Prof. Dr. M Es'ad COŞAN
Peygamber Efendimiz sav, Enes ra'ın rivayet ettiğine göre ve Deylemî isimli hadis aliminin Müsnedül-Firdevs'inde kaydedildiğine göre, buyurmuş ki:
RE. 401/3 (Men erâde ilmel-evvelîne vel-âhirîn felyüsevviril-kur'ân.) "Kim evvelki insanların ve sonraki insanların ilmini isterse, istiyorsa, Kur'an-ı Kerim'i araştırsın, deşelesin!"
Demek ki Kur'an-ı Kerim'de bizden önce yaşamış insanların, kavimlerin bilgileri var, onlar hakkında bilgiler ve işaretler var. Onların sahib oldukları bilgiler saklı. Onların eriştikleri, bildikleri, öğrendikleri bilgiler saklı. Bizden sonra gelecek insanların ilmi, ma'lûmâtı saklı... Yâni bizden sonra kimler gelecek, neler olacak; dünyanın sonu, �*kıbeti ne olacak mânâsına da anlaşılabilir bu ifade.
"Bizden sonraki insanlar ma'rifetullahtan, ilm-i nâfîden ne gibi bilgiler elde edeceklerse; evvelkiler ne kadar bilgi elde etmişlerse, o elde ettikleri bilgiler; bizden sonrakilerin elde edecekleri bilgiler hepsi Kur'an-ı Kerim'de var. Bu evvelkilerin bilgilerini, sonradan geleceklerin bilgilerini öğrenmek isteyen, onlara sahib olmak isteyen kimse Kur'an-ı Kerim'i araştırsın, deşelesin, karıştırsın, üzerinde tefekkür etsin!" buyuruyor Peygamber Efendimiz sav.
Evet, Kur'an-ı Kerim'de bizim için, hem dünya hayatımız için hem ahiret saadet ve selâmetimiz için önemli olan en önemli bilgiler en mühim bilgiler, en faydalı bilgiler, en zarûrî bilgiler var ve insan onları öğrendiği zaman, hayatını yanlış bir yöne yönlendirmekten, boş bir istikamete harcedip, sarfedip sonunda pişman olmaktan kurtulur. Nasıl hareket etmesi gerektiğini doğru olarak tesbit eder ve ömrünü hayırlı, faideli geçirir, �*rifâne geçirir, cahilce geçirmez. Arif olur, âgâh olur, uyanık müslüman olur, uyanık insan olur ve hem düyada, hem ahirette rahat eder.
Çünkü İslâm sadece ahiretin selâmeti saadeti için değil; aynı zamanda dünyanın huzuru, rahatı; insanlığın dünya hayatını yaşarken mutlu olması için gereken kanunları, kuralları da ihtivâ ediyor.
Onun için geçmişlerin, geleceklerin bilgilerini öğrenmek isteyen, Kur'an-ı Kerim'e sarılsın, Kur'an-ı Kerim'i deşelesin, araştırsın; Kelimeleri üzerinde derin derin düşünsün; kuralları üzerinde, emirleri, yasakları üzerinde tefekkür eylesin; o zaman kurtulur. Kişiler de kurtulur, milletler de kurtulur, cihan halkı da, bütün dünyanın insanları da kurtulur.
Görüyorsunuz, biliyorsunuz, takib ediyorsunuz; hem yurt içinde hem yurt dışında nice nice dehşetli olaylar cereyan ediyor, nice nice facialar her gün yaşanıyor. İnsanoğulları vahşî mahlûklar gibi, canavarlar gibi, medeniyetten uzak; insanlara yakışan hasletlere sahip olmadıkları için, böyle hayvanlardan daha beter şekilde, birbirleriyle gaddarca, zalimce uğraşıp nice nice zulümler icra ediyorlar. Dünyanın huzuru, tadı, rahatı yok. Tabii ahirette de bu gibi insanlar için huzur, rahat olmayacak.
Yol bu yol değil. Doğru yol, Allah'ın bize tavsiye buyurduğu; evveli de bilen, âhiri de bilen, her şeyi bilen âlemlerin Rabbinin tavsiye ettiği yoldur. Doğru yol budur. Doğruyu anlamak için insanın bir bilene gidip danışması, sorması lâzım! Her şeyi en iyi bilen Allah-u Te�*lâ Hazretleri olduğu için Allah-u Te�*lâ Hazretleri'nın emirlerine, yasaklarına uyması, Allah-u Te�*lâ Hazretleri'nin kelâmını okuması, anlaması, dinlemesi ve uygulaması lâzım.
Bazıları tabii okuyor, inceliyor ama uygulamıyor. Okuyor, anlıyor ama aklı yatmıyor, kafasına girmiyor, doğru görmüyor veyahut çağdışı görüyor veyahut kendi bilgilerine ters düştüğü için; sanki kendi bilgisi çok temelliymiş gibi kendi bilgisini esas alıyor. Allah'ın kelamını, Allah'ın kuralını, kanunu, Allah'ın tavsiyesini, dünya ve ahiret mutluluğu için gerekli ilacı reddediyor. İlacı içmeyen bir hasta ne olur?.. Tabii hastalığı devam eder, ilerler, ölür. Ölüyor, tabii mahvoluyor.
İşte insanlık mahvoluyor, görüyorsunuz, insanların insanlıktan nasibi çok az. Yüzbin kişi öldürmüş Sırplar Kosova'da... Zâten Kosova'nın nüfusu ne kadar? Yâni ne kadar büyük gaddarlık, ne kadar büyük zalimlik, ne kadar büyük insafsızlık, ne kadar büyük vahşilik, vahşet, dehşet! Hâlâ öldürüyor.
İşte yollara düşmüş insanlar, yüzbinlerce insan yerinden yurdundan olmuş. Soğuk karlar arasında, dağları aşarak kurtulmaya çalışıyor. Yolda önü kesiliyor, belki bombaların altında can veriyor. Çocuklar ağlaşıyor, kadınlar ağlaşıyor. İhtiyarlar deyneğine dayanarak, göç etmeğe çalışıyorlar, kurtulmağa çalışıyor.
İşte bu bütün bu hastalıkların, yani kişisel, şahsî, özel hastalıkların, milletlerin içine düştükleri çıkmazların, insanların insanlıktan uzak birbirlerini hiçe sayan, birbirlerine acımayan tutumları hep imansızlıktan, Allah korkusunun olmamasından ve Allah'ın tavsiye buyurduğu kurallara uyulmamaktan kaynaklanıyor.
Osmanlı yedi asır Balkanlar'da hakim olmuş, ne Sırba dokunmuş, ne Yunanlıya dokunmuş, ne Bulgara dokunmuş. Yaşatmış, hepsi yaşamışlar, huzur içinde... Hattâ ihtiyarları söylüyorlar; "Ah Osmanlı devrinde ne kadar huzurluyduk, rahattık..." filân diye. Osmanlı onların dinlerini, inançlarını Allah'a havale etmiş. "Ne yapalım onlar da ehl-i kitab, bizden söylemesi..." deyip serbest bırakmış.
Keşke diyorum ben şimdi, Yavuz Sultan Selim Han gibi biraz zorlasalardı. "Benim ülkemde duracaksanız müslüman olun! Ya da müslüman olmayacaksanız, eh o zaman kendi cinsinizden insanların bulunduğu diyarlara göçün!" deselerdi, bir şeylik olsaydı.
Biz bağrımızda barındırmışız. Sarıp sarmalamışız, hattâ korumuşuz. Huzur içinde yaşamalarına sebep olmuşuz. Çünkü devlet oldu mu, nizam oldu mu, kanun kural oldu mu, herkes huzur içinde yaşıyor.
Şimdi hiçbir kanun, kural yok. Biz onları böyle korumuşuz; onlar fırsatı bulunca bizi, yâni müslüman kardeşlerimizi tepelemeğe çalışıyor.
Zulüm daha önceden devam ediyordu tabii. Yâni yüz yıldır, daha fazla zamandan beri, Osmanlının çekildiği zamandan beri zulüm devam ediyor. Tahsil hakları ellerinden alınıyor, kasden cahil bırakılıyor. Devlet dairelerine alınmıyor, milletvekili seçilmiyor. Milletvekili seçilmesi için müslümanların çok çok oy alması lâzım; ama, Sırpların çok az bir oyla milletvekili seçilmesi kural haline getirilmiş. Yâni bir sürü adaletsiz, yalan yanlış işler.
İşte şimdi de tabii Boşnaklara zulmettiler, Arnavutlara zulmediyorlar, herkese zulmediyorlar. Derken Allah da onların başına bir başka belâ musallat etti, onların da başlarına bomba yağıyor. Onların da rahatı huzuru kalmadı, onlarda da göçler başladı.
Bütün bunların sebebi ne?.. İşte hazımsızlık, merhametsizlik, iz'ansızlık, imansızlık vs. Bütün bunların hepsinin, yâni toplumların muhtaç olduğu kuralların hepsinin Kur'an-ı Kerim'den bulunması mümkün. Kur'an-ı Kerim'i dikkatli bir şekilde okuyan iyi bir mü'min, iyi bir mü'min devlet adamı, iyi bir feylesof, iyi bir mütefekkir, iyi bir düşünür, bilge bir insan; toplumlara yol gösteren, toplumları sürükleyen insanlar, basın yayındaki saygın yazarlar vs. işte onların hepsi Kur'an-ı Kerim'i, Kur'an'ın ahkâmının ne kadar güzel olduğunu görseler, bilseler, tanısalar, benimseseler ve başkalarına anlatsalar; keşke cümle cihan halkı Kur'an'ın ışığında aydınlansa, Kur'an'ın nuruyla yıkansa, nurlansa, içi dışı tertemiz olsa, kirler, paslar gitse, hiçbir zulüm kalmazdı.
Tabii onlar öyle yapmıyor. Tarihten gelme husumetler, düşmanlıklar, rekabetler var ama, hiç olmazsa müslüman Kur'an'ın kıymetini bilsin, Kur'an-ı Kerim'e sarılsın, Kur'an-ı Kerim'i derinliğine araştırsın! Kendisi Kur'an-ı Kerim'in nimetlerinden, hazinelerinden hissesini alsın, faydalar, ilaçlar, şifalar çıkartsın. Müslümanların hiç olmazsa bunu yapması lâzım ve Kur'an-ı Kerim'in müdafii olması lâzım! Kur'an-ı Kerim'i anlatmak lâzım, yaymak lâzım, öğretmek lâzım!
Öğretmediğimiz zaman işte Kur'an düşmanı oluyor. İnsanın kendi çocuğu bile gidiyor, yabancı bir ülkeye, ideolojiye, inanca, fikre saplanıyor; ya da kozmopolit dediğimiz karmaşık, fikirsiz bir tavra düşüyor, hâle düşüyor, anlayışa düşüyor. Hayırsız, faydasız bir insan oluyor.
Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim, var gücümüzle, tüm aşkımızla, şevkimizle Kur'an-ı Kerim'e sarılmalıyız. Satır satır, kelime kelime dikkatlı bir şekilde okumalı ve Kur'an-ı Kerim'i harf harf tanımalıyız. Ahkâmına uymalıyız. Evimizde uygulamalıyız, "Kur'an-ı Kerim böyle böyle söylüyor, böyle yapalım! Aman evlâdım, aman yavrum, aman hanımcığım!.." diyerek kim bizim himayemiz altındaysa, kim bizden ışık bekliyorsa, yol gösterme bekliyorsa, kimin sorumluluğu bizim boynumuzdaysa, onlara Kur'an-ı Kerim öğretelim!
Çocuklara öğretelim, anlayacakları şekilde öğretelim; basitleştirerek, tatlılaştırarak, kolaylaştırarak, hikâyelerle süsleyerek... Nasıl olacaksa, arayan bulur, çaresini de bulur, usûlünü de bulur, yolunu da bulur.
Kur'an-ı Kerim'i sevdirmeli, öğretmeli ve uygulamalıyız. "Aman evlâdım Kur'an-ı Kerim yalan söylemeyin diyor; yalan söyleme!.. Aman evlâdım, Kur'an-ı Kerim başkasının hakkını yeme diyor, başkasının hakkını yeme! Komşunun bahçesinden meyvayı koparmağa kalkışma! O kalkışan kardeşlere arkadaşlara söyle, bu haramdır, yanlıştır de!" diye böyle çocukluktan yetiştirmeliyiz çocuklarımızı... Hanımlarımızı eğitmeliyiz!
Çevremize İslâm'ın reklamını yapmalıyız, tanıtımını yapmalıyız, sevdirilmesini sağlamalıyız. Dünya bu iş üzerine dönüyor. Yâni herkes malını satmak için, çeşitli ince ince usüller düşünüyor. Milletler hakimiyetlerini başkalarına kabul ettirmek için, kendi yaşam tarzlarını, kültürlerini, medeniyetlerini, dillerini edebiyatlarını kabul ettirmek için milyarlar harcıyor. İşte;
"--Benim dilim dünyaya hakim olsun, benim kültürüm hakim olsun, benim malım satılsın, benim borum ötsün, benim sözüm dinlensin!" diye herkes çalışıyor.
Biz de Allah yolunda çalışmalıyız, Allah'ın dinini anlatmaya, öğretmeye gayret etmeliyiz. Ne mutlu bu yolda var gücüyle, bütün imkânıyla çalışanlara!..
Ezberlemek, anlamak, anlatmak, öğretmek, uygulamak, sevdirmek, yaymak...
Peygamber Efendimiz sav, Enes ra'ın rivayet ettiğine göre ve Deylemî isimli hadis aliminin Müsnedül-Firdevs'inde kaydedildiğine göre, buyurmuş ki:
RE. 401/3 (Men erâde ilmel-evvelîne vel-âhirîn felyüsevviril-kur'ân.) "Kim evvelki insanların ve sonraki insanların ilmini isterse, istiyorsa, Kur'an-ı Kerim'i araştırsın, deşelesin!"
Demek ki Kur'an-ı Kerim'de bizden önce yaşamış insanların, kavimlerin bilgileri var, onlar hakkında bilgiler ve işaretler var. Onların sahib oldukları bilgiler saklı. Onların eriştikleri, bildikleri, öğrendikleri bilgiler saklı. Bizden sonra gelecek insanların ilmi, ma'lûmâtı saklı... Yâni bizden sonra kimler gelecek, neler olacak; dünyanın sonu, �*kıbeti ne olacak mânâsına da anlaşılabilir bu ifade.
"Bizden sonraki insanlar ma'rifetullahtan, ilm-i nâfîden ne gibi bilgiler elde edeceklerse; evvelkiler ne kadar bilgi elde etmişlerse, o elde ettikleri bilgiler; bizden sonrakilerin elde edecekleri bilgiler hepsi Kur'an-ı Kerim'de var. Bu evvelkilerin bilgilerini, sonradan geleceklerin bilgilerini öğrenmek isteyen, onlara sahib olmak isteyen kimse Kur'an-ı Kerim'i araştırsın, deşelesin, karıştırsın, üzerinde tefekkür etsin!" buyuruyor Peygamber Efendimiz sav.
Evet, Kur'an-ı Kerim'de bizim için, hem dünya hayatımız için hem ahiret saadet ve selâmetimiz için önemli olan en önemli bilgiler en mühim bilgiler, en faydalı bilgiler, en zarûrî bilgiler var ve insan onları öğrendiği zaman, hayatını yanlış bir yöne yönlendirmekten, boş bir istikamete harcedip, sarfedip sonunda pişman olmaktan kurtulur. Nasıl hareket etmesi gerektiğini doğru olarak tesbit eder ve ömrünü hayırlı, faideli geçirir, �*rifâne geçirir, cahilce geçirmez. Arif olur, âgâh olur, uyanık müslüman olur, uyanık insan olur ve hem düyada, hem ahirette rahat eder.
Çünkü İslâm sadece ahiretin selâmeti saadeti için değil; aynı zamanda dünyanın huzuru, rahatı; insanlığın dünya hayatını yaşarken mutlu olması için gereken kanunları, kuralları da ihtivâ ediyor.
Onun için geçmişlerin, geleceklerin bilgilerini öğrenmek isteyen, Kur'an-ı Kerim'e sarılsın, Kur'an-ı Kerim'i deşelesin, araştırsın; Kelimeleri üzerinde derin derin düşünsün; kuralları üzerinde, emirleri, yasakları üzerinde tefekkür eylesin; o zaman kurtulur. Kişiler de kurtulur, milletler de kurtulur, cihan halkı da, bütün dünyanın insanları da kurtulur.
Görüyorsunuz, biliyorsunuz, takib ediyorsunuz; hem yurt içinde hem yurt dışında nice nice dehşetli olaylar cereyan ediyor, nice nice facialar her gün yaşanıyor. İnsanoğulları vahşî mahlûklar gibi, canavarlar gibi, medeniyetten uzak; insanlara yakışan hasletlere sahip olmadıkları için, böyle hayvanlardan daha beter şekilde, birbirleriyle gaddarca, zalimce uğraşıp nice nice zulümler icra ediyorlar. Dünyanın huzuru, tadı, rahatı yok. Tabii ahirette de bu gibi insanlar için huzur, rahat olmayacak.
Yol bu yol değil. Doğru yol, Allah'ın bize tavsiye buyurduğu; evveli de bilen, âhiri de bilen, her şeyi bilen âlemlerin Rabbinin tavsiye ettiği yoldur. Doğru yol budur. Doğruyu anlamak için insanın bir bilene gidip danışması, sorması lâzım! Her şeyi en iyi bilen Allah-u Te�*lâ Hazretleri olduğu için Allah-u Te�*lâ Hazretleri'nın emirlerine, yasaklarına uyması, Allah-u Te�*lâ Hazretleri'nin kelâmını okuması, anlaması, dinlemesi ve uygulaması lâzım.
Bazıları tabii okuyor, inceliyor ama uygulamıyor. Okuyor, anlıyor ama aklı yatmıyor, kafasına girmiyor, doğru görmüyor veyahut çağdışı görüyor veyahut kendi bilgilerine ters düştüğü için; sanki kendi bilgisi çok temelliymiş gibi kendi bilgisini esas alıyor. Allah'ın kelamını, Allah'ın kuralını, kanunu, Allah'ın tavsiyesini, dünya ve ahiret mutluluğu için gerekli ilacı reddediyor. İlacı içmeyen bir hasta ne olur?.. Tabii hastalığı devam eder, ilerler, ölür. Ölüyor, tabii mahvoluyor.
İşte insanlık mahvoluyor, görüyorsunuz, insanların insanlıktan nasibi çok az. Yüzbin kişi öldürmüş Sırplar Kosova'da... Zâten Kosova'nın nüfusu ne kadar? Yâni ne kadar büyük gaddarlık, ne kadar büyük zalimlik, ne kadar büyük insafsızlık, ne kadar büyük vahşilik, vahşet, dehşet! Hâlâ öldürüyor.
İşte yollara düşmüş insanlar, yüzbinlerce insan yerinden yurdundan olmuş. Soğuk karlar arasında, dağları aşarak kurtulmaya çalışıyor. Yolda önü kesiliyor, belki bombaların altında can veriyor. Çocuklar ağlaşıyor, kadınlar ağlaşıyor. İhtiyarlar deyneğine dayanarak, göç etmeğe çalışıyorlar, kurtulmağa çalışıyor.
İşte bu bütün bu hastalıkların, yani kişisel, şahsî, özel hastalıkların, milletlerin içine düştükleri çıkmazların, insanların insanlıktan uzak birbirlerini hiçe sayan, birbirlerine acımayan tutumları hep imansızlıktan, Allah korkusunun olmamasından ve Allah'ın tavsiye buyurduğu kurallara uyulmamaktan kaynaklanıyor.
Osmanlı yedi asır Balkanlar'da hakim olmuş, ne Sırba dokunmuş, ne Yunanlıya dokunmuş, ne Bulgara dokunmuş. Yaşatmış, hepsi yaşamışlar, huzur içinde... Hattâ ihtiyarları söylüyorlar; "Ah Osmanlı devrinde ne kadar huzurluyduk, rahattık..." filân diye. Osmanlı onların dinlerini, inançlarını Allah'a havale etmiş. "Ne yapalım onlar da ehl-i kitab, bizden söylemesi..." deyip serbest bırakmış.
Keşke diyorum ben şimdi, Yavuz Sultan Selim Han gibi biraz zorlasalardı. "Benim ülkemde duracaksanız müslüman olun! Ya da müslüman olmayacaksanız, eh o zaman kendi cinsinizden insanların bulunduğu diyarlara göçün!" deselerdi, bir şeylik olsaydı.
Biz bağrımızda barındırmışız. Sarıp sarmalamışız, hattâ korumuşuz. Huzur içinde yaşamalarına sebep olmuşuz. Çünkü devlet oldu mu, nizam oldu mu, kanun kural oldu mu, herkes huzur içinde yaşıyor.
Şimdi hiçbir kanun, kural yok. Biz onları böyle korumuşuz; onlar fırsatı bulunca bizi, yâni müslüman kardeşlerimizi tepelemeğe çalışıyor.
Zulüm daha önceden devam ediyordu tabii. Yâni yüz yıldır, daha fazla zamandan beri, Osmanlının çekildiği zamandan beri zulüm devam ediyor. Tahsil hakları ellerinden alınıyor, kasden cahil bırakılıyor. Devlet dairelerine alınmıyor, milletvekili seçilmiyor. Milletvekili seçilmesi için müslümanların çok çok oy alması lâzım; ama, Sırpların çok az bir oyla milletvekili seçilmesi kural haline getirilmiş. Yâni bir sürü adaletsiz, yalan yanlış işler.
İşte şimdi de tabii Boşnaklara zulmettiler, Arnavutlara zulmediyorlar, herkese zulmediyorlar. Derken Allah da onların başına bir başka belâ musallat etti, onların da başlarına bomba yağıyor. Onların da rahatı huzuru kalmadı, onlarda da göçler başladı.
Bütün bunların sebebi ne?.. İşte hazımsızlık, merhametsizlik, iz'ansızlık, imansızlık vs. Bütün bunların hepsinin, yâni toplumların muhtaç olduğu kuralların hepsinin Kur'an-ı Kerim'den bulunması mümkün. Kur'an-ı Kerim'i dikkatli bir şekilde okuyan iyi bir mü'min, iyi bir mü'min devlet adamı, iyi bir feylesof, iyi bir mütefekkir, iyi bir düşünür, bilge bir insan; toplumlara yol gösteren, toplumları sürükleyen insanlar, basın yayındaki saygın yazarlar vs. işte onların hepsi Kur'an-ı Kerim'i, Kur'an'ın ahkâmının ne kadar güzel olduğunu görseler, bilseler, tanısalar, benimseseler ve başkalarına anlatsalar; keşke cümle cihan halkı Kur'an'ın ışığında aydınlansa, Kur'an'ın nuruyla yıkansa, nurlansa, içi dışı tertemiz olsa, kirler, paslar gitse, hiçbir zulüm kalmazdı.
Tabii onlar öyle yapmıyor. Tarihten gelme husumetler, düşmanlıklar, rekabetler var ama, hiç olmazsa müslüman Kur'an'ın kıymetini bilsin, Kur'an-ı Kerim'e sarılsın, Kur'an-ı Kerim'i derinliğine araştırsın! Kendisi Kur'an-ı Kerim'in nimetlerinden, hazinelerinden hissesini alsın, faydalar, ilaçlar, şifalar çıkartsın. Müslümanların hiç olmazsa bunu yapması lâzım ve Kur'an-ı Kerim'in müdafii olması lâzım! Kur'an-ı Kerim'i anlatmak lâzım, yaymak lâzım, öğretmek lâzım!
Öğretmediğimiz zaman işte Kur'an düşmanı oluyor. İnsanın kendi çocuğu bile gidiyor, yabancı bir ülkeye, ideolojiye, inanca, fikre saplanıyor; ya da kozmopolit dediğimiz karmaşık, fikirsiz bir tavra düşüyor, hâle düşüyor, anlayışa düşüyor. Hayırsız, faydasız bir insan oluyor.
Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim, var gücümüzle, tüm aşkımızla, şevkimizle Kur'an-ı Kerim'e sarılmalıyız. Satır satır, kelime kelime dikkatlı bir şekilde okumalı ve Kur'an-ı Kerim'i harf harf tanımalıyız. Ahkâmına uymalıyız. Evimizde uygulamalıyız, "Kur'an-ı Kerim böyle böyle söylüyor, böyle yapalım! Aman evlâdım, aman yavrum, aman hanımcığım!.." diyerek kim bizim himayemiz altındaysa, kim bizden ışık bekliyorsa, yol gösterme bekliyorsa, kimin sorumluluğu bizim boynumuzdaysa, onlara Kur'an-ı Kerim öğretelim!
Çocuklara öğretelim, anlayacakları şekilde öğretelim; basitleştirerek, tatlılaştırarak, kolaylaştırarak, hikâyelerle süsleyerek... Nasıl olacaksa, arayan bulur, çaresini de bulur, usûlünü de bulur, yolunu da bulur.
Kur'an-ı Kerim'i sevdirmeli, öğretmeli ve uygulamalıyız. "Aman evlâdım Kur'an-ı Kerim yalan söylemeyin diyor; yalan söyleme!.. Aman evlâdım, Kur'an-ı Kerim başkasının hakkını yeme diyor, başkasının hakkını yeme! Komşunun bahçesinden meyvayı koparmağa kalkışma! O kalkışan kardeşlere arkadaşlara söyle, bu haramdır, yanlıştır de!" diye böyle çocukluktan yetiştirmeliyiz çocuklarımızı... Hanımlarımızı eğitmeliyiz!
Çevremize İslâm'ın reklamını yapmalıyız, tanıtımını yapmalıyız, sevdirilmesini sağlamalıyız. Dünya bu iş üzerine dönüyor. Yâni herkes malını satmak için, çeşitli ince ince usüller düşünüyor. Milletler hakimiyetlerini başkalarına kabul ettirmek için, kendi yaşam tarzlarını, kültürlerini, medeniyetlerini, dillerini edebiyatlarını kabul ettirmek için milyarlar harcıyor. İşte;
"--Benim dilim dünyaya hakim olsun, benim kültürüm hakim olsun, benim malım satılsın, benim borum ötsün, benim sözüm dinlensin!" diye herkes çalışıyor.
Biz de Allah yolunda çalışmalıyız, Allah'ın dinini anlatmaya, öğretmeye gayret etmeliyiz. Ne mutlu bu yolda var gücüyle, bütün imkânıyla çalışanlara!..
Ezberlemek, anlamak, anlatmak, öğretmek, uygulamak, sevdirmek, yaymak...