Kur’ân, olmuş ve olacak her şeyden bahsediyor.” diyorlar Bu doğru mu?
Kur’an insanın saadete ulaşmasını ister. Bu anlamda Kur’an sadece son asra hitap etmez. Her devir kendi anlayışı çerçevesinde ondan istifade eder. Kur’an’ın birçok ayetini bugünkü ilmi gelişmelerle birlikte daha farklı anlama imkanına kavuştuk. Bu da bir mucize değil midir?
“Kur’ân olmuş ve olacak her şeyden bahsediyor.” diyorlar. Bu doğru mudur? Doğru ise, günümüzdeki bir kısım fen ve tekniğe ait meseleleri de bunun içinde mütalâa edebilir miyiz?
Yüce Yaratıcı’nın, insanoğlunun öğrenmesine müsaade ettiği ve onun maddî-mânevî gelişmesine vesile kıldığı her şeyden çok kısa ve özet olarak bahsetmesi doğrudur.
Kur’ân’ın ele alıp tahlile tâbi tuttuğu şeylerde, takip ettiği bir yol vardır ki, o yol bilinmediği zaman, tahlilci aradığını onda bulamayabilir.
Bir kere, Kur’ân’ın en birinci hedefi insanı mutlak saadete ulaştırmaktır.
Saadete ulaştırmak için de her şeyden konu açar; ama o şeylerden önemine göre söz eder. İnsandan, onun ehemmiyeti kadar; yıldızlardan derecelerine göre bahseder.
Böyle yapmayıp da o, sadece yirminci asrın “tabu”su sayılan bir kısım medeniyet harikalarından bahsetseydi, pek çok şeyin anlatılıp tanıtılma hakkı zâyî olacak ve bir kısım sabit hakikatler, gelecek keşifler ve bilhassa insan, ihmale uğrayacaktı. Bu ise, Kur’ân’ın, ruh ve asıl maksadına bütünüyle aykırı bir durumdur.
Edebî dâhiler, onun büyüleyici ifadesine hayranlık destanları koşarken, bakışlarını iç ve dışta gezdiren ilim adamları, onun aydınlatıcı tayfları altında, eşya ve hâdiselerin hakiki yüzlerini görebilme ve anlayabilme bahtiyarlığına ermişlerdir. Psikologlar, sosyologlar; kitleler ve insan ruhuna âit en kapalı problemleri, onunla çözüme kavuştururken; ahlâkçı ve terbiyeciler de nesillerin terbiyesinde hep ona müracaatta bulunmuşlardır.[Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 14]
Şimdi söylemeye çalıştığımız hakikatlere birer misal ve sorulan soruya da cevap için, bir iki numune örnek sunuyoruz:
1- Ezelden ebede kadar her şeyi gören ve bilen Yüce Yaratıcı, önce genel anlamda geleceğin bir ilim, irfan ve bunun zorunlu neticesi olarak da bir iman devresi olacağına dikkati çekiyor: “Biz onlara, âfakta (bir baştan bir başa tabiatın sinesinde) ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki, o Kur’ân’ın gerçek olduğu onlara iyice tebeyyün etsin.”[Fussilet Sûresi, 41/53] bu âyet, bilhassa ilim gözüyle ele alındığında, tek başına bir mûcize olduğu kabul edilecektir. Makro âlemden mikro âleme kadar, insanın araştırma ve düşünme sahası içine giren ne kadar şey varsa, gelecekte aydınlanan mahiyetleriyle Kur’ân’ı doğrulayacak ve Yaratan’ın varlığını ve birliğini gösterecektir.
2- Kur’ân, kâinatın yaratılışı mevzûunu da, yine kendine has üslûpla ele alır: “İnkâr edenler görmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi; Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık.”[Enbiyâ Sûresi, 21/30] Bu anlatış o kadar berraktır ki, ne dünkü Kant ve Laplas’ın, ne de modern çağın Asimow’larının faraziyeleriyle asla kirletilmemelidir.
3- Bir diğer âyette ise: “Görmedin mi ki Allah yerde olan her şeyi ve kendi emriyle denizlerde yüzen gemileri, sizin hizmetinize verdi? Yerin üstüne düşmesin diye, göğü O tutuyor. Gök ancak O’nun izniyle düşebilir.”[ Hac sûresi, 22/65] Gök cisimlerinin yer üzerine düşme durumunda olduğunu, fakat Allah’ın müsaade etmediğini anlatıyor ki; bu da, cisimler arasındaki çekme kanunudur. Bu mevzuda ister Newton’un “cazibe-i umumiye”si açısından, isterse modern astronomi çağının “hayyiziyle” ele alınsın anlatılan şey fevkalâde açık ve seçiktir.
4- Günümüzün aktüel meseleleri arasında mühim bir yer işgal eden, Ay’a seyahat mevzuu da bir işaretle hissesini alıyor; “Dolunay şeklini alan Ay’a kasem ederim ki, siz mutlaka, tabakadan tabakaya binecek (yükselecek)siniz.” [İnşikâk sûresi, 84/18-19]
5- Son bir misal de Ay ve Güneş benzerliklerinden verelim: “Biz gece ve gündüzü iki âyet (alâmet) yaptık. Gecenin âyetini (Ay’ı) sildik; gündüzün âyetini aydınlatıcı kıldık.”[ İsrâ Sûresi, 17/12] İbn Abbas, “Gecenin âyeti Ay, gündüzün âyeti de Güneş’tir.”[ Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân 10/228] diyor. Bu itibarla “Gecenin âyetini sildik.” sözünden, bir zamanlar Ay’ın da Güneş gibi ışık veren bir peyk olduğunu, ısının bulunduğunu; daha sonra Yüce Yaratıcı’nın, onun ışık ve ısısını söndürdüğünü anlatıyor ki; bir yönüyle Ay’ın geçmişini dile getirirken, bir yönüyle de, diğer yıldızların kader ve âkıbetlerine işaret etmektedir. İşaret edilen bu birkaç numune gibi, Kur’ân’da daha pek çok âyet vardır ki, hem insanı alâkadar eden her mevzuun hiç olmazsa- icmâli Kur’ân’da bulunduğunu, hem de bu meselelere dair, İlâhî beyanın herkesin anlayacağı şekilde, fakat beşer için ifadesi imkânsız mûcizevî olduğunu göstermektedir
Kur’an insanın saadete ulaşmasını ister. Bu anlamda Kur’an sadece son asra hitap etmez. Her devir kendi anlayışı çerçevesinde ondan istifade eder. Kur’an’ın birçok ayetini bugünkü ilmi gelişmelerle birlikte daha farklı anlama imkanına kavuştuk. Bu da bir mucize değil midir?
“Kur’ân olmuş ve olacak her şeyden bahsediyor.” diyorlar. Bu doğru mudur? Doğru ise, günümüzdeki bir kısım fen ve tekniğe ait meseleleri de bunun içinde mütalâa edebilir miyiz?
Yüce Yaratıcı’nın, insanoğlunun öğrenmesine müsaade ettiği ve onun maddî-mânevî gelişmesine vesile kıldığı her şeyden çok kısa ve özet olarak bahsetmesi doğrudur.
Kur’ân’ın ele alıp tahlile tâbi tuttuğu şeylerde, takip ettiği bir yol vardır ki, o yol bilinmediği zaman, tahlilci aradığını onda bulamayabilir.
Bir kere, Kur’ân’ın en birinci hedefi insanı mutlak saadete ulaştırmaktır.
Saadete ulaştırmak için de her şeyden konu açar; ama o şeylerden önemine göre söz eder. İnsandan, onun ehemmiyeti kadar; yıldızlardan derecelerine göre bahseder.
Böyle yapmayıp da o, sadece yirminci asrın “tabu”su sayılan bir kısım medeniyet harikalarından bahsetseydi, pek çok şeyin anlatılıp tanıtılma hakkı zâyî olacak ve bir kısım sabit hakikatler, gelecek keşifler ve bilhassa insan, ihmale uğrayacaktı. Bu ise, Kur’ân’ın, ruh ve asıl maksadına bütünüyle aykırı bir durumdur.
Edebî dâhiler, onun büyüleyici ifadesine hayranlık destanları koşarken, bakışlarını iç ve dışta gezdiren ilim adamları, onun aydınlatıcı tayfları altında, eşya ve hâdiselerin hakiki yüzlerini görebilme ve anlayabilme bahtiyarlığına ermişlerdir. Psikologlar, sosyologlar; kitleler ve insan ruhuna âit en kapalı problemleri, onunla çözüme kavuştururken; ahlâkçı ve terbiyeciler de nesillerin terbiyesinde hep ona müracaatta bulunmuşlardır.[Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 14]
Şimdi söylemeye çalıştığımız hakikatlere birer misal ve sorulan soruya da cevap için, bir iki numune örnek sunuyoruz:
1- Ezelden ebede kadar her şeyi gören ve bilen Yüce Yaratıcı, önce genel anlamda geleceğin bir ilim, irfan ve bunun zorunlu neticesi olarak da bir iman devresi olacağına dikkati çekiyor: “Biz onlara, âfakta (bir baştan bir başa tabiatın sinesinde) ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki, o Kur’ân’ın gerçek olduğu onlara iyice tebeyyün etsin.”[Fussilet Sûresi, 41/53] bu âyet, bilhassa ilim gözüyle ele alındığında, tek başına bir mûcize olduğu kabul edilecektir. Makro âlemden mikro âleme kadar, insanın araştırma ve düşünme sahası içine giren ne kadar şey varsa, gelecekte aydınlanan mahiyetleriyle Kur’ân’ı doğrulayacak ve Yaratan’ın varlığını ve birliğini gösterecektir.
2- Kur’ân, kâinatın yaratılışı mevzûunu da, yine kendine has üslûpla ele alır: “İnkâr edenler görmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi; Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık.”[Enbiyâ Sûresi, 21/30] Bu anlatış o kadar berraktır ki, ne dünkü Kant ve Laplas’ın, ne de modern çağın Asimow’larının faraziyeleriyle asla kirletilmemelidir.
3- Bir diğer âyette ise: “Görmedin mi ki Allah yerde olan her şeyi ve kendi emriyle denizlerde yüzen gemileri, sizin hizmetinize verdi? Yerin üstüne düşmesin diye, göğü O tutuyor. Gök ancak O’nun izniyle düşebilir.”[ Hac sûresi, 22/65] Gök cisimlerinin yer üzerine düşme durumunda olduğunu, fakat Allah’ın müsaade etmediğini anlatıyor ki; bu da, cisimler arasındaki çekme kanunudur. Bu mevzuda ister Newton’un “cazibe-i umumiye”si açısından, isterse modern astronomi çağının “hayyiziyle” ele alınsın anlatılan şey fevkalâde açık ve seçiktir.
4- Günümüzün aktüel meseleleri arasında mühim bir yer işgal eden, Ay’a seyahat mevzuu da bir işaretle hissesini alıyor; “Dolunay şeklini alan Ay’a kasem ederim ki, siz mutlaka, tabakadan tabakaya binecek (yükselecek)siniz.” [İnşikâk sûresi, 84/18-19]
5- Son bir misal de Ay ve Güneş benzerliklerinden verelim: “Biz gece ve gündüzü iki âyet (alâmet) yaptık. Gecenin âyetini (Ay’ı) sildik; gündüzün âyetini aydınlatıcı kıldık.”[ İsrâ Sûresi, 17/12] İbn Abbas, “Gecenin âyeti Ay, gündüzün âyeti de Güneş’tir.”[ Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân 10/228] diyor. Bu itibarla “Gecenin âyetini sildik.” sözünden, bir zamanlar Ay’ın da Güneş gibi ışık veren bir peyk olduğunu, ısının bulunduğunu; daha sonra Yüce Yaratıcı’nın, onun ışık ve ısısını söndürdüğünü anlatıyor ki; bir yönüyle Ay’ın geçmişini dile getirirken, bir yönüyle de, diğer yıldızların kader ve âkıbetlerine işaret etmektedir. İşaret edilen bu birkaç numune gibi, Kur’ân’da daha pek çok âyet vardır ki, hem insanı alâkadar eden her mevzuun hiç olmazsa- icmâli Kur’ân’da bulunduğunu, hem de bu meselelere dair, İlâhî beyanın herkesin anlayacağı şekilde, fakat beşer için ifadesi imkânsız mûcizevî olduğunu göstermektedir