Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Mahşer günü Genel Af -inşaAllah

Hanifi_Bahadir

New member
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
5
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Hüccetü’l-İslam İmam Gazali, İhyau’Ulumi’d-Din isimli eserinin 4. cildinde 991. sayfasında (Onuncu Kitab , Kitabu Zikri’l- Mevt ve ma Ba’dehu bölümünden 48inci Beyan ) ; Enes (R.A.) ’den rivayet edilmiş ve Ebu’l-Esed el- Kusayri ’nin Subaiyatında bulunan bir hadis-i şerife yer verir:


Resul-i Ekrem : “Kıyamet günü Arş’ın altından bir münadi, “Ey Muhammed’in ümmeti , sizde olan hakkımı size bağışladım. Kaldı sizin birbirinize olan haklarınız. Onları da karşılıklı olarak bağışlayın ve rahmetimle Cennet’e girin” der.”


-------


Kaynak : http://dinimizveislam.blogspot.com.tr/2013/05/kul-hakk-affolmaz-m.html


KUL HAKKI AFFOLMAZ MI?


Sual: İslam Ahlakı kitabında, (Allahü teâlâ, kul hakkı hariç, dilerse diğer günahları affeder) deniyor. Allahü teâlâ dilerse kul hakkını niye affetmiyor? Kim karışır ki? Bir şehidin kul hakkı borcu olsa, yine de mi affa uğramaz?
CEVAP
Kul hakkı, başkasına ait bir alacaktır. Cenab-ı Hak, kendine karşı işlenenleri affedebilir, ama başkasına işlenen günahların sahipleri, bundan haklarını isterler. Onun için kul hakkının dinimizde önemi büyüktür. Kişi, şehid olursa, âhirette hak sahipleri şehitten alacaklarını isterler. Onların haklarını vermedikçe Cennete giremez. Denizde şehid olan müminin borçlarını Allahü teâlâ kendi üzerine alır. Hak sahiplerine, borçlu adına O verir. Bir hadis-i şerif:


(Deniz savaşında şehid olanın, bütün günahları, hattâ kul hakları da affolur.) [İbni Mace]


Bunu kara şehidinde de yapar mı? Onun rahmeti boldur, onu da yapabilir. Hattâ şehid olmayanları da âhirette helâlleştirecektir. Hakkını helâl edene Cennette köşkler verecektir. Önemli olan imanlı ölmektir. Burada imandan kasıt doğru imandır. Doğru iman, Ehl-i sünnet vel cemaat itikadıdır.


-------


Kaynak : http://dinimizveislam.blogspot.com.tr/2013/05/her-mumine-sefaat-vardr.html


HER MÜMINE ŞEFAAT VARDIR


Sual: Peygamberimizin kızına, (Âhirette sana gelecek azabı benim kurtarma yetkim yok) demiş. Peygamberimizin şefaat yetkisi yok mudur?
CEVAP
Elbette, vardır. Burada bildirilen şey, (İmanı olmayana peygamber de şefaat edemez) demektir. Bu genel bir kaidedir. Hazret-i Fatıma’nın şahsı için değildir. Yine Resulullah efendimiz, (Allahümme yâ mukallibel kulûb, sebbit kalbî, ala dînik) duasını okuyunca, Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, sen de, dönmekten korkuyor musun?) dediklerinde, (Mekr-i ilahiden kurtulmak için, kim bana teminat [güvence, garanti] verebilir ki?) buyurdu. (Levh-il-mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi)


Bu dua, (Ey büyük Allah’ım! Kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak sensin. Kalbimi, dininde sabit kıl, yani dininden döndürme, ayırma!) demektir. Kendisi için böyle buyurunca, hepsi cennetlik olan Eshabı ve yakınları için de, aynı şeyi söylemesi normal değil mi? Bu hadis-i şerif, (Rabbimin lütfu olmadıkça, ben kendi yakınlarıma da şefaat edemem, ancak Rabbimin bana vereceği yetkiye dayanarak şefaat ederim) demektir. İki âyet-i kerime meali:


(Allah’ın izni olmadan kim şefaat edebilir?) [Bekara 255]


(Bütün şefaatler, Allah’ın iznine bağlıdır.) [Zümer 44]


Burada açıkça şefaatin olacağı, ama bunun Allah’ın iznine bağlı olacağı bildiriliyor. Peygamber efendimiz, Allahü teâlâdan izin aldıktan sonra, yakınlarına ve imanı olan herkese şefaat edecektir. Bir hadis-i şerifte de, (İmanla ölen herkese şefaat edeceğim) buyuruldu. (Buharî)


Tevbe edilen günahlar
Sual: Tevbe edilen günahlar bir daha işlenmezse affoluyormuş. Peki, bu affolan günahları âhirette herkes görecek mi?
CEVAP
Hiç kimse göremediği gibi, kendisi de bilemeyecektir. Bir hadis-i şerif şöyledir: (Kul tevbe edince, Allahü teâlâ, onun günahlarını hafaza meleklerine unutturur. Keza bunu onun uzuvlarına ve bilen herkese unutturur. Böylece, âhirette günahlarına şahitlik edecek kimse kalmaz.) [İbni Asakir]


-------


Kaynak : https://groups.google.com/forum/#!topic/dinimizislam/QlAo4oiPWHw


GÜNAHLAR ÖRTÜLECEK


Sual: Tevbe edilen günahların affedildiğini kitaplardan okuyoruz. Âhirette bu günahlar, bizim yüzümüze vurulacak mıdır?
CEVAP
Hayır, asla vurulmayacak, hattâ öyle bir günah işlediğimiz bile unutturulacaktır. Günahımız hatırlatılınca rezil oluruz. Allahü teâlâ affettiği kulunu rezil etmez. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(O gün Allah, Peygamberini ve iman edip onunla beraber olanları rezil etmez.) [Tahrim 8]
Peygamber efendimiz âhirette, (Ya Rabbi, ümmetimin kusurlarını hiç kimsenin duymaması için onların hesaplarını bana ver!) diyecek, Allahü teâlâ da, (Onlar senin ümmetinse, benim de kullarımdır. Ben onlara senden daha merhametliyim. Hiç kimse onların kusurlarını görmeyecektir) buyuracaktır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah, o müminlerin geçmişte yaptıkları en kötü hareketleri bile örtüp bağışlayacak ve yaptıkları amellerin en güzelleriyle mükâfatlar ihsan edecektir.) [Zümer 35]
Bu ne büyük nimettir! Hem günahlar örtülüp gösterilmeyecek, hem de en güzel mükâfatlar verilecektir. O halde tevbe edip, tevbesinde sadık olan kullardan olmaya çalışmalıyız.


-------
Ek Konu :


Muhbir-i sadık “aleyhissalatü vesselam” buyurmuştur ki:
(Hırsızların en büyüğü, namazından çalandır. Yani namazın rükünlerine riayet etmez, rükû ve secdelerini hakkıyla yerine getirmez.)


Hırsızların en kötüsü olmaktan kurtulmak için, bu hırsızlıktan kaçınmak zaruridir. Bir defa da, Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurmuşlardır ki:
(Rükû’da ve secdelerde, belini yerine yerleştirip, biraz durmayan kimsenin namazını Allahü teâlâ kabul etmez.)


O Server-i En’am “aleyhissalâtü vesselam”, namaz kılan, ama rükû ve secdelerini tam yapmayan birini gördü. O şahsa hitaben buyurdu ki:
(Sen namazlarını böyle kıldığın için, Muhammed’in “aleyhissalâtü vesselâm” dininden başka bir dinde olarak ölmekten korkmuyor musun?)


Bir defa da Peygamberimiz “aleyhissalatü vesselam” buyurdu ki:
(Sizlerden biriniz, namaz kılarken, rükûdan sonra kalkıp, dik durmadıkça ve ayakta her uzvu yerine yerleşip, durmadıkça namazı tamam olmaz.)


Bir defa da buyurdular ki:
(İki secde arasında dik oturmadıkça namazınız tamam olmaz.)


Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” namaz kılanlardan birinin yanından geçerken gördü ki, kavme [rükudan sonra dik durma] ve celseyi [iki secde arasında oturma] hakkıyla yerine getirmiyor. O şahsa buyurdu ki:
(Eğer namazlarını böyle kılarak ölürsen, Kıyamet günü, sana ümmet-i Muhammed’dendir demezler.)


Başka bir yerde de buyurdu ki:
(Altmış sene namaz kılıp, fakat yine namazı eda edilmiş olmayan, yani bir namazı makbul olmayan şu kimsedir ki, rükû’ ve secdelerini tamamıyla yerine getirmez.)


Zeyd ibni Vehb, namaz kılan bir kimseyi gördü ki, rükû’ ve secdelerini tamamıyla yerine getirmez. O şahsı davet edip, buyurdu ki, (Ne vakitten beridir bu şekilde namaz kılarsın?) O şahıs cevabında, (Kırk senedir) dedi. Zeyd buyurdu ki: (Sen kırk senedir namaz kılmamışsın. Eğer vefat edersen Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” sünneti [dini] üzere ölmezsin.)


Mümin olan kul, namazını eda ederken, o namazın rükûunu, secdelerini ve diğer rükünlerini tam yaparsa, o namaz sevinçli ve nurani olur. Melekler o namazı göklere iletirler. O namaz da sahibine hayır dua edip, (Sen beni muhafaza ettiğin gibi Allah da seni muhafaza etsin!) der.


Eğer namazı güzel, tamam, edeb ve sünnetlerine uygun kılmazsa, o namaz zulmani olur. Melekler onu kerih görerek, göklere iletmezler. Namaz da namaz kılana beddua ederek der ki:
(Ben Hakk’ın dergâhında nur olacak bir cevherdim. Sen beni zayi ettin. Allah da seni zayi etsin!)


Öyle ise, bu büyük emri tamamıyla, eksiksiz olarak ciddi, gayretle ve kalb huzuruyla eda etmek, tadil-i erkânla rükû’ ve secdelerini, kavme ve celseyi hakkıyla yerine getirmek ve diğer Müslümanları da namazını tamamlamak için gayret ettirmek, sözümüz geçenlere bildirmek ve tumaninete, tadil-i erkâna yol gösteren olmak lazımdır.


Birçok kimse, bu şekilde namaz kılmak nimetinden mahrumdur. Her kim ki bu şekilde namaz kılmadıysa, kendisini hırsızlara dâhil etmiş ve azabı hak etmiş olur. Bu amel terk edilmiştir. Bu ameli ihya etmek, İslamiyet’in önemli hususlarından en önemlisidir.
 

sýyah_

New member
Katılım
13 Ağu 2010
Mesajlar
454
Tepkime puanı
222
Puanları
0
Yaş
51
İzmir’in Tire ilçesinde ikamet eden Müctehid İmam Hacı Kamil KARASU Hazretlerinin oğlu Abdulkadir KARASU, iman hakkında şöyle bir konu anlatmıştı, onun ağzından daha mübarek bir anlatım olsa da ben hatırladığım kadarıyla aktarmaya çalışayım;
Padişahlarımızdan birisi İstanbul’un Camilerinden birine tebdili kıyafet Cuma namazına gider, en ön safa oturur, ihtiyacı nedeniyle rahatsızlanır ayağa kalkar en öne geldiğinden çok kalabalık olan camiden çıkması pek kolay değildir. Hemen arkasında oturan zatı muhterem eliyle omzuna dokunarak “padişahım buradan gidin ihtiyacınızı giderip geri gelebilirsin” diyerek padişaha kolunu kaldırarak elbisesinden bir kapı açar. Padişah gider hacetini giderir abdestini alır geri gelir namazını kılar. Namaz bitince o muhteremi arar fakat bulamaz. Hayatı boyunca aklından çıkarmaz merak eder kimdir nerededir benim padişah olduğumu nereden bildi, beni dışarı çıkartan kerameti nasıl yapabildi diye. Bir gün gelir sefere çıkarken Padişah hazretleri atının üzerinde yaşlı bir adama rastlar, padişah gönül gözüyle onun mübarek bir zat olduğunu anlar ve ondan gideceği sefer için dua etmesini ister. Zatı muhterem elini kaldırır “Allah akıbetimizi hayırlı yaratsın” der duayı bitirir. Padişah şaşırır böyle bir şey beklememiştir. Yaşlı adam “ne oldu beğenemedin mi ?” “Bir zamanlar Cuma namazında iken seni dışarı çıkartan zatı hatırladın mı, işte o, bu dünyadan imansız gitti” der. Bu hikayeden benim çıkardığım sonuç; dünyada bir insanın başına gelebilecek en büyük felaket; imansız olarak bu dünyayı terk etmesidir. Ne olursa olsun bir insan vefat ettiğinde toprağa girdiğinde yanına hiçbir şey alıp götüremeyecektir. Artık kapılar kapanmıştır geride kalanlar onu bir zamana kadar hatırlayacaktır. Yakınları da toprağın altına girince artık hafızalardan bile silinecektir. Ancak o Âdemoğlu, amel defteri kapanmayacak işler edindiğinde kendisine verilen ömür defteri kapanmadan o defteri iman mürekkebiyle yazılan sayfalarla doldurduğunda öyle ya da böyle ALLAH (c.c) huzuruna çıktığında, hata yapmaya müsait bir insan olarak İnşallah Bağışlaması Büyük Rabbimiz tarafından olacaktır. Bir insanın bağışlanmasında gerçek manada tek yetki sahibi ALLAH’ (c.c) tır.
(Onlar, Onun (Allah’ın) rızasına kavuşmuş olandan başkasına şefaat etmezler.) (Enbiya 28)
(Allahü Teala, şefaat edene ve şefaat edilene izin vermedikçe, hiç kimse şefaat edemez. Kalblerindeki müthiş korku giderilince, “Rabbiniz şefaat hakkında ne buyurdu?” diye soracaklar. Onlar ise, “Hak olanı buyurdu ” diyecekler.) (Sebe 23)
(Ondan başka ilahlar mı edineyim? O Rahman olan Allah, eğer bana bir zarar dilerse putların şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramaz.) (Yasin 23)
(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) (Nisa 13,14)
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.) (Enfâl 13)
Hadis: (İmanla ölen herkese şefaat edeceğim.) (Buhari, Müslim)
Hadis: (Kıyamette Peygamberler, âlimler ve şehidler şefaat eder.) (İbni Mace)
şefaat yetkisine sahip olanlar, (şehidler, alimler ve Peygamberler) ancak Allahü teâlânın izni ile şefaat edebileceklerdir. Açılan konuyu bizzat yukarıda anlatıldığı şekilde katkıda bulundum ve anlattım ki amacım şirk günahının bilmeden işlenmesine mani olmaktır. Peygamberin şefaat yetkisinin bir yerden başlayıp bir yere kadar sınırlı olduğudur. Bu sınır ALLAH (c.c) tarafından belirlenmektedir.
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Peygamberin şefaat yetkisinin bir yerden başlayıp bir yere kadar sınırlı olduğudur. Bu sınır ALLAH (c.c) tarafından belirlenmektedir.

Sevgili siyah_;

Birinci cümlen eksik kalmış. "Sınır" tabiri, cümle içerisinde dar alan gibi algılanır.

Gerçi ikinci cümleni biraz açtığımız zaman anlatılmak istenilen belki daha net anlaşılır. Burada "sınır" diye belirtilen Resulullah'ın (s.a.v.) razı olacağı nokta kadardır, bu da Rabbi Zülcelal'in (Celle Celaluhu) Resulullah (s.a.v.) efendimizi razı edinceye kadar vereceği şefaat yetkisine orantılıdır.

Ama bu dahi bizim sınır diye bildiğimiz kavramın çok ama pek çok genişlemiş bir halidir. Şefaat yetkisi;Kur'an da "Peygamber efendimiz (s.a.v.) razı edilinceye kadar, razı oluncaya kadar..." anlamında olduğu için bize göre sınırsız kadar geniş, Kur'an gerçeği ile ölçüldüğünde Rabbimizin çizdiği sınır kadardır, diyebileceğimiz kadar görecelidir aynı zamanda.

Çünkü Kur'an da aynen böyle buyruluyor: "...ve herhalde sonu, senin için önünden daha hayrlı ve ileride Rabbin sana ata edecek (verecek), öyle ata edecek (verecek) ki rızaya ereceksin!” (Duha : 4 - 5 )

Bu ayet de Rabbi Zülcelal'in (Celle Celaluhu) Resulullah (s.a.v.) efendimizi razı edinceye kadar vereceği şefaat imtiyazı daha net olarak anlaşılmaktadır.
 

sýyah_

New member
Katılım
13 Ağu 2010
Mesajlar
454
Tepkime puanı
222
Puanları
0
Yaş
51
Saygıdeğer Radikal, uzunca bir süredir görüşmemiştik. Bu vesile ile önce selam eder bu vesile ile sınır demekle anlatmak istediğim; öncelikle Peygamberimiz (sav), âlimler ve Şehitlerden başka hiç bir kimsenin şefaat edemeyeceğidir. İkinci olarak yetki seviyesinde insanların Peygambere verilen bu yetkinin, artık ALLAH (c.c) bile dokunulmazlığı olduğu kadar çok olduğunun zannedilmesinin önüne geçmektir. (Onlar, Onun (Allah’ın) rızasına kavuşmuş olandan başkasına şefaat etmezler.) (Enbiya 28) Ayette, ilmiyle her şeyi kuşatan ve bilen ALLAH (c.c) zaten Peygamberimizin (sav) veya şefaat edeceklerin kimlere şefaat edeceğini biliyor. Bu yetkiyi verse ne olur ne olmaz demek değil bu. ALLAH (c.c) en doğrusunu bilir, olacakları, olmuş olanları ve olanları her an ilmiyle kuşatır. Evrendeki her cereyan eden hadise onun kudretinin çerçevesinde sınırlıdır. "Vay be ALLAH (c.c) bir kuluna sınırsız yetki verdi" bu yetki kendini bile aşıyor düşüncesi oluşmasın şefaat yetkisi yanlış anlaşılmasın. Çünkü hiçbir şey ALLAH'a (c.c) denk değildir. Hiç bir kimsenin yetkisi de bu dengeye dokunamaz. Sizinde söylediğiniz gibi "Rabbimizin çizdiği sınır kadardır" Aynı zamanda diğer söylediğiniz anlamda ise ALLAH (c.c) rızasını almış Peygamberimiz (sav) "Peygamber efendimiz(s.a.v.) razı edilinceye kadar, razı oluncaya kadar..." duha suresini delil göstermenizle ilgili ise Duha suresinde “Ved duh┠(and olsun kuşluk vaktine), “Vel leyli izâ sec┠(gecenin karanlığının en sessiz zamanı), Duha 3: “Mâ veddeake rabbuke ve mâ kalâ”. Rabbin seni ne terk etti nede darıldı. Duha 4: “Ve lel âhıretu hayrun leke minel ûl┠“ahret senin için daha hayırlıdır” Duha 5. : “Ve le sevfe yu’tîke rabbuke fe terdâ.” Ve mutlaka Rabbin yakında sana verecek (ihsan edecek), böylece sen razı olacaksın. Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz'i adn cennetlerinin en üstünü ile mükâfatlandıracağının müjdesini veriyor. O'nun bu cennetten razı olacağı kesin bir dille vurgulanıyor. Bu ayetin şefaat yetkisi veya onun bu konudaki razı olacağı ile bir alakası yoktur. le (elbette), yu'tî-ke (sana verecek), terdâ (sende razı olacaksın). Bu surede sonraki ayetlerden de anlaşılacağı üzere ALLAH (c.c) Peygamberimizi (sav) önce yetim olarak yarattı ama sonra barındırdı anlamındadır. Şunun altını çiziyorum özellikle bu sure genel anlamda ALLAH (c.c) sana verdiği bu zenginlikleri düşünüp, insanlara Rabinin nimetlerini anlat demektedir. Hatta ve hatta insanların en şerefli en sevilen en çok berekete ulaşacak olan en değerli olan ALLAH (c.c) sevgisini kazanan en değerli insan olarak yaratılmıştır. Peygamberimizden başka ALLAH’a (c.c) Cebrail (a.s) bile ALLAH’a bu kadar yaklaşamamıştır. Peygamberimiz Miraç gecesi ALLAH (c.c) huzuruna çakmıştır. Saygılarımla saygıdeğer radikal…
 

sýyah_

New member
Katılım
13 Ağu 2010
Mesajlar
454
Tepkime puanı
222
Puanları
0
Yaş
51
İnşallah Peygamber efendimiz Muhammed'in (sav) şefaatine bende dahil olurum. İnşallah Selamate kavuşurum. İnşallah benim gibi tüm İnananlarda selamete kavuşur. İnşallah ALLAH (c.c) beni inananlardan, kurtulanlardan bu dünyada ve ahrette ayırmaz. Allahümme Salli Ala Seyyidine Muhammed.
 
Üst Alt