KUTSAL EMANETLER Mİ ?
İnşa ettin bir avuç kilden sadece
Havra, kilise, puthane ve mescidi
İnşa etmedin ki sen hiç ey gafil
Onsuz özgür olamayacağın gönlü
Muhammed İkbal
İslâm'ı diğer din ve kültürlerden müstesna kılan en büyük etken, İslâm'ın kutsal-profan ayrımından doğan düalizme bir son vermiş olması ve insanın kainata olan bakışına tevhidi bir mana katmasıdır. Tevhidi bir bakış açısı da, kutsal/profan, din/din dışı veyahut ruh/beden gibi düalistik yapılanmaları hükümsüz kılan bir muhtevaya sahip olduğundan, kutsallık kavramı ile örtüşmeyen bir anlama sahiptir. Ayrıca her kavram, zıttını da beraberinde doğurur. Ve hayatın her alanı ile ilgili olan İslam dini, şu kutsal bir muhtevaya sahip, ya da şurası dini bir mekan, burası ise değil türünden ayrılıklara itibar etmez.
Ve bilirsiniz ki; Kutsal-profan diyalektiğini ortadan kaldırmış olan İslâm dininde herhangi bir kimseye ya da eşyaya da kutsallık atfedilerek, bunun aklın üstüne çıkarılması, başkalaştırılması ve tabu haline getirilerek tartışma dışı bırakılması şeklinde bir inanış da caiz değildir..
Hatta Allah-ü Teala dahi, alemi aşağısı-yukarısı yani madde ve mana alemi şeklinde ayırarak, varlığından düalistik yapılanmalar yaratmamıza neden olacak biçimde, zatına kutsallık atfedilmiş bir tabu değildir. “El Quddus”, Türkçe’de kullanıldığı üzere Tanrı’ya yani Kut’a ait olan şaman bir anlamına değil, “tüm eksik sıfatlardan münezzeh, temiz ve pak” anlamına gelmektedir.
Ayrıca Allah-ü Teala, insanoğlu tarafından haşa sorgulanamayacak bir varlık olsa da, Allah’ın eşsiz nizamını ve Allah’ı bilmenin yolu, alemi bir bütün olarak sorgulamaktan, yaratılış üzerine düşünmekten, tartışmaktan ve bolca araştırmadan geçer. O, alemi yaratarak bilinmeye tenezzül etmiştir ve bu açıdan, kişinin Allah’ın yüceliği yanında, kendi kapasitesini bilmesinin yolu, tüm eksik sıfatlardan münezzeh olan O’nun yarattığı alemin hareketini anlamaya ve varlığının delillerini içselleştirmeye çalışmaktan geçer. Bu yüzden de, Allah-ü Teala üzerine düşünülemez ya da hakkında konuşulamaz bir tabu değildir. Allah’a, aklın da onun önünde secdeye varmasını engelleyecek yönde bir kutsallık atfedilemez, O’nun eşsiz nizamı hurafelerle veyahut sadece mucizelerle izah edilmeye çalışılarak Allah’ın insanoğluna bahşettiği akıl değersizleştirilemez.
Kaldı ki, bir kimseye kutsiyet atfetmek, putlaştırmak veyahut bazı eşyalara tıpkı Hristiyan rölikleri gibi özel mana atfetmek, bunu kutsal bilmek…
İyi de, biz Müslüman olarak putperestliği aşağılıyoruz.
Neden?
Çünkü İslam’a göre putperestlik yanlıştır ve İslam’ın temeli olan tevhid inanışına aykırıdır. Allah, İslam dinini vahiy ederek tüm putları yerle yeksan etmiş, putperestliği kesin bir dil ile yasaklamıştır. Biz de, ne zaman laf açılsa 1500 sene önce yaşamış Cahilliye putperestlerinin halinden örnekler verip duruyoruz hala. Cahilliye insanı şöyleydi…Cahilliye insanı böyleydi… Zavallı Cahilliye insanının, yüzyıllardır kendilerinden pek de farkı olmayan bizler tarafından kulakları çınlatılır durur..
Pekala Cahilliye insanı üzerinden ahkam kesmeyi bırakıp, şunu düşünüyor muyuz acaba; Bizim onlardan ne farkımız var ki?
Şunu sorabilir misiniz kendinize; İlerleyen zamanlarda bazı aklı evvel kimseler tarafından kutsiyet atfedilmemesi, şirke konu olmaması için resmi dahi yaptırılmamış olan Hz Peygamber’in (sav) hırkası kutsal mıdır?
Ya da sakalı veyahut mührü?
Ya da Peygamber Efendimizin oku ve kılıçlarına kutsiyet atfedilebilir mi?
Peki ya Kabe’nin anahtarı? Ya Hz Peygamber’in yalancı peygambere gönderdiği mektup? Veyahut sahabe-i kiramın kılıçları bunlar kutsal mıdır?
Hz Peygamber’in hırkası kutsal değildir çünkü hırkayı giymiş olan yaratılmışların en şereflisi olan Hz Muhammed(sav) dahi olsa, fikri ve ameli tüm yaptığı davranışlar Allah’ın bir hikmeti olan Hz Peygamber de nihayetinde Allah’ın bir kuludur, hırkası eni konu bir hırkadır ve bir kumaşa İslam dininde olmayan bir mana yüklenemez. Ayrıca, bu hırkanın Hz Peygamber’e ait olduğu dahi şüphelidir. Biz bilmem kimin hırkasına kutsiyet atfediyoruz acaba veyahut velev ki hırka Hz Peygamber’e ait ve ben hırkayı alıp istemeden yere düşürsem de kirlense, haşa İslam’ın kutsalını mı kirletmiş, lekelemiş olacağım yani?
Bunu bırakın da; Hz Muhammed (sav), hırkası olduğu söylenen bir kumaşa kutsiyet atfetmemizi mi, yoksa evimizdeki fazla hırkalardan birini hatta üzerimizdekini çıkarıp bir ihtiyacı olana vermemizi mi tasvip ederdi acaba ?
Ya mührü veyahut sakalı… Mühür hammaddesi metal bir mühür, sakal ise yine sahibinin kim olduğu tam belli olmayan bir sakal değil midir ? Mührün ya da sakalın sahibinin Hz Peygamber olması, mühre ve sakala değerli birer emanet olmalarının dışında, herhangi bir özel mana atfetmez ayrıca öyle değil mi?
Ya oku ve kılıçları? Bu metaller kutsal mıdır?
Ya Kabe? Tüm Müslümanların kıblesi olması hasebiyle büyük önemi haiz olan Kabe aslında sadece taş bir bina değil midir, bu şekilde düşünüldüğünde Kabe ya da Kabe’nin anahtarı neden kutsal olsun? “Hani biz İbrahim'e Evin (Kabe'nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik "Bana hiç bir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için evimi tertemiz tut." (Hac Suresi / 26) ] yazmıyor mu Kuran-ı Kerim’de…
Peki ya Hz Peygamber’in yalancı peygambere yazdığı mektup? Peygamber Efendimizin yalancı peygambere yazdığı cevap açısından tarihi önemi olan mektup eninde sonunda bir kağıt parçası değil midir?
Sahabe-i kiramın kılıçları, tıpkı Hz Peygamber’in kılıcı gibi sadece birer metal parçası değil midir?
Pekala, insanın kaybettiği bir yakınının hatıralarında onu bulması anlaşılır bir psikoloji..Ancak söz konusu din olduğunda verdiğimiz tepkilerimizin çoğunda olduğu gibi yine duygusal ve fevri, yine akıldan uzak ve yine paganist ritüellerle dolu. Ve tüm bu emanetlerin “değerli emanetler” değil de “kutsal emanetler” adı altında muhafaza edilerek, bu eşyalara kutsallık atfedilmesi, aklımıza tekrar şu soruyu getiriyor ki; Kumaşa, metale ya da taşa kutsallık atfeden bizim, cahilliye putperestlerinden ne farkımız var?
Misal vermek gerektiğinde, Cahilliye insanı üzerinden mangalda kül bırakmayan bizler, bunları bir kenara bırakıp önce kendi paganist İslam algımız üzerine gitsek, en azından Hz Peygamber devri ile günümüz yaşantısını biraz mukayese ederek, aradaki fark üzerine kafa yorsak olmaz mı acaba ?
Yahu bırakın hırkayı ya da sakalı..Bırakın bir bez ya da bir kıl parçasına anlam yüklemeyi…
Hz Peygamber’in gerçek mirası, kime ait olduğu dahi tam belli olmayan bir takım eşyalar değil, Allah'ın kitabı Kurân-ı Kerim ve Hz Peygamber’in sünnetidir ki; “insan olma” mücadelesinin tüm manası işte sadece bu ikisinde gizlidir.
Peren BİRSAYGILI
İnşa ettin bir avuç kilden sadece
Havra, kilise, puthane ve mescidi
İnşa etmedin ki sen hiç ey gafil
Onsuz özgür olamayacağın gönlü
Muhammed İkbal
İslâm'ı diğer din ve kültürlerden müstesna kılan en büyük etken, İslâm'ın kutsal-profan ayrımından doğan düalizme bir son vermiş olması ve insanın kainata olan bakışına tevhidi bir mana katmasıdır. Tevhidi bir bakış açısı da, kutsal/profan, din/din dışı veyahut ruh/beden gibi düalistik yapılanmaları hükümsüz kılan bir muhtevaya sahip olduğundan, kutsallık kavramı ile örtüşmeyen bir anlama sahiptir. Ayrıca her kavram, zıttını da beraberinde doğurur. Ve hayatın her alanı ile ilgili olan İslam dini, şu kutsal bir muhtevaya sahip, ya da şurası dini bir mekan, burası ise değil türünden ayrılıklara itibar etmez.
Ve bilirsiniz ki; Kutsal-profan diyalektiğini ortadan kaldırmış olan İslâm dininde herhangi bir kimseye ya da eşyaya da kutsallık atfedilerek, bunun aklın üstüne çıkarılması, başkalaştırılması ve tabu haline getirilerek tartışma dışı bırakılması şeklinde bir inanış da caiz değildir..
Hatta Allah-ü Teala dahi, alemi aşağısı-yukarısı yani madde ve mana alemi şeklinde ayırarak, varlığından düalistik yapılanmalar yaratmamıza neden olacak biçimde, zatına kutsallık atfedilmiş bir tabu değildir. “El Quddus”, Türkçe’de kullanıldığı üzere Tanrı’ya yani Kut’a ait olan şaman bir anlamına değil, “tüm eksik sıfatlardan münezzeh, temiz ve pak” anlamına gelmektedir.
Ayrıca Allah-ü Teala, insanoğlu tarafından haşa sorgulanamayacak bir varlık olsa da, Allah’ın eşsiz nizamını ve Allah’ı bilmenin yolu, alemi bir bütün olarak sorgulamaktan, yaratılış üzerine düşünmekten, tartışmaktan ve bolca araştırmadan geçer. O, alemi yaratarak bilinmeye tenezzül etmiştir ve bu açıdan, kişinin Allah’ın yüceliği yanında, kendi kapasitesini bilmesinin yolu, tüm eksik sıfatlardan münezzeh olan O’nun yarattığı alemin hareketini anlamaya ve varlığının delillerini içselleştirmeye çalışmaktan geçer. Bu yüzden de, Allah-ü Teala üzerine düşünülemez ya da hakkında konuşulamaz bir tabu değildir. Allah’a, aklın da onun önünde secdeye varmasını engelleyecek yönde bir kutsallık atfedilemez, O’nun eşsiz nizamı hurafelerle veyahut sadece mucizelerle izah edilmeye çalışılarak Allah’ın insanoğluna bahşettiği akıl değersizleştirilemez.
Kaldı ki, bir kimseye kutsiyet atfetmek, putlaştırmak veyahut bazı eşyalara tıpkı Hristiyan rölikleri gibi özel mana atfetmek, bunu kutsal bilmek…
İyi de, biz Müslüman olarak putperestliği aşağılıyoruz.
Neden?
Çünkü İslam’a göre putperestlik yanlıştır ve İslam’ın temeli olan tevhid inanışına aykırıdır. Allah, İslam dinini vahiy ederek tüm putları yerle yeksan etmiş, putperestliği kesin bir dil ile yasaklamıştır. Biz de, ne zaman laf açılsa 1500 sene önce yaşamış Cahilliye putperestlerinin halinden örnekler verip duruyoruz hala. Cahilliye insanı şöyleydi…Cahilliye insanı böyleydi… Zavallı Cahilliye insanının, yüzyıllardır kendilerinden pek de farkı olmayan bizler tarafından kulakları çınlatılır durur..
Pekala Cahilliye insanı üzerinden ahkam kesmeyi bırakıp, şunu düşünüyor muyuz acaba; Bizim onlardan ne farkımız var ki?
Şunu sorabilir misiniz kendinize; İlerleyen zamanlarda bazı aklı evvel kimseler tarafından kutsiyet atfedilmemesi, şirke konu olmaması için resmi dahi yaptırılmamış olan Hz Peygamber’in (sav) hırkası kutsal mıdır?
Ya da sakalı veyahut mührü?
Ya da Peygamber Efendimizin oku ve kılıçlarına kutsiyet atfedilebilir mi?
Peki ya Kabe’nin anahtarı? Ya Hz Peygamber’in yalancı peygambere gönderdiği mektup? Veyahut sahabe-i kiramın kılıçları bunlar kutsal mıdır?
Hz Peygamber’in hırkası kutsal değildir çünkü hırkayı giymiş olan yaratılmışların en şereflisi olan Hz Muhammed(sav) dahi olsa, fikri ve ameli tüm yaptığı davranışlar Allah’ın bir hikmeti olan Hz Peygamber de nihayetinde Allah’ın bir kuludur, hırkası eni konu bir hırkadır ve bir kumaşa İslam dininde olmayan bir mana yüklenemez. Ayrıca, bu hırkanın Hz Peygamber’e ait olduğu dahi şüphelidir. Biz bilmem kimin hırkasına kutsiyet atfediyoruz acaba veyahut velev ki hırka Hz Peygamber’e ait ve ben hırkayı alıp istemeden yere düşürsem de kirlense, haşa İslam’ın kutsalını mı kirletmiş, lekelemiş olacağım yani?
Bunu bırakın da; Hz Muhammed (sav), hırkası olduğu söylenen bir kumaşa kutsiyet atfetmemizi mi, yoksa evimizdeki fazla hırkalardan birini hatta üzerimizdekini çıkarıp bir ihtiyacı olana vermemizi mi tasvip ederdi acaba ?
Ya mührü veyahut sakalı… Mühür hammaddesi metal bir mühür, sakal ise yine sahibinin kim olduğu tam belli olmayan bir sakal değil midir ? Mührün ya da sakalın sahibinin Hz Peygamber olması, mühre ve sakala değerli birer emanet olmalarının dışında, herhangi bir özel mana atfetmez ayrıca öyle değil mi?
Ya oku ve kılıçları? Bu metaller kutsal mıdır?
Ya Kabe? Tüm Müslümanların kıblesi olması hasebiyle büyük önemi haiz olan Kabe aslında sadece taş bir bina değil midir, bu şekilde düşünüldüğünde Kabe ya da Kabe’nin anahtarı neden kutsal olsun? “Hani biz İbrahim'e Evin (Kabe'nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik "Bana hiç bir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için evimi tertemiz tut." (Hac Suresi / 26) ] yazmıyor mu Kuran-ı Kerim’de…
Peki ya Hz Peygamber’in yalancı peygambere yazdığı mektup? Peygamber Efendimizin yalancı peygambere yazdığı cevap açısından tarihi önemi olan mektup eninde sonunda bir kağıt parçası değil midir?
Sahabe-i kiramın kılıçları, tıpkı Hz Peygamber’in kılıcı gibi sadece birer metal parçası değil midir?
Pekala, insanın kaybettiği bir yakınının hatıralarında onu bulması anlaşılır bir psikoloji..Ancak söz konusu din olduğunda verdiğimiz tepkilerimizin çoğunda olduğu gibi yine duygusal ve fevri, yine akıldan uzak ve yine paganist ritüellerle dolu. Ve tüm bu emanetlerin “değerli emanetler” değil de “kutsal emanetler” adı altında muhafaza edilerek, bu eşyalara kutsallık atfedilmesi, aklımıza tekrar şu soruyu getiriyor ki; Kumaşa, metale ya da taşa kutsallık atfeden bizim, cahilliye putperestlerinden ne farkımız var?
Misal vermek gerektiğinde, Cahilliye insanı üzerinden mangalda kül bırakmayan bizler, bunları bir kenara bırakıp önce kendi paganist İslam algımız üzerine gitsek, en azından Hz Peygamber devri ile günümüz yaşantısını biraz mukayese ederek, aradaki fark üzerine kafa yorsak olmaz mı acaba ?
Yahu bırakın hırkayı ya da sakalı..Bırakın bir bez ya da bir kıl parçasına anlam yüklemeyi…
Hz Peygamber’in gerçek mirası, kime ait olduğu dahi tam belli olmayan bir takım eşyalar değil, Allah'ın kitabı Kurân-ı Kerim ve Hz Peygamber’in sünnetidir ki; “insan olma” mücadelesinin tüm manası işte sadece bu ikisinde gizlidir.
Peren BİRSAYGILI