KUR'AN'DA "HAYIR!" SESLERİ
Kuranın nuzül sırasına göre ilk Hayır! (Kellâ) veya aynı anlamda Bilakis, hayır, öyle değil (Bel) dedikleri acaba nedir?
Bu önemli.
Çünkü ilk neye hayır denmişse esas itiraz da onadır ve en önemli sorun olarak da o görülüyordur.
Kuranda nuzül sırasına göre yaklaşık ilk 40 sure boyunca 16 Hayır! denilen sure yeri tespit ettim. Sure içlerindeki tekrarları da katarsanız 20yi geçiyor.
İlk mesajlar boyunca adeta çığlık çığlığa bir itiraz ve hayır sesleri yükseliyor.
Hiç atlamadan sırasıyla dizdim. Altlarda da kısa açıklamalarla izahat yaptım.
Bakın, bunlar nereler.
***
[HAYIR! İnsan zenginliği kendine yeterli görünce tuğyan eder.
Oysa sonunda rabbinedir dönüş.
Bak şu bir kulu içtenlikle yönelirken yasaklamaya kalkana
HAYIR! Bu yaptıklarına bir son vermezse onu alnından tutup sürükleyeceğiz.
O yalancı, ar damarı çatlamış alnından.
O zaman çağırsın toplanıp durduklarını
Biz de çağıracağız zebanîleri,
HAYIR! Sakın ona boyun eğme, sen secde et ve yaklaş!]
(Alak; 6-14, 15-19)
Kuranın nuzül sırasına göre ilk suresi olan Alak peşpeşe Hayır! (Kella!) itirazları ile başlıyor.
Görüldüğü gibi Kuranın nuzül sırasına göre ilk suresi zenginlik ile tuğyan arasında ilişki kurarak başlıyor. Kuran, ilk sosyal tesbit olarak zenginliğe dikkat çekerek başlıyor. İlk olmasının anlamı şu ki sonraki bütün üsttekileri niteleyen ayetler bununla ilgilidir: Mal biriktiren (mustağnî) servetiyle azgınlık eder (tuğyan), servetine yaslanarak büyüklenir (mustekbir), emredip yasaklar koyarak zulmeder (zâlim), mülküyle ortak koşar (muşrik), hegemonya kurmaya yeltenir (ceberrut), gururlanır (mağrur), inkar eder (munkir), yok sayar (mulhid)
Demek ki tuğyan, kişinin zenginliğini kendine yeterli görmesi (mustağnî) ve ardından bu zenginliğe yani mal ve iktidar gücüne dayanarak emir ve yasak (nehy) koymaya başlaması ile oluyor. Buna bir toplumda mal ve iktidar sahiplerinin (üsttekilerin) halk (alttakiler) üzerinde kurduğu hegemonya diyoruz. Şu halde Ebu Cehilin şahsında anlatılmak istenen zenginlerin mustağnîleşerek insanlar üzerinde emir ve yasak (nehy) koymaya kalkması ve böylece haddini aşması (tuğyan) toplumların en önemli sorunu oluyor.
Dikkat ediniz! Mustağnîlere ve bunların tuğyan ve hegemonyasına Hayır! (Kella!) diyerek başlıyor bu Kitab.
***
[Tek başına yarattığım o adamı bana bırak
Uzayıp giden mal verdiğim,
Gözünün önünde oğullarıyla,
Nimetimi döşedikçe döşediğim o adamı
Hala gözü doymuyor; verdiğimden daha fazlasını istiyor.
HAYIR! O ayetlerimize karşı inat etti.
Onu dimdik bir yokuşa süreceğim.]
(Müddesir;11-15)
Rivayete göre burada kastedilen şahıs Kabe çetesinin elebaşlarından tefeci bezirgân Velid bin Muğire idi. Hadsiz hesapsız zenginliği vardı. Mekkeden Taife kadar uzanan, deve, at ve koyun sürüleri, Taifin bağ ve bahçeleri, sulak arazileri, bol nakit parası, kendisinin bile hesabını tutamayacak kadar çok serveti vardı. Onun için kendisine Velid bin Muğire el-Vahid (Zenginlikte tek, eşi benzeri olmayan Muğire oğlu Velid) denmekteydi (Razi, Kurtubi, Taberi). Bugünkü tabirle o bir para babasıydı. Onun için ayette şehrin en zengin tek adamı olarak anılmasına nazire olarak tek başına yarattığım deniliyor.
Uzayıp giden mal (mâlen memdûd), gözünün önünde oğullar (benîne şuhûdâ), onun için döşedikçe döşediğim (mehhedtü lehu temhîdâ) ifadeleri, şehrin bu eşşiz/tek olarak anılan en büyük zenginini tasvir içindir. Kuran şehrin en büyük zenginini hedef tahtasına oturtmakta ve adeta İşe buradan başlayacaksınız demektedir
Dikkat edeniz! Şehrin en büyük zenginine Hayır! (Kella!) diyerek başlıyor bu Kitab.
***
[HAYIR! Ay dile gelsin!
Biten gece dile gelsin!
Ağaran tanyeri dile gelsin!
Hiç şüphesiz o gerçekten büyük bir olaydır!
Bu insanoğluna bir uyarıdır!
İyiyi veya kötüyü seçmek isteyen herkes için bir uyarı!
Her insan kazandığının esiridir.
Ancak iyiyi seçenler cennete girecek.
Oradan suçlulara soracaklar; Sizi ateşe sokan nedir?
Şöyle diyecekler: Biz musalli değildik. Yoksulu doyurmazdık.
Dalanlarla beraber dalanlardık. Din gününü yalan sayardık.
Gerçeğin ta kendisi olan ölüm gelinceye kadar hep böyleydik.]
(Müddesir;32-47)
Biz musalli değildik, yoksulu doyurmazdık ayeti bu anlamda, hemen birkaç sure sonraki Maun suresi ışığında düşünülmelidir. Bu durumda mana Biz aslında musalli idik (salât ederdik) ama bu yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen bir salât idi. Onun için de salâtımız yüzümüze çarpıldı ve kabul edilmedi, hiç salât etmemiş durumuna düştük. şeklinde olur. Çünkü müşrikler Kabe örtüsünü değiştirme, hacılara su dağıtma, içindeki putlarla beraber Kabe etrafında dönme, alkış, ıslık, ayakta durma (kıyam), bir şeyler okuma (kıraat), eğilme (ruku), yere kapanma (secde) gibi ritüelleri yerine getiriyorlar ve bunları yapana da musallî diyorlardı. Vay o musallilere ki yoksulu doyurmaz, yetimi hor görürler. Onların yaptığı salât boştur, gösteriş yapıyorlar. ne demek anlaşılıyor olmalı.
Dikkat ediniz! Salât ile yoksulu doyurmayı teşvikin (yoksul ile beraber olmanın) arasını ayıranlara Hayır! (Kella!) diyerek başlıyor bu Kitab.
***
[Şu halde onlara ne oluyor ki bütün hatırlatmalardan yüz çeviriyorlar?
Sanki aslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri gibiler.
Her biri kendisine özel nama yazılı davetiye istiyor.
HAYIR! Onlar ahiretten korkmuyorlar.
HAYIR! Bu bir hatırlatmadır!
Dileyen onun üzerinde düşünüp öğüt alır.
Allah lâyık görmedikçe de düşünüp öğüt alamazlar.
Düşünüp öğüt alan ise sakınanlardan ve bağışlananlardan olur.]
(Müddesir;45-56)
Daha önce gözleriyle seni devirecek gibi bakarlar dendiği gibi, burada da hatırlatmayı (zikr) her duyduklarında aslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri benzetmesi yapılıyor.
Allaha ve ahirete inanan (fakat korkmayan), salât eden, tavaf yapan, hacılara su dağıtan, Kabenin örtüsünü değiştiren ve fakat uzayıp giden mallar, gözünün önünde oğullar ve döşendikçe döşenmiş nimetler sahibi olduğu halde Hala gözü doymayan; daha da fazlasını isteyen birisi hangi hatırlatma (zikr) sebebiyle aslandan kaçan ürkmüş eşek gibi olur? Hangi hatırlatmayı her duyduğunda sanki gözleriyle devirecekmiş gibi bakar? Düşünün
Rivayete göre Mekkeli kafirler şöyle derdi: Her birimize gökten, başlığında Alemlerin Rabbinden falan oğlu filana hitabı bulunan ve içinde Muhammedin söylediklerine uymamız gerektiğini emreden bir mektup, sahife veya kitap gelmedikçe inanmayız. (Razi, İbn Kesir Kurtubi). Her biri kendisine özel nama yazılı davetiye istiyor. ifadesi bu iddiaya cevaptı.
Açıktır ki, bu, mal ve oğullar (servet, çevre, nüfuz) sahibi kişinin narsist (kendine hayran) kişiliğini yansıtır. Allahtan kendine özel davetiye istiyor! Eşitliğe yanaşmıyor ve sıradan bir muhatap olmak istemiyor! Sanki Allahtan kendisine nama yazılı özel hatırlatma (zikr) gelse aslandan kaçan ürkmüş yaban eşeği gibi olmayacak?
Ne kadar da tanıdık tuzu kuru bahaneler, değil mi?
Dikkat ediniz! Kendine özel davetiye isteyenlere, eşitliğe yanaşmayanlara; bu hatırlatmayı duyunca aslandan kaçan ürkmüş yaban eşeklerine dönenlere Hayır (Kella!) diyerek başlıyor bu Kitab!
****
[HAYIR! Dile gelin kaybolan yıldızlar!
Dile gelin akan gezegenler!
Dile gel ey kararan gece!
Dile gel ey ağaran tanyeri!;
Bu Kuran şerefli bir peygamberin sözüdür,
Karakteri sağlam, görkem sahibinin katında saygı değer,
Sözü dinlenen, emin birisidir,
Arkadaşınız cinlerle konuşan (mecnun) değildir.
Onu apaçık ufukta gördü.
Ğayb konusunda cimri değildir.]
(Tekvir;15-25)
Yani: Kırk yıldır aranızda bulunan, kendisiyle arkadaşlık ettiğiniz, düşüp kalktığınız bu öksüz Muhammedin Allah katında ve aranızda saygıdeğer bir kişiliği vardır; sağlam karakterli, sözü dinlenen, güvenilir, emin birisidir. Bunu böyle olduğunu siz de çok iyi biliyorsunuz. Şu halde ona cinlerden haber getiriyor vs. nasıl diyorsunuz? Bilakis o Allahın nefesi, vicdanın ve merhametin dile gelen soylu sesidir!
Muhammed vahiyler alıyor (ğaybtan bilgiler veriyor); fakat onu kâhinlerin kendilerine saklamaları gibi kendine saklamıyor. Hepsini açıklıyor ve bu açıklamalarından dolayı kâhinler gibi ücret istemiyor. Vahiy onun mesleği değil. Bu vahiyleri size kendini zengin etmek için getirmiyor. O bir din tüccarı, iman taciri, umut hırsızı, kâhin, rahip, din adamı veya sihirbaz değil. Allahtan aldığı ne varsa onu olduğu gibi söyleyen vicdanın sesi o!
Dikkat ediniz! Bilgi cimriliği yapanlara/tekeline alanlara: din baronlarına, mecnûnlara, kâhinlere, sihirbazlara Hayır! (Kella!) diyerek başlıyor bu Kitab.
***
[Arınıp temizlenen,
Rabbinin adını hatırlayıp Ona yönelen kurtulacak.
HAYIR! Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz.
Oysa ahirettir daha hayırlı ve sürekli olan
Bu hatırlatmalar ilkçağların sayfalarından beri yapılıyor.
İbrahim ve Musanın sahifelerinden beri ]
(Ala;14-19)
Dünya hayatını tercih ediyorsunuz ifadesi Kuran bütünlüğü içinde dünya malına meylediyorsunuz anlamındadır. Kavmin mülk (servet ve iktidar) sahipleri kastediliyor.
Arınıp temizlenen kurtulmuştur tabiri ise Kuran bütünlüğü içinde malından veren arınıp temizlenir anlamındadır. Bir sonraki surede arınıp temizlenmekten (tezkiye) maksadın ne olduğu aynen böyle tefsir edilir. Üzerinde ihtiyaçtan fazla mal olup ondan rahatsız olanlar ve bundan dolayı da verenler kastediliyor. (bkz. Leyl; 12-21)
İbrahim ve Musanın sahifelerinden beri hatırlatılan dan maksadın ne olduğu ise surenin başında cehri ve hafi olan şeklinde ifade edilmişti. Daha geniş olarak aynı ifade (İbrahim ve Musanın sahifeleri) ile Necm suresinde açıklanır: İnsanın emeğinden (say) başka hakkı yoktur! (bkz. Necm; 33-54 ).
İnsanlıkta temel, kalıcı, sürekli olan, İbrahim ve Musanın sahifelerinden beri hatırlatılan gerçekler bunlardı. Fakat Nimet sahipleri (ulin-nime) bunlara eskilerin masalları der dururlar
Dikkat ediniz! Dünya hayatına (malına) meyledenlere (meyl=mâl), vermeye yanaşmayarak arınmayanlara, İbrahim ve Musanın sahifelerinden beri söylenegelen İnsanın emeğinden başka hakkı yoktur ölümsüz ilkesine Eskilerin masalı diyenlere Hayır! (Kella!) diyerek başladı bu Kitab.
***
[HAYIR! Siz öksüze ikramda bulunmuyorsunuz.
Birbirinizi yoksulu doyurmaya teşvik etmiyorsunuz.
Elinize geçeni hiç bir sınır tanımadan yedikçe yiyorsunuz.
Malı çok seviyorsunuz, yığdıkça daha çok seviyorsunuz.]
(Fecr; 17-20)
Demek ki mesele Allaha inanmak, salât etmek, oruç tutmak, tavaf etmek, Kabenin örtüsünü değiştirmek değildi. Bunların hepbini müşriklerde yapıyordu. Asıl mesele işte bu ayetlerde ortaya konan hususlardı. İlk sure olan Alaktaki Hayır! İnsanoğlu muhakkak ki tuğyan eder. Zenginliğini kendisine yeterli gördüğü için itirazının peşpeşe gelen Hayır!lar ile nasıl tefsir edildiğini görün.
Dikkat ediniz! Öksüzü korumayanlara, yoksul ile beraber olmayanlara (doyurmaya teşvik etmeyenlere), yedikçe yiyenlere, malı çok sevenlere, yığdıkça daha çok sevenlere Hayır! (Kella!) diyerek başladı bu kitab.
***
[HAYIR! Yeryüzü peş peşe sarsılıp paramparça olduğu zaman,
Rabbin ve güçleri bütün görkemiyle geldiği zaman,
İşte o gün cehennem orta yere konacak.
İnsan o gün hatırlar, ama bu hatırlama neye yarar?
Diyecek ki Keşke ömrümü boşa harcamasaydım.
Artık o gün Allahın ettiği azabı kimse edemez.
Onun kıskıvrak bağladığı gibi kimse bağlayamaz
Ama ey vicdanı rahat olan kişi, sen!
Sen dön Rabbine, sen Ondan, O senden razı olarak.
Gir kullarımın içine.
Gir cennetime!]
(Fecr; 21-30)
Burada ki hatırlama (zikr) birkaç sure önce (Müddesir) şehrin mal ve iktidar sahiplerini her duyduklarında gözlerini devirecek gibi baktıran ve aslan görmüş yaban eşeği gibi kaçırtan hatırlatma (zikr) idi. Onlar peş peşe sarsılıp yıkılacakları ve yaman bir hesabın pençesine düşecekleri konusunda uyarılıyorlar. Bu sahne aynı zamanda toplumsal bir altüst oluşla yerlerinden sökülüp atılacakları (devrim) anını da resmediyor. Ki bu Mekkenin Fethi günü gerçekleşmiştir.
Vicdanı rahat olan kişilik (nefsul-mutmainne) bu durumda, sure bütünlüğü içinde isteneni yerine getirerek görevin yapan kişi oluyor. Yani sürekli vurgulanan malından vererek kendini arındıran (tezkiye) kişilik, öksüze ikram eden, yoksulu doyurmaya teşvik eden , eline geçeni hiçbir sınır tanımadan yedikçe yemeyen, malı ve yığmayı sevmeyen kişilik oluyor.
***
[Bir zenginlik/çoğaltma yarışıdır oyalanıp duruyorsunuz.
Mezarlarınıza girinceye kadar süren bir oyun ve oynaş
HAYIR! Yakında bileceksiniz.
Kesinlikle HAYIR! Çok yakında bileceksiniz.
HAYIR! Daha derinden bakabilseydiniz,
Ateşe yuvarlanmakta olduğunuzu görürdünüz.
Kendi gözlerinizle onu apaçık göreceksiniz.
O gün her nimetten bizzat sorgulanacaksanız.]
(Tekâsür; 1-8)
Görüldüğü gibi ayetler bir ekonomi-politik eleştiriden ziyade psiko-metafizik eleştiri yapıyor. Ekonomi-politik bir sistemin insan ruhundaki köklerine iniyor. Çünkü insan ruhunda kökleri olmadan hiçbir sistem ayakta duramaz. Mekkî ayetlerin genel özelliği budur zaten. Medineye gelince ise sistem vaazı ve kurallar başlar. Ama işin önce insan ruhundaki köklerine inmek ve orayı kurutmak gerektiğinden buradan başlıyor. Zaten bir dinden beklenen de esasında bu değil mi?
Kapitalizmin kurucu babalarından Adam Smith 1776da yazdığı Milletlerin Zenginliği adlı kitabında Kapitalizmin insan ruhundaki köklerinin bencillik ve aç gözlülük olduğunu söyler. Ve bunun her ne kadar ahlaken bir düşüklük gibi görülse de toplumsal fayda açısından yararlı olduğunu, böylece bencil çıkarları peşinde aç gözlüce koşan insanların piyasayı canlandıracağı ve bu sayede bolluk olacağını söyler.
Madem Kapitalizmin insan ruhundaki kökleri budur, o halde, işe ilk önce buradan başlanmalıdır. Bunun için kapitalizmin panzehiri, Tekâsür suresinde yapıldığı gibi önce psikolojik-metafizik eleştiridir. Bunu es geçen, dahası bu konuda birikimi, donanımı ve dili bulunmayan Marksizm son derece yetersiz ve güdük kalmıştır. Marxın ekonomi-politik analiz ve eleştirisi ise yeniden üretilmek kaydıyla iyi bir başlangıçtır.
Dikkat ediniz! Tekâsür (zenginlik yarışı) çılgınlığına kendini kaptırmışlara defalarca Hayır! (Kella!) diyerek başladı bu Kitab.
***
[HAYIR! Bu sadece düşünmeye çağıran bir öğüttür.
Kim istekliyse düşünüp öğüt alır
Değerli sayfalardadır bu çağrı; üstün, tertemiz sayfalarda
Elçilerin elleriyle her yana yayılır; saygıdeğer, kıymetli elçilerin
Şu kahrolasıca insan ne kadar nankördür.
Hiç düşünmez mi, hangi şeyden yaratılmış?
Allah bir damla sudan yaratır insanı, sonra doğasını belirler.
Sonra yürüyeceği yolu kolaylaştırır.
Sonunda ölüm verir, mezara koyar.
Vakti zamanı gelince de onu yeniden diriltip ortaya çıkarır!]
(Abase; 11-22)
Mustağnîler (zenginliklerini her şeye yeter sanan şehrin ileri gelenleri) kör ve yoksul bir adam geldi diye surat asıp öte tarafa dönüp gidince, onların bu yaptıkları mercek altına alınıyor ve oradan tüm mustağnîlere ders mahiyetinde ölüm ve mezar hatırlatılıyor.
Ve denmek isteniyor ki: Bunlar yaşarken yoksullarla aynı mecliste oturmaktan, onlarla eşit hale gelmekten kaçsalar da en büyük eşitleyici ilke olan ölümden kaçamayacak, mezara girmekten kurtulamayacaklar. Çünkü yaşarken aynı mecliste bulunmak istemedikleri yoksulla, mezarda aynı toprağın altında yan yana gelecek, eşitlenecekler. İşte o zaman aynı mecliste oturacaklar ama iş işten geçmiş olacak!
***
[HAYIR! Gerçek şu ki (insan),
Onun emrini hiçbir zaman yerine getirmedi.
Bir baksın insan yediklerine,
Nasıl suyu bolca indirmekteyiz,
Sonra toprağı sürüp ekmekteyiz.
Böylece orada nasıl tahıllar yetiştirmekteyiz; üzüm bağları, yonca tarlaları
Zeytin ağaçları, hurmalıklar
Yemyeşil ormanlar, meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz
Bütün bunlar hep sizin ve hayvanlarınızın faydalanması için ]
(Abase; 23-32)
Mustağnilere kendi sonları olan ölüm ve mezar hatırlatıldıktan sonra, böbürlendikleri mal ve mülklerinin tek bir çığlık ile ellerinden gideceği hatırlatılıyor. Bahçe sahipleri kıssasında anlatılan yok oluş ve helakın tekrar hatırlatılması
Bu çığlık (sayha) o aşağılayıp durdukları, aynı mecliste oturmak istemedikleri körlerin, ezilenlerin, yoksulların, kimsesizlerin, çaresizlerin devrim çığlığı olabileceği gibi, kıyamet çığlığı da olabilir. Her ikisi de kükreyerek yükselen sayha (çığlık, gürültü) demektir.
Bu nedenle denmek isteniyor ki: Zenginler, elde ettikleri o üzüm bağları, yonca tarlaları, zeytin ağaçları, hurmalıklar, koruluklar, meyveler ve meraları kendi mülkleri sanmasınlar. Bunların hepsini Allah insanlar ve hayvanları için yaratmıştır. Yaratan onlar değildir. Bunları zenginler arasında dönüp dolanan bir tahakküm aracı (devlet) haline getirmekle ateşe davetiye çıkarmaktalar
devam ediyor
\/
\/
Kuranın nuzül sırasına göre ilk Hayır! (Kellâ) veya aynı anlamda Bilakis, hayır, öyle değil (Bel) dedikleri acaba nedir?
Bu önemli.
Çünkü ilk neye hayır denmişse esas itiraz da onadır ve en önemli sorun olarak da o görülüyordur.
Kuranda nuzül sırasına göre yaklaşık ilk 40 sure boyunca 16 Hayır! denilen sure yeri tespit ettim. Sure içlerindeki tekrarları da katarsanız 20yi geçiyor.
İlk mesajlar boyunca adeta çığlık çığlığa bir itiraz ve hayır sesleri yükseliyor.
Hiç atlamadan sırasıyla dizdim. Altlarda da kısa açıklamalarla izahat yaptım.
Bakın, bunlar nereler.
***
[HAYIR! İnsan zenginliği kendine yeterli görünce tuğyan eder.
Oysa sonunda rabbinedir dönüş.
Bak şu bir kulu içtenlikle yönelirken yasaklamaya kalkana
HAYIR! Bu yaptıklarına bir son vermezse onu alnından tutup sürükleyeceğiz.
O yalancı, ar damarı çatlamış alnından.
O zaman çağırsın toplanıp durduklarını
Biz de çağıracağız zebanîleri,
HAYIR! Sakın ona boyun eğme, sen secde et ve yaklaş!]
(Alak; 6-14, 15-19)
Kuranın nuzül sırasına göre ilk suresi olan Alak peşpeşe Hayır! (Kella!) itirazları ile başlıyor.
Görüldüğü gibi Kuranın nuzül sırasına göre ilk suresi zenginlik ile tuğyan arasında ilişki kurarak başlıyor. Kuran, ilk sosyal tesbit olarak zenginliğe dikkat çekerek başlıyor. İlk olmasının anlamı şu ki sonraki bütün üsttekileri niteleyen ayetler bununla ilgilidir: Mal biriktiren (mustağnî) servetiyle azgınlık eder (tuğyan), servetine yaslanarak büyüklenir (mustekbir), emredip yasaklar koyarak zulmeder (zâlim), mülküyle ortak koşar (muşrik), hegemonya kurmaya yeltenir (ceberrut), gururlanır (mağrur), inkar eder (munkir), yok sayar (mulhid)
Demek ki tuğyan, kişinin zenginliğini kendine yeterli görmesi (mustağnî) ve ardından bu zenginliğe yani mal ve iktidar gücüne dayanarak emir ve yasak (nehy) koymaya başlaması ile oluyor. Buna bir toplumda mal ve iktidar sahiplerinin (üsttekilerin) halk (alttakiler) üzerinde kurduğu hegemonya diyoruz. Şu halde Ebu Cehilin şahsında anlatılmak istenen zenginlerin mustağnîleşerek insanlar üzerinde emir ve yasak (nehy) koymaya kalkması ve böylece haddini aşması (tuğyan) toplumların en önemli sorunu oluyor.
Dikkat ediniz! Mustağnîlere ve bunların tuğyan ve hegemonyasına Hayır! (Kella!) diyerek başlıyor bu Kitab.
***
[Tek başına yarattığım o adamı bana bırak
Uzayıp giden mal verdiğim,
Gözünün önünde oğullarıyla,
Nimetimi döşedikçe döşediğim o adamı
Hala gözü doymuyor; verdiğimden daha fazlasını istiyor.
HAYIR! O ayetlerimize karşı inat etti.
Onu dimdik bir yokuşa süreceğim.]
(Müddesir;11-15)
Rivayete göre burada kastedilen şahıs Kabe çetesinin elebaşlarından tefeci bezirgân Velid bin Muğire idi. Hadsiz hesapsız zenginliği vardı. Mekkeden Taife kadar uzanan, deve, at ve koyun sürüleri, Taifin bağ ve bahçeleri, sulak arazileri, bol nakit parası, kendisinin bile hesabını tutamayacak kadar çok serveti vardı. Onun için kendisine Velid bin Muğire el-Vahid (Zenginlikte tek, eşi benzeri olmayan Muğire oğlu Velid) denmekteydi (Razi, Kurtubi, Taberi). Bugünkü tabirle o bir para babasıydı. Onun için ayette şehrin en zengin tek adamı olarak anılmasına nazire olarak tek başına yarattığım deniliyor.
Uzayıp giden mal (mâlen memdûd), gözünün önünde oğullar (benîne şuhûdâ), onun için döşedikçe döşediğim (mehhedtü lehu temhîdâ) ifadeleri, şehrin bu eşşiz/tek olarak anılan en büyük zenginini tasvir içindir. Kuran şehrin en büyük zenginini hedef tahtasına oturtmakta ve adeta İşe buradan başlayacaksınız demektedir
Dikkat edeniz! Şehrin en büyük zenginine Hayır! (Kella!) diyerek başlıyor bu Kitab.
***
[HAYIR! Ay dile gelsin!
Biten gece dile gelsin!
Ağaran tanyeri dile gelsin!
Hiç şüphesiz o gerçekten büyük bir olaydır!
Bu insanoğluna bir uyarıdır!
İyiyi veya kötüyü seçmek isteyen herkes için bir uyarı!
Her insan kazandığının esiridir.
Ancak iyiyi seçenler cennete girecek.
Oradan suçlulara soracaklar; Sizi ateşe sokan nedir?
Şöyle diyecekler: Biz musalli değildik. Yoksulu doyurmazdık.
Dalanlarla beraber dalanlardık. Din gününü yalan sayardık.
Gerçeğin ta kendisi olan ölüm gelinceye kadar hep böyleydik.]
(Müddesir;32-47)
Biz musalli değildik, yoksulu doyurmazdık ayeti bu anlamda, hemen birkaç sure sonraki Maun suresi ışığında düşünülmelidir. Bu durumda mana Biz aslında musalli idik (salât ederdik) ama bu yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen bir salât idi. Onun için de salâtımız yüzümüze çarpıldı ve kabul edilmedi, hiç salât etmemiş durumuna düştük. şeklinde olur. Çünkü müşrikler Kabe örtüsünü değiştirme, hacılara su dağıtma, içindeki putlarla beraber Kabe etrafında dönme, alkış, ıslık, ayakta durma (kıyam), bir şeyler okuma (kıraat), eğilme (ruku), yere kapanma (secde) gibi ritüelleri yerine getiriyorlar ve bunları yapana da musallî diyorlardı. Vay o musallilere ki yoksulu doyurmaz, yetimi hor görürler. Onların yaptığı salât boştur, gösteriş yapıyorlar. ne demek anlaşılıyor olmalı.
Dikkat ediniz! Salât ile yoksulu doyurmayı teşvikin (yoksul ile beraber olmanın) arasını ayıranlara Hayır! (Kella!) diyerek başlıyor bu Kitab.
***
[Şu halde onlara ne oluyor ki bütün hatırlatmalardan yüz çeviriyorlar?
Sanki aslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri gibiler.
Her biri kendisine özel nama yazılı davetiye istiyor.
HAYIR! Onlar ahiretten korkmuyorlar.
HAYIR! Bu bir hatırlatmadır!
Dileyen onun üzerinde düşünüp öğüt alır.
Allah lâyık görmedikçe de düşünüp öğüt alamazlar.
Düşünüp öğüt alan ise sakınanlardan ve bağışlananlardan olur.]
(Müddesir;45-56)
Daha önce gözleriyle seni devirecek gibi bakarlar dendiği gibi, burada da hatırlatmayı (zikr) her duyduklarında aslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri benzetmesi yapılıyor.
Allaha ve ahirete inanan (fakat korkmayan), salât eden, tavaf yapan, hacılara su dağıtan, Kabenin örtüsünü değiştiren ve fakat uzayıp giden mallar, gözünün önünde oğullar ve döşendikçe döşenmiş nimetler sahibi olduğu halde Hala gözü doymayan; daha da fazlasını isteyen birisi hangi hatırlatma (zikr) sebebiyle aslandan kaçan ürkmüş eşek gibi olur? Hangi hatırlatmayı her duyduğunda sanki gözleriyle devirecekmiş gibi bakar? Düşünün
Rivayete göre Mekkeli kafirler şöyle derdi: Her birimize gökten, başlığında Alemlerin Rabbinden falan oğlu filana hitabı bulunan ve içinde Muhammedin söylediklerine uymamız gerektiğini emreden bir mektup, sahife veya kitap gelmedikçe inanmayız. (Razi, İbn Kesir Kurtubi). Her biri kendisine özel nama yazılı davetiye istiyor. ifadesi bu iddiaya cevaptı.
Açıktır ki, bu, mal ve oğullar (servet, çevre, nüfuz) sahibi kişinin narsist (kendine hayran) kişiliğini yansıtır. Allahtan kendine özel davetiye istiyor! Eşitliğe yanaşmıyor ve sıradan bir muhatap olmak istemiyor! Sanki Allahtan kendisine nama yazılı özel hatırlatma (zikr) gelse aslandan kaçan ürkmüş yaban eşeği gibi olmayacak?
Ne kadar da tanıdık tuzu kuru bahaneler, değil mi?
Dikkat ediniz! Kendine özel davetiye isteyenlere, eşitliğe yanaşmayanlara; bu hatırlatmayı duyunca aslandan kaçan ürkmüş yaban eşeklerine dönenlere Hayır (Kella!) diyerek başlıyor bu Kitab!
****
[HAYIR! Dile gelin kaybolan yıldızlar!
Dile gelin akan gezegenler!
Dile gel ey kararan gece!
Dile gel ey ağaran tanyeri!;
Bu Kuran şerefli bir peygamberin sözüdür,
Karakteri sağlam, görkem sahibinin katında saygı değer,
Sözü dinlenen, emin birisidir,
Arkadaşınız cinlerle konuşan (mecnun) değildir.
Onu apaçık ufukta gördü.
Ğayb konusunda cimri değildir.]
(Tekvir;15-25)
Yani: Kırk yıldır aranızda bulunan, kendisiyle arkadaşlık ettiğiniz, düşüp kalktığınız bu öksüz Muhammedin Allah katında ve aranızda saygıdeğer bir kişiliği vardır; sağlam karakterli, sözü dinlenen, güvenilir, emin birisidir. Bunu böyle olduğunu siz de çok iyi biliyorsunuz. Şu halde ona cinlerden haber getiriyor vs. nasıl diyorsunuz? Bilakis o Allahın nefesi, vicdanın ve merhametin dile gelen soylu sesidir!
Muhammed vahiyler alıyor (ğaybtan bilgiler veriyor); fakat onu kâhinlerin kendilerine saklamaları gibi kendine saklamıyor. Hepsini açıklıyor ve bu açıklamalarından dolayı kâhinler gibi ücret istemiyor. Vahiy onun mesleği değil. Bu vahiyleri size kendini zengin etmek için getirmiyor. O bir din tüccarı, iman taciri, umut hırsızı, kâhin, rahip, din adamı veya sihirbaz değil. Allahtan aldığı ne varsa onu olduğu gibi söyleyen vicdanın sesi o!
Dikkat ediniz! Bilgi cimriliği yapanlara/tekeline alanlara: din baronlarına, mecnûnlara, kâhinlere, sihirbazlara Hayır! (Kella!) diyerek başlıyor bu Kitab.
***
[Arınıp temizlenen,
Rabbinin adını hatırlayıp Ona yönelen kurtulacak.
HAYIR! Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz.
Oysa ahirettir daha hayırlı ve sürekli olan
Bu hatırlatmalar ilkçağların sayfalarından beri yapılıyor.
İbrahim ve Musanın sahifelerinden beri ]
(Ala;14-19)
Dünya hayatını tercih ediyorsunuz ifadesi Kuran bütünlüğü içinde dünya malına meylediyorsunuz anlamındadır. Kavmin mülk (servet ve iktidar) sahipleri kastediliyor.
Arınıp temizlenen kurtulmuştur tabiri ise Kuran bütünlüğü içinde malından veren arınıp temizlenir anlamındadır. Bir sonraki surede arınıp temizlenmekten (tezkiye) maksadın ne olduğu aynen böyle tefsir edilir. Üzerinde ihtiyaçtan fazla mal olup ondan rahatsız olanlar ve bundan dolayı da verenler kastediliyor. (bkz. Leyl; 12-21)
İbrahim ve Musanın sahifelerinden beri hatırlatılan dan maksadın ne olduğu ise surenin başında cehri ve hafi olan şeklinde ifade edilmişti. Daha geniş olarak aynı ifade (İbrahim ve Musanın sahifeleri) ile Necm suresinde açıklanır: İnsanın emeğinden (say) başka hakkı yoktur! (bkz. Necm; 33-54 ).
İnsanlıkta temel, kalıcı, sürekli olan, İbrahim ve Musanın sahifelerinden beri hatırlatılan gerçekler bunlardı. Fakat Nimet sahipleri (ulin-nime) bunlara eskilerin masalları der dururlar
Dikkat ediniz! Dünya hayatına (malına) meyledenlere (meyl=mâl), vermeye yanaşmayarak arınmayanlara, İbrahim ve Musanın sahifelerinden beri söylenegelen İnsanın emeğinden başka hakkı yoktur ölümsüz ilkesine Eskilerin masalı diyenlere Hayır! (Kella!) diyerek başladı bu Kitab.
***
[HAYIR! Siz öksüze ikramda bulunmuyorsunuz.
Birbirinizi yoksulu doyurmaya teşvik etmiyorsunuz.
Elinize geçeni hiç bir sınır tanımadan yedikçe yiyorsunuz.
Malı çok seviyorsunuz, yığdıkça daha çok seviyorsunuz.]
(Fecr; 17-20)
Demek ki mesele Allaha inanmak, salât etmek, oruç tutmak, tavaf etmek, Kabenin örtüsünü değiştirmek değildi. Bunların hepbini müşriklerde yapıyordu. Asıl mesele işte bu ayetlerde ortaya konan hususlardı. İlk sure olan Alaktaki Hayır! İnsanoğlu muhakkak ki tuğyan eder. Zenginliğini kendisine yeterli gördüğü için itirazının peşpeşe gelen Hayır!lar ile nasıl tefsir edildiğini görün.
Dikkat ediniz! Öksüzü korumayanlara, yoksul ile beraber olmayanlara (doyurmaya teşvik etmeyenlere), yedikçe yiyenlere, malı çok sevenlere, yığdıkça daha çok sevenlere Hayır! (Kella!) diyerek başladı bu kitab.
***
[HAYIR! Yeryüzü peş peşe sarsılıp paramparça olduğu zaman,
Rabbin ve güçleri bütün görkemiyle geldiği zaman,
İşte o gün cehennem orta yere konacak.
İnsan o gün hatırlar, ama bu hatırlama neye yarar?
Diyecek ki Keşke ömrümü boşa harcamasaydım.
Artık o gün Allahın ettiği azabı kimse edemez.
Onun kıskıvrak bağladığı gibi kimse bağlayamaz
Ama ey vicdanı rahat olan kişi, sen!
Sen dön Rabbine, sen Ondan, O senden razı olarak.
Gir kullarımın içine.
Gir cennetime!]
(Fecr; 21-30)
Burada ki hatırlama (zikr) birkaç sure önce (Müddesir) şehrin mal ve iktidar sahiplerini her duyduklarında gözlerini devirecek gibi baktıran ve aslan görmüş yaban eşeği gibi kaçırtan hatırlatma (zikr) idi. Onlar peş peşe sarsılıp yıkılacakları ve yaman bir hesabın pençesine düşecekleri konusunda uyarılıyorlar. Bu sahne aynı zamanda toplumsal bir altüst oluşla yerlerinden sökülüp atılacakları (devrim) anını da resmediyor. Ki bu Mekkenin Fethi günü gerçekleşmiştir.
Vicdanı rahat olan kişilik (nefsul-mutmainne) bu durumda, sure bütünlüğü içinde isteneni yerine getirerek görevin yapan kişi oluyor. Yani sürekli vurgulanan malından vererek kendini arındıran (tezkiye) kişilik, öksüze ikram eden, yoksulu doyurmaya teşvik eden , eline geçeni hiçbir sınır tanımadan yedikçe yemeyen, malı ve yığmayı sevmeyen kişilik oluyor.
***
[Bir zenginlik/çoğaltma yarışıdır oyalanıp duruyorsunuz.
Mezarlarınıza girinceye kadar süren bir oyun ve oynaş
HAYIR! Yakında bileceksiniz.
Kesinlikle HAYIR! Çok yakında bileceksiniz.
HAYIR! Daha derinden bakabilseydiniz,
Ateşe yuvarlanmakta olduğunuzu görürdünüz.
Kendi gözlerinizle onu apaçık göreceksiniz.
O gün her nimetten bizzat sorgulanacaksanız.]
(Tekâsür; 1-8)
Görüldüğü gibi ayetler bir ekonomi-politik eleştiriden ziyade psiko-metafizik eleştiri yapıyor. Ekonomi-politik bir sistemin insan ruhundaki köklerine iniyor. Çünkü insan ruhunda kökleri olmadan hiçbir sistem ayakta duramaz. Mekkî ayetlerin genel özelliği budur zaten. Medineye gelince ise sistem vaazı ve kurallar başlar. Ama işin önce insan ruhundaki köklerine inmek ve orayı kurutmak gerektiğinden buradan başlıyor. Zaten bir dinden beklenen de esasında bu değil mi?
Kapitalizmin kurucu babalarından Adam Smith 1776da yazdığı Milletlerin Zenginliği adlı kitabında Kapitalizmin insan ruhundaki köklerinin bencillik ve aç gözlülük olduğunu söyler. Ve bunun her ne kadar ahlaken bir düşüklük gibi görülse de toplumsal fayda açısından yararlı olduğunu, böylece bencil çıkarları peşinde aç gözlüce koşan insanların piyasayı canlandıracağı ve bu sayede bolluk olacağını söyler.
Madem Kapitalizmin insan ruhundaki kökleri budur, o halde, işe ilk önce buradan başlanmalıdır. Bunun için kapitalizmin panzehiri, Tekâsür suresinde yapıldığı gibi önce psikolojik-metafizik eleştiridir. Bunu es geçen, dahası bu konuda birikimi, donanımı ve dili bulunmayan Marksizm son derece yetersiz ve güdük kalmıştır. Marxın ekonomi-politik analiz ve eleştirisi ise yeniden üretilmek kaydıyla iyi bir başlangıçtır.
Dikkat ediniz! Tekâsür (zenginlik yarışı) çılgınlığına kendini kaptırmışlara defalarca Hayır! (Kella!) diyerek başladı bu Kitab.
***
[HAYIR! Bu sadece düşünmeye çağıran bir öğüttür.
Kim istekliyse düşünüp öğüt alır
Değerli sayfalardadır bu çağrı; üstün, tertemiz sayfalarda
Elçilerin elleriyle her yana yayılır; saygıdeğer, kıymetli elçilerin
Şu kahrolasıca insan ne kadar nankördür.
Hiç düşünmez mi, hangi şeyden yaratılmış?
Allah bir damla sudan yaratır insanı, sonra doğasını belirler.
Sonra yürüyeceği yolu kolaylaştırır.
Sonunda ölüm verir, mezara koyar.
Vakti zamanı gelince de onu yeniden diriltip ortaya çıkarır!]
(Abase; 11-22)
Mustağnîler (zenginliklerini her şeye yeter sanan şehrin ileri gelenleri) kör ve yoksul bir adam geldi diye surat asıp öte tarafa dönüp gidince, onların bu yaptıkları mercek altına alınıyor ve oradan tüm mustağnîlere ders mahiyetinde ölüm ve mezar hatırlatılıyor.
Ve denmek isteniyor ki: Bunlar yaşarken yoksullarla aynı mecliste oturmaktan, onlarla eşit hale gelmekten kaçsalar da en büyük eşitleyici ilke olan ölümden kaçamayacak, mezara girmekten kurtulamayacaklar. Çünkü yaşarken aynı mecliste bulunmak istemedikleri yoksulla, mezarda aynı toprağın altında yan yana gelecek, eşitlenecekler. İşte o zaman aynı mecliste oturacaklar ama iş işten geçmiş olacak!
***
[HAYIR! Gerçek şu ki (insan),
Onun emrini hiçbir zaman yerine getirmedi.
Bir baksın insan yediklerine,
Nasıl suyu bolca indirmekteyiz,
Sonra toprağı sürüp ekmekteyiz.
Böylece orada nasıl tahıllar yetiştirmekteyiz; üzüm bağları, yonca tarlaları
Zeytin ağaçları, hurmalıklar
Yemyeşil ormanlar, meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz
Bütün bunlar hep sizin ve hayvanlarınızın faydalanması için ]
(Abase; 23-32)
Mustağnilere kendi sonları olan ölüm ve mezar hatırlatıldıktan sonra, böbürlendikleri mal ve mülklerinin tek bir çığlık ile ellerinden gideceği hatırlatılıyor. Bahçe sahipleri kıssasında anlatılan yok oluş ve helakın tekrar hatırlatılması
Bu çığlık (sayha) o aşağılayıp durdukları, aynı mecliste oturmak istemedikleri körlerin, ezilenlerin, yoksulların, kimsesizlerin, çaresizlerin devrim çığlığı olabileceği gibi, kıyamet çığlığı da olabilir. Her ikisi de kükreyerek yükselen sayha (çığlık, gürültü) demektir.
Bu nedenle denmek isteniyor ki: Zenginler, elde ettikleri o üzüm bağları, yonca tarlaları, zeytin ağaçları, hurmalıklar, koruluklar, meyveler ve meraları kendi mülkleri sanmasınlar. Bunların hepsini Allah insanlar ve hayvanları için yaratmıştır. Yaratan onlar değildir. Bunları zenginler arasında dönüp dolanan bir tahakküm aracı (devlet) haline getirmekle ateşe davetiye çıkarmaktalar
devam ediyor
\/
\/