sinang
New member
بســـم الله الرحمن الرحيم
Kur'an'ın gölgesi altında yaşamak bir nimettir. Sadece onu tadanın alabileceği bir nimet. İnsan ömrünü yücelten, onurlu kılan ve arındıran bir nimet.
Hayatımın Kur'an gölgesinde geçen bu dönemini, insanın, yüce Allah'ın isteğine uygun hareketiyle yine O'nun tarafından yaratılan şu evrenin hareketi arasındaki çarpıcı ahengini hissederek yaşadım. Bunun yanısıra evrenin kanunlarına ters düşen insanlığın sıkıntı dolu bocalayışını, dışardan empoze edilen bozuk ve zararlı öğretiler ile yaratılış mayasını oluşturan fıtrî yapısı arasındaki çatışmayı gözledim ve arkasından kendi kendime şöyle dedim;
"Hangi alçak şeytandır ki, insanı kendi adımları ile bu cehenneme doğru güdüyor?"
Yazık şu Allah'ın kullarına...!
Hayatımın Kur'an'ın gölgesi altında geçen bu dönemini, varlık bütününün, dış görüntüsünden daha çok daha büyük olduğunu, hem gerçek mahiyeti ve hem de boyutlarının sayısı bakımından göründüğünden daha büyük olduğunu gördüm. Varlık bütünü, gayb alemi ile görüntüler aleminin birleşmesinden oluşur, sadece görünen âlemden ibaret değildir. Varlık bütünü dünya ile âhiretin birleşmesinden oluşur, sırf şu dünyadan ibaret değildir. İnsanlığın gelişimi, bu kesintisiz nehir yatağının kıvrımlarında sürekli akıp giden bir nehir gibidir. Ölüm, bu yolculuğun sonu değildir, sadece yolun belirli bir konaklama noktasıdır. İnsanın bu dünyada elde ettiği sonuçlar, asıl payın tümü değil, bu payın sadece bir bölümüdür. Payının burada elde edemediği bölümünü orada kesinlikle elde edecektir. Buna göre, herhangi bir haksızlık, aldatılma, kayba uğrama söz konusu değildir. Üstelik insan yolculuğunun bu gezegenin yüzeyinde geçen bölümü, canlı ve aşina bir evrende, dost ve müşfik bir âlemde gerçekleşen bir yolculuktur. Dışardan etki alan ve bu etkilere karşılık veren diri, mümin ruhun saygıyla yöneldiği tek Yaradan'a yönelen bir evrendir bu:
"Göklerde ve yeryüzündeki tüm varlıklar ile bunların gölgeleri, sabah akşam, ister istemez Allah'a secde ederler." (Rad Sûresi: 13/15)
"Yedi gök ile yer ve bunların içerdiği tüm varlıklar Allah'ı tesbih ederler. Onu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur."(İsra Sûresi: 17/44)
Bu ne huzur, bu ne geniş çaplılık, bu ne aşinalıktır; bu kapsamlı, yetkin, engin ve doğru düşüncenin kalbe aşıladığı güven ne kadar sağlamdır!
Hayatımın Kur'an'ın gölgesi altında geçen bu döneminde insanın gerek İslam'dan önce ve gerekse ondan sonra ki, beşerî değerlendirmelerden çok daha yüceltici bir yaklaşımla onurlandırıldığını gördüm. İslâm'ın değerlendirmesine göre, insanın mayasına, yüce Allah'ın ruhundan üflenmiş, bir soluk katılmıştır:
"Hani Rabbin meleklere; 'Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Ona biçim verip ruhumdan bir soluk üflediğimde önünde secdeye kapanın' dedi." (Sad Sûresi 38/71-72)
İnsan bu ilâhi soluk sayesinde yeryüzünde Allah'ın halifesi olmakla görevlendirildi:
"Hani Rabbin meleklere; 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' dedi." (Bakara Sûresi, 2/30)
Yeryüzünün tüm varlıkları insanın hizmetine, onun yararına sunuldu:
"Göklerde ve yeryüzünde bulunan bütün varlıkları buyruğunuz altına verdi." (Casiye Sûresi, 45/13)
Böylesine onurlu ve yüce bir varlık olan insanı, öbür hemcinsleri ile biraraya getiren ortak bağın bu şeref bağışlayıcı ilâhî soluktan kaynaklanan bir bağ olması, başka bir deyimle insanlararası birliğin, Allah'a inanma bağına dayanması yasaya bağlandı.
Buna göre mü'minin vatanı da, milleti de ailesi de, inancına bağlıdır. Böyle olduğu içindir ki, bütün insanlık bu bağ etrafında biraraya gelmelidir. Yoksa hayvanların biraraya gelmelerini sağlayan otlak, mera, sürü ve ağıl gibi faktörlerin etrafında biraraya gelmeye kalkışmamalıdır.
Bunun yanısıra mümin, tarihin derinliklerinden gelen köklü bir neseb ortaklığına, akrabalık bağına sahiptir. O, Hz. Nuh'tan, Hz. İbrahim'den, Hz. İsmail'den, Hz. İshak'tan, Hz. Yakub'dan, Hz. Yusuf'dan, Hz. Musa'dan, Hz. İsa'dan ve Hz. Muhammed'den (salat ve selam üzerlerine olsun) oluşan seçkin öncülerin önderlik ettikleri onurlu kafilenin bir parçası, bir üyesidir:
"Sizin bir parçasını oluşturduğunuz şu ümmet, tek bir ümmettir, ben de sizin Rabbinizim. O halde benden çekinin." (Mü'minim Sûresi, 23/52)
Tarihin derinliklerinden gelen bu onurlu kafile -Kur'an'ın ışığı altında belirgin bir şekilde açığa çıktığı gibi- yüzyıllar boyunca zamanın ilerlemesine, coğrafi yerlerin değişmesine ve insanların farklılaşmasına rağmen değişmeyen tutumlarla, benzer bunalımlar ve deneyimlerle karşılaştı. Bu kafile sapıklıkla, körlükle, azgınlıkla, ihtirasla, baskıyla, gönül huzuru içinde, Allah'ın zafere erdireceğinden emin olarak, umudunu o günün geleceğine bağlayarak, her an Allah'ın şu kesin ve sağlam vaadinin gerçekleşeceğini bekleyerek yoluna devam ediyor:
"Kâfirler, peygamberlerine; 'Ya bizim dinimize dönersiniz ya da sizi ülkemizden süreriz' dediler. Bunun üzerine Rabbleri, peygamberlere; 'Biz zalimleri ortadan kaldıracak ve onların arkasından yeryüzüne sizi yerleştireceğiz. Bu, benim huzuruma dikileceği andan ve benim tehdidimden korkanlara yönelik bir uyarıdır.' " (İbrahim Sûresi, 14/12-13)
Aynı güveni paylaşan bu onurlu kafile, her zaman ve her yerde aynı tutumla, aynı tecrübeyle, aynı tehditle ve aynı vaadle karşı karşıyadır. Çeşitli baskılar, tehditler ve yıldırmalar altında yollarına devam eden mü'minleri en sonunda aynı akıbet bekliyor.