Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda Nefs Kademeleri ile İlgili Ayet Yok Diyenlere Cevap

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
NEFS KADEMELERİ
Ve Kur'ân-ı Kerîm boyunca Rabbimiz yedi tane nefsin kademesinden bahsediyor. Birinci kademesi;

1- EMMARE NEFS -
Yusuf Sûresi'nin 53. âyet-i kerîmesinde;
-12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).

2- LEVVAME NEFS
-75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.

3- MÜLHİME NEFS
-91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.

4 - MUTMAİNNE NEFS
-13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?
-89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!

5 VE 6- RADİYE VE MARDİYYE NEFS
-89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!

7- TEZKİYE OLAN NEFS
-35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).

-5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum. İlâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allâh'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.

--89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!

Demek ki nefs kademelerini geçmek ondan sonra Rabbimize dönmek durumundayız.
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
74/ MÜDESSİR-30-: aleyhâ tis'ate aşer

33/Ahzap-72-- Şüphesiz insan zalimdir ve cahildir.
17/İsra-100- - Rabbimizin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız , tükenir korkusuyla infâk etmezdiniz, zaten insan pek cimridir.
49/Hucurat-12- - Gizli şeyleri merak edip araştırmayın, dedikodu yapmayın. Biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? İşte tiksindiniz.
5/Maide-64- - Onlar her ne zaman harp için ateş yaksalar, Allah onu söndürür. Onlar yeryüzünde fesat için çabalarlar. Allah fesat çıkaranları sevmez.
2/Bakara-191- - Fitne katilden şiddetlidir.
40/Mü'min-56 - - Allah'ın âyetleri üzerinde kendilerine gelen bir sultan olmadan tartışanların gönüllerinde ulaşamayacakları bir kibir vardır. Allah'a sığın.
64/Tegabün-16- Nefsinin hırsından korunabilen felâha saadete erer.

2/Bakara-109- .Kitap ehlinin çoğu içlerindeki haset sebebiyle sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler.
49/Hucurat-7- - Küfrü, fisk ve isyanı size kerih gösterdi.

Allah'ın yasak ettiği şeylere olan aşırı ilgi ve bunun sonunda doğan vazgeçilmesi çok zor olan alışkanlıklar iptilâdır.
5/Maide-90,91-- Ey imân edenler, şarap, kumar, puta tapmak, fal, şeytanın murdar amelleridir. Artık ondan kaçının ki, felâh bulasınız. Şeytan; şarap, kumar ile aranıza düşmanlık ve buğz (kin) bırakmak, sizi Allah'ın zikrinden ve namazdan alıkoymak ister. Daha vazgeçmiyecek misiniz?

59/Haşr-10- - Kalbimizde mü'minlere karşı kin bırakma.

2/Bakara-257- - Kâfir olanlar Tagut'un (şeytanın) dostudurlar. Ve nurdan zulmete götürürler.
49/Hucurat-7- - Size küfrü kerih gösterdi.

8/Enfal-47- - Yurtlarından böbürlenerek (şımararak) nâs'a gösteriş yaparak çıkanlar, Allah yolundan nâs'ı alıkoyanlar gibi olmayın.
4/Nisa-38- - Mallarını halka gösteriş için harcedenler Allah'a ve Ahiret gününe inanmayanlar şeytanla arkadaş olmuş ise kötü arkadaşa tutulmuştur.
11/Hud-9- - Tarafımızdan insana bir rahmet tattırdıktan sonra onu geri alsak o pek ümitsiz, pek nankör olur.
35/Fatır-36- Kezâlike neczî külle kefûr.
- işte bütün nankörleri böyle cezalandırırız.
 
Son düzenleme:

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
3/Al-i İmran-118,119,120- - Sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. İdrak ediyorsanız âyetleri açıkladık. İşte siz, onlar sevmezken, onları seven ve kitabın bütününe inanan kimselersiniz. Size rastladıkları zaman: "İnandık derler!" yalnız kaldıklarında öfkelerinden parmaklarını ısırırlar. De ki, öfkenizle ölün. Allah kalplerde olanı bilir. Size bir iyilik gelse, onların fenasına gider başınıza bir kötülük gelse, buna sevinirler. Sabreder ve takva sahibi olursanız, onların hilesi size hiçbir zarar veremez.

21/Enbiya-37 - Hulikal insanu min acel seüriyküm âyâtiy felâ testa'cilun.
- İnsan aceleci olarak yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim. Benden acele istemeyin.
17/İsra-11- Ve yed-ul-insânü bişşerri duâehû bilhayri ve kânel-insânü acûlâ.
- İnsan, hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan pek acelecidir.
Vefasızlık
16/Nahl-91- - Yemin ettiğiniz zaman Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah'ı kendinize kefil göstererek yaptığınız yeminleri bozmayın.
4/Nisa- 155 Misaklarını bozmalarından.
13/Rad-20 - Onlar Allah'ın ahdini yerine getirenler ve misaklarını bozmayanlardır.

43/Zuhruf-25- - Bunun üzerine biz onlardan öç aldık, yalancıların sonunun nasıl olduğuna bir bak..
61/Saf-2,3- Ya eyyühellezine âmenû lime tekûlûne mâ li tef-alûn. Kebüra melden indellâhi en tekûlû mâ lâ tef-alûn.
- Ey imân edenler, yapmadığınız şeyi niçin yaptığınızı söylersiniz, yapmadığınız şeyi yaptık demeniz, Allah kat'ında büyük gazaba sebep olur.

.
 
Son düzenleme:

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
4/Nisa-30 -- Bunu kim yapar düşmanlık ve zulüm ederse, onu ateşe sokarız.
14/İbrahim-34- - Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür.

53/Necm-28- - Onların bu sözleri hakkında hiçbir bilgileri yok. Onlar sadece zanna ittiba ederler. Zan ise insanı bir hakkı bilmek rnecburiyetinden vareste kılamaz (dışında tutamaz).
10/Yunus-66- - Onlar, ancak o zanna tâbî olurlar. Ancak tahmin ederler.
10/Yunus-36-- Onların ekserisi ancak zanna tâbî olurlar, şüphesiz zan hiçbir zaman hakkın yerine geçmez.
6/En'âm-148- - Onlara de ki; Eğer bir bilğiniz varsa onu bize çıkarırsanız siz zandan başka bir şeye tâbî olmazsınız, kuru kuru tahminde bulunursunuz.
6/En'âm- 116- - Yeryüzünde olanın ekserisine itaat edersen onlar seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zandan başka birşeye tâbî olmazlar. Onlar kuru kuru tahminde bulunurlar
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Sayın
fani olanı istemem.

Açmış olduğunuz konu başlığı ile daha sonra yazıklarınızı anlamak açısından nefs deyince ne anladığınızı öğrenebilirmiyim?
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
İNSANIN YARATILIŞI
Allahû Teâlâ insanı kâinatın en üstün varlığı olarak kendi katında yarattı, Kur' an-ı Kerim'inde buyuruyor ki;
-38/SÂD-71: İz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn(tînin).
Rabbin meleklere: "Muhakkak ki Ben, tînden (nemli topraktan, balçıktan) bir insan yaratacağım." demişti.
-32/SECDE-7: Ellezî ahsene kulle şey’in halakahu ve bedee halkal insâni min tîn(tînin).
Ki O, herşeyin yaratılışını en güzel yapan ve insanı yaratmaya, ilk defa tînden (nemli topraktan) başlayandır.
-15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
Görülüyor ki insan "indi ilâhi"'de, tiyn veya salsalin adı verilen bir balçıktan yaratılmıştır. Önce Allahû Zülcelal Hz. ona şekil verdi, sonra o'nu insan olarak dizayn etti. İnsana balçıktan ilk şekil verilmesiyle, insan hüviyetinde dizaynı arasında çok uzun zaman geçti. En sonunda bütün uzuvlarıyla dizayn edilen insan, kendisine nefs ve ruh verilerek canlandırıldı. Hem de yeryüzünün halifesi olarak canlandırılıdı. İnsan yeryüzünün halifesi, hükümdarı olarak yaratıldı. Ve bütün meleklere ve cinlere Âdem AS.'a secde etmesi emredildi. Aşağıdaki âyet-i kerimeler bu konulara ışık tutmaktadır.
-15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!
-32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

RUH, NEFS VE FiZiK VÜCUT
İnsan dediğimiz bu varlık Allahû Teâlâ Hz.nin en üstün ve en sevgili mahlûku olduğu için, Allahû Teâlâ bu mahlûkunun mutluluk içinde, saadet içinde olmasını diliyor. Bunun için onu, o güne kadar yarattığı varlıklardan değişik biçimde yaratmış. Çünkü insanın üç ayrı cesetten oluştuğunu görüyoruz. Kâinat üzerinde üç ayrı cesetten oluşan başka bir varlık hiç yaratılmadı. Yaratılması da söz konusu değildir. Hicr Sûresi'nin 26. âyet-i kerîmesinde fizik vücudumuzun topraktan yaratıldığını,
-15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
-91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
-6/EN'ÂM-98: Ve huvellezî enşeekum min nefsin vâhıdetin fe mustekarrun ve mustevda’(mustevdaun), kad fassalnal âyâti li kavmin yefkahûn(yefkahûne).
Sizi bir tek nefsten (Âdem (A.S)’dan) yaratan ve böylece (sizin için) kararlı bir kalma yeri (fizik vücudumuz için yeryüzü: dünya), bir de emanet kalma yeri (nefsimiz için cennet ve cehenneme gitmeden önce geçici olarak beklenilen yer; berzah âlemi) dizayn eden O’dur. Fıkıh eden bir toplum için, âyetleri ayrı ayrı detayları ile açıkladık.
Nefsimizin gökler gibi sevva edildiğini bildiren Rabbimiz bir nefisle inşâ edildiğimizi söylüyor. Biz insanı bir nefsle inşâ ettik. Bir bina inşâ eder gibi inşâ etmiş nefsimizi. Sonra da Secde Sûresi'nin 9. âyet-i kerîmesinde ruhumuzdan bahsediyor;
-32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
"Biz" diyor, "insana ruhumuzdan üfürdük". Burada üfürme fiili var. Üfürülen birşey, bu da 3.cesedimiz oluyor. Allah'u Teâlâ üç ayrı cesedimiz için üç ayrı fiil kullanmış. Bunların birbirinden farklı şeyler olduğunu ifade etmek için ayrı fiiller kullanıyor.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
fani olanı istemem,
Yazdığınız ayetler ile alakalı açıklamalara birlikte bakalım gerçekten sizin yazdıklarınız gibimi?
Kununuza esas aldığınız -38/SÂD-71

Sad suresi ayet 71
Hani Rabbin meleklere:"Gerçekten ben, çamurdan bir beşer yaratacağım" demişti.

Allah Teâlâ, mükellefleri düşünmeye ve istidlalde bulunmaya, tefekkürde bulunmaya teşvik etmiş; onları inattan, ısrardan ve taklitçilikten men etmiş ve böylece de, işte bu hususun izahı sadedinde şunları zikretmiştir:

a) Bu, "Önemli, büyük bir haberdir, öyleyse, bu konuda ihtiyatlı olmak gerekir."

b) Meleklerin, beşerin yaratılmasındaki hikmeti sormalarının anlatılması... Hz. Adem (a.s)´in yaratılışındaki asıl hikmetin, cehalet ve tekebbür değil, marifet ve taat olduğuna delâlet eder.

c) İblis, Hz. Âdem (a.s)´le, ancak haset ve kibirden dolayı cedelleşmiş ve ona hasım olmuştur. Şu halde insanın, bu iki şeyden kaçınması gerekir. İşte bu ayetlerdeki münasebet vechinin izahı budur. Bil ki bu kıssanın izahı, pekçok sûrede geçmiştir. Dolayısıyla, söylenmesi mutlaka gerekli olanın dışındaki sözleri tekrarda fayda yoktur. Bu ayetlerle ilgili birkaç mesele vardır:

Çamurdan Beşer

ifadesi hususunda şöyle birkaç soru sorulabilir:

Birinci Soru:
Bu, şuna benzer: Meselâ gümüş bilezik edinmek de mümkün olduğunda "Ben, altın bilezik takacağım" denilmesinin yeri vardır. Acaba çamurdan başka birşeyden beşeri yaratma imkânı var mıydı ki böyle denildi?

İkinci Soru:
Cenâb-ı Hak burada, beşeri, çamurdan yarattığını bildirmiş, diğer ayetlerinde de, onu, diğer şeylerden yarattığını belirtmiştir.
Meselâ, Hz. Adem (a.s) hakkında, onu, topraktan yaratmış olduğunu bildirmesi; yine O´nun, Hz. Âdem (a.s)´i "Kuru bir çamurdan, suretlenmiş bir balçıktan"
{Hicr,2Q)
yarattığını bildiren ayetiyle, yine O´nun, "İnsan, aceleden yaratılmış..."
(Enbiyâ.37) ayetinde olduğu gibi.

Üçüncü Soru:
Bu ayet, Cenâb-ı Hak meleklerjne, "Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım" diye haber verdiğinde, meleklerin hiçbir şey söylemediklerine, diğer bir ayette, yani Cenâbı Hakk´ın, "Ben, yeryüzünde bir halife varedeceğim"{Bakara, 30) dediğini belirttiği ayette ise, o meleklerin soru sorduklarını ve kendisinin de buna cevap verdiğini beyan ettiğine delâlet etmektedir. Şu halde, bu iki ifade arasında bir çelişki olduğu düşünülebiliyor.

Birincisine şöyle cevap verilir:
Kelamın takdiri şöyledir: Cenâb-ı Hak onlara, ilk önce, yaratacağı bu beşerin, hayvani, yırtıcı, şeytanî ve mefekî kuvvetleri kendinde toplayan bir şahıs olduğunu anlatmıştır. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hak, "Ben, çamurdan bir insan yaratacağım" deyince, O, adeta "İşte bu sıfattan kendinde taşıyacak bu varlığı, ben sadece çamurdan yaratacağım" demek istemiştir.

İkincisine de şöyle cevap verilir:
(Bu hususta), en uzak madde topraktır. Sonra, buna daha yakın olan, çamurdur. Yaratılmaya, bundan da yakın olan, suretlenmiş balçık; yine, yaratılmaya bundan daha da yakın olan salsâl (kuru, özlü çamur)dır... Böylece, bu kelimeler arasında bir tezat olmadığı kesinleşmiş olur.

Üçüncüsüne de şu şekilde cevap verilir:
Allah, Bakara Sûresi´nde geçen o ayette, meleklere, yeryüzünde bir halife yaratacağını beyan etmiştir. Buradaki ayet ile de, o halifenin, çamurdan yaratılmış bir beşer olduğunu beyan etmiştir.

ayet, beşeri yaratmanın, ancak şu iki şeyle, yani ilk önce tesviye edip düzeltmek, daha sonra da ona ruh üflemekle tam olduğuna delâlet etmektedir. Bu doğrudur, zira insan, beden ve ruhtan meydana gelmiştir. İnsana bedeni, menî (nutfe)den, nutfe de hayız kanı gibi kirli kandan, bu da ahlât-ı erbaa (dört karışım)dan; bunlar da erkân-ı erbaa (dört rükünden) meydana gelmektedir. Binâenaleyh, böylesi bir tesviyenin meydana gelebilmesi için mutlaka, bu sayılan şeylerin her biri için, hususî bir mikdarın; bunların karışım ve terkiblerinin nasıl olacağının ve kendisinden ötürü "nefs-i natıka" (insan ruhu)nın kabul edilmesi için bir kabiliyetin meydana geldiği o mizaç ve karışımın kendisinde meydana geleceği bir müddetin bulunmasının gözetilmesi gerekir.

İnsanın ruhuna ise, "içerisine de, ruhumdan üfürdüğüm zaman" cümlesiyle, işaret edilmiştir. Cenâbı Hakk´ın bu ruhu kendisine nisbet edişi, ruhun kıymetli, yüce, kudsî bir cevher olduğuna delâlet etmiştir. Hulûliyye (fırkası), bu ifadenin başında yer alan min edatının, teb´îz için olduğunu ve bunun da, bu ruhun, Allah´ın parçalarından bir parça olduğu zannını uyandırdığını iddia etmişlerdir ki, bu, son derece yanlıştır. Çünkü, hakkında, cüz´ün ve küllün (parça ve bütünün) düşünülebildiği her varlık mürekkeb, zâtı gereği "mümkinü´l-vücûd" ve "muhdes" varlıktır.

Ruh Üflenmesi

Bu ûhun, o kalıba nasıl üflendiği meselesine gelince, bil ki, doğruya en yakın olanı şöyle denilmesidir:
Ruhun cevheri şeffaf, nûrânî, elementleri ulvî ve cevheri kudsî olan birtakım maddelerden ibaret olup, bu, bedende tıpkı ışığın havada, ateşin de kömürdeki nüfuz ve hareketi gibi hareket edip ona sirayet eder. Binâenaleyh, bizce ancak bu kadar bilinmektedir. Ama bu üfleyişin nasıl yapıldığı meselesine gelince bu, ancak Allah Teâlâ´nın bilebileceği şeylerdendir.

Kaynak Fareddini razi

İkinci verdiğiniz ayet -32/SECDE-7

"Ki O, yarattığı herşeyi güzel yapan ve insani yaratmaya da çamurdan başlayandır"

(Secde. 6-7).

Cenâb-ı Hak, "Gökleri ve yeri ve bunların arasında olan şeyleri... yaratan" (Secde, 4) ifadesiyle birliğine delalet eden afakî (objektif) delilleri beyan edip, bu delilleri bütün unsurları ve tamamlayıcı cüzleriyle birlikte ele alınca, "Ki O, her şeyi güzel yapan..." ifadesiyle de, birliğine dair enfüsî (sübjektif) deliller zikretmiştir. Bu, "Zikrettiği şeylerden, herşeyi en güzel yapandır..." demektir. Cenâb-ı Hak yer ile gök arasında olan şeylerin de kendi yarattığı şeyler olduğunu belirtmiştir ki, böyledir. Çünkü sen, eşyaya baktığında onları olması gerektiği biçimde bulur, görürsün. Toprağın sertliği, bitkilerin tutunması içindir. Havanın akıcılığı, teneffüs edilmesi içindir. Yerin, kazılıp da yarılmayı kabul etmesi, kolayca yollar, kanallar ve arklar elde edilmesi içindir. Suyun akma özelliği, onu her türlü kaba koyabilmemiz içindir. Ateşin hareketi, hep yukarıya doğrudur. Çünkü ateş, tıpkı su gibi, sağa sola hareket etseydi, o zaman ortalık yanar kül olurdu. Böylece ateş, orada bulunan hiçbir şey yanmayı kabul etmeyeceği için, daima üst tarafı yukarıyı arzular biçimde yaratılmıştır.

Cenâb-ı Hak, "İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı" buyurmuştur. Buradaki "İnsan" sözü ile, Adem (a.s)´İn kastedildiği İleri sürülmüştür. Çünkü o, çamurdan yaratılmıştır. Şöyle de denebilir: Çamur, su ve topraktan mürekkeptir. İnsanoğlunun aslı da, menidir. Meninin aslı, gıdadır. Gıdalar da, ya hayvansal ya da bitkisel olur. Hayvansal gıdalar da, netice itibariyle, bitkisel gıdalara varıp dayanır. Bitkinin varlığı, çamur demek olan, su ve toprağa dayanır.

Kaynak Fareddini razi

Verdiğiniz üçüncü ayet 15/HİCR-26

devam edecek
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Hicr suresi ayet 26-
Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.

Arapça "salsal" kelimesi "seramik" gibi ses çıkaran kurutulmuş çamur anlamına gelir.
"Heme", "mayalanmış denebilecek kadar çürümüş siyah balçıktır."
"Mesnun"un iki anlamı vardır:
a) "Yağlı hale gelmiş çürümüş balçık"
b) "Bir şekle sokulmuş, suretlenmiş bir balçık." Metnin aslından insanın ilk suretinin çürümüş topraktan yapıldığı ve kuruduktan sonra ona ruh üflendiği anlaşılmaktadır. Bu şekilde Kur'an: insanın bir dizi genetik adaptasyonlardan geçtiğini iddia eden Darwin Evrim Teorisini reddetmektedir. Bu nedenle, bazı çağdaşlaşmış tefsircilerin yaptığı gibi, bu teoriyi Kur'an'a dayandırmak saçma olacaktır.

"Semum" rüzgar olmadığına göre, "nar-ı semum" "çok sıcak bir alev"dir, "ateş" değil. Bu cinlerin ateşten yaratıldığını bildiren pasajların açıklamasıdır. (Bakınız, Rahman Suresi, 14,)

Rahman suresi 14
İnsanı, ateşte pişmiş gibi kuru bir çamurdan yarattı.
İnsanların yaratılışının başlangıcı, Kur'an'da çeşitli bölümlerde, çeşitli safhalarıyla açıklanmıştır. Şimdi bu safhaları bir tertip içinde sırayla görelim.
a) Turab (toprak)
b) Tîn (çamur)
c) Tîn-i Lazîb (yapışkan çamur)
d) Hammen Mesnun (kuru çamur)
e) Salsalin min Hammin Mesnun ke'l-Fehhar (ateşte pişmiş gibi kuru çamur)
f) Beşer (topraktan suret, model, Allah onu kendi has ruhundan üflemiş ve meleklere secde etmelerini emretmiştir. Sonra da çift çift yaratmıştır.)
g) "Summeceale neslehu min sulâletin min main mehin" (sonra onun neslini bir özden, hakir bir sudan-başka bir ayette nutfeden verilmiştir- kıldı.)
Bu safhaları açıklayan aşağıda bir tertip içinde sıraladığımız ayetleri okuyunuz.
a) "Allah'ın yanında İsa'nın durumu Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra ona -ol-dedi. Artık olur." (Al'i İmran: 59)
b) "O, herşeyin yaratılışını güzel yaptı ve insanı yaratmaya çamurdan başladı." (Secde: 7)
c) "Şimdi sor onlara: Yaratılış bakımından kendileri mi daha çetin, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Biz kendilerini yapışkan bir çamurdan yarattık" (Saffat: 11)
d-e) "İnsanı ateşten pişmiş gibi kuru çamurdan yarattı." (Rahman: 14)
f) "Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan eşini var edip ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun..." (Nisa: 1)
g) "Sonra onun neslini bir özden, hakir bir sudan kıldı." (Secde: 8)
h) "Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim. Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz. Sonra güçlerinize ermeniz için (sizi büyütüyoruz.) İçinizden kimi öldürülüyor, kimi de ömrün en kötü çağına (ihtiyarlığa) itiliyor ki, bilirken birşey bilmez hale gelsin. Yeri de ölmüş görürsün. Fakat biz onu üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir kabarır ve her güzel çiftten bitirir." (Hac: 5)

verdiğiniz dördüncü ayet 15/HİCR-29
Hicr suresi ayet 29-
"Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek kapanın."
"... Ona Ruhumdan üflediğim (zaman) ...." Bunun üzerinde ileride duracağız
"... Ona ilahi özelliklerimin bir yansımasını verdiğim (zaman) ..." Bu, insan ruhunun hayat, bilgi, kudret, istek, basiret ve ortalama tüm diğer insani özelliklere sahip olduğunu gösterir. Bunlar gerçekte, kurutulmuş balçıktan yaratılan insana ilahi özelliklerin hafif bir yansımasıdır. İnsanı, Allah'ın halifesi olma konumuna yükselten ve onu meleklerin ve bütün dünyevi varlıkların secde edeceği bir yüceliğe eriştiren işte Allah'ın ruhunu insana üflemesi olayıdır.
Her özellik gerçekte ilahi sıfatların şu veya bu şekilde bir yansımasıdır: Bir hadiste Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Allah merhameti yüz parçaya böldü. Doksandokuz parçasını kendisine ayırdı. Geriye kalan bir parçayı da yeryüzüne gönderdi. İşte bu parça nedeniyle yaratıklar birbirlerine merhamet gösteriyorlar. O kadar ki hayvanların yavrularını tepmemelerinin nedeni de bu merhamettir."
Bu bağlamda, ilahi özelliklerden bazılarına sahip olmanın, ilahlığın bir kısmına da sahip olmak anlamına gelmediğine dikkat edilmelidir. Çünkü ilahlık mutlak olarak bütün yaratıklar için erişilmesi sözkonusu olmayan bir makamdır.

Verdiğiniz beşinci ayet -32/SECDE-9:

Secde suresi ayet 9
Sonra da onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne kadar az şükrediyorsunuz?

" Onu biçime soktu": Onu mikroskopik bir organizmadan, tam teşekküllü bir insan haline getirdi; çeşitli organlarla mükemmelleştirip geliştirdi.
" Ruh" yalnızca, yaşayan bir şeyin hareket etmesi yüzünden hayat anlamını içermez; insanı diğer yeryüzü yaratıklarından ayıran, onu bir şahsiyet sahibi haline getiren ve ona Allah'ın halifesi liyakatını kazandıran, onu şuur ve düşünce, yetki ve hüküm, tefrik ve temyiz ile muttasıf kılan aslî özelliği yüzünden bu anlama sahiptir.
Allah bu "Ruh"u bizzat kendisine nisbet etmiştir; bunun sebebi ya onun yalnızca Allah'a ait olması ve tıpkı herhangi bir şeyin O'nun Rabb (sahip) liğine nisbeti gibi, Allah'ın zatına nisbet edilmesidir, yahut da insanın kendileriyle karakterize edildiği bilgi, düşünce, şuur, irade, hüküm, yetki... vs. sıfatlarının Allah'ın sıfatlarının bir yansıması olmasıdır. Bu sıfatlar maddenin o veya bu terkibinden değil, bizzat Allah'tan gelmedir. İnsan bilgiyi Allah'ın ilminden, hikmeti Allah'ın hikmetinden ve yetkiyi Allah'ın otoritesinden almaktadır. O, bunları ilimsiz, hikmetsiz ve yetkisiz bir kaynaktan almamaktadır. (Daha fazla açıklama için bkz. Hicr. an: 17-19)

Maksadın en iyi şekilde dile getirilme yoludur bu. "Ona Ruh'undan üfleyen" ibaresine kadar insan, üçüncü şahıs zamiriyle zikredilmektedir. Şöyle ki: "Onu yaratan.. neslini sürdürmesini sağlayan... ona şekil veren.. ona ruhundan üfüren..." Bunun nedeni insanın ruhun üfürülmesine kadar pek kayda değer bir yaratık olmadığıdır. Sonra, yani kendisine ruh üfürüldüğünde hitaba şâyân, şerefli bir varlık haline gelmiş ve şöyle denmiştir: " O, size kulaklar, gözler ve kalpler vermiştir. " Zira insan Ruh ile şereflenince (ikinci şahıs muhatab zamiriyle) zikredilmeye lâyık hale gelmiştir.
Kulak ve gözler insanın kendileriyle bilgi elde ettiği vasıtaları tazammun eder. Her ne kadar tatma, dokunma ve koklama duyuları da bilgi vasıtaları iseler de, işitme ve görme en önde gelen ve önemli duyulardır. Bu yüzden Kur'an-ı Kerim çeşitli yerlerde yanlızca bu iki duyuyu Allah'ın insana en önemli bağışı olarak zikretmektedir. " Kalp" duyular aracılığıyla sağlanan bilgiyi düzenleyip, ondan çıkarımlarda bulunan, muhtemel eylem biçimlerinden birini seçip onu izlemeye karar veren akla delâlet eder.

Yani, " Böylesi mükemmel nitelikleri ile bu harika insan ruhu, "dünyada hayvanlar gibi yaşayın" yahut "hayatı hayvanlar gibi orman yasalarına göre düzenleyin. " diye bahşedilmedi size. Gözler verildi sizlere ki nesneleri apaçık göresiniz, körler gibi yaşamayasınız. Kulaklar verildi sizlere ki, nesneleri dikkatle işitesiniz, sağırlar gibi yaşamayasınız! Kalbler verildi sizlere ki hakikati anlayasınız, düşünce ve eylemde doğru yolu bulasınız, hayvanî yanınızı besleyip azdıracak şeyleri biriktirmek için tüm kabiliyetlerinizi seferber etmek yahut yaradanınıza karşı isyan proğramları, isyan felsefeleri hazırlamak için bahşedilmedi size bu kalpler... Bütün bu değeri takdir edilemez nimetlere mazhar olduktan sonra şirk ve ilhadı benimsediğinizde, kendinizde ilâhlık vehmetteğinizde, yahut düzmece tanrıların kulu haline geldiğinizde,şehvetinizin esiri olduğunuzda, aslında Allah'a şunu demiş olursunuz: "Biz bu nimetlere layık değiliz. Sen bizi insan yerine bir maymun yahut bir kurt, veya bir timsah veyahut da bir karga olarak yaratsaydın yeriydi."


Devam edecek
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
verdiğiniz altıncı ayet
-91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).

Problem burada başlamakta 7 kademede ahsene dönüşecek NEFS Ayetin metninde olmayan bu tabirin kaynağını verebilirmisiniz
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Bahse konu Şems suresi ayet 7 nci ayet ile alakalı bilinen ve itibar gören tefsirlere hep beraber bakalım

Şems suresi ayet 7
Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene,'

Düzenlemekten kasıt, insana doğru ve dik bir cisim verilmesi; el, ayak ve beyin itibariyle insanın uygun bir hayat yaşayabilmesi için bunların hepsinin uyumlu olmasıdır.
İnsana görme, duyma, dokunma, tatma ve koklama hisleri verilmiştir.
Bunların aracılığıyla en iyi şekilde ilim elde edebilir.
Ona akıl, düşünce ve mantık, hayal gücü, hafıza, temyiz gücü, karar verme gücü, irade kuvveti ve diğer pek çok kuvvetler bağışlanmıştır. Bunlar dolayısıyla dünyada iş yapmaya muktedirdir.
"Düzenleme" ifadesi, insanların kötü yaratılmadığı, iyi fıtrat üzere yaratıldığına da şamildir. Yapısında hiçbir eğrilik ve eksiklik bırakılmamıştır ki doğru yola gitmesine engel olsun. Aynı konu Rum suresinde şöyle belirtilmiştir: "Sen yüzünü Allah'a birleyici olarak doğruca din'e çevir. Allah'ın fıtrat kanununa ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din odur. Fakat insanların çoğu bilmezler" (Rum 30) .
Rasulullah (s.a) da şöyle açıklamıştır:
"Her çocuk fıtrat üzere yaratılmıştır. Ancak ana ve babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar. Hayvan ana karnından sağlam olarak doğar. Onu, kulağı kesik olarak doğmuş gördün mü?" (Buharî, Müslim) .
Yani müşrikler cahiliye hurafeleri dolayısıyla sonradan hayvanların kulaklarını keserler. Yoksa Allah (c.c.) hiçbir hayvanı ana karnından, kulağı kesik olarak dünyaya göndermez. Diğer bir hadiste Resulullah şöyle buyurdu:
"Rabbim buyuruyor ki, ben bütün insanları hanif (salim fıtrat) olarak dünyaya gönderdim. Sonra şeytanlar gelerek onu din (onun fıtrî dini) 'den saptırdılar. Benim helal ettiklerimi onlara haram ettiler. İnsanlara bana ortak koşmalarını söylediler. Oysa o ortaklar hakkında hiçbir delil indirmemiştim."
(Müsned-i Ahmed) Müslim'de de bunun benzeri bir rivayet vardır.
Mevdudi

Şems suresi ayet 7.
Herbir nefse ve onu düzenleyene;

Onun düzenlenmesine, anlamında olduğu da söylenmiştir. Buradaki: "Mâ" da buna göre mastar anlamını verir. "Onu düzenleyen kimseye" anlamında olduğu da söylenmiştir ki, bu da yüce Allah'tır.
"Nefs" hakkında iki görüş vardır.
Birisine göre Adem'dir,
ikincisine göre ise canlı herbir nefistir. "Düzenledi" buyruğu gereği gibi hazırladı, anlamındadır.
Mücahid dedi ki:
"Onu düzenledi" yaratılışını yerli yerince ve son derece mutedil olarak var etti, demektir.
Bütün bu isimler, yemin olarak mecrûrdıır. Şanı yüce Allah, zatının varlığına delil teşkil edecek harikulade sanatkârane özellikleri dolayısıyla yaratmış olduğu varlıklara yemin etmiş bulunmaktadır
kurtubi tefsiri

7- Kişiye ve onu şekillendirene,

Bu dört ayet, buna ek olarak daha önce geçen Beled suresinin "Biz ona eğri ve doğru iki yol gösterdik" (Beled 10) ayeti ve insan suresinin, "Ve gerçekten biz ona yolunu gösterdik. O ya şükredicidir ya inkar edicidir." (İnsan 3) ayeti, islamın, insan psikolojisinin temelini oluşturur. Bu ayet insanın karekterinin ve mizacının çift yönlülüğünü ifade eden ayetlerin hem tamamlayıcısı ve hem de o ayetlerle ilgisi olan bir ayettir. Söz gelimi bu ayetlerden birisi Sad suresinin "Rabbin meleklere demişti ki: Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu biçimlendirip ona ruhumdan üflediğim zaman, derhal secde edin. Meleklerin hepsi birden secde ettiler." (Sad 71-73) Öte yandan bu ayet kişisel sorumluluğu ifade eden ayetlerle de ilişkilidir ve onlara da tamamlamaktadır. Nitekim yüce Allah, Müddessir suresinde "Her nefis kazandığı ile tutukludur." (Müddesir 38) buyurur. Ayraca bu ayet yüce Allah'ın insana yönelik olarak yaptıklarını, o insanın davranışlarına göre ayarladığını ifade eden ayetlerin de tamamlayıcısı gibidir ve onlarla ilgisi vardır. Nitekim yüce Allah, Ra'd suresinde şöyle buyurur: "Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez." (Rad 11)

Bu ve benzeri ayetlerden İslam'ın insana bakışı bütün çizgileri ile ortaya çıkıyor. Buna göre insan denen şu yaratık, çift yönlü bir mizaçta, çift yönlü yetenekte ve çift yönlü eğilimde yaratılmıştır. Biz "çift yönlü" deyimi ile insanın yaratılış gerçeğini ifade etmek istiyoruz. Şöyle ki insan ilahi soluk ile bir çamur parçasından yaratılmıştır. Bu gerçek bize insan yapısının çift yönlülüğünü yani hem iyiliğe hem kötülüğe, hem doğruluğa hem de sapıklığa meyyal olduğunu göstermektedir. insan neyin iyilik ve neyin kötülük olduğunu ayırabilir. Nitekim yine insan kendini iyiliğe de kötülüğe de aynı oranda yöneltebilir. Bu güç, onun benliğinin özünde gizlidir. Kur'an-ı Kerim bu gücü, zaman zaman "ilham" sözcüğü ile ifade eder. "Kişiye ve onu şekillendirene, sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene andolsun." Bazen de bu gücü Kur'an "hidayet" doğru yolu bulma, sözcüğü ile ifade eder. "Biz ona eğri ve doğru iki yol gösterdik." (Beled 10) Kısacası bu güç insanın özünde "yetenek" şeklinde gizlidir. Kutsal mesajlar, yönlendirmeler ve dış etkenler bu yetenekleri uyarmaktan, bilemekten öteye gidemez. Bunlar ancak ve ancak bu yetenekleri şu veya bu yöne yönlendirme fonksiyonunu üstlenebilirler. Ancak hiçbir zaman bu yetenekleri yoktan var edemezler. Çünkü onlar, doğuştan yaratılmışlardır. insanın tineti şeklinde içine yer etmiştir. Ve ona gizlice ilham edilmiştir.

Bir de insanın benliğinde gizli olan ve doğuştan gelme yeteneklerinin yanında sağ duyu vardır ki, bu güç insanın benliğinde onu yönlendirir. İşte insan bu güce göre sorumluluk taşır. Kim bunu kendini arıtıp temizlemede, kendisindeki yeteneklerini geliştirmede kullanırsa, o kişi kurtuluşa ermiştir. Kim de bunu karartır, köreltir ve cılızlaştırırsa, ziyana uğramıştır
Fizilal

"Nefse ve onu düzenleyene..." (Şems, 7).

Buradaki "nefs"i, beden anlamına alırsak, bu nefsin tesviyesi (düzenlenmesi), anatomi ilminin de ortaya koyduğu üzere, uzuvlarının dengeli olarak yaratılması manasına gelir. Eğer bu "nefs"i, bedeni idare eden, ona canlılık sağlayan güç-kuvvet manasına alırsak, bunun tesviyesi, ona, ilmü´n-nefsin (psikolojinin) şahadet ettiği gibi, işitme, görme, hayal etme ve düşünme kuvvetleri gibi pek çok kuvve ile donatmaktır.

Buna göre eğer, "Peki öyleyse "nefs" kelimesi niçin nekire getirilmiştir?" denilirse, biz deriz ki: Bu hususta da şu iki izah yapılabilir:

1) Bununla Allah "nefs"ler içinde belli bir nefsi kastetmiştir ki bu da, kutsî-nebevî nefisdir. Bu böyledir, zira her çoklukta mutlaka başkan olacak birinin bulunması gerekir. Binâenaleyh bütün mürekkeb varlıklar, muhtevasında pek çok türler bulunan bir cinstir. Bu türlerin başkanı ise, canlılardır. Canlılar da, muhtevasında pek çok tür bulunan bir cinstir. Bu türlerin başkanı-reisi ise insandır. İnsan da türlere ve çeşitlere ayrılır. Bunların reisi, en ilerisi ile peygamberlerdir. Peygamberler ise, pek çokturlar. Binâenaleyh mutlaka içlerinde, kesinlikle reis olacak birisinin bulunması gerekir. O halde ayetteki "nefse" ifadesi, mürekkeb varlıklar aleminin reisi ve bizzat başkanı olan o yüce (peygamberi) nefse işarettir.

2) Bu ifade ile her bir "nefs" kastedilmiş de olabilir. Bu durumda kelimenin nekire oluşu ile, "Her bir nefis (ahiret için) ne hazırladığını anlar" (Tekvîr, 81/14) ayetinde olduğu gibi, çokluk, yani bütün nefisler kastedilmiştir. Bu böyledir, çünkü canlılar, Hak Teâlâ´nın da bazı varlıklardan bahsettikten sonra, "(O Allah) sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmıştır" (Nahl, 16/8) buyurduğu gibi, sayılarını ancak Allah´ın bilebileceği pek çok çeşitlere sahiptirler. Her türün, kendilerine değer kazandıran ve o türe mahsus özellikler ile, diğer türlerden ayırdedildiği hususi bir "nefsi" vardır. Binâenaleyh Allah Sübhanehû ve Teâlâ´nın sırlar denizine dalmak şöyle dursun, sinek ve sivrisinek gibi varlıkların özelliklerini bile, tam olarak kimin aklı kuşatabilir?
Fahreddini razi
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Verdiğiniz yedinci ayet
6/EN'ÂM-98:
Ve huvellezî enşeekum min nefsin vâhıdetin fe mustekarrun ve mustevda’(mustevdaun), kad fassalnal âyâti li kavmin yefkahûn(yefkahûne).
Sizi bir tek nefsten (Âdem (A.S)’dan) yaratan ve böylece (sizin için) kararlı bir kalma yeri (fizik vücudumuz için yeryüzü: dünya), bir de emanet kalma yeri (nefsimiz için cennet ve cehenneme gitmeden önce geçici olarak beklenilen yer; berzah âlemi) dizayn eden O’dur. Fıkıh eden bir toplum için, âyetleri ayrı ayrı detayları ile açıkladık.

Enam suresi ayet 98
O, sizi tek bir nefisten yaratandır. (Sizin için) Bir karar (kalış) ve emanet (olarak konuluş) yeri vardır. Kavrayabilen bir topluluk için ayeteri birer birer açıkladık.

Yani, "Allah tüm insanlığı tek bir insandan, ilk insan Adem'den yaratmıştır."

Yani, "Anlayış sahibi olanlar insanlığın yaratılışında ve doğumdan ölümüne insan hayatının çeşitli aşamalarında erkeğe ve kadına biçilen farklı fonksiyonlarda gerçekliğin ayetlerini bulabilirler. Fakat, hayvanlar gibi yaşayıp, bedensel tutkuları peşinde koşanlar bu ayetlerde görmeye değer birşey bulamazlar.
Mevdudi

Enam suresi ayet 98.
Sizi tek bir candan yaratan da Odur. Sonra bîr karar yeri bir de emanet yeri vardır. Biz âyetleri iyice anlayan bir topluluk için uzun uzadıya açıkladık.

Yüce Allah'ım "Sizi tek bir candan yaratan da O'dur" buyruğunda kast edilen tek can, Âdem (a.s)'dır. Sûrenin baş taraflarında (el-En'âm, 6/2 buyruğunun tefsirinde) buna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır)
"Sonra bir karar yeri" anlamındaki kelimesinin İbn Abbas, Sa-id b. Cübeyr, el-Hasen, Ebu Amr, İsa, el-A'rec, Şeybe ve en-Nehaî "ka harfini esreli, diğerleri ise üstün olarak okumuşlardır. Kelime mübtedâ olarak ref mahallindedir. Şu kadar var ki, "kaf" harfini esreli olarak okuyanların kıraatine göre "
( O nefislerden kimisi bir karar yerinde durur" takdirinde olur.
Üstün ile okuyuş ise, "Her bir nefs için bir karar yeri vardır" anlamında olur
Abdullah b. Mes'ud der ki:
Her bir nefsin rahimde bir karar yeri ve öleceği arzda emanet olarak kalacağı yeri vardır. Bu tefsir kelimedeki "ka harfinin üstün okunacağına delâlettir.
el-Hasen de der ki: Karar yeri kabirdedir.
Tefsir bilginlerinin çoğunluğu ise şöyle derler:
Karar bulan, rahimlerde olandır.
Emanet bırakılan İse, sulblerde bulunanlardır.
Bu açıklamayı Said b. Cübeyr, İbn Abbas'tan rivayet ettiği gibi, en-Nehaî de bunu böyle açıklamıştır.
Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği nakledilmektedir:
Karar kılınacak yer arzdadır. Emanet bırakılan yer ise sutblerdedir. Said b. Cübeyr de şöyle demektedir: îbn Abbas bana evlendin mi diye sordu, ben hayır dedim. Şöyle dedi: Aziz ve celtl olan Allah, senin sırtından oraya emanet bıraktığı şeyleri çıkartacaktır.
Yine İbn Abbas'tan gelen rivayete göre karar bulan şey, yaratılandır. Emanet olarak bırakılan şey ise lıenüz yaratılmamış olandır. Bu açıklamayı da el-Maverdî nakletmektedir. Yine İbn Abbas'tan, emanet bırakılan şey, Allah nezdinde bulunandır dediği de rivayet edilmiştir ki, bunu da el-Maverdî nakletmiştir. Yine İbn Abbas'tan: Emanet bırakılan şey Allah nezdinde olandır, dediği rivayet edilmiştir.
Derim kîH£ur'ân-ı Kerim'de bir başka yerde şöyle buyurulmaktadır: "Yeryüzünde sizin için bir süreye kadar karar yeri ve faydalanacak şey vardır."
(el-Bakara, 2/36) Emanet bırakmak ise, onların kabirde hesap için diriltilecekleri vakte kadar kalacaklarına bir işarettir
"Biz âyetleri iyice anlayan bir topluluk için uzun uzadıya açıkladık." Katade der ki: "Uzun uzadıya açıkladık" beyan ettik ve geniş geniş İfadelerle anlattık, demektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
KURTUBİ

Enam suresi ayet 98-
O ki, sizi bir tek nefisten oluşturdu. Arkasından sizin için bir barınma ve bir geçiş yeri belirledi. Biz anlayanlar için ayetleri ayrıntılı biçimde açıkladık.

Bu sefer konu direkt ele alınmaktadır. İnsanın kendisi açısından değinilmektedir konuya... Erkek ve dişideki mahiyeti ve gerçekliği bakımından birlik arz eden insan nefsi... (Şimdiye kadar -okuduğum kadarıyla- Havva'nın Adem'in vücudundan yaratılmasına değinen güvenilir İslâmi bir kaynağa rastlamadım. Oysa kimi zaman "O sizi tek nefisten yarattı" sözü bu şekilde yorumlanmaktadır. Bana kalırsa "tek nefisten" sözüyle erkek ve gerçeklik noktasındaki birliği kastedilmektedir.) Hayat, döllenmiş hücre sayesinde çoğalmak üzere ilk adımını orada atmaktadır çünkü. İnsan nefsi erkeğin sülbündeki hücre için bir korunaktır. Dişinin rahmi de bir karargâh konumundadır.

Bundan sonra hayat gelişir ve yaygınlaşır. Bir de bakılır ki, çeşitli türler ve renkler, değişik diller ve şiveler, farklı halklar ve kabileler, sayılmayacak kadar çok örnekler ve tarzlar hayat bulundukça çoğalıp gitmektedir.

"Biz anlayanlar için ayetleri ayrıntılı biçimde açıkladık."

Bir tek nefisteki yüce Allah'ın sanatını kavramak için derinliğine anlayış zorunludur. Tüm örnekler ve nesiller bu tek nefisten türemiştir. Ayrıca çoğalmanın ve artmanın aracı olan döllenmenin ötesinde gözlenmiş olağanüstü uygunlukları, insanlık alemindeki erkek-dişi sayısındaki sürekli uygunluğu kavramak için bu derinliğine anlayış gereklidir. Yüce Allah'ın, üreme ve çoğalma için bir araç kıldığı evliliğin meydana gelmesi için bu denklik zorunludur. Ayrıca çocukların insanlıklarını koruyabilecekleri koşullarda yetişmesi ve insanlık haya-tının korunması için evlilik kaçınılmazdır.

Bu uygunlukların iyice anlaşılması için konuyu tüm ayrıntılarıyla uzatmamız imkânsızdır. Burası özel bir araştırmanın alanına girmektedir. Ancak biz erkek olsun, dişi olsun meninin nasıl meydana geldiğini, hayatın devamı ve sürekliliği için gerekli olan uygun sayının çokça bulunması için yeterli oranda erkek ve dişi yaratılması, gaybi bir dağıtım yoluyla nasıl gerçekleştirildiğini açıklayacağız sadece. "Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. O'nun dışında hiç kimse bilemez" ayetini açıklarken buna değinmiştik...

"Döllenmiş yumurtanın erkek ya da dişi oluşunu belirleyen, Allah'ın takdirinin; yumurtayı dölleyen spermdeki erkek kromozomların dişi kromozomlardan çok olması veya aksi bir durumun söz konusu olması şeklinde belirmesidir." Allah'ın kaderinin bu veya öbür şekilde meydana gelmesi Allah'a özgü gaybın kapsamına girmektedir. Allah'ın dışında hiç kimsenin bunu bilmeye gücü yetmez.

Her defasında meydana gelen dilediğini dişi, dilediğini de erkek olarak var eden, yüce Allah'ın bu takdiridir. Böylece dişi olmaları takdir edilmiş olanlar ile erkek olmaları takdir edilmiş olanlar arasında yeryüzünde sürekli bir denge oluşturulmuş olur. Tüm insanlık düzeyinde bu dengenin bozulması söz konusu olmamıştır. Üreme ve çoğalma, bu denge sayesinde gerçekleşebilir. Ancak aynı zamanda evlilik hayatının istikrarlı olması da bu sayede mümkündür. Bunun yanında üreme ve çoğalma az sayıda erkekle de mümkün olabilir. Ancak yüce Allah, insanlık hayatında erkekle dişinin buluşmasının hedefini bu şekilde takdir etmemiştir. Tersine insanı hayvandan üstün kılan hedefi, erkekle dişi arasındaki evlilik hayatının istikrarlı olması şeklinde belirlemiştir. Bu istikrarın ötesinde de başka türlü gerçekleşmeleri mümkün olmayan hedefler gözetilmektedir. En önemlisi de neslin aile ortamında, anne ve babanın himayesinde sağlıklı bir şekilde yetişmesidir. Bu neslin özel insanî rolünü yerine getirmeye hazırlanması için bu ortam zorunludur. (Bu söylediklerimiz, insan neslinin güç elde etmesi ve hayvanlar gibi kendini koruması için hazırlanmasının ötesinde bir şeydir.) İnsan yavrusuna yüklenen özel insanî görev, hayvan yavrusundan çok daha fazla, aile ortamında anne ve baba arasında uzun süre devam edecek kalıcı beraberliği zorunlu kılmaktadır.

Bu sürekli denge yüce yaratıcının eşsiz planına, hikmetine ve takdirine kanıt oluşturmak için yeterlidir. Ancak meseleleri derinliğine anlayan bir kavim için elbette.

"Biz anlayanlar için ayetleri ayrıntılı biçimde açıkladık."

Gerçekleri görmeyen, sezgiden yoksun körlere gelince; (Ki bunların başında "gaybiliği"` hafife alan "Bilimsellik" taraftarları yer almaktadır). Bunlar tüm bu işaretleri, mucizeleri görmeden ve sezmeden geçip gitmektedirler. "Her ayeti görseler bile inanmazlar O'na."

Daha sonra ayetlerin akışı yeryüzünün her köşesinde açılmış hayat sahnelerini sunmaya devam ediyor. Gözler rahatlıkla görebilir bu sahneleri. Duygular algılar, gönüller düşünüp Allah'ın sanatının güzelliklerini görür. Ayetlerin akışı bu sahneleri sunarken, evren sayfasında olduğu gibi, çeşitli tavırlarına, şekillerine ve türlerine dikkat çekiyor. Bu sahnelerde gözler önüne serilen hayatın gelişimi ile ve hayatı var eden güce yönelik kanıtlarla vicdanlar harekete geçirilmektedir. Nitekim gönül, bu sanatın güzelliğini ve üstünlüğünü onaylamaya ve bu güzellikten yararlanmaya yöneltilmektedir.
FİZİLAL

Enam suresi ayet 98
Sizi bir tek candan yaratan o'dur. Sizin için karar kılınan ve emanet olarak kalınan yerler vardır. Anlayan bir kavim İçin, âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.

Sizi, tek bir can olan Âdemin sulbünden meydana getiren Allahtır. Sizin için, ana rahmi, yeryüzü, kabir ve âhiret gibi karar kılacağınız yerler olduğu gibi, atalarınızın sulbü ve geçici dünya gibi emanet olarak kalacağınız yerler de vardır. Şüphesiz ki biz, âyetlerimizi ve delillerimizi, bunları anlayıp ibret alan birtopluhık için geniş bir şekilde açıkladık.
MüfessirIer, âyet-i kerimede geçen ve "karar.kılınan yer" diye tercüme edilen kelimesiyle, "Emanet olarak kalman yer." diye tercüme edilen kelimesinden neyin kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
a) Abdullah b. Mes'ud, İbrahim en-Nehai ve Muksem'e göre, "Karar kılınan yer"den maksat, annelerin rahimleridir. "Emanet olarak kalınan yer"den maksat ise kabirdir. Allah, insanları, annelerinin rahminde karar kıldırmış, kabirlerinde de diril inceye kadar, emanet olarak bekletmiştir.
b) Said b. Cübeyr ve Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre "Karar kılınan yer"den maksat, annelerin karınlan, yeryüzü ve yerin içi"dir. "Emanet olarak kalınan yer"den maksat ise babaların sulbleridir.
Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Abdullah b. Mes'ud'dan nakledilen diğer bir görüşe göre "Karar kılman yer"den maksat, yeryüzü ve dünyadır. "Emanet edilen yer"den maksat ise, Aliahm huzurudur, âhirettir.
d) Yine Abdullah b. Abbas, İkrime, Mücaid Ata İbrahim en-Nehai, Süddî, Katade, Dehhak ve İbn-i Zeydden nakledilen diğer bir görüşe göre, karar kılman yerden maksat, ana rahmi, emanet olarak kılınan yer"den maksat ise babaların sulbüdür.
e) Hasan-ı Basriye göre ise, karar kılınan yer"den maksat, kabir, emanet olarak kalınan yer'den maksat ise dünyadır. Çünkü dünyada bulunan kimse, kabirde bulunan kardeşine kavuşmak üzere dünyada emanet olarak durmaktadır.
Taberi diyor ki "Bu hususta doğru olan söz, şunu söylemektir: "Allah teala bu âyette, insanları tek bir nefisten yarattığını ve onların, karar kılman ve emanet olarak kalınan yerlerde kaldıklarını, genel bir şekilde zikretmiştir. İnsanların bir kısmı, ana rahminde karar kılmakta, diğerleri babalarının sulbünde emanet olarak durmaktadırlar. Diğer bir kısmı, yeryüzünde veya yerin içinde karar kılmış halde, başka bir kısım insanlar ise, babalarının sulbünde emanet olarak bulunmaktadırlar. Bir kısım insanlar da, kabirde karar kılmış halde, bazıları da yeryüzünde emanet olarak bulunmaktadırlar. Bu itibarla, her karar kılınan yer ve emanet olarak kalınan yer, âyetin genel ifadesinde dahildir.
TABERİ
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Enam suresi ayet 98
O, sizi bir tek candan yaratandır. Sonra (sizin için) bir karar yeri, bir de emanet yeri (vardır). Biz iyi anlayacak kimselere, âyetlerimizi hakikaten açıkça bildirdik"

Bu, Allah´ın varlığı ile O´nun ilim ve kudretinin mükemmel olduğuna dair delillerin dördüncüsü olup, insanın yaratılışındaki birtakım halleri, Allah´ın birliği hakkında delil kılmaktır. Bu sebeple biz diyoruz ki, âyette geçen "tek bir can"ın,Âdem (a.s) olduğunda şüphe yoktur. O da, tek bir candır. Havva onun kaburgalarının birinden yaratılmıştır. Binaenaleyh, bütün insanlar tek bir candan meydana gelmiş olurlar ki, bu tek bir can da, Hz. Adem´dir.


Hz. İsa´nın Yaratılışı


Buna göre şayet, "Hz. İsa hakkındaki hüküm nedir?" denilirse, biz deriz ki: O da, bir ana bir babadan meydana gelmiş olan Meryem (a.s)´den yaratılmıştır.

Buna göre eğer onlar, "Kur?ân, Hz. İsa´nın kelimeden veya, o kelimeye üflenen ruhtan yaratılmış olduğuna delâlet etmiyor mu? O halde, bu nasıl doğru olabilir?" derlerse, biz deriz ki: ifadesinin başındaki kelimesi, "ibtidâ-i gaye (ibtidaiyye) manası ifade etmektedir. Hz. İsa´nın Meryem´den meydana geldiği hususunda bir ihtilaf yoktur. İşte bu kadar (izah), bu lafzın sahih ve doğru olması için yeterlidir.

Kâdî şöyle demektedir: "Hak Teâlâ´nın, enşe´ekum "sizi inşa etti, yarattı" tabiriyle, halekakum "sizi halketti" ifadesi arasında fark bulunmaktadır. Zira, O´nun enşe´ekum sözü, O´nun sizi (insanları), doğrudan değil, ama ebeveynden ortaya çıkarmadan geliştirmek ve büyütmek, çoğaltmak suretiyle yarattığını ifade eder. Nitekim bitkiler hakkında, büyümek ve olgunlaşıncaya kadar gelişmek manasında olmak üzere, "Allahu Teâlâ onu inşa etti" denilmektedir."


Müstakar ve Müstevde´


Cenâb-ı Hakk´ın "Sonra (sizin için) bir müstakarr, bir de müstevde´ (uardtr)" buyruğu hakkında birkaç bahis bulunmaktadır:

Birinci bahis: İbn Kesir ve Ebu Amr, kâf harfinin kesresiyle, fe musta-ktrrun; diğer kıraat imamları ise, kâf harfinin fethasıyla fe mustakarrun şeklinde okumuşlardır. Ebu Ali el-Farisî, Sibeveyh´in şöyle dediğini söylemiştir:

"Arapça´da, "Mekânına yerleşti, istikrar buldu" denilmektedir.

Binaenaleyh, kim bu ifadeyi kâf harfinin kesresiyle okursa, o zaman müstakırrun kelimesi, karr (karar kılmış olan, yerleşmiş olan) manasında olur. Böyle olunca da, onun mukadder olan haberinin minkum "sizden..." kelimesi olması gerekir. Yani, "sizden, yerleşip karar kılanlar vardır..." demektir. Bu ifade kâf harfinin fethasıyla mustakarrun şeklinde okunursa, o zaman bu kelime mef´ul olmaz...

Çünkü ıstakarre fiili teaddi etmez... Binaenaleyh, onun mef´ul-ü bihi olmaz.. O zaman da bu kelime, "karar kılınan yer (makarr)" manasında olmak üzere, ism-i mekân olur. Durum böyle olunca, onun mukadder haberinin minkum olması caiz olmaz.. O zaman kelamın takdiri, lekum makarrun "Sizin için bir karar kılma yeri bulunmaktadır" şeklindedir. Müstavde´ kelimesine gelince, istevde´e fiili, iki mef´ul alan bir fiildir. Nitekim sen, (Zeyd´e bin dirhem emanet ettim) veya, (O miktarı emanet ettim) dersin. O halde müstevde´ kelimesi, hem "emanet edilen yer", hem de "kendisine emanet bırakılan insan" hakkında kullanılmaktadır."

Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki: Bu kelimeyi, kâî harfinin fethasıyla müstakarr şeklinde okuyan kıraat, matufun aleyh´in aynısı olsun diye, müstevde1 ke*limesini de ism-i mekân olarak kabul etmiştir.. Buna göre kelamın takdiri, "Sizin için, bir karar kılma ve bir emanet bırakılma yeri vardır.." şeklindedir. Allah en iyisini bilendir. Fakat kâf harfinin kesresiyle müstakirr kıraatine göre o zaman bu ifadelerin manası, "Sizden, karar

kılanlar ile, yine sizden emânet bırakanlar vardır..." şeklinde olur ki, bunun da takdiri, "Sizden karar kılanla, emânet bırakan kimseler vardır" şeklindedir. Allah en iyisini bilendir.

İkinci bahis: Müstakarr tabiriyle müstevde1 arasındaki fark şudur: "Muste-karr" kelimesinin manası, bitkiler hakkında, "müstevde"´ kelimesinden daha elverişli bir manadır. Binaenaleyh, bir yerde bulunan ve zeval bulup gitmeye mahkûm olmayan her şey hakkında, "orada karar kılmıştır" ifadesi kullanılır. Ama. bir yerde bulunup zevale maruz olan her şey hakkında da, müstevde´.. kelimesi kullanılır. Zira bir yerde emanet bırakılan şeyin geri istenmesi mümkündür..


Bu İki Tabir Hakkında Yapılan Tefsirler


Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki: Bu iki lafzın tefsiri hususunda müfessirlerin arasında hayli farklı görüşler olup bunları şöyle sınıflandırabiliriz:

Birinci görüş: Bu, rivayetlerin ekserisinde fbn Abbâs´tan nakledilen görüştür. Buna göre, müstekarr "anaların rahimleri"; müstevde´ de, babaların sulb-ieridir. Kureyb şöyle demektedir: "Cerir, İbn Abbâs´a, bu âyetleri sormak için bir mektub yazdı da, İbn Abbas da. "müstevde1, "babaların sulbleri"; müstekarr

da "anaların rahimleri" diye cevap verdi, sonra da "Sizi, dileyeceğimiz muayyen bir uakte kadar rahimlerde durduruyoruz..." (Hacc, 5) âyetini okumuştur^ Bu görüşün kuvvetliliğine, tek bir nutfenin babanın sulbünde uzun zaman kalmayıp da, ceninin anaların rahminde uzun zaman kalması keyfiyeti de delâlet eder. Anaların rahminde bekleme süresi, babaların sulbünde bekleme süresinden daha çok olunca, "istikrar" fiilini, anaların rahminde kalmak, bekleme manasına hamletmek daha münasip olur.

İkinci görüş: Müstekarr: "Babaların sulbü" , müstevde1 ise, "annelerin rahmidir. Çünkü nutfe, başkasından olmaksızın babaların sulbünde bulunur. Halbuki yine o nutfe, anaların rahminde başkasının fiiliyle meydana gelir. O halde o nutfenin, anaların rahminde, erkek (koca) vasıtasıyla bulunması hali, "vedia - emânet bırakılan şey"e teşbih edilmiştir. Zira Cenâb-ı Hakk´ın, "Sonra (sizin için) bir karar yeri, bir de emanet yeri (vardır)" buyruğu, "müstekarr"ın, "müstevde´"den önce olmasını gerektirir. Babaların sulbündeki nutfe de, o nutfenin anaların rahminde yer almasından daha önce mevcuttur. Bu sebeple "müstekarr"ın, babaların sulbünde olan; "müstevda"tn da, annelerin rahminde olan şey" olmaları gerekir.

Üçüncü görüş: Hasan el-Basri´nin görüşü olup buna göre müstekarr, kişinin ölümünden sonraki halidir, durumudur. Zira kişi, saîd {mutlu ve iyi kul) olursa, işte karar kılıp iyice yerleşmiş olan şey, o saadet halidir; eğer şakî bedbaht ve kâfir ise, işte karar kılan şey, o mutsuzluk ve bedbahtlık halidir. Ölümünden sonra, insanın hallerinde herhangi bir değişiklik meydana gelmesi söz konusu değildir. Ama, ölümden önce hallerde bir değişiklik meydana gelebilir. Mesela, kâfir bazan mü´min; zındık da, bazan sıddîk, sözü ve ameli doğru olan kimse haline gelebilir. Binaenaleyh bu haller, yok olma ve sona erme ile yüz yüze bulundukları için, bunların yok olup kaybolma ile yüzyüze olan "vedîa-emânete" teşbih edilmiş olması uzak bir ihtimal sayılmaz.

Dördüncü görüş: Esamm´ın görüşü olup buna göre "müstekarr" ilk nefisten yaratılarak dünyaya giren ve orada karar kılan kimsedir. "Müstevda1.." ise, henüz yaratılmamış, fakat yaratılacak olandır.

Beşinci görüş: Yine Esamm´a ait bir görüş olup buna göre, "müstekarr" dünyada karar kılan; "müstevda"´ ise. diriltilinceye kadar kabirlerde olanlardır. Katâde´den bunun aksi rivayet edilmiştir ki o. "Kabirde olanlara "müstekarr" {yerleştirilmiş), dünyadaki kimselere de "müstevda1..." (emanete bırakılmış) denilir..." demiştir.

Altıncı görüş: Ebu Müslim el-Jsfehanî´nin görüşü olup buna göre kelamın takdiri, "O sizi tek bir candan yaratandır. Bir de bakarsın ki sizden, erkek olan "müstekarr"lar, dişi olan "müstevda´lar" vardır..11 şeklindedir. Ancak ne var ki Cenâb-ı Hak, erkeği "müstekarr" sözüyle ifade etmiştir. Çünkü "nutfe", ancak erkeğin sulbünde oluşur ve orada karar kılar. Allah dişiyi ise müstevda´ diye ifade etmiştir. Çünkü dişinin rahmi, o nutfenin emanet bırakıldığı bir yere benzemektedir. Allah en iyisini bilendir.

Üçüncü bahis: Bu sözden maksad şudur: İnsanlar, tek bir şahıstan meydana gelmişlerdir ki, bu da Âdem (a.s)´dir. Daha sonra âlimler, yukarda bahsedilen izahlar itibariyle müstekarr ve müstevda´ kelimelerinin manası hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu cümleden olarak biz deriz ki: İnsanların şahısları, cisim olmak bakımından eşit ve fakat sıfatları bakımından birbirlerinden farklıdırlar. Müstekarr ve müstevda´daki farklılık da bu sıfatlardan ötürü meydana gelmiştir. O sıfatlardaki farklılığın, mutlaka bir sebebi ve müessiri bulunmaktadır. Bunun sebebi, cisim olmak ve, cisimden ayrılması mümkün olmayan sıfatlar değildir. Aksi halde, sıfatlar hususunda bir farklılığın bulunması imkânsız olurdu. Binaenaleyh, bunun sebebinin, hakîm, hür ve irade sahibi bir fail olması gerekir. (Bu manaya) delâlet bakımından bu âyetin benzeri olan bir ifade de, Cenâb-ı Hakk´ın, "O dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması da (...) O´nun delille/indendir" (Rum, 22) buyruğudur.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Biz iyi anlayacak kimselere, âyetlerimizi hakikaten açıkça bildirdik" buyurmuştur. Âyette bahsedilen, bu "açıkça bildirmek" tabirinden maksad, Cenâb-ı Hakk´ın bu delilleri, birbirinden ayırmak suretiyle, beyan etmiş olmasıdır. Baksana, Hak Teâlâ ilk önce, bitkilerin ve ağaçların, tane ve çekirdekten oluşturulmasına dikkat etmeyi, bundan sonra da, üç bakımdan felekî delillere sarılmayı zikretmiş, daha sonra da insanın meydana getirilmesi, yaratılması hallerine dikkat vermekten bahsetmiştir. Böylece de Cenâb-ı Hak bu delilleri birbirinden ayırmış ve iyi anlayan kavimler için, bu delilleri böylece iyiden iyiye açıklamıştır.


"İyi Anlayacak Kimseler" Hakkında


Bu tabirle ilgili birkaç bahis vardır:

Birinci bahis: "Cenâb-ı Hakk´ın, "iyi anlayacak kimselere âyetleri iyice açıkladık" ifadesinin zahiri, Allah Teâlâ´nın fiillerini bir maksat ve hikmete binaen yaptığını göstermektedir?"

Ehl-i sünnetin buna verdiği cevap şudur: jjti ifadesindeki lâm harfi, "lâmü´l-âkibeMdrr. Veyahut da bu ifade, bir fiili, herhangi bir maksat için yapan kimsenin haline benzetme manasına hamledilmiş olur.

İkinci bahis; Bu âyet, Cenâb-ı Hakk´ın, bütün insanlarda iyi ve ince anlama kabiliyeti ve imanı murad edip onların hiçbirinin kâfir olmasını dilemediğine delâlet eder. Bu, Mutezile´nin görüşüdür.

Ehl-i sünnetin buna verdiği cevap şudur: Bu ifâdeden murad şudur: Cenâb-ı Hak sanki şöyle demek istemiştir: "Ben bu beyân ve açıklamayı, bilen, iyi ve ince anlayan ve iyice anlayıp kavrayan kimseler için iyiden iyiye açıkladım, tafsil ettim... Bu kimseler ise, başkaları değil, mü´m inlerdir."

Üçüncü bahis: Cenâb-ı Hak, kendisiyle yıldızların durumlarından istidlale dair âyetini, (bilirler) ifadesiyle: bu âyetini ise, "iyi ve ince anlarlar.." lafzıyla bitirmiştir. Buradaki fark şudur: İnsanları tek bir candan yaratıp, onları farklı farklı haller arasında döndürüp dolaştırmak, sanat ve tedbir bakımından çok hoş ve çok ince bir durumdur. "Fıkh..." kelimesi, iyice anlamayı, kuvvetli zekâ ve anlayışı ifade ettiği için, Cenâb-ı Hak burada bu kökten olan yef-kahûn kelimesini kullanmıştır. Allah en iyisini bilendir.
FAHREDDİNİRAZI[/I][/B]
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
Nefiste bulunan afetlerin ayeti ve temizlemenin kademelerini anlatan ayetleri yazdım.Daha nasıl açıklayıcı bilgi istiyorsunuz? veya hangisi nasıl olmalıydı?

NEFS KADEMELERİ
Ve Kur'ân-ı Kerîm boyunca Rabbimiz yedi tane nefsin kademesinden bahsediyor. Birinci kademesi;

1- EMMARE NEFS -
Yusuf Sûresi'nin 53. âyet-i kerîmesinde;
-12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).

2- LEVVAME NEFS
-75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.

3- MÜLHİME NEFS
-91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.

4 - MUTMAİNNE NEFS
-13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?
-89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!

5 VE 6- RADİYE VE MARDİYYE NEFS
-89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!

7- TEZKİYE OLAN NEFS
-35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).

-5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum. İlâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allâh'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.

--89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!

74/ MÜDESSİR-30-: aleyhâ tis'ate aşer

33/Ahzap-72-- Şüphesiz insan zalimdir ve cahildir.
17/İsra-100- - Rabbimizin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız , tükenir korkusuyla infâk etmezdiniz, zaten insan pek cimridir.
49/Hucurat-12- - Gizli şeyleri merak edip araştırmayın, dedikodu yapmayın. Biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? İşte tiksindiniz.
5/Maide-64- - Onlar her ne zaman harp için ateş yaksalar, Allah onu söndürür. Onlar yeryüzünde fesat için çabalarlar. Allah fesat çıkaranları sevmez.
2/Bakara-191- - Fitne katilden şiddetlidir.
40/Mü'min-56 - - Allah'ın âyetleri üzerinde kendilerine gelen bir sultan olmadan tartışanların gönüllerinde ulaşamayacakları bir kibir vardır. Allah'a sığın.
64/Tegabün-16- Nefsinin hırsından korunabilen felâha saadete erer.

2/Bakara-109- .Kitap ehlinin çoğu içlerindeki haset sebebiyle sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler.
49/Hucurat-7- - Küfrü, fisk ve isyanı size kerih gösterdi.

Allah'ın yasak ettiği şeylere olan aşırı ilgi ve bunun sonunda doğan vazgeçilmesi çok zor olan alışkanlıklar iptilâdır.
5/Maide-90,91-- Ey imân edenler, şarap, kumar, puta tapmak, fal, şeytanın murdar amelleridir. Artık ondan kaçının ki, felâh bulasınız. Şeytan; şarap, kumar ile aranıza düşmanlık ve buğz (kin) bırakmak, sizi Allah'ın zikrinden ve namazdan alıkoymak ister. Daha vazgeçmiyecek misiniz?

59/Haşr-10- - Kalbimizde mü'minlere karşı kin bırakma.

2/Bakara-257- - Kâfir olanlar Tagut'un (şeytanın) dostudurlar. Ve nurdan zulmete götürürler.
49/Hucurat-7- - Size küfrü kerih gösterdi.

8/Enfal-47- - Yurtlarından böbürlenerek (şımararak) nâs'a gösteriş yaparak çıkanlar, Allah yolundan nâs'ı alıkoyanlar gibi olmayın.
4/Nisa-38- - Mallarını halka gösteriş için harcedenler Allah'a ve Ahiret gününe inanmayanlar şeytanla arkadaş olmuş ise kötü arkadaşa tutulmuştur.
11/Hud-9- - Tarafımızdan insana bir rahmet tattırdıktan sonra onu geri alsak o pek ümitsiz, pek nankör olur.
35/Fatır-36- Kezâlike neczî külle kefûr.
- işte bütün nankörleri böyle cezalandırırız.

3/Al-i İmran-118,119,120- - Sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. İdrak ediyorsanız âyetleri açıkladık. İşte siz, onlar sevmezken, onları seven ve kitabın bütününe inanan kimselersiniz. Size rastladıkları zaman: "İnandık derler!" yalnız kaldıklarında öfkelerinden parmaklarını ısırırlar. De ki, öfkenizle ölün. Allah kalplerde olanı bilir. Size bir iyilik gelse, onların fenasına gider başınıza bir kötülük gelse, buna sevinirler. Sabreder ve takva sahibi olursanız, onların hilesi size hiçbir zarar veremez.

21/Enbiya-37 - Hulikal insanu min acel seüriyküm âyâtiy felâ testa'cilun.
- İnsan aceleci olarak yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim. Benden acele istemeyin.
17/İsra-11- Ve yed-ul-insânü bişşerri duâehû bilhayri ve kânel-insânü acûlâ.
- İnsan, hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan pek acelecidir.
Vefasızlık
16/Nahl-91- - Yemin ettiğiniz zaman Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah'ı kendinize kefil göstererek yaptığınız yeminleri bozmayın.
4/Nisa- 155 Misaklarını bozmalarından.
13/Rad-20 - Onlar Allah'ın ahdini yerine getirenler ve misaklarını bozmayanlardır.

43/Zuhruf-25- - Bunun üzerine biz onlardan öç aldık, yalancıların sonunun nasıl olduğuna bir bak..
61/Saf-2,3- Ya eyyühellezine âmenû lime tekûlûne mâ li tef-alûn. Kebüra melden indellâhi en tekûlû mâ lâ tef-alûn.
- Ey imân edenler, yapmadığınız şeyi niçin yaptığınızı söylersiniz, yapmadığınız şeyi yaptık demeniz, Allah kat'ında büyük gazaba sebep olur.

4/Nisa-30 -- Bunu kim yapar düşmanlık ve zulüm ederse, onu ateşe sokarız.
14/İbrahim-34- - Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür.

53/Necm-28- - Onların bu sözleri hakkında hiçbir bilgileri yok. Onlar sadece zanna ittiba ederler. Zan ise insanı bir hakkı bilmek rnecburiyetinden vareste kılamaz (dışında tutamaz).
10/Yunus-66- - Onlar, ancak o zanna tâbî olurlar. Ancak tahmin ederler.
10/Yunus-36-- Onların ekserisi ancak zanna tâbî olurlar, şüphesiz zan hiçbir zaman hakkın yerine geçmez.
6/En'âm-148- - Onlara de ki; Eğer bir bilğiniz varsa onu bize çıkarırsanız siz zandan başka bir şeye tâbî olmazsınız, kuru kuru tahminde bulunursunuz.
6/En'âm- 116- - Yeryüzünde olanın ekserisine itaat edersen onlar seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zandan başka birşeye tâbî olmazlar. Onlar kuru kuru tahminde bulunurlar
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
verdiğiniz altıncı ayet
-91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).

Problem burada başlamakta 7 kademede ahsene dönüşecek NEFS Ayetin metninde olmayan bu tabirin kaynağını verebilirmisiniz
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu sevva edene (dizayn edene) (andolsun).


parentezi kaldırdım.Ayetin anlamı değişmedi.Neden değişmedi? çünkü 7 kademeyi anlatan ayetleri sundum.bu ayetlere muhalefet olsun diyemi 3 sayfa alıntı gönderdiniz? anlayamadım? maksadınız ne? neye,nasıl niçin karşısınız? Lütfen içinizde gizli düşmanlık varsa açıklayın korkmayın
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
fani olanı istemem,
Lütfen içinizde gizli düşmanlık varsa açıklayın bu tabirinizi sevmedim.
Evet verdiğiniz ayetlerin tefsirini özellikle verdim ki alıntı yaptığınız mealin doğru olmadığını göresiniz ("Nefse ve onu düzenleyene..." (Şems, 7). Bu düzenlemekten yada sizin tabirinizle dizayn etmek kavramından 7 kademe çıkmaz ama anladımki siz bildiklerinizle yetinmiş siniz hayırlı olsun ve endoğru sizin bildiğiniz
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
Hocam o zaman bilmediğimi öğret.Amacım tezekkür etmek ,eleştirip küstürmek değil.Yazdıklarım size gözüksede sizin gibi sayfalarca alıntı ile ayetlere cevap verenleredir. Yani amaçları ne? Neyi ispatlamaya çalışıyorlar?
Kızdığım nokta şu araştırırsın bakarsın sonrada dersinki şu şöyle değil.Tamam eyvallah doğrusunu söyle o zaman.Hemen başlıyorlar ya bana öyle gelmiyor.Kardeşim bu zanlarla nereye kadar? Neden nefsani davranıyorsun?

ZAN
Başkaları hakkında onların belkide yapmadıkları birşeyi onlar yapmış gibi düşünmek zandır. Ve bu düşüncemiz, o kişiyi görmediğimiz halde bir suç işliyormuş gibi bir hükme bizi sürüklerse o zaman bu zan büyük bir günahtır.

53/Necm-23- - Onlar yalnız zan ve tahmine, nefsimizin arzularına uyarlar.
53/Necm-28- - Onların bu sözleri hakkında hiçbir bilgileri yok. Onlar sadece zanna ittiba ederler. Zan ise insanı bir hakkı bilmek rnecburiyetinden vareste kılamaz (dışında tutamaz).
10/Yunus-66- - Onlar, ancak o zanna tâbî olurlar. Ancak tahmin ederler.
10/Yunus-36- - Onların ekserisi ancak zanna tâbî olurlar, şüphesiz zan hiçbir zaman hakkın yerine geçmez.
7/Araf-30 - - Şüphesiz onlar Allah'ı bırakarak şeytanı dost edinmişlerdir ve hidayete erdiklerini zannediyorlardı.
6/En'âm-148- - Onlara de ki; Eğer bir bilğiniz varsa onu bize çıkarırsanız siz zandan başka bir şeye tâbî olmazsınız, kuru kuru tahminde bulunursunuz.
6/En'âm- 116- - Yeryüzünde olanın ekserisine itaat edersen onlar seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zandan başka birşeye tâbî olmazlar. Onlar kuru kuru tahminde bulunurlar.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
fani olanı istemem,
Kardeşim eğer bir insan kendi bildiğinden başka doğru yok diye işe başlarsa öğrenmek için kendisini dışarıya kapatır ve her söyleneni kendi fikrinin tersi yada kendisini zem eden olarak görür.
Bahsettiğiniz gibi öğrenmek gayeniz olsa idi yazılanlar ile kendi yazdıklarınız arasındaki farkı görürdünüz. Sadece bir soru sordum verdiğiniz ayette (Şems suresi ayet 7) 7 kademe diye bir şey yok Allah nefsi dizayn ederken yanındamıydınız bu kadar iddia ediyorsunuz. Alıntıladığınız meal metninde hata var bunları belki görürsünüz diye en eskisinden başlayıp yapılan meal ve tefsirlerini verdim ancak karşılığ ne oldu içimde size karşı gizli bir düşmanlık varmış şimdi kim zanda bulunmuş acaba Ben size hakkımı helal ediyorum tartışma sevmiyorum çünkü tartışmada şeytan ortak olur onun için Allaha emanet olun işiniz gücünüz rast gelsin vesselam.
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
Kırmak istemezdim.Sorry

Allah dostu koca Yunus derki
Bir gönlü kırdın ise 40 defa hacca gitsen ne olur?
 
Üst Alt