tayin ettiğiniz mehirin yarısını verin." (Bakara: 237)

Bu Allah-u Teâlâ'nın koyduğu bir sınırdır ve bu çeşit boşamalarda bu vâcip olan emre uyulması gerekir.

Eğer karı-kocadan birisi cinsî mukarenetten önce ölür ve ölen de koca olursa, mehirin tamamı kadının hakkıdır. Şayet kadın ölürse mehirin tamamı mirasçılarınındır. Bu durumda eğer mehir belirtilmişse belirtilen miktar, şayet belirtilmemişse emsallerinin mehiri kadar mehir verirler.

"Ancak kadınlar vazgeçer yahut nikâh bağı elinde bulunan erkek vazgeçerse başka." (Bakara: 237)

Kadının "O beni görmedi, kendisine hizmet etmedim, o halde kendisinden nasıl bir şey alırım?" demesi gibi. O zaman erkeğe lâzım gelen mehir, üzerinden kalkar. Erkek ise böyle bir durumda mehirin tamamını da ödeyebilir.

"Ey erkekler! Sizin bağışta bulunmanız takvâya daha yakındır."
(Bakara: 237)

Allah-u Teâlâ, temas etmeksizin karısını boşayan erkeklere, tayin olunan mehirin yarısını boşadıkları kadınlara vermeyi vâcip kılmış olmakla beraber; kadınları bu mehiri almakta, erkekleri ise, mehirin yarısını değil tamamını vermekte serbest bırakmıştır. Kocanın, mehirin tamamını ödemek suretiyle bağışta bulunması onun için hayırlıdır. Kadının da tamamını bağışlayarak almaması kendisi için hayırlıdır.

Hangisinin bağışlaması diğerinin daha çok iyiliğine oluyorsa, buna göre hareket etmek takvâya daha uygundur.

"Aranızda fazileti unutmayın!"
(Bakara: 237)

Beşerî münasebetlerin insanlar arasında uyumlu olabilmesi için, sevgi ve fedâkârlık şarttır. Eğer herkes kendi kanunî hakları üzerinde katı bir biçimde ayak diretirse kaynaşma olmaz.

Şüphesiz ki Allah ne yaparsanız hakkıyla görücüdür."
(Bakara: 237)

Kadın affederse bu fazileti o elde etmiş olur, erkek fazlasıyla tamamını verirse, iyilik ve üstünlüğünü ispat etmiş olur.

•​

İslâm hukukunda karısını üçüncü defa boşayan erkeğin, onun başka bir adamla evlenmesine rızâ gösterse de göstermese de ona tekrar dönmesi mümkün değildir.

Allah-u Teâlâ böyle bir boşanma gerçekleştikten sonra, erkeğin evlenirken karısına verdiği mehiri geri almasının, kendisine helâl olmadığını Âyet-i kerime'sinde beyan buyurmaktadır:

"Kadınlara (mehir olarak) verdiğinizden bir şeyi geri almanız size helâl olmaz." (Bakara: 229)

Bu helâl olmazsa, diğer mallarından hiç olmaz. Erkekler buna tenezzül etmemeli, kadınlara baskı yapıp verdiklerini geri almaya veya onlardan yararlanmaya kalkışmamalıdır. Böyle bir şey kesinlikle haramdır.

"Şayet erkek ve kadın Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkarlarsa başka." (Bakara: 229)

Karı-koca, evlilik vazifesinden yerine getirmek zorunda oldukları Allah'ın hududunu uygulayamayacaklarını bilmeleri ve buna hanımın sebep teşkil ettiğinin belli olması halinde, Allah-u Teâlâ kadına kendisini bırakması (Hul') karşılığında mehrin bir kısmını kocasına fidye olarak vermesine, erkeğin de bunu almasına müsaade etmiştir.

•​

Allah-u Teâlâ nikâhlanması haram olan kadınları Nisâ Sure-i şerif'inin 22. 23. ve 24. Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurduktan sonra, helâl olan kadınların müstehak oldukları mehir ve ücretler hakkında ilâhî hükmü beyan etmek üzere şöyle buyurmaktadır:

"Bunlardan başkasını ise, iffetli yaşamak, zinâ etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip almanız) size helâl kılındı." (Nisâ: 24)

Burada mallardan söz edilmesi; mehirsiz nikâh olamayacağının delilidir. Mehir nikâhın gereklerindendir. Nikâh denildiği zaman, mutlaka mehirden uzak olmayacaktır.

"Nikâh ederek yararlandığınız kadınlara kararlaştırılmış mehirlerini verin." (Nisâ: 24)

Zira mehir nikâhlanmanın karşılığıdır. Zifaf ile mehirin tamamı kocanın boynunun borcu olur.

"Mehirin takdir edilmesinden sonra, aranızda gönül rızâsıyla (yeni bir miktar üzerinde) anlaşmanızda size bir günah yoktur." (Nisâ: 24)

Bu kendi rızânızla yapılan meşru bir muameledir.

Kadının mehirin bir kısmını almamasında, hepsini bağışlamasında veya erkeğin belirtilen miktardan fazlasını vermesinde herhangi bir mahzur yoktur.

"Şüphesiz ki Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."
(Nisâ: 24)

İnsanların yaradılışlarına uygun olan, erkeği de kadını da mutlu kılan nikâh akdini meşru kılışı da bu ilminin ve hikmetinin bir tecellisidir.
 

berr

New member
Katılım
25 Mar 2005
Mesajlar
113
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
50
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Mekke'li müşriklerle yaptığı Hudeybiye andlaşmasının maddeleri arasında; Mekkeliler'den müslüman olup da Medine'ye iltica eden çıkacak olursa, bunların Mekke'ye geri gönderilmesi de vardı. Bu maddeye göre mültecî müslüman erkekler iâde edilmiştir. Kadınlar buna dahil değildi. Aynı zamanda Kur'an-ı kerim de bu gibi müslüman kadınların, müşriklere iâdesini menetmiş bulunuyordu.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir.

Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar.

Onların bu kadınlara verdikleri mehirleri iâde edin."
(Mümtehine: 10)

Hem eşini kaybedip, hem de maddi zarara uğramasın.

"Bu kadınların mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur." (Mümtehine: 10)

Çünkü İslâm'a girmiş olmalarıyla kâfir kocalarından ayrılık ve haramlık meydana gelmiştir.

"Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın." (Mümtehine: 10)

Yani dâr-ı harpten hicret etmeyip küfür üzere kalan kadınlarla aranızda evlilik alâkası kalmasın.

Nitekim Ashâb-ı kiram arasında eşleri müşrik olanlar vardı, hemen boşadılar.

"Onlara verdiğiniz mehri isteyin. Kâfir erkekler de hicret eden mümin kadınlara verdikleri mehirleri istesinler." (Mümtehine: 10)

Yani sizler şayet giderlerse, kâfirlere giden eski hanımlarınıza vaktiyle vermiş olduğunuz mehirlerinizi isteyiniz.

Kâfirler de İslâmiyet'i kabul edip hicret eden eski hanımlarına vermiş oldukları mehirleri müslümanlardan isteyebilirler.

"Allah'ın hükmü budur."
(Mümtehine: 10)

O'na riâyet lâzımdır.

"Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir."
(Mümtehine: 10)

Kullarına uygun olanı çok iyi bilendir ve bu husustaki hükümlerini koymakta hakîm olandır.

Şayet müminler kâfir hanımlarından ayrılmaları durumunda verdiklerini geri alamazlarsa, bu hususta Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur:

"Eğer eşlerinizden biri kâfirlere katılır ve onlar da mehirinizi geri vermezlerse, siz onlardan bir ganimet elde ettiğinizde, eşleri gitmiş olanlara mehirlerinin karşılığını verin. İnandığınız Allah'tan korkun!"
(Mümtehine: 11)

Müminler: "Allah'ın verdiği hükme râzıyız." dediler ve durumu müşriklere bildirdiler, fakat müşrikler bunu kabul etmediler.

•​

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e hitap ederek mehirlerini verdiği eşlerini kendisine helâl kıldığını bildirmektedir:

"Ey Peygamber! Şüphesiz ki biz mehirlerini verdiğin eşlerini sana helâl kıldık." (Ahzâb: 50)

Bu Âyet-i kerime'de Resulullah Aleyhisselâm'a layık ve faziletli olan hanımlar beyan buyurulmuştur.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ezvâc-ı tâhirattan bütün hanımlarına nikâhta mehir verdiği kesindir. Ancak Ebu Süfyan -radiyallahu anh-in kızı Ümmü Habibe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'le evlenirken onun mehirini Habeş kralı Necâşî dört yüz dinar olarak karşılamıştır.

Ayrıca Safiye -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'i Hayber esirleri arasından seçmiş, sonra onu âzâd edip kendisiyle evlenmiş ve bu âzâd etmeyi de mehir saymıştır.

"Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden, elinin altında bulunan câriyeleri (sana helâl kıldık)."
(Ahzâb: 50)

Nitekim Safiye -radiyallahu anhâ- ve Cüveyriye -radiyallahu anhâ- vâlidelerimiz böyle idi. Onlara sahip olmuş ve âzâd ederek onlarla evlenmişti.

"Seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını (sana helâl kıldık)."
(Ahzâb: 50)

Burada kendisiyle birlikte Medine-i münevvere'ye hicret etme şartı getirilmiştir.

"Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini Peygamber'e hibe eden mümin kadını da (sana helâl kıldık)." (Ahzâb: 50)

Yâni: "Ey Peygamber! Mümin bir hanım kendisini sana hibe edecek olursa, sen dilediğin takdirde onunla mehirsiz evlenebilirsin."

Kadının kendisini hibe etmesi, karşılığında mehir gibi bir karşılık istemeksizin evlenme teklifinde bulunmasıdır.

Kendilerini Resulullah Aleyhisselâm'a hibe eden kadınlar çoktur.

Nitekim Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz der ki:

"Ben kendilerini Peygamber'e hibe eden kadınlara kızıyor ve: 'Bir kadın kendini birine hibe eder mi?' diyordum. Nihayet bu âyet nâzil olunca: 'Bakıyorum da Rabb'in senin arzuların doğrultusunda çabucak hüküm indiriyor.' dedim."
(Buhârî)

Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-: "Bir kadın Resulullah Aleyhisselâm'a gelip 'Yâ Resulellah! Senin bana ihtiyacın var mı?' demişti. dedi."

Kızı bunu duyunca: "Ne kadar da az hayâsı varmış! Ne kötü bir iş! Ne kötü bir iş!" dedi.

Enes -radiyallahu anh- şu karşılığı verdi:

"Hayır! O senden daha hayırlı! Çünkü o Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-e rağbet etmişti ve kendisini ona sunmuştu." (Buhârî)

Allah-u Teâlâ bu hususta kendisini serbest bıraktığı halde, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisini hibe eden hiçbir kadını kabul etmemiştir. Bu onun hiçbir kadınla mehirsiz evlenmediği mânâsına gelir.

"Diğer müminlere değil, sadece sana mahsus olmak üzere"
(Ahzâb: 50)

Çünkü mehirsiz evlenmek onlara helâl değildir. Kadının kendisini hibe etmesi de sahih olmaz. Aksine "Mehr-i misil" gerekir, mehir vermesi vâciptir.

"Biz hanımları ve ellerinin altında bulunan câriyeleri hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz."
(Ahzâb: 50)

Yani nikâhlarının sıhhati için riâyet edilmesi gereken şartlar, diğer haklar ve hangi kadınlar ile evlenmelerinin mubah olup olmadığı Allah katında mâlumdur. Binaenaleyh bu husustaki ilâhî ahkâma riayet edilmesi müslümanlar için bir vecibedir.

"Sana bir zorluk olmasın diye böyle hükmettik." (Ahzâb: 50)

Bu hususta sana ruhsat verdik ve senin üzerine bunlardan hiçbir şeyi vâcip kılmadık ki, kalbin huzur içinde ilâhî vahyin ortaya çıktığı yer olsun. Risalet ve nübüvvet vazifeni güzelce ve sühuletle yerine getirmeye muvaffak olasın.

"Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (Ahzâb: 50)

Onun içindir ki insanların menfaatine muvaffak olan ahkâmı beyan buyurmaktadır.

•​

Müslümanların ehl-i kitaptan bir kadınla namus dairesinde evlenmesi helâl kılınmıştır.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar, zinâ etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğinizde size helâldir." (Mâide: 5)

Bu Âyet-i kerime mehir hakkının hem müslüman hanımın, hem de ehl-i kitaptan olan gayr-i müslim hanımın hakları olduğuna delâlet etmektedir. Mehir kadının hakkıdır, müslümanların bunu vermeleri gerekmektedir.

•​

Mehir, Kur'an-ı kerim'in nüzulünden önce de diğer semâvî kitaplarda yer almıştır.

Zira Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Âdem Aleyhisselâm'dan itibaren beni dünyaya getiren anne ve babama kadar sifahın değil nikâhın kurduğu evliliklerin mahsulüyüm. Bana câhiliyet sifahından hiçbir şey bulaşmamıştır." (Taberânî)

Nitekim nübüvvetle vazifelendirilmeden önce, ilk hanımı olan Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'le nikâh akdinde mehir olarak yirmi deve vermesi, nübüvvetten önce de mehirin meşru olduğuna delildir.

Kur'an-ı kerim'in nâzil olması ile birlikte yaptığı evliliklerde mehirin asgari ölçüsü dört yüz dirhem gümüş idi. Ancak bunun üstüne çıktığı gibi, başkalarının evliliklerinde bu ölçünün altına indiği veya nakit yerine herhangi bir nesneye bağladığı olurdu.

Allah-u Teâlâ'nın emr-i ilâhisi olduğu bir şeyde mahlûkun hükmü yoktur. Bu noktada akıl yürütmek yersizdir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın." (En'am: 153)

İslâm'ın şiarı olan nikâhta şahitlerin müslüman, akıllı, büluğa ermiş olması, iki erkek veya bir erkek ve iki kadının şahitliği ile, akdolunması, muvakkat ve gizli olmaması, mehrin ise nikâhtan önce veya kıyılırken, ya da belirli bir zamanda ödenmek şartıyla verilmesi gerekmektedir. Amma İslâm'dan habersiz olana biz ne diyelim?

İsteyen Allah-u Teâlâ'nın emir ve hükümlerini tatbik eder, buna kimse karışamaz. Zira belediye nikâhı yapma ve bu nikâhta kalana "Niçin belediye nikâhında kaldın?" denemediği gibi, hem belediye hem de dini nikâhı kıyıp Allah-u Teâlâ'nın emr-i şerifini yerine getirene de "Niçin dini nikâh yaptın" demeye kimse sahib-i salahiyet değildir.

Belediye nikâhı, "İsviçre Medeni Kanunu" mucibince kanuna konulmuş bir maddedir. Binaenaleyh bu nikâh kanuna göre mecburidir. Dini nikâh da ilâhi kanuna göre mecburidir.

İsteyen yalnız belediye nikâhı ile iktifa eder, arzu eden de hem belediye nikâhı hem de dini nikâh yaptırır, buna da kimse karışamaz. Çünkü dini nikâh İslâm dininin esasındandır.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurmaktadır:

"İnsanlar kabul edip girdikten sonra Allah'ın dini hakkında tartışmaya girişenlerin iddiâ ve delilleri Rabb'leri katında hükümsüzdür. Onlara bir gazab vardır ve çok çetin bir azab da onlar içindir."
(Şurâ: 16)

Bu emr-i ilâhiden, bu kadar Âyet-i kerime'lerden haberi olmayanın, bu Âyet-i kerime'lere imandan da haberi yok.

Kişi dine uymak zorundadır, din ona uymaz. Ya inanacak müslüman olacak, veya inkâr edecek küfürde olduğunu bilecek, başka bir tevil yolu yoktur.

Size bırakıyorum. Şu durumda bu adam şimdi müslüman mı? Âyet-i kerime'lere bakın, kararınızı siz verin!

Nikâh'ı inkâr etmek, halkı küfre sevketmektir.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Çok çok önemli bir konu. Teşekkürler berr üyemize.

Bu konu gibi bir çok konuda maalesef Diyanet kurumu, resmi kaynakların emirlerini İslami emir gibi naklederek cinayetten öte bir boyut sergilemekte.

Allah diyanetin bu boyutunu göremeyen Müslümanlara izan versin inşallah...
 
Üst Alt