Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kurtuluş çaremiz:tövbe

samanyolu

New member
Katılım
19 Mar 2007
Mesajlar
2,063
Tepkime puanı
2,696
Puanları
0
Yaş
49
Konum
istanbul
YEGANE KURTULUŞ ÇAREMİZ: TÖVBE
“Ey iman edenler! Allah’a tövbe edin. Muhakkak kurtuluşa erersiniz.” (Nur, 31)

Allah-u Zülcelal, ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Muhakkak Allah, iman eden kimselerin sahibidir. İman edenler Allah’ın muhafazası altındadır. Kafirlerin (ise ne dünyada, ne ahirette muhafaza edecek) sahipleri yoktur.” (Muhammed, 11)
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede, müminlere ne güzel müjde veriyor. Bunun yanında kâfirlere de, kendilerini nelerin beklediğini, dünya ve ahiret hayatlarının nasıl bir perişanlık içinde olduğunu haber veriyor.

Allah-u Zülcelal, iman edenlerin sahibi olduğunu ve onları hem dünyada hem de ahirette muhafaza edeceğini bize bildirmiştir. Bize düşen görev, bu mü’minlik sıfatını elde etmektir. Yeter ki, bu sıfatın sahibi olmak için az da olsa gayret gösterelim. O zaman, Allah-u Zülcelal bize sahip çıkacak ve bizi muhafaza edecektir.

Tabii ki, her şey Allah-u Zülcelal’e aittir. İnsan, O’nun himayesi, koruması altına girdimi, hiç bir şey ona zarar veremez.

Allah-u Zülcelal’in, insanlara sahip çıkmasına vesile olacak sıfatları elde etmek kolaydır. Çünkü, Allah-u Zülcelal kullarına çok büyük fırsatlar vermiştir. Mü’minlere hitap ettiği başka bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Allah’a tövbe edin. Muhakkak kurtuluşa erersiniz.” (Nur, 31)

RX701.jpg
Diğer bir ayet-i kerime de ise: “Kim tövbe etmezse, zalimlerdendir.” (Hucurat,11) buyurmuştur.

İşte, aktarmış olduğumuz bu üç ayet-i kerime’de, bizim için büyük işaretler vardır. Bu ayet-i kerimelerden, kendi payımıza düşeni almalı ve bunların ışığında yolumuza devam etmeliyiz.

İnsan, yaratılış itibariyle hata ve günahlara karşı meyillidir. Nefsinin buyruklarına uyarak yaptığı hata ve günahlardan pişman olup, tövbeye sarıldığı zaman, Allah-u Zülcelal onu affederek sahip çıkar ve muhafazası altına alır. Ne yazık o kimselere ki, tövbeden imtina ederek, çekinerek bu muhafazadan mahrum kalmışlardır.

Şunu unutmamak gerekir ki, her insan hata yapar. Hata yapanların en hayırlısı da, tövbe edendir.

Evliyaullah’tan bir zat şöyle nakletmiştir: “Bir gün, Basra sokaklarında yürürken, bir annenin kapıyı açarak çocuğunu kapının önüne koyup, kapıyı kapattığını gördüm. Çocuk bir müddet ağladı, dolaştı ve kendi kendine şöyle dedi: ‘Beni besleyecek ve muhafaza edecek, annemin evinden başka bir ev yok. Bu insanların hepsi yabancıdır. Öyleyse ben nereye gidiyorum?’ Bu şekilde, pişmanlık içerisinde geri döndü.

Akşam olunca, gelip evin kapısının eşiğine yüzünü koyarak uyudu. Annesi, gece yarısı kalkıp kapıyı açınca, çocuğunun yüzünü eşiğe koymuş bir halde uyuduğunu gördü. Kalbi öyle yandı ki, çocuğunun üzerine kapanarak ağlamaya başladı. Ve ona şöyle dedi:

‘Benim emirlerime karşı gelip, sana zulüm ve hakaret etmememe sebep olma. Çünkü Allah-u Zülcelal, beni sana karşı çok şefkatli yaratmıştır. Bana asi gelme.’ Ve çocuğunu oradan kaldırıp eve aldı.” İşte, bizim halimiz de bu şekildedir.

Allah-u Zülcelal, kullarına karşı, bir anneden daha fazla şefkat ve merhametlidir. Şeytanın yanında ise cehennemden başka bir şey yoktur. Şeytanın hilelerine aldanıp, onun ardına düştüğümüz zaman, aynen annesinin kovduğu o çocuk gibi pişman olup, Rabbimizin kapısının eşiğine yüz sürmemiz, pişman olup O’na yalvarmamız lazımdır.

Bir insan, günah işleyipte bu yaptığından pişman olur ve tövbe ederse, Allah-u Zülcelal şöyle hitap eder: “Kulumu bağışladım. Kulum, işlediği günahlardan pişman olduğu müddetçe, onu ona bağışlayacak bir kudretin sahibiyim.”

İnsan, şunu hiç bir zaman unutmamalıdır ki kurtuluş, Allah-u Zülcelal’in kapısına çöküp yalvarmaktan ve pişman olmaktan geçer. Yoksa, Şeytan’ın memleketinde, pişmanlık ve hezimetten başka bir şey yoktur.

Karşımızda, tövbe gibi büyük bir fırsat kapısı varken, gevşek davranıp, ondan faydalanmamak, çok büyük bir yanlıştır. Ashab-ı Kiram (radıyallahu anhum) şöyle buyurmuşlardır:

“Biz, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in huzurunda bulunduğumuz zamanlar; onun, yüz defa ‘Estağfirullah’il aliyy’ül azim ve etûbû ileyh’ dediğine şahit oluyorduk.”

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) günahtan masum, tertemiz olduğu halde, Allah-u Zülcelal’e daima bu şekilde tövbe etmekteydi. Peygamberlerin kalpleri, daima Arş-ı Alânın etrafında, Allah-u Zülcelal’in Zat’ının nurlarının çevresinde dolaştığı için, onların tövbeleri, bir an bile olsa Allah-u Zülcelal’den gafil kalmamak içindi. Aynen, ateş böceklerinin, geceleri ışığın etrafında dönmesi gibi, onların kalpleri de daima Allah-u Zülcelal’in nurunun çevresinde dönmektedir.

Bizim ise çok çeşitli günahlarımız vardır. Kalbimiz, dünyaya meylettiğinde, yöneldiğinde, başka insanların kalbini kırdığımızda, ibadetlerimizden geri kaldığımızda, her an Allah-u Zülcelal’e karşı yaptığımız kusurlardan dolayı tövbe etmemiz, pişmanlığımızı dile getirmemiz lazımdır.

RX702.jpg
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), günde 100 defa tövbe ediyordu. Biz de hiç olmazsa, günde bir sefer tövbe edelim; ayda bir sefer tövbe edelim. Allah-u Zülcelal, denizden bir damla kadar da olsa, Peygamberine mutabaat etmeyi, sünnetine uymayı bizlere nasip etsin, inşaallah.

Sohbetimizin başında da söylediğimiz gibi, mü’min sıfatını elde edebilmek için biraz gayret göstermemiz lazımdır. Bu mü’minlik sıfatını kazandığımız zaman, Allah-u Zülcelal’e kendimizi teslim etmiş oluruz ki, o zaman bizi hata ve günahlardan, dünyada başımıza gelecek zararlardan muhafaza eder.

Allah-u Zülcelal’in sahip çıkmasının ve muhafaza etmesinin, ne kadar kıymetli ve kuvvetli olduğunu hepimiz biliyoruz.

‘Yardım Et, Ya Rahman!’

Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) yanında bir arkadaşı ile beraber, Mekke’den Taif’e gitmek için yola çıkmıştı. Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh)’ın, arkadaşının münafık olduğundan haberi yoktu. Bir mevkiye geldiklerinde, istirahata çekildiler. Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) uyuyunca, bu münafık, onu öldürmek için ayaklarını ve ellerini bağladı.

(Peygamber Efendimizin zamanında, dil ile şahadet getirdikleri halde, kalben ve ruhen kâfir olan, 300 kadar münafık vardı.)

Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) kendine gelince, el ve ayaklarının bağlı olduğunu gördü ve arkadaşının da o kimselerden olduğunu anladı.

Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) durumuna bakınca, kendisini bu halden, ancak Allah-u Zülcelal’in kurtarabileceğini idrak etti ve şöyle dedi. “Ya Rahman! E’inni.” (Bana yardım et, Ya Rahman!)

Böyle söylediği anda, bir duvarın arkasından, sert bir şekilde “Öldürme!” diye bir ses geldi. O anda, münafık ‘Ben bunu öldürürsem, o da beni öldürecek’ diye heyecanlandı. Dışarı çıkıp baktı, ancak kimseyi göremedi. Tekrar Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh)’i öldürmek için içeriye girince, yine aynı sesi duydu. Bu hal üç defa tekrar etti.

Üçüncü sefer dışarı çıktığında, ata binmiş, elinde kılıçla bir zat geldi, o münafığı öldürdü ve Zeyd bin Sabit’in el ve ayakların çözdü. Ona şöyle dedi:

“Sen ‘Ya Rahman! E’inni’ dediğin zaman, ben göklerin yedinci katında idim. Allah-u Zülcelal bana, ‘Ben müminlerin velisiyim (sahibiyim)’ dedi ve seni kurtarmak için gönderdi.”

İnsan, Allah-u Zülcelal’e hakiki iman sahibi olursa, Allah-u Zülcelal de onu işte böyle muhafaza eder.

Sonuç olarak, daima Allah-u Zülcelal’e karşı tövbe etmek ve O’nun merhametine sığınmak, tek çıkar yoldur. Allah-u Zülcelal o kadar merhametlidir ki, kullarının tövbe edip kendisine yönelmesini istemektedir.

Hatta, her gün bir melek, günah işleyen insanlara “Yeter!”, hayır yapan insanlara da “Allah-u Zülcelal’e doğru gelin” diye nida etmektedir.

Yeter ki biz, günahlarımızdan yüz çevirmeye çalışıp Allah-u Zülcelal’e yönelelim. O zaman, Allah-u Zülcelal bize sahip çıkacak, çok şeyleri bize nasib edecektir.

Allah-u Zülcelal, hepimize razı olacağı salih ameller nasib etsin ve kendi fazl-ı keremi ile bizleri af ve mağfiret etsin. (Amin.)

Sallallahu ala Seyyidina Muhammedin Nebiyyü’l Ümmiyyi ve ala Alihi ve Sahbihi ve sellem.

İLİM MECLİSİNDEN SOHBETER
 

istanbluerdem

New member
Katılım
28 Ara 2007
Mesajlar
887
Tepkime puanı
168
Puanları
0
Konum
hayatýn ýcýnden
Nefsin Kışkırtmalarına Kapılmamak
<BR>
<BR>İnsan eğer bir kez daha samimiyetle gözden geçirecek olursa günlük hayatta nefsinin bu yöndeki telkinleriyle sık sık karşılaştığını görecektir. Nefsin bu kışkırtmaları kimi zaman insanın maddi, kimi zaman da manevi menfaatlerinden feragat etmemesini teşvik eder niteliktedir. Örneğin Allah bir ayetinde "Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir." (Al-i İmran Suresi, 92) hükmüyle asıl makbul olanın insanın 'sevdiği şeylerden infak edebilmesi' olduğuna ve iyiliğe erişebilmenin de ancak bu yolla mümkün olabileceğine dikkat çekmiştir. İnsan belki elinde avucunda bulunan herşeyi infak edebilir ama sevdiği, sahiplendiği birkaç şeye tutkuyla bağlanmış olup bunlardan vazgeçemeyebilir. Ya da eşyalarını mümin kardeşiyle paylaşması söz konusu olduğunda kendi nefsini onunkinden üstün tutarak daha çok sevdiği eşyasını kendine, sevmediğini ya da daha az sevdiğini de kardeşine ayırabilir. Asıl makbul olanın sevdiğini vermesi olduğunu vicdanı ona mutlaka hatırlatır. Ama nefsindeki bu tutku onun bu ahlakı gösterebilmesini ve yüzde yüz ihlaslı davranabilmesini engeller.
<BR>
<BR>Oysaki asıl güzel olan insanın karşısındaki kimsede bir ihtiyaç olduğunu gördüğü anda hemen en sevdiği, en beğendiği şeyi ona vermesidir. Çünkü eğer sevilecek, beğenilecek birşeyse karşısındaki kişi de bundan aynı zevki alacak, aynı şekilde memnun olacaktır. O halde insanın bu güzelliği kendine saklayıp, daha az güzel olanı karşısındakine vermesi nefsinde hala bencillikten yana birşeyler kaldığını göstermektedir. İşte Allah bu yüzden mutlak iyiliğe erişebilmek için bu ahlakın yerleşmesi gerektiğine dikkat çekmiştir.
<BR>
<BR>Karşısındaki kişinin nefsini kendi nefsine tercih etmesi, her zaman karşısındaki müminin rahatını, sağlığını, neşesini kollaması bu kişinin ihlasının da bir göstergesidir. Örneğin zor ve yorucu bir iş yapılması söz konusu olduğunda insan öne atılıp, bu işe talip olmalıdır. Çünkü zor bir işten kaçıp, bu işi bir başkasının yapmasını istemek ihlaslı bir tavır değildir. Müslümana yakışan böyle işleri hiç kimseye hissettirmeden ve hiç kimseyi minnet altında bırakmadan üstlenmektir. İhlasa uygun olan ise "… hayırlarda yarışınız…" ayetiyle bildirildiği gibi hiç vakit kaybetmeden herkesten önce bu işe atılıp ardından da en güzel şekilde sonuçlandırmaktır. Bu aynı zamanda söz konusu kişinin kardeşinin nefsini kendi nefsinden daha üstün tuttuğunu gösterir. "Mümin kardeşim yorulacağına ben yorulayım", "Bu işin zorluklarıyla o muhatap olacağına, ben olayım, o rahat etsin" ya da "Onun vakti gideceğine benimki gitsin" gibi fedakarane düşüncelerle sıkıntıyı ve zorluğu, kolaylığa ve rahatlığa tercih etmiş ve böylece ihlaslı davranarak Allah'ın rızasını kazanmayı umabilir.
<BR>
<BR>Bediüzzaman Said Nursi "Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, sevgide, hattâ maddi menfaat gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hattâ en latif ve güzel bir iman hakikatini muhtaç bir mü'mine bildirmek ki; en masumane, zararsız bir menfaattir. Mümkün ise, nefsinize bir hodgâmlık (kendini düşünen, bencillik) gelmemek için, istemeyen bir arkadaş ile yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer "Ben sevab kazanayım, bu güzel mes'eleyi ben söyleyeyim" arzunuz varsa, gerçi onda bir günah ve zarar yoktur. Fakat mabeyninizdeki sırr-ı ihlasa zarar gelebilir."3 sözleriyle nefsin bencilce tutkularından kurtulmak için meşru gibi görünen konularda da diğer müminlere öncelik tanımanın makbuliyetine dikkat çekmiştir. Şan şeref, makam mevki, maddi menfaat, ilgi ve sevgi gibi nefsin hoşuna gidecek her türlü konuda fedakarlıkta bulunmanın ihlasa vesile olacağını hatırlatmıştır. Öyle ki bir mümine güzel bir tavsiyede bulunacak, güzel bir söz söyleyecekken sözü bir başkasına bırakarak arka planda kalıp, bu şekilde kardeşini ön plana çıkarabilir.
<BR>
<BR>İşte nefsinin tüm bu kışkırtmalarından sakınıp, Allah'ın rızasını ve ihlası kazanma konusunda gayret eden insana Allah yollarını açacak ve onu kolay olanda başarılı kılacaktır. Allah Naziat Suresi'nde müminleri şu şekilde müjdeler:
<BR>
<BR>Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva (istek ve tutkular) dan sakındırırsa, artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir. (Naziat Suresi, 40-41)
 
Üst Alt