Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kur'an'ı Anlamak İçin

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Asr-ı Saadet müslümanlarının Kur'an-ı Kerimi anlama nok*tasında dil açısından bir problemlerinin bulunmadığına değin*miştik. Kur'an-ı Kerim, günlük hayatlarında konuştukları dil ile inmişti. Belki biri için şu kelime, diğeri için başka bir kelime ya*bana gelmiş olabilir. Hatta aralarında şu veya bu kişi bazı cümle*lerden ne kastedildiğini anlamamış olabilir. Ama bir bütün olarak Kur'anı anhyorlardı.
Herşeyden önce Kur'an'm dilini bilmeleri, Kur'an'ı anlamala*rı bakımından en önemli engeli ortadan kaldırmıştı. Peygamber (s.a.v.)İn vefatından sonra anlamadıkları kelime ve terkipleri -ki bunların sayısı çok azdı- birbirlerine sorarak ya da cahiliye döne*mi şiirine başvurarak hallediyorlardı. Tabii ki cahiliye şiirine başvurdukları meseleler, dili ilgilendiren meselelerdir. Ancak dil engelinin bulunmaması, Kur'an'ı anlama noktasında herşeyin tümüyle halledildiği anlamına gelmez. Çünkü Kur'an-ı Kerim, Arapların hakkında pek bir bilgiye sahip olmadıkları inanç mese*lelerinin yanısıra sosyal hayatın tüm alanlarından bahsetmekte*dir. İbadet konularını, ahlâki prensipleri, ayrıca bütün bu husus*larda kıyamete kadar gelecek bütün nesillerin ihtiyaçlarını kap*sayan bir kitaptır. Bütün bunların yanında sınırlı bir hacme sa*hiptir. Her bir cümlesi derin anlamlar içerir. Bazen bir cümlesi, pratik hayatın geniş bir alanına hitap etmektedir. İşlediği konula*rı, genellikle değişik sûrelerde ele almakta, bir sûrede konunun bir yönü, başka bir sûrede başka bir yönü işlenmektedir.
Bu nedenle bir konuda Kur'an'm ne dediğini tesbit edebilmek için her zaman dili bilmek yeterli değildir. Dilin yanında başka kaynaklara da ihtiyaç vardır.
Konuyla ilgilenen uzmanlar, sahabîlerin başvurdukları kay*nakları dört başlık altında toplanmışlardır:

1. Kur'an-ı Kerim,
2. Peygamber (s.a.v.),
3. letihad (re'y),
4. Ehl-i Kitap.
Şimdi de bu kaynaklara nasıl başvurduklarını görelim:

A) Kur'an-1 Kerim


Kur'an-ı Kerimin bir konuyu değişik sûrelerde ele aldığına değinmiştik. Bir konuda muhtasar olarak anlatılan bir konu baş*ka bir sûrede daha geniş bir şekilde ele alınmış veya bir yerde ko*nunun bir yönü anlatılmışken başka bir sûrede diğer bir yönü ele alınmış, bir yerde mutlak ifadelerle anlatılan bir hüküme, başka bir yerde birtakım kayıtlar getirilmiş, âmm (genel) olarak zikredi*len, başka bir yerde tahsis edilmiştir vs.
Kur'an'm hedefi, toplumu bütün yönleriyle İslah edip eğit*mektir. Toplumun inancını tashih etmek, ahlâk yapısını İslah et*mek, sosyal kurumlarını İslah etmek, Allah'a nasıl ibadet edilece*ğini göstermek ve benzeri konularda insanları eğitmektir. Kul*landığı üslupta eğitmek, bilgilendirmenin Önünde gitmektir. Bir konunun değişik sûrelerde işlenmiş olmasının en önemli sebeple*rinden birinin bu olması gerekir. Akademik kitaplarda olduğu gi*bi bir konuyu ele alarak ayrıntılarına kadar onu bir başlık altında işlemez. Çünkü akademik kitaplarda bilgilendirme diğer amaçla*rın önünde yer almaktadır. Bir âyeti ele alıyorsunuz, bakıyorsu*nuz ki bir yönüyle ibadeti, bir yönüyle ahlâkı, hukuku veya başka bir konuyu ilgilendirmektedir.
Netice olarak Kur'an'ı Kerim âyetleri birbirlerini açıklamak-tave birbirlerini tamamlamaktadır. Kur'an1 da ele alınmış bir ko*nuyu incelemek isteyen, o konuyla ilgili ve müteferrik sûrelerde geçen âyetleri bir araya getirerek onları topluca değerlendirmek zorundadır. Bu işlem bir bakıma Kur'an'm Kur'anla tefsiridir.
Kur'an'm yine Kur'an ile tefsir edilmesine bizzat Peygamber (s.a.v.) rehberlik etmiştir. Mesela: «İnanıp da imanlarına her*hangi bir zulüm karıştırmayanlar var ya işte güven onlarındır.»âyeti indiğinde anladıkları şekliyle âyette anlatılanlar müslü-manlara ağır gelmiş ve: Hangimiz kendisine zulmetmez ki, demiş*lerdir. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) onlara: Ayette anlatıl*mak istenen, sizin şu anladığınız değildir. Kastedilen, "şirk"tir. Salih kulun şu sözünü duymadınız mı: "Yavrucuğum! Allah'a or*tak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür." demiştir.
Nisa sûresinin 23. ve 24. âyetlerinde kişinin kendileriyle evle-nemeceği kadınlar sıralanmakta ve bunların dışında kalanlarla evlenilebileceği ifade edilmektedir. Burada evlenilemeyecek kadınlar arasında müşrik kadınlar zikredilmemektedir. Bakara sûresinin 221. âyetinde ise, müşrik kadınlarla da evlenilemeyece-ği belirtilmektedir.
Hangi kadınlarla evlenilemeyeceğini tesbit edecek kişi bu iki sûreden birine bakarak hüküm verecek olursa, vereceği hüküm eksik olacaktır.

B) Peygamber (S.A.V.)


Asr-ı Saadette Kur'an'ı anlama konusunda müslümanlarm başvurdukları ikinci kaynak, Peygamber (s.a.v.)'dir. Peygamber (s.a.v.) hayatta iken başvuru, bizzat Peygamber'in kendisine ya*pılıyordu. Vefatından sonra ise, onun sünnetine yani onun sözleri*ne, fiil ve takrirlerine başvuruyorlardı. Hadis kitapları incelendi*ğinde 'Tefsir Babı" diye bir başlık açtıkları görülecektir. Buradaki rivayetlerin çoğu, Peygamber (s.a.v.)'in âyet açıklamalarıyla ilgi*lidir. Hatta hadis kitaplarının diğer babları da Kur'an'm açıkla*maları mahiyetindedir, imam Şafiî (öl. 204/819) bu konuda şöyle demektedir: "Peygamber (s.a.v.)'in verdiği her hüküm, onun Kur'an'dan anladığıdır."
Kur'an-ı Kerimi açıklamakla görevlendirilen ve Kur'an'a uy*ması emredilmiş olan Peygamber'in din olarak yaptıkları ve söyle*dikleri, Kur'an'm pratik hayata aktarılışıdır. Peygamberin ahla*kı kendisine sorulduğunda: "Onun ahlâkı Kur'an idi." diyen Hz. Aişe, bu sözüyle bunu anlatmaktadır.
Peygamber (s.a.v.) Kur'an âyetlerine dair açıklamalarını ba*zen sorulan bir soru üzerine, bazen de kendisi ihtiyaç duyarak ya*pardı. Özellikle ibadetle ilgili amelî hususlarda Peygamber (s.a.v.)'in açıklamalarına ihtiyaç vardır.
Mesela Kur'an-ı Kerim'de namaz kılınması emredilmekte, rükû ve sucûddan bahsedilmektedir ama namazın nasıl kılınaca*ğı, namazın neresinde rükû ve sucuda gidileceği, namazların kaç rekât olacakları belirtilmemektedir. Peygamber (s.a.v.) namazın nasıl kılınacağını belirtmiş ve: «Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öylece kılın» buyurmuştur. Yine Kur'anMa zekât verilmesi emredilmektedir ama hangi mallardan ve ne miktarda verileceği belirtilmemektedir..
Peygamber (s.a.v.) bu gibi hususları ashaba anlatmış ve fiil olarak gösterilmesi gerekenleri de bizzat kendisi yaparak onlara göstermiştir. Peygamber (s.a.v.)'in örnek alınması ona tabi olunması ve emirlerine itaat edilmesi yüce Allah tarafindan bi*ze yöneltilen birer emirdir.
Kur'an-ı Kerim'i en iyi anlayanın, onu tebliğ etmekle görevli olan'Peygamber olması çok tabiîdir ve aksi düşünülemez.
Peygamber (s.a.v.)'in, Kur'an'm tamamını ashabına tefsir edip etmediği tartışma konusu olmuş; tamamını açıkladığını söy*leyenler kendilerine göre birtakım deliller, açıklamadığım söyle*yenler de kendilerine göre birtakım deliller zikretmişlerdir. Kuşkusuz açıklama ihtiyaç duyulduğunda yapılır. Kur'an'm ta*mamım açıklamasına da ihtiyaç yoktur. Kur'an-ı Kerim, ashabın konuştuğu dil ile inmiştir ve anlaşılması da kolay bir kitaptır. Âyet âyet her cümlesinin Peygamber tarafından açıklanmasına ihtiyaç yoktur. Yukarıda sözkonusu ettiğimiz nedenlerle bir kı*sım âyetlerinin açıklanması gerekiyordu ve Peygamber (s.a.v.) bu âyetleri açıklamıştır. Şayet Kur'an'm açıklanmasına dair söyle*nebileceklerin tamamını Peygamber (s.a.v.) açıklamış olsaydı, Kur'an in kendi âyetleri üzerinde düşünülmesini istemesinin bir anlamı kalmazdı.

C) İctihad (Re'y)


"îctihad" sözcüğü ile Kur'an âyetleri üzerinde tefekkür ve tedebbür etmeyi kastediyoruz. Bu anlamıyla ictihad, usûl-ü fıkıhtaki ictihaddan daha kapsamlıdır. Buna "re'y"- ya da "dirayet" de diyebiliriz.
«Bir ilme dayanmaksızın Kur'an hakkında konuşan cehen*nemdeki yerine hazırlansın» «Re'yine dayanarak Kur'an hak*kında konuşan, isabet etmiş olsa da hata etmiştir.»hadisleriyle Hz. Ebu Bekir'in: "Bilmediğim birşeyi Allah'ın Kitabı hakkında söyleyecek olursam hangi yer beni barındırır ve hangi gök beni gölgeler" sözüyle yine seleften benzeri şeyler söyleyenlerin söz*lerini ileri sürerek ilk dönem müslümanlarının re'y tefsirine karşı olduklarım ileri sürenler olmuştur.
Bu görüşte olanların ileri sürdükleri diğer deliller Özet olarak şöyledir:
Re'y ile tefsir, bir bilgiye dayanmaksızın Allah'a birtakım şey*ler nisbet etmektedir. Bu nedenle de yasaklanmıştır. Re'y ile Kur'an'ı tefsir eden, ileri sürdüğü görüşün Allah tarafindan kaste*dildiğini bilmemektedir. Yani söylediği zandan ibarettir. Oysa yüce Allah: «Bilmediğin şeyin ardına düşmek buyurmaktadır.
Yüce Allah, Peygamberine hitaben: «Kendilerine indirileni açıklaman için sana bu Kur'an'ı indirdik» buyurmaktadır. De-mekki Kur'an'm açıklanması Peygamber'e bir görev olarak veril*miştir. Kuşkusuz Peygamber de bu görevini yerine getirmiştir.
Re'y ile tefsirin caiz olduğunu söyleyenler ise, karşı görüşte olanların ileri sürdükleri görüşleri cevaplandırdıktan sonra görüşlerini destekleyen başka deliller zikretmişlerdir. Bunların görüşlerim de şöylece özetleyebiliriz:
a. Bir bilgiye dayanmaksızın Kur'an hakkında söz söylemeyi yasaklayan rivayetler, keyfî görüşleri yasaklamaktadır. Hiç bir delile dayanmayan önyargılarla ileri sürülen görüşler yasaklan*mıştır. Bir delile dayalı olarak ileri sürülen görüşler ise caizdir. Ayrıca rg'yi sözkonusu eden hadis, rivayet senedi açısından sağ*lıklı bir-rivayet değildir.69 Nazarı itibara alınsa bile bununla bir delile dayanmaksızın ileri sürülen keyfî görüşler kastedilecekte*dir. Böyle biri, usûlüne uygun hareket etmediğinden dolaya hata*lıdır.
b. Peygamberin Kur'an'ı açıklamakla görevli olduğu mesele*sine gelince, bu, Peygamber (s.a.v.)'in haklarında açıklama yap*mış olduğu âyetler için geçerlidir. Peygamberin, haklarında bir açıklama yapmadığı âyetler pek çoktur, ilim ehli usûlüne uygun olarak bu âyetleri açıklar, görüş belirtirler.
c. Bir çok âyette, Kur'an üzerinde düşünülmesi emredilmek-tedir. Meselâ bir âyette: «Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı» buyurulmaktadır... Başka bir âyette de şöyle Duyurulmaktadır: «Sana bu mübarek Kitabı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.»
Bu iki âyetle herkesin Kur'an âyetleri üzerinde düşünüp on*lardan öğüt alması istenmektedir. Bir de Kur'an'dan derin anlam*lar ve incelikler çıkaranlar vardır ki bir âyette de bunlara işaret edilerek şöyle buyurulmaktadır: «Halbuki onu, Peygambere veya aralarındaki yetki sahiplerine götürselerdi, işin içyüzünü anla*yanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi.» Bu âyet, Kur'an âyetlerini düşünme ve onlardan hüküm çıkarma konusunda farklı bir züm*reden sözetmektedir. Alimler bu âyeti, ictihad etmenin delili say*mışlardır.
d. Eğer re'y tefsiri caiz olmasaydı, ictihad yapmak da caiz ol*mazdı.
e. Ashabın, bazı âyetlerin tefsirine dair farklı şeyler söyledik*lerini biliyoruz. Bu da onların bu tefsirleri kendi re'yleriyle yaptık*larının delilidir. Ayrıca Peygamber (s.a.v.) bütün âyetlerin tefsiri*ni yapmamıştır. Halbuki sahabeden, Kur'an'm tamamını öğrenci*lerine tefsir edenler olmuştur. Mucahid b. Cübeyr (öl. 103/721), baştan sona kadar âyet âyet Kur'an'm tefsirim üç defa Ibnu Ab-bas'tan dinlediğini, her âyet üzerinde durarak ona sorular sordu*ğunu belirtmektedir.
Her kitap anlaşılmak için okunur. Dünya ve âhiret saadetinin kaynağı olan Kur'an-ı Kerimin anlaşılmaması düşünülemez.
Sahabe re'y tefsirine başvururken dil kurallarını, arap âdet ve geleneklerini, o dönemde Arap yarımadasında yaşayan Yahudi ve Hıristiyanlar! araç olarak kullanıyor ve kendi anlama kabiliyet ve yeteneklerini işletiyorlardı.
Arapların durumlarını ve geleneklerini bilmeleri, Yahudi ve Hıristiyanlarla haşir-neşir olmaları, Kur'an'm kimi âyetlerini da*ha kolaylıkla anlamalarını kolaylaştıran hususlardandır. Çünkü Kur'an'm ilk muhatapları, o dönemde yaşayan insanlardır. Kur'an-ı Kerim, o dönemin müşrikleriyle Yahudi ve Hristiyanla-rm durumlarından, gelenek ve kültürlerinden sıkça bahsetmek*tedir.
Asr-ı Saadet müslümanlatımn önyargısız olmaları, samimi ve kuvvetli bir imana sahip bulunmaları, Kur'an'ı daha doğru an*lamalarım kolaylaştırıyordu.
Kur'an'ı daha kolay anlamalarım sağlayan etkenlerden biri de, nuzûl sebeplerine vakıf olmalarıdır. Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerim âyetleri genelde vukubulmuş olaylar üzerine inmişlerdir. Elbetteki bu olayları bilmek, ilgili âyetlerden ne kastedildiğini an*lamayı kolaylaştırmaktadır.
Yeri gelmişken kimi çevrelerin ileri sürdükleri ve bazen "le-dun ilmi", bazen de "batın ilmi" diye isimlendirdikleri ilim çeşiti üzerinde durmakta yarar vardın. Gerçekten böyle bir ilim var mı*dır? Sahabe böyle bir ilmi kullan mıdır?
Şiîler, Hz. Ali ve masum soydukları imamlarına böyle bir ilim isnad etmektedir. Onlara göre imamları batın ilmine vakıftırlar. Kur'an'm zahirine uymayan bir görüş onlardan sadır olduğunda mutlaka o görüş Kur'an'm batınına uygundur ve kabul edilmeli*dir. Çünkü bu görüşün, Kur'an'm batınına uyup uymadığını biz tahkik edemeyiz.
Ehl-i Sünnet içerisinde tasavvuf ehli de benzeri iddialar ileri sürerler. Onlara göre veliler böyle bir ilme sahiptirler. Nitekim Hz. Hıdır bir veli idi ve ona ledun ilmi verilmişti. Bu çevrelerden bazılarının iddialarına göre ise Peygamber (s.a.v.)« gizli bir yolla Hz. Ali'ye, kimine göre ise Hz. Ebu Bekir'e böyle bir ilim vermiştir.
Hz. Ali'ye kendilerini nisbet eden tarikatler bu ilmin Hz. Ali kana*lıyla, Hz. Ebu Bekir'e kendilerini nisbet edenler de bu ilmin Hz. Ebu Bekir yoluyla tarikat silsilelerine geçtiğini ileri sürerler.
Batın ilmi iddiasını ileri sürenlerin dayanaklarından biri de şöyle bir rivayettir: "Her âyetin bir zahiri, bir batını, bir haddi, bir de matlaı vardır."
îmanı Gazzalî, (öl. 505/1111) her âyetin altmışbin anlamı bu*lunduğu iddiasını tasvip ettikten sonra bu rivayeti de sözkonusu ederek altmışbinin dörtle çarpılması gerektiğini savunur. Buna göre herbir âyetin iki yüzkırkbin anlamı vardır.
Herşeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, Peygamber (s.a.v.)ıin gizli yoldan Hz. Ebu Bekir'e, Hz. Ali'ye veya bir başkası*na dinî bir ilim öğrettiğini ve bu ilmi başkasından gizlediğini iddia etmek, onun tebliğ görevini yerine getirmediğini iddia etmek an*lamına gelir. Çünkü yüce Allah Peygamberine şöyle hitap etmek*tedir: «Sana emrolunanı açıkça söyle.»
Peygamber (s.a.v.) dinî bir bilgiyi kimi insanlardan saklamış ve kimilerine gizli bir yolla anlatmışsa tebliğde açıklığa riayet et*memiş demektir. Hiçbir müslüman böyle bir iddiada bulunamaz.
Din, Kur'an-ı Kerim'dir ve tamamı Peygamber tarafından tebliğ edilmiştir. Ayrıca din Kur'an ile tamamlanmıştır. Kur'an1 da ise Peygamber'e dinin bazı şeylerini sadece belli kimse*lere anlat ve diğerlerinden bunları gizle diye bir emir mevcut de*ğildir. Kur'an'm indirilişi tamamlandıktan sonra herhangi bir kimse Allah tarafından dinî bir bilgi elde ettiğini iddia edecek olursa, dinin tamamlanmamış olduğunu iddia etmiş olur. Allah katından dinî bilgiler Peygamberi kanalıyla insanlara tebliğ edi*lir.
Hz. Ali henüz hayatta iken ona ulûhiyet nisbet edenlerin çık*tığı bilinmektedir. Aynı dönemde onun gizli bir ilme vakıf olduğu iddiaları da ortaya çıkmış olmalı ki kendisine bu doğrultuda bir takım sorular sorulmuştur. Buharı, Ebû Cuhayfe'den şöyle dedi*ğini nakleder: "Ali'ye -Allah kendisinden razı olsun- sordum:
"Allah'ın Kitabmdakiler dışında yanınızda vahiyden birşey var mı?" "Hayır. Daneyi yaran ve insanı yaratana yemin ederim ki be*nim bildiğim, Kur'an'ı anlama konusunda Allah'ın herhangi bir insana verdiği anlama kabiliyetinden ibarettir", dedi. "Peki şu sayfada ne vardır?" diye sordum. "Diyet meselesiyle esirin nasıl serbest bırakılacağı ve kâfir sebebiyle müslümamn öldürüleme-yeceğine dair şeylerin yazılı olduğu bir sayfadır, dedi."
Her âyetin bir zahiri, bir batını, bir haddi ve bir de matlaı bu*lunduğuna dair rivayete gelince, bu rivayetten ne kastedildiği net olarak açık değildir. Rivayeti sözkonusu eden âlimler de anlamı konusunda farklı şeyler söylemişlerdir. Kaldı ki rivayetin ken*disi sahih bir rivayet değildir. Hasanu'l-Basrî'nin mürsellerinden olup hiçbir hadis kitabında yer almamaktadır. Hadis ehli tarafin-dan da rivayet edilmiş değildir.
Eğer bu rivayetten, herbir âyetin birçok anlamı bulunduğu sonucu çıkarılacak olursa, o takdirde rivayet metin yönünden de gerçeklere aykırıdır. Çünkü Kur'an-ı Kerimin büyük çoğunluğu muhkem âyetlerden teşekkül etmektedir. Muhkem âyetler ise, birden fazla anlama ihtimali bulunmayan âyetlerdir.
Velilerin de Hz. Hıdır gibi "ledun ilmi"ne sahip oldukları id*diasına gelince, bunun da bir dayanağı yoktur. Çünkü Hz. Hıdır'm kimliği konusunda farklı şeyler söylenmiştir ve peygamberliğine dair deliller daha kuvvetlidir. Kaldı ki Hz. Hıdır'a böyle bir ilmin verildiği, Hz. Musa ile Hıdır kıssasında anlatılmaktadır. Kıssala*rın birçok yönü Kur'an'da yer almadığından âlimler kıssaları müteşâbihat arasında saymışlardır. Müteşâbih âyetler tefsir edi*lirken muhkem âyetler doğrultusunda tefsir edilmeleri gerekir. Muhkem âyetler ise, velilere böyle bir ilmin verildiğine dair bir ifade bulunmamaktadıı.
Müfessir Kurtubî (öl. 671/1273) sûfîlerin "ledun ilmi" iddiala*rını reddederken Özet olarak şöyle demektedir: Peygamber kanalı dışında Allah'ın hükümlerinin öğrenilmesi için bir yol yoktur. Se*lef ve halef âlimleri bu konuda icma etmişlerdi. Bu konuda kesin bilgi ve yakın hasıl olmuştur. Allah'ın emir ve yasakları peygam*berler kanalıyla öğrenilir. Peygamberimizin vefatından sonra Allah'tan dinî bir hüküm aldığım söyleyen, peygamberlik iddia*sında bulunmuş olur.
Müfessir Âlûsî (öl. 1270/1852) de "ledun ilmi" iddalarını red*dederek dinî bilgilerin sadece Peygamber (s.a.v.)'den alınacağını belirten ve sûfîlerin de kendi üstadları olarak gördükleri Abdül-kadir Geylânî'nin, Cüneyd Bağdadînin, Sakatî'nin, Ebu Said el-Harraz'ın ve Gazâlî'nin sözlerinden nakiller yapar.
Netice olarak "ledun ilmi" ancak peygamberler için söz konu*sudur. Onların dışında herhangi bir kimse vahiy alamaz. Ancak bu çerçevede Allah'ın insanlara verdiği yetenek, onların cehd et*meleri, nefislerini eğiterek önyargısız değerlendirme yapabilme*lerinden sözedilebilir.
Elbette salih insanların yetenekleri gelişir ve meseleleri de*ğerlendirirken önyargısız ve daha tutarlı bir yol izlerler.

D) Ehl-İ Kitap


Medine'ye hicretten sonra müslumanlar Ehl-i Kitap ile içice yaşamaya başladılar. Bunun yanında Kur'an-ı Kerim, Tevrat'ta geçen birçok kıssadan bahsetmektedir. Ancak Kur'an'ı Kerim1 de bu kıssalar muhtasar olarak zikredilirken Tevrat kıssalarında küçük ayrıntılara varıncaya kadar birçok şey nakledilmektedir. Kur'an'da ayrıntılara girilmemesi, ibret alınacak yön ile yetinil-mesinden dolayıdır. Ancak kıssa sözkonusu olunca insanlar genelde işin olay yönüne ve olayların ayrıntılarına düşkündürler. Sözkonusu olan sahabî de olsa onun da bir insan olduğunu akıldan çıkarmamak' gerekir.
Ayrıca Yahudi ve Hıristiyanlardan da Islâmı kabul edenler ve bu kabul edenler arasında âlimler vardı. Bu nedenle Ehl-i Kitap ve onların kültürleriyle müslümanlar arasındaki ilişkiler daha da arttı.
Olayın bir başka yönü ise, Kur'an'm da, Tevrat'ın da, İncil'in de ilahî kitaplar oluşlarıdır. Her ne kadar Tevrat'ta ve İncil'de bir takım tahrifat yapılmışsa da onlarda birçok gerçek de vardır. Ay*rıca Kur'an ile Tevrat'ın naklettikleri kıssalar, arasında birtakım benzerlikler mevcuttur.
Böyle bir ortamda müslümanlarla Ehl-i Kitap arasında kül*tür alışverişinin olması, bu arada Kur'an-ı Kerim'in ve Peygam*ber (s.a.v.)'in, müslümanlar açısından bu alışverişte takip edile-' cek kıstasları belirlemeleri doğaldır.
Kur'an-ı Kerim, Israiloğullarımn Tevrat'ı tahrif ettiklerine dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır:
«Ahidlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalbleri-ni katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitapla*rını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (tevrat'ın) bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek atı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüp*hesiz Allah iyilik edenleri sever.»
Hıristiyanların da İncil'i tahrif ettiklerinden sözederek şöyle buyurmaktadır:
«Biz hristiyanlarız diyenlerden de kesin sözlerini almıştık. Ama onlar da kendilerine zikredilen (verilen öğütlerin veya Kitabin) bir bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyamete kadar araları*na düşmanlık ve kin saldık.»
Kur'an-ı Kerim, hem Tevrat'ın ve hem de incil'in tam olarak korunmadığını ve yanlış birtakım şeylerin bu kitaplara karıştırıl*dığını haber vererek Müslümanların dikkatlerini bu noktaya çek*mektedir.
O halde müslümanlar Ehl-i Kitap kültürüne karşı ayıklayıcı bir tavır içerisinde olmalılar. Bu kültür ne tümüyle reddedilebilir ve ne de tümüyle kabul edilebilir. Bu kültüre karşı takınılacak ta*vırla ilgili birbirleriyle çeîişiyormuş gibi görünen hadislerin bu*lunması bu nedenledir.
Peygamber (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyuruyor: «Benden duyduğunuz bir tek âyet bile olsa onu başkasına aktarın. îsrailo-ğullarından naklederek anlatın, bunda bir sakınca yoktur.»
Sahabeden Ebû Hüreyre, îbnu Abbas, îbnu Mes'ud ve başka*larının zaman zaman bazı şeyleri Ehl-i Kitaba sordukları nakle*dilmektedir Hatta Abdullah b. Amr'm Yermuk savaşında Ehl-i Kitaptan iki deve yükü kitap elde ettiği ve yukarıda sözkonusu et*tiğimiz hadise dayanarak -ki hadisin ravisi de kendisidir- bu kitapları okuduğu, onlardan öğrendiği bazı şeyleri anlattığı kay*dedilmektedir.
Zikrettiğimiz bu rivayetlerin yanında Peygamber (s.a.v.)'in, Ehl-i Kitaptan edindiği bir kitabı okuyan Hz. Ömer'i bu işten sakındırdığı, Tevrat'ı yahudilerden dinleyen bir grup müslüma-na: «Ehl-i Kitabın dediklerini ne doğrulayın ve ne de yalanlayın, "Biz, Allah'a ve bize indirilene inandık" deyin» buyurduğu nak*ledilmektedir.
îbnu Abbas'm da yaptığı bir konuşmada müslümanlara şöyle dediği rivayet edilmektedir: Öğrenmek maksadıyla Ehl-i Kitab'a bir şey sormayın. Çünkü yüce Allah mesajların en yenisini Peygamberimize indirmiştir. Hem Ehî-i Kitab, kendilerine indirilen kitabı değiştirmişlerdir.
Bu rivayetlerden sahabenin zaman zaman Ehl-i Kitaba mü*racaat ettiklerini, ancak müracaat ederken ihtiyatlı davrandıkla*rını anlıyoruz.
Âlimler, Ehl-i Kitaptan gelen kültürü yani israiliyatı üç kıs*ma ayırmışlardır:
a) Kur'an-ı Kerim ve sahih sünnetin doğruladığı israiliyat. Bu çeşidi anlatmakta ve nakletmekte bir sakınca yoktur.
b) Kur'an-ı Kerim ve sahih sünnetin yalanladığı israiliyat. Bu çeşiti ancak reddedilmek için nakledilebilir.
c) Kur'an-ı Kerim ve sahih sünnette hakkında bir bilgi mevcut olmayan israiliyat. Bu çeşit israiliyatı ne doğrularız ve ne de ya 1 anlarız.
Peygamber (s.a.v.)'in, Ehl-i Kitaptan nakil yapılmasında bir sakınca bulunmadığım ifade eden hadisi birinci çeşit israiliyata; onlardan nakil yapmayı ve kitaplarım okumayı yasaklayan sözle*ri ikinci çeşit israiliyata;" onları ne yalanlayın ve ne de doğrulayın anlamındaki hadisi de üçüncü çeşit israiliyata hamledilmiştir.
Asr-ı Saadette müslümanlarm Ehl-i Kitaba başvururken ih*tiyatlı davrandıkları söylenebilir. Ancak daha sonra gelen nesille*rin tefsirlerinde her üç çeşit israiliyatm nakledildiği, Israiliyattan uzak kalmış tefsir kitaplarının azınlıkta kaldığı bir vakıadır.
 
Üst Alt