Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Medeniyyet ve Bedeviyyet

ehli-sükut

New member
Katılım
25 Eki 2007
Mesajlar
29
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Cenab-ı Hakkın (CC) tevfik ve inayetiyle islam uygarlığının, hatta tüm insanlığın şu anki modern ictimai hayatının temelini Hicretten sonra Yesribde(Medine) kurulan şehir modeli oluşturmaktadır.

İslam kültürüne olan katkıları yönüyle Şehir yaşamı ile bedevi yaşamın karşılaştırmasıyla başlayıp, konuyu hep birlikte açmaya çalışalım inşallah. Tüm kardeşlerden katkılarını istirham ediyorum.
 

ehli-sükut

New member
Katılım
25 Eki 2007
Mesajlar
29
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Lugatta Medeni:
1-uygar
2-uygarlık düzeyine uyum bir yaşam süren topluluk
3.Şehirde yaşayan şehirli
4.Medine-li Medine'nin asıl adı Yesrib dir.
5. Cinsiyet farkı olmadan yararlanılan haklar
6. Medeni haklarını kullanabilmek (herkesin medeni haklardan
yararlanma ehliyeti olduğu halde, medeni hakları kullanma
ehliyeti yoktur. (Örneğin ergin olmamak, temyiz kudretinin olmayışı,
kısıtlı olması vs.)
7. Kur-an-ın Medine-de inmiş ayet ve sureleri
8. 17 Şubat 1926 tarih ve 743 sayılı yasa. (Türk Medeni Kanunu)
Ayrıca medenileşmeye ve uygarlaşmaya, çağdaşlaşma da denir.
(Büyük Larousse cilt 15. sayfa 7910)

Bedevi kelimesinin lugat ma'naları;
1-gezici, göçmen, yerleşik bi hayat yaşamayan, medeni olmayan.
2-ar. badiye çöl, bedavet. çölde oturmak, yaşamak bedevi: çölde yaşayan,
çöl insanı



Peygamberimiz döneminde Arabistan'da iki temel sosyal yapı vardı.
Şehir insanları ve Bedeviler. Arabistan'ın şehirlerinde o dönemin
şartlarına göre oldukça gelişmiş bir kültür hakimdi. Ticari ilişkiler
bu kentleri dış dünyaya bağlıyor ve bu, şehirli Arapların "görgü"lerini artırıyordu.

Giyim kültürüne sahiptiler, edebiyattan ve özellikle de şiirlerden hoşlanıyorlardı. Bedeviler ise çölde yaşayan göçebe kabilelerdi ve çok geri bir kültüre sahiptiler. Sanat ve edebiyattan habersizdiler. Çölün sert şartları içinde kaba bir karakter edinmişlerdi.

İslam, yarımadanın en önemli şehri olan Mekke'nin sakinleri arasında doğdu ve Medine'de gelişti. Ama İslam yayıldıkça Arabistan'ın tüm kabileleri onu aşama aşama kabul ettiler. Bunlar arasında Bedeviler de yer alıyordu. Ama Bedevilerle ilgili bir problem vardı:

Entelektüel ve kültürel alt yapıları, İslam'ın derinliğini kavramak için çok yetersizdi.

Bir Kuran ayetinde durumları şöyle açıklanıyordu:
Bedeviler inkâr ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah'ın elçisine indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha 'yatkın ve elverişlidir.' Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 97)
 

ehli-sükut

New member
Katılım
25 Eki 2007
Mesajlar
29
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Kur'ana göre Bedevinin anlayış ve hareket tarzı

Tevbe Suresi

97- Bedeviler inkâr ve münafıklık bakımından daha beterdirler. Bununla beraber Allah'ın, Resulüne indirdiği (hükümlerin) sınırlarını
bilmemeye daha yatkındırlar. Allah alîmdir, hakîmdir,
98- Bedevilerden kimi de var ki, verdiğini angarya sayar ve sizin üzerinize belalar gelmesini bekler. O çirkin belalar kendi başlarına olsun! Allah herşeyi işitendir, bilendir.
99- Yine bedevilerden kimi de vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklara ve Peygamber'in dualarını almaya vesile sayar. Gerçekten de bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmeti içine koyacaktır.Şüphesiz ki, Allah bağışlayıcıdır ve rahmet edicidir.

Elmalılı Tefsiri:
97-A'rabiler,"a'râb" arabın çoğulu zannedilmemelidir. Arabinin çoğulu
arab olduğu gibi, a'râbinin çoğulu da a'râbdır. Yani arabın tekili için
arabî, denilir. A'rab, gerek Arap'tan, gerek Arab'ın dışındaki kavimlerden özellikle bedevi olanlara (çölde yaşayanlarına) denilir.
Herhangi bir köy ve kasabada yerleşik olmayıp badiyede konar göçer
olarak dolaşan göçebeler için kullanılır. Arap ise hem köy ve kasabalarda yerleşik olan, hem de göçebe yaşayan bütün Arap kavmi için kullanılmakla birlikte daha ziyade köy ve kasabalarda yerleşik olarak yaşayan medeni kısmı için söylenir ki, bunlara "a'râb" denmez.
Bunlardan birine, yani şehirli bir Arab'a "ya a'râbi!" diye hitap edilecek olursa kızar, öfkelenir. Fakat her hangi bir bedevi a'râbiye "ya arabi" denilirse kızmaz, üstelik memnun olur, hoşuna gider. Bu fark
bizim dilimize de geçmiş ve adeta a'râb kelimesi, siyah, koca dudaklı
zenci gibi bir anlamda kullanılmıştır ki, bunun aslını bilmeyenler "arab"
ile "a'râb" lafızlarının söylenişini ayırdedemezler de halt ederler: A'rab
diyecek yerde Arab derler. Velhasıl Arapça'daki Arab ve a'râb, Türkçe'deki Türk ve Türkmen gibidir. Türkmen Türkün yörüğü olduğu gibi, a'râb da Arab'ın yörüğüdür. Her a'râbi değil, fakat genelde bedevi ve vahşi olan a'râb cinsi küfür ve nifakça daha şiddetlidir. Yaşadıkları bir çeşit çöl hayatının gereği olarak huyları daha sert, daha ilkel olduğundan küfür ve nifakları da daha şiddetli, daha beterdir. Ve Allah'ın, Resulü'ne indirdiği şeylerin (vahiy âyetlerinin) sınırlarını bilmemeye daha yatkın, daha layıktırlar. Hz. Peygamber'in sohbetlerinden uzak, onun mucizelerini yakından görmekten, kitap ve sünnette bildirilen ibadet ve diğer ahkâmın uygulanış şeklini tanıma şerefinden yoksun bulunduklarından dolayı tevhid inancının ve peygamberliğin, ahiret akidesinin içyüzünü, inceliğini ve bunlarla ilgili delillerin ayrıntılarını, şer'î hükümlerin kapsam ve sınırlarını tam anlamıyla bilemeyebilirler. Bu gibi konuların özü hakkında
bilgisizliğe medenilerden daha ziyade yatkındırlar. Fıkıh konuları şöyle dursun, basit ilmihallerini bile bilemiyecek bir durumdadırlar. Nitekim buna işaret olmak üzere medeni munafıklar hakkında "Ve Allah kalblerini mühürlemiştir, o yüzden onlar bu incelikleri anlamazlar." diye fıkıhtan yoksun olmakla; bedevi olan a'râb hakkında "Allah onların
kalblerini mühürlemiştir, o yüzden onlar bilmezler." diye bilgisizlikle vasıflandırılmışlardır. Bununla beraber "a'râb" cinsi yalnızca bunlara münhasır sanılmamalıdır. Bir çok çeşitleriolmakla beraber, iki ana bölüme ayrılabilirler.

98-Bundan dolayı a'râbilerden bazıları vardır ki, yapacağı infakı bir
cereme olarak sayar. Allah yolunda sarfedeceği malı, sadaka namıyla
vereceği malı, boşa gitmiş, telef olmuş bir zarar, bir ziyan olarak
görür, öyle kabul eder. Allah rızası için vermediği ve sevabını ümid
edemediği için verdiği o mal, bir mağnem (ganimet) değil, bir mağrem
(cereme) olur. Sevindirici bir kazanç değil, ölümcül bir dert, yüreğine vurulmuş bir düğüm olur. Gösteriş ve takiyye gibi art düşüncelerle verildiğinden katıksız bir ğaramet (ziyan) ve bir hüsran olur. Kendisi bunu böyle telakki eder ve size daireler gözetler durur. Yani bekler ki, devran dönüp dolaşıp başınıza belalar getirsin, felaketler sizi dört bir yanınızdan sarsın, üstünlüğünüz sona ersin de kendileri sadaka verme zahmetinden kurtulsunlar. Bela çemberi boyunlarına geçsin, yani sizin hakkınızda temenni edip durdukları o şey, o bela ve musibet halkaları hep kendi üzerlerine konsun, kötü niyetleri kendi başlarına gelsin, kendi
aleyhlerine dönsün. Allah işitendir, bilendir. Şu halde infak ederken söylediklerini işitir, kalblerinde ne gizleyip , ne niyetler beslediklerini bilir.

99-Bunlara karşılık yine a'râbilerden bir kısmı vardır ki Allah'a ve
ahiret gününe iman eder ve yapacağı infakın Allah katında yakınlığa
vesile olacağını kabul eder. O yakınlığı sağlamaya yarayacağına
inanır ve yine o yakınlığa vesile olan peygamberin salavatı, yani
dua ve istiğfarına sebep olacak bir hayır sayar. Allah yolunda yaptığı harcamaların kendi hakkında böyle büyük hayırlara vesile olacak ve ebedi hayatında işine yarayacak bir azık olacağına inanır. Böyle inandığı için de bu yolu seçer ve seve seve takdim eder. Zira Peygamber (s.a.v) Efendimiz, böyle sadaka verenler hakkında hayır ve bereket ile duada bulunur ve onlar için Allah'dan mağfiret niyaz ederdi. Evet o infak, onlar için gerçekten de bir yakınlıktır, büyük bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine dahil edecek, nimetine ve mutluluğuna erdirecektir. Muhakkak ki Allah, ğafurdur, rahîmdir.
 

ehli-sükut

New member
Katılım
25 Eki 2007
Mesajlar
29
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Tefsirlerde, A’rab kelimesi, bedevi olarak geçmektedir.
Kâdı Beydavi tefsirinde, bu âyetin açıklamasında buyuruluyor ki:

Şehirden uzak, çölde yaşayan bedeviler, küfür ve nifak yönünden
şehir halkından daha ileridedir. Bedevilerin şehir medeniyetinden
uzak kalışları, kalblerinin kasvetli oluşu, ilim ehli ile az görüşmeleri, kitap ve sünneti az bilmeleri sebebiyle onlar bu duruma düşmüşlerdir.

Bu tefsirin Şeyhzâde haşiyesinde de şöyle buyuruluyor:

Buradaki A’rab kelimesi Arap milleti değildir. A’rab şehir dışında,
çölde yaşayan bâdiye halkıdır. (Arabı sevmek imandandır) hadis-i şerifi A’rabi ile Arabın farklı olduğuna delildir. Zira Arap övülüyor, A’rab ise kötüleniyor. A’rabiler, yani bedeviler, terbiye altına girmek istemeyen, isyankâr ve kalbleri kararmış vahşi kimselerdir. İlim ehli ile
görüşmezler, Allah’ın kitabını, Resulullahın kalblere şifa veren sözlerini dinlemezler. Bunlar, elbette sabah akşam ilim ve hikmet ehlinin ve Resulullahın sohbetini dinleyenlerle aynı olamaz. Şehirde yaşayanla bâdiyede yaşayan arasındaki fark, dağda yetişen meyve ile bahçede [tekniğe uygun olarak] yetiştirilen meyveye benzer. (2/448)

Bedeviler daha sonralarıda islam devletinin başına sıkıntılar açacaklardır. Özellikle Sıffin savaşında ortaya çıkan Haricilerin kısm-ı azamisini oluşturmaktadırlar.

Hariciler genelde çöl araplarıdır. İslam öncesinde fakir bir halde yaşamışlardır. Çölde yaşamaya devam ettiklerinden İslama girince de ekonomik durumları iyileşmez. Bunların fikirleri basit, tasavvurları dardı. Bu yüzden dinde mutaasıp, muhakeme-i diniyede noksan idiler. Çabuk öfkeleniyorlar, kolaylıkla infiale kapılıyorlardı. Yaşadıkları çöl misali, sert tabiatlı, katı kalbli idiler. (10)

Hariciler, mücadelelerini dahili yapmışlar, gayr-i müslimler yerine müslümanlarla uğraşmışlardır.

-Hoşgörüsüzlük,
-Fanatiklik,
-Kendinden olmayanlar kapıları kapatmak,
-Kaba kuvvete, şiddete başvurarak politik değişmeyi etkilemek,
-Dar kafalılık bunların en belirgin özelliklerindendir.

Birgün Hz. Peygamber ganimet dağıtırken biri çıkar, "ya Muhammed, adil ol! Adaletle dağıtmadın!" der. Kıpkırmızı olan Hz. Peygamber "Ben adil olmazsam daha kim adil olur?" der ve şunu bildirir: "Dikkat edin, bunun neslinden (bu cinsten) ilerde bir kavim zuhur edecek. Okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar."
Buhari, Megazi, 61; Müslim, Zekat. 144-146; İbnu Hanbel, III, 4

İşte hariciler bu hadisin çizdiği çerçevede insanlardır. İslam kahramanı Hz. Aliyi bile tekfirden çekinmemişlerdir. Aslında ibadete düşkündürler. Hz. Peygamberin tarifiyle, "sizden biri onların namazı yanında kendi namazını, onların orucu yanında kendi orucunu küçük görür. Lakin onların imanı boğazlarını aşmaz." (5)Şatıbînin yorumuyla, yani okuduklarını anlamazlar. (6)
5-Buhari, Menakıb, 25; Müslim, Zekat, 147; İbnu Mace, Mukaddime, 12
6-Şatıbî, el-İtisam, s. 403



Bakınız üstad bedevilerin fikri durumunu 25. sözde nasıl anlatıyor:

Kur'ân'ın herbir âyeti, birer necm-i sâkıp gibi i'câz ve hidâyet nurunu neşr ile küfür ve gaflet zulümâtını dağıttığını görmek ve zevk etmek istersen, kendini Kur'ân'ın nüzûlünden evvel olan o asr-ı câhiliyette ve o sahrâ-i bedeviyette farz et ki, herşey zulmet-i cehil ve gaflet altında perde-i cümûd-u tabiata sarılmış olduğu bir anda,


Enbiyâ-i sâlife zamanında tabakât-ı beşeriye birbirinden çok uzak ve seciyeleri hem bir derece kaba, hem şiddetli ve efkârca ibtidâî ve bedeviyete yakın olduğundan, o zamandaki şeriatlar, onların haline muvâfık bir tarzda, ayrı ayrı gelmiştir.27.Sz

Ehl-i dünyanın ve maddî tarihin nazarıyla, nev-i beşerin hayat-ı içtimâiyesi noktasında bakılsa, görülüyor ki hayat-ı içtimâiye-i siyâsiye îtibâriyle, beşer, birkaç devri geçirmiş.Birinci devri vahşet ve bedevîlik devri, ikinci devri memlûkiyet devri, üçüncü devri esir devri, dördüncüsü ecir devri, beşincisi mâlikiyet ve serbestiyet devridir. Vahşet devri dinlerle, hükümetlerle tebdil edilmiş; nimmedeniyet devri açılmış. Fakat, nev-i beşerin zekîleri ve kavîleri, insanların bir kısmını abd ve memlûk ittihaz edip, hayvan derecesine indirmişler. 28.mek

Görüldüğü üzere bedevi kelimesi Risale-i Nurlarda çoğunlukla laftan anlamaz, cahil, vahşi, kaba saba bazen de köylü anlamlarında kullanılmıştır. Bedevi arap çöllerinde gezen adamlar ilgili hikayeciklerde ;sonradan doğru yolu bulan bu adam, tasvir edilmiş bir nev'i islam ve Medeniyet sayesinde bu tip bir insanın ne tür bir değişime uğradığı resmedilmeye çalışılmıştır.
 
Üst Alt