Bilindiği gibi İslâm şeriatı, mülkü geliştirme ve araştırmayı belli şartlara bağlamış ve bu sınırları aşmayı da men ederek şahısların belirli bazı yollarla mülkünü çoğaltmasını yasaklamıştır. Yasaklanan Mülk edinme yollarından bazıları şunlardır:
Kumar
İslâm şeriatı, kumarı kesinlikle yasaklamış, kumar yoluyla kazanılan malı, kazınılmış bir mal olarak kabul etmemiştir. Bu konuda Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları birer şeytanın işi pisliktir. Ondan kaçının ki felaha eresiniz. Şeytan, kumar ve içki ile aranıza kin ve düşmanlık yaymak, sizi Allah’ı zikretmekten ve namazdan alıkoymak istiyor. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?”
Allah, içki ve kumarın haram kılınışını te’kidli (pekiştirmeli) bir anlatımla ifade etmiştir. Çünkü ayet “muhakkak ki” anlamına gelen () edatı ile başlamakta, içki ve kumarı putlara tapmakla aynı anlamda zikretmektedir. Ayrıca başka bir ayette de;
“O halde putların pisliklerinden kaçının” buyurarak içki ve kumarı “pislik” tabiri ile ifade etmiş, kumar ve içkinin kendisinden ancak şerli işlerin çıktığı şeytana ait birer iş olduğunu belirtmiştir.
Ayette “kaçının” emrinde de bir başka te’kid söz konusudur. Burada kaçınmanın kurtuluşu beraberinde getireceği beyan edilmiştir. İçki ve kumardan kaçınmak kurtuluşa vesile olunca bu fiilleri işlemek de felaket ve helâka sebep olacaktır. Ayette; kumar ve içki düşkünleri arasında düşmanlık ve buğzun meydana çıkması, ayrıca insanları namaz ve namaz vakitlerine riayetten de alıkoyması içki ve kumardan doğan veballer olarak zikredilmiştir.
“Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” diyerek nehyin en açık ve net şekli vurgulanmıştır. Sanki şöyle denmektedir: “İşte gördüğünüz gibi içki ve kumarda size bildirilen bir çok zarar söz konusudur, bunlar Allah’ı zikretmeye ve namaz kılmaya engeldirler. O halde bunlardan vazgeçmeyecek (uzak durmayacak) mısınız?”
Kumarın bir başka şekli de, türü ne olursa olsun, hangi sebeple icad edilmiş olursa olsun “milli piyango” adı altında anılanıdır. Milli piyango gibi at yarışlarında oynanan bahisler de kumar hükmündedir. Netice itibarı ile kumardan kazanılan mal haramdır ve bu yolla bir kazanç elde etmek de caiz değildir.
Faiz (Riba)
İslâm şeriatı faizi kesin bir şekilde yasaklamıştır. Faiz oranı az veya çok olsun faizden elde edilen mal her halükarda haramdır. Faizden elde edilen malı sahiplenmeye kimsenin hakkı yoktur. Alınan faizler eğer biliniyorsa sahiplerine iade edilmelidir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Faiz yiyenler (kabirlerinden) kalkarken şeytan çarpmışçasına kalkacaklardır. Böyle bir cezaya çarptırılmalarının sebebi, alış-veriş de riba gibidir, demeleridir. Halbuki Allah alış-verişi helâl faizi haram kıldı. Kime Rabbından bir nasihat gelir de faiz almaktan vazgeçerse, faiz haram kılınmadan önce faizden yediğinden sorumlu tutulmaz. Onun işi Allah’a aittir (Allah Kıyamet gününe kadar onlarla ilgilenir). Kim ki tekrar faize dönerse onlar cehennemliktirler ve orada ebedi kalıcıdırlar.”
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer iman etmiş iseniz, faizden geri kalan kısmı bırakın. Eğer böyle yapmaz iseniz, Allah ve elçisi ile savaşa girdiğinizi bilin. Tevbe ederseniz ana malınız sizindir. Ne zulmedilirsiniz, ne de zulme uğrarsınız.”
Faiz olayının belirgin vasfı şudur: Faiz, tefecinin halkın emeğini sömürerek hiç bir emek harcamaksızın elde ettiği faydadır. Kendisinden faiz elde edilen mal, herhangi bir zarar rizikosuna sahip olmayan kârı garantili olan bir maldır ve zarar etme ihtimali sıfırdır. Faiz olayı “Zarar, elde edilecek kâra göredir” kuralına da uymaz. Bundan dolayı şirket kurarak malı çalıştırmak ya da sulama ortaklıklarında olduğu gibi mal edinmek şeriata göre caizdir. Çünkü söz konusu işlerden toplum istifade ettiği gibi bir başkasının emeğinin sömürülmesi de söz konusu değildir. Hem iş sahiplerinin hem de başkalarının menfaatlanmalarına vesile olan bu işlerde kâr edilebileceği gibi zarar da söz konusudur.
Fakat faiz böyle değildir. Bu nedenle faizin haram kılınışı, kesin nasslarla herhangi bir illete bağlanmaksızın yasaklanmıştır. Sünnette de faizden söz edilen mallar açıkça beyan edilmiştir.
Bu noktada akla şöyle bir soru gelebilir: Faiz korkusu ile malını koruyan mal sahibi ihtiyacını gidermek için mala muhtaç ve sıkışık durumundaki ihtiyaç sahibine borç vermeyebilir. Oysa ki bu ihtiyacın giderilmesi için mutlaka bir aracın bulunması gerekir. İhtiyaçların çoğalıp çeşitlendiği günümüzde faiz, ticaret, sanayi ve ziraatın temel direği konumuna gelmiş, faizle işleyen bir sürü bankalar ortaya çıkmıştır. Öyle ki ihtiyaçların giderilmesi için faiz dışında başka bir çare bulmak adeta imkansız hale gelmiştir. Şu halde ihtiyaç sahibinin ihtiyacı nasıl giderilecektir?
Bu sorunun cevabı şöyle verilebilir: Burada kast ettiğimiz toplum İslâm’ın bir bütün olarak tatbik edildiği bir toplumdur. İslâmi uygulamanın bir bölümü de iktisadi uygulamalara yöneliktir. Burada, günümüz toplumlarından bahsetmiyoruz. Çünkü günümüz toplumları mevcut konumları ile kapitalizm düzenine uygun bir hayat yaşıyorlar. Bu nedenle bu toplumda bankalar hayatın vazgeçilmez unsurlarından biri haline gelmiştir. Böylesi bir toplumda yaşayan kimse devletin hiç bir kontrol ve kanuni sınırlaması olmaksızın kendi mülkünde istediği tasarrufu yapmak hürriyetine sahiptir. Öyle ki istediği karanlık işleri çevirmek, karaborsa, vurgun, kumar, faiz ve benzeri gayri meşru işleri yapma hürriyetine sahip olduğunu gören kimse elbette ki bankaları ve tüm faiz kurumlarını hayatın vazgeçilmez birer unsuru olarak kabul edecektir.
Bu nedenle kapsamlı ve yaygın bir inkılap yapılırken hali hazırdaki kokuşmuş iktisadi nizamı bütün ile değiştirmek onun yerine İslâm’ın iktisadi nizamını koymak farz olmuştur. Mevcut kapitalist nizam ortadan kaldırılıp yerine İslâm nizamı tatbikata koyulunca, İslâm nizamını yaşayan toplumun faize ihtiyaç duymayacağı açıktır. Çünkü borç para alma ihtiyacını, herkesin geçimini temin etmek görevini üstlenmiş olan İslâmi nizam giderecektir. İkinci ihtiyaca gelince İslâm devleti muhtaç olanlara faizsiz borç vermekle bu ihtiyacı karşılar. Nitekim İbn-Hibban, İbn Mesud’dan Rasulullah (sas)’in şöyle dediğini rivayet etti:
“İki defa bir müslümana borç veren Müslüman, bir sadaka vermiş gibidir.”
Muhtaç olanlara borç vermek menduptur. Bu nedenle borç istemek çirkin görülmez, bilakis o da menduptur. Çünkü Rasulullah (sas) borç isterdi. O halde borçlanmak olduğu müddetçe, hem borç isteyen hem de borç veren birer mendup işlemiş olacaklardır.
Faizin iktisadi hayata verdiği zararın ne kadar büyük olduğu artık tüm insanlık tarafından bilinmektedir. Hatta bu zarar o kadar açıktır ki faizi yok etmek ve faizle toplum arasında İslâm nizamına uygun yasa ve yönlendirmelerle caydırıcılığı yüksek kati engellerin konulması zaruret halini almıştır.
Faiz olmayınca mevcut bankalara olan ihtiyaç da ortadan kalkacak ve bu andan itibaren faizsiz borç verme işini sadece beytülmal üstlenecektir. Nitekim, “Ömer b. Hattab (ra) arazilerini değerlendirme ve işletmeleri için Irak’taki çiftçilere beytülmaldan mal vermiştir.” Şer’i hüküm gereğince mahsul hasad edilene kadar çiftçilere arazilerini işlemelerini sağlayacak kadar beytülmaldan mal verilir. İmam Ebu Yusuf’a göre de geçimini temin etmekten aciz olan kimselere bir iş kurmasını ve toprağı işletmesini sağlayacak kadar mal beytülmaldan bor olarak verilir.
Çiftçilere beytülmaldan toprağı işlemek için borç para verildiği gibi ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda ihtiyaçları olanlara şahsi işlerini görebilmeleri için de borç para verilir. Ömer’in çiftçilere borç para vermesi, onların geçimlerini sağlamayacak durumda olmalarındandır ve Ömer onlara geçimlerini sağlayabilecekleri miktarda mal vermiştir. Bu temel sebepten hareketle zengin çiftçilere üretimlerini fazlalaştırmaları için beytülmaldan bir şey verilmez. Fakir çiftçilere verilen borç, onlara kıyasla aynı durumda bulunan ve diğer iş kollarında çalışan kimselere de verilir. Nitekim “Rasulullah (sas) geçimini sağlayabilmek için bir adama odun toplasın diye ip ve balta vermiştir.”
Ancak faizle çalışmayı terk etmek, İslâmi bir toplumun ve İslâm Devleti’nin varlığına ya da borç para verecek kişinin varlığı şartına bağlanamaz. Zira faiz haramdır ve terk edilmesi farzdır. İster İslâmi bir devlet veya İslâmi bir toplum isterse de faizsiz borç verecek şahıs bulunsun veya bulunmasın faizin haramlılığı değişmez.
Devam >>>
Kumar
İslâm şeriatı, kumarı kesinlikle yasaklamış, kumar yoluyla kazanılan malı, kazınılmış bir mal olarak kabul etmemiştir. Bu konuda Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları birer şeytanın işi pisliktir. Ondan kaçının ki felaha eresiniz. Şeytan, kumar ve içki ile aranıza kin ve düşmanlık yaymak, sizi Allah’ı zikretmekten ve namazdan alıkoymak istiyor. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?”
Allah, içki ve kumarın haram kılınışını te’kidli (pekiştirmeli) bir anlatımla ifade etmiştir. Çünkü ayet “muhakkak ki” anlamına gelen () edatı ile başlamakta, içki ve kumarı putlara tapmakla aynı anlamda zikretmektedir. Ayrıca başka bir ayette de;
“O halde putların pisliklerinden kaçının” buyurarak içki ve kumarı “pislik” tabiri ile ifade etmiş, kumar ve içkinin kendisinden ancak şerli işlerin çıktığı şeytana ait birer iş olduğunu belirtmiştir.
Ayette “kaçının” emrinde de bir başka te’kid söz konusudur. Burada kaçınmanın kurtuluşu beraberinde getireceği beyan edilmiştir. İçki ve kumardan kaçınmak kurtuluşa vesile olunca bu fiilleri işlemek de felaket ve helâka sebep olacaktır. Ayette; kumar ve içki düşkünleri arasında düşmanlık ve buğzun meydana çıkması, ayrıca insanları namaz ve namaz vakitlerine riayetten de alıkoyması içki ve kumardan doğan veballer olarak zikredilmiştir.
“Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” diyerek nehyin en açık ve net şekli vurgulanmıştır. Sanki şöyle denmektedir: “İşte gördüğünüz gibi içki ve kumarda size bildirilen bir çok zarar söz konusudur, bunlar Allah’ı zikretmeye ve namaz kılmaya engeldirler. O halde bunlardan vazgeçmeyecek (uzak durmayacak) mısınız?”
Kumarın bir başka şekli de, türü ne olursa olsun, hangi sebeple icad edilmiş olursa olsun “milli piyango” adı altında anılanıdır. Milli piyango gibi at yarışlarında oynanan bahisler de kumar hükmündedir. Netice itibarı ile kumardan kazanılan mal haramdır ve bu yolla bir kazanç elde etmek de caiz değildir.
Faiz (Riba)
İslâm şeriatı faizi kesin bir şekilde yasaklamıştır. Faiz oranı az veya çok olsun faizden elde edilen mal her halükarda haramdır. Faizden elde edilen malı sahiplenmeye kimsenin hakkı yoktur. Alınan faizler eğer biliniyorsa sahiplerine iade edilmelidir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Faiz yiyenler (kabirlerinden) kalkarken şeytan çarpmışçasına kalkacaklardır. Böyle bir cezaya çarptırılmalarının sebebi, alış-veriş de riba gibidir, demeleridir. Halbuki Allah alış-verişi helâl faizi haram kıldı. Kime Rabbından bir nasihat gelir de faiz almaktan vazgeçerse, faiz haram kılınmadan önce faizden yediğinden sorumlu tutulmaz. Onun işi Allah’a aittir (Allah Kıyamet gününe kadar onlarla ilgilenir). Kim ki tekrar faize dönerse onlar cehennemliktirler ve orada ebedi kalıcıdırlar.”
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer iman etmiş iseniz, faizden geri kalan kısmı bırakın. Eğer böyle yapmaz iseniz, Allah ve elçisi ile savaşa girdiğinizi bilin. Tevbe ederseniz ana malınız sizindir. Ne zulmedilirsiniz, ne de zulme uğrarsınız.”
Faiz olayının belirgin vasfı şudur: Faiz, tefecinin halkın emeğini sömürerek hiç bir emek harcamaksızın elde ettiği faydadır. Kendisinden faiz elde edilen mal, herhangi bir zarar rizikosuna sahip olmayan kârı garantili olan bir maldır ve zarar etme ihtimali sıfırdır. Faiz olayı “Zarar, elde edilecek kâra göredir” kuralına da uymaz. Bundan dolayı şirket kurarak malı çalıştırmak ya da sulama ortaklıklarında olduğu gibi mal edinmek şeriata göre caizdir. Çünkü söz konusu işlerden toplum istifade ettiği gibi bir başkasının emeğinin sömürülmesi de söz konusu değildir. Hem iş sahiplerinin hem de başkalarının menfaatlanmalarına vesile olan bu işlerde kâr edilebileceği gibi zarar da söz konusudur.
Fakat faiz böyle değildir. Bu nedenle faizin haram kılınışı, kesin nasslarla herhangi bir illete bağlanmaksızın yasaklanmıştır. Sünnette de faizden söz edilen mallar açıkça beyan edilmiştir.
Bu noktada akla şöyle bir soru gelebilir: Faiz korkusu ile malını koruyan mal sahibi ihtiyacını gidermek için mala muhtaç ve sıkışık durumundaki ihtiyaç sahibine borç vermeyebilir. Oysa ki bu ihtiyacın giderilmesi için mutlaka bir aracın bulunması gerekir. İhtiyaçların çoğalıp çeşitlendiği günümüzde faiz, ticaret, sanayi ve ziraatın temel direği konumuna gelmiş, faizle işleyen bir sürü bankalar ortaya çıkmıştır. Öyle ki ihtiyaçların giderilmesi için faiz dışında başka bir çare bulmak adeta imkansız hale gelmiştir. Şu halde ihtiyaç sahibinin ihtiyacı nasıl giderilecektir?
Bu sorunun cevabı şöyle verilebilir: Burada kast ettiğimiz toplum İslâm’ın bir bütün olarak tatbik edildiği bir toplumdur. İslâmi uygulamanın bir bölümü de iktisadi uygulamalara yöneliktir. Burada, günümüz toplumlarından bahsetmiyoruz. Çünkü günümüz toplumları mevcut konumları ile kapitalizm düzenine uygun bir hayat yaşıyorlar. Bu nedenle bu toplumda bankalar hayatın vazgeçilmez unsurlarından biri haline gelmiştir. Böylesi bir toplumda yaşayan kimse devletin hiç bir kontrol ve kanuni sınırlaması olmaksızın kendi mülkünde istediği tasarrufu yapmak hürriyetine sahiptir. Öyle ki istediği karanlık işleri çevirmek, karaborsa, vurgun, kumar, faiz ve benzeri gayri meşru işleri yapma hürriyetine sahip olduğunu gören kimse elbette ki bankaları ve tüm faiz kurumlarını hayatın vazgeçilmez birer unsuru olarak kabul edecektir.
Bu nedenle kapsamlı ve yaygın bir inkılap yapılırken hali hazırdaki kokuşmuş iktisadi nizamı bütün ile değiştirmek onun yerine İslâm’ın iktisadi nizamını koymak farz olmuştur. Mevcut kapitalist nizam ortadan kaldırılıp yerine İslâm nizamı tatbikata koyulunca, İslâm nizamını yaşayan toplumun faize ihtiyaç duymayacağı açıktır. Çünkü borç para alma ihtiyacını, herkesin geçimini temin etmek görevini üstlenmiş olan İslâmi nizam giderecektir. İkinci ihtiyaca gelince İslâm devleti muhtaç olanlara faizsiz borç vermekle bu ihtiyacı karşılar. Nitekim İbn-Hibban, İbn Mesud’dan Rasulullah (sas)’in şöyle dediğini rivayet etti:
“İki defa bir müslümana borç veren Müslüman, bir sadaka vermiş gibidir.”
Muhtaç olanlara borç vermek menduptur. Bu nedenle borç istemek çirkin görülmez, bilakis o da menduptur. Çünkü Rasulullah (sas) borç isterdi. O halde borçlanmak olduğu müddetçe, hem borç isteyen hem de borç veren birer mendup işlemiş olacaklardır.
Faizin iktisadi hayata verdiği zararın ne kadar büyük olduğu artık tüm insanlık tarafından bilinmektedir. Hatta bu zarar o kadar açıktır ki faizi yok etmek ve faizle toplum arasında İslâm nizamına uygun yasa ve yönlendirmelerle caydırıcılığı yüksek kati engellerin konulması zaruret halini almıştır.
Faiz olmayınca mevcut bankalara olan ihtiyaç da ortadan kalkacak ve bu andan itibaren faizsiz borç verme işini sadece beytülmal üstlenecektir. Nitekim, “Ömer b. Hattab (ra) arazilerini değerlendirme ve işletmeleri için Irak’taki çiftçilere beytülmaldan mal vermiştir.” Şer’i hüküm gereğince mahsul hasad edilene kadar çiftçilere arazilerini işlemelerini sağlayacak kadar beytülmaldan mal verilir. İmam Ebu Yusuf’a göre de geçimini temin etmekten aciz olan kimselere bir iş kurmasını ve toprağı işletmesini sağlayacak kadar mal beytülmaldan bor olarak verilir.
Çiftçilere beytülmaldan toprağı işlemek için borç para verildiği gibi ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda ihtiyaçları olanlara şahsi işlerini görebilmeleri için de borç para verilir. Ömer’in çiftçilere borç para vermesi, onların geçimlerini sağlamayacak durumda olmalarındandır ve Ömer onlara geçimlerini sağlayabilecekleri miktarda mal vermiştir. Bu temel sebepten hareketle zengin çiftçilere üretimlerini fazlalaştırmaları için beytülmaldan bir şey verilmez. Fakir çiftçilere verilen borç, onlara kıyasla aynı durumda bulunan ve diğer iş kollarında çalışan kimselere de verilir. Nitekim “Rasulullah (sas) geçimini sağlayabilmek için bir adama odun toplasın diye ip ve balta vermiştir.”
Ancak faizle çalışmayı terk etmek, İslâmi bir toplumun ve İslâm Devleti’nin varlığına ya da borç para verecek kişinin varlığı şartına bağlanamaz. Zira faiz haramdır ve terk edilmesi farzdır. İster İslâmi bir devlet veya İslâmi bir toplum isterse de faizsiz borç verecek şahıs bulunsun veya bulunmasın faizin haramlılığı değişmez.
Devam >>>