sinang
New member
Bismillahirrahmanirrahim
Hz. Muhammed (a.s.) kendisine bir kitabın nâzil olduğunu ve bunun İlâhî bir kitap olduğunu kesin bir ifade ile anlatmıştır. Gerçekten de bu kitabı enine boyuna incelediğimizde hiçbir değişikliğe ve tahrife uğramadığını anlıyoruz. Bu kitapla Hz. Muhammed'in kendi sözlerine hiç yer verilmemiştir. Bunun tamamıyla Allah'ın kelâmı olduğuna dikkat edilmiştir. İncil'in aksine bu kitaba, Hz. Muhammed'in hayatı, sözleri, Arapların tarihi ve bunun iniş tarihinde meydana gelen çeşitli olaylar, hikâye, masal veya atasözleri de katiyen ilâve edilememiştir. Böylece Allah’ın temiz, nezih ve duru sözleri aynen muhafaza edilmiştir. Ayrıca bu kitaba giren tek bir kelime, tek bir nokta eksilmemiştir. Bu kitap Hz. Muhammed (a.s.) zamanında ne ise daha sonraki yüzyıllarda da aynı kalmıştır.
Bu kitap, Hz. Nebî-yi Kerîm'e inmeye başladığı zamandan beri her cümlesi ve her kelimesinin kayda geçirilmesine dikkat edilmiştir. Peygamber efendimiz (a.s.)'e vahiy gelir gelmez kâtipler çağırılır ve vahyolunan kelâm derhal kâğıda dökülürdü. Bu işe bizzat Hz. Peygamber (a.s.) nezaret ederdi. Vahyolunan ayet veya sûre yazıldıktan sonra onları dikkatle okutur ve dinlerdi. Daha sonra iyi bir yerde muhafaza ederdi. Ayrıca, Hz. Peygamber (a.s.) her vahiyden sonra kâtibine, hangi sûre ve hangi ayetten sonra ya da önce yerleştirmesi gerektiği de söylerdi. Demek ki, Kur'ân-ı Kerim vahyolundukça, Hz. Peygamber bunu toplama ve düzenleme işini de yapıyordu. Vahiyler sona erince de mükemmel bir kitap ortaya çıkmış oldu.
İslam'ın başlamasından beri; namazlarda, Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerinin okunması emredilmişti. Böylece, vahiyler geldikçe sahabeler bunların hepsini ezberlemeyi âdet haline getirmişlerdi. Sahabelerin pek çoğu bütün Kur'ân-ı Kerim'i hıfzetmişlerdi. Diğerleri de pek çok bölümlerini iyi biliyorlardı. Okuma yazmayı bilen sahabelerden bazısı ise kendi istifadeleri için bütün sûre ve ayetleri bir yere yazmışlardı. Kısacası, Kur'ân-ı Kerim, taa Hz. Muhammed (a.s.)'in sağlığında dört yoldan kesin bir biçimde muhafaza edilmeye çalışılmıştı:
1) Hz. Peygamber (a.s.) kendisi Kur'ân-ı Kerim'in tamamını kâtiplerine yazdırmıştı.
2) Sahabelerin pek çoğu, bütün Kur'ân-ı Kerim'i ezberlemişlerdi.
3) Sahabeler, namazlarında Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerini okumakla mükellef oldukları için, bu ilâhi kitabın önemli bir bölümünü ezberlemişlerdi. Sahabelerin sayısı da küçümsenecek cinsten değildi. Nitekim, Hz. Rasûl-ü Ekrem (a.s.)'in son haccına 140 bin sahabe katılmışlardı. Bunların hepsinin Kur'ân-ı Kerim'in şu ya da bu ayetlerini bildiği ve hıfzettiği düşünülmelidir.
4) Okuma yazma bilen sahabelerin önemli bir bölümü kendi kendine, Kur'ân-ı Kerim'i buldukları malzemelere yazmış ve doğru yazıp yazmadıklarını Hz. Peygamber (a.s.)'e kontrol ettirmişlerdi.
Kur'ân-ı Kerim ile ilgili bir noktaya daha işaret etmeliyiz. Kur'ân-ı Kerim'in dili yaşayan bir dildir. Bugün Irak'tan Fas'a kadar 120 milyondan fazla insanın ana dilidir ve Arap dünyasının dışında da yüz binlerce ve milyonlarca insan bu dili bilmektedirler. Arapça grameri, lugatı, kelime haznesi, kelimelerin telaffuzu ile ilgili kuralları, deyimleri ve atasözleri geçen 1400 yıldan beri aynen muhafaza ediliyor. Arapçayı bilen herkes, 1400 yıl önce Arapların Kur'ân-ı Kerim'i okuyup anladığı gibi bugün de okuyup anlayabilir.
İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, Hz. Muhammed Mustafa (a.s.) bütün peygamber ve din kurucuları ile dinî liderler arasında en yüksek mevkiye sahiptir. Cenab-ı Allah tarafından insan ırkının hidayeti için, Hz. Peygambere (a.s.) indirilen Mukaddes Kitap asıl dili ve şekliyle hâlâ muhafaza edilmektedir.
Hz. Muhammed (a.s.) kendisine bir kitabın nâzil olduğunu ve bunun İlâhî bir kitap olduğunu kesin bir ifade ile anlatmıştır. Gerçekten de bu kitabı enine boyuna incelediğimizde hiçbir değişikliğe ve tahrife uğramadığını anlıyoruz. Bu kitapla Hz. Muhammed'in kendi sözlerine hiç yer verilmemiştir. Bunun tamamıyla Allah'ın kelâmı olduğuna dikkat edilmiştir. İncil'in aksine bu kitaba, Hz. Muhammed'in hayatı, sözleri, Arapların tarihi ve bunun iniş tarihinde meydana gelen çeşitli olaylar, hikâye, masal veya atasözleri de katiyen ilâve edilememiştir. Böylece Allah’ın temiz, nezih ve duru sözleri aynen muhafaza edilmiştir. Ayrıca bu kitaba giren tek bir kelime, tek bir nokta eksilmemiştir. Bu kitap Hz. Muhammed (a.s.) zamanında ne ise daha sonraki yüzyıllarda da aynı kalmıştır.
Bu kitap, Hz. Nebî-yi Kerîm'e inmeye başladığı zamandan beri her cümlesi ve her kelimesinin kayda geçirilmesine dikkat edilmiştir. Peygamber efendimiz (a.s.)'e vahiy gelir gelmez kâtipler çağırılır ve vahyolunan kelâm derhal kâğıda dökülürdü. Bu işe bizzat Hz. Peygamber (a.s.) nezaret ederdi. Vahyolunan ayet veya sûre yazıldıktan sonra onları dikkatle okutur ve dinlerdi. Daha sonra iyi bir yerde muhafaza ederdi. Ayrıca, Hz. Peygamber (a.s.) her vahiyden sonra kâtibine, hangi sûre ve hangi ayetten sonra ya da önce yerleştirmesi gerektiği de söylerdi. Demek ki, Kur'ân-ı Kerim vahyolundukça, Hz. Peygamber bunu toplama ve düzenleme işini de yapıyordu. Vahiyler sona erince de mükemmel bir kitap ortaya çıkmış oldu.
İslam'ın başlamasından beri; namazlarda, Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerinin okunması emredilmişti. Böylece, vahiyler geldikçe sahabeler bunların hepsini ezberlemeyi âdet haline getirmişlerdi. Sahabelerin pek çoğu bütün Kur'ân-ı Kerim'i hıfzetmişlerdi. Diğerleri de pek çok bölümlerini iyi biliyorlardı. Okuma yazmayı bilen sahabelerden bazısı ise kendi istifadeleri için bütün sûre ve ayetleri bir yere yazmışlardı. Kısacası, Kur'ân-ı Kerim, taa Hz. Muhammed (a.s.)'in sağlığında dört yoldan kesin bir biçimde muhafaza edilmeye çalışılmıştı:
1) Hz. Peygamber (a.s.) kendisi Kur'ân-ı Kerim'in tamamını kâtiplerine yazdırmıştı.
2) Sahabelerin pek çoğu, bütün Kur'ân-ı Kerim'i ezberlemişlerdi.
3) Sahabeler, namazlarında Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerini okumakla mükellef oldukları için, bu ilâhi kitabın önemli bir bölümünü ezberlemişlerdi. Sahabelerin sayısı da küçümsenecek cinsten değildi. Nitekim, Hz. Rasûl-ü Ekrem (a.s.)'in son haccına 140 bin sahabe katılmışlardı. Bunların hepsinin Kur'ân-ı Kerim'in şu ya da bu ayetlerini bildiği ve hıfzettiği düşünülmelidir.
4) Okuma yazma bilen sahabelerin önemli bir bölümü kendi kendine, Kur'ân-ı Kerim'i buldukları malzemelere yazmış ve doğru yazıp yazmadıklarını Hz. Peygamber (a.s.)'e kontrol ettirmişlerdi.
Kur'ân-ı Kerim ile ilgili bir noktaya daha işaret etmeliyiz. Kur'ân-ı Kerim'in dili yaşayan bir dildir. Bugün Irak'tan Fas'a kadar 120 milyondan fazla insanın ana dilidir ve Arap dünyasının dışında da yüz binlerce ve milyonlarca insan bu dili bilmektedirler. Arapça grameri, lugatı, kelime haznesi, kelimelerin telaffuzu ile ilgili kuralları, deyimleri ve atasözleri geçen 1400 yıldan beri aynen muhafaza ediliyor. Arapçayı bilen herkes, 1400 yıl önce Arapların Kur'ân-ı Kerim'i okuyup anladığı gibi bugün de okuyup anlayabilir.
İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, Hz. Muhammed Mustafa (a.s.) bütün peygamber ve din kurucuları ile dinî liderler arasında en yüksek mevkiye sahiptir. Cenab-ı Allah tarafından insan ırkının hidayeti için, Hz. Peygambere (a.s.) indirilen Mukaddes Kitap asıl dili ve şekliyle hâlâ muhafaza edilmektedir.