Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kur'an İnsan sözüne benziyor mu?

  • Konbuyu başlatan cangenç
  • Başlangıç tarihi
C

cangenç

Guest
Haşa!

İnsanın ağzından hiçbir söz çıkmaz ki, yanında onu yazmaya hazır, gözetleyici bir melek olmasın. Derken ölüm sarhoşluğu gerçekten geliverir. İşte senin kaçıp durduğun şey budur. Ve sûra üfürülür. Vaad olunan gün işte budur. Herkes yanında bir sevk eden, bir de şahitlik eden melekle beraber gelir. And olsun ki sen bundan gafildin. Şimdi gözünden perdeyi kaldırdık. Bakışın pek keskindir bugün! Yanındaki melek, 'İşte onun defteri bende hazırdır' der. Atın Cehenneme herbir inatçı kâfiri! (Kaf Sûresi: 50:18-24.)


Bazı şeytana uymuş veya şeytanlaşmış insanlar şu ayete ilişip diyor;

Kur'an'ın her ayetinde ve her meseleyi doğru ve düzgün söz söyleyerek açık ve güzel ifade ettiğine delil olarak, siz onun ifadesindeki akıcılık, açıklık, kolaylık ve rahatlık ile açık ve anlaşılır,net şekilde olmasını,gösteriyorsunuz. Halbuki şu ayette nereden nereye atlıyor. Ölüm anından, ta kıyamete atlıyor. Surun üflenmesinden, muhasebenin sonuna atlıyor ve ondan Cehenneme dahil olmayı zikrediyor. Bu acip atlamaklar içinde hangi akıcılık ve açıklık nerde kalır? Kur'an'ın çoğunluk yerlerinde, böyle birbirinden uzak meseleleri birleştiriyor. Böyle uygunsuz halleri ile akıcılık,netlik hatta açık ve güzel ifade iddianız nerde kalır?

Cevab;

Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyanın mucizsesindeki esas nokta en en önemlisi, belagatinden sonra az söz ile çok şey anlatmasıdır.Az sözle çok meseleyi anlatma çok meseleye temas etme Kuran Mucisesinin en sağlam ve en önemli bir esasıdır. Kur'an-ı Hakimde şu mucizeli icaz(az sözle çok şey anlatma) o kadar çoktur ve o kadar güzeldir ki, araştıran kişiler, karşısında hayrettedirler. Mesela,

Ve denildi ki: 'Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut. Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve Zalimler güruhu Allah'ın rahmetinden uzak olsun denildi. (Hûd Sûresi: 11:44.)

kısa birkaç cümleyle Tufan gibi büyük bir hadiseyi sonuçları ile öyle az sözle nerde ise tüm meseleyi anlatacak kadar ve mucizeli beyan ediyor ki, çok ehl-i belagati, belagatine secde ettirmiş.

Hem mesela,
Semud kavmi, azgınlığı yüzünden peygamberini yalanladı. Onların en azgını başkaldırdığı zaman, Allah'ın Resulü kendilerine 'Allah'ın bir mucize olarak yarattığı şu deveye dokunmayın; onun su içmesine mâni olmayın' demişti. Onlar peygamberlerini yalanlayıp deveyi öldürdüler. Rableri de, günahları yüzünden onları azapla kuşatıp hepsini birden helâk etti. Allah onlara verdiği cezanın akıbetinden korkacak değildir. (Şems Sûresi: 91:11-15. )

İşte, Semud kavminin acayip ve önemli hadiselerini ve sonuçlarını ve kötü sonlarını böyle kısa birkaç cümle ile, az sözle içinde bir mucize ile, akıcı açık ve net ve her türlü anlayışı ihlal etmez bir tarzda açıklıyor

Hem mesela,

Balığın yuttuğu Yunus'u da hatırla ki, öfkelenerek kavmini terk etmiş ve Bizim de kendisini bu yüzden bir sıkıntıya uğratmayacağımızı sanmıştı. Sonra karanlıklar içinde kaldığında niyaz etti: 'Senden başka ilah yoktur; Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendisine zulmedenlerden oldum.' (Enbiyâ Sûresi: 21:87. ).

İşte,"Bizim de kendisini bu yüzden bir sıkıntıya sokmayacağımızı... (Enbiyâ Sûresi: 87)", cümlesinden "Sonra karanlıklar içinde kaldığında niyaz etti. (Enbiyâ Sûresi: 87)" cümlesine kadar çok cümleler dürülmüştür, adeta varda toplanmıştır, o zikri olmayan cümleler aklı ve anlayışı ihlal etmiyor, akıcılığa, açıklığa zarar vermiyor. Hazret-i Yunus Aleyhisselamın kıssasından önemli esasları zikreder, gerisini akla havale eder.

Hem mesela, Yusuf Suresinde " Beni gönderiniz. (Yusuf Sûresi: 45.)" kelimesinden "Ey Yusuf! Ey doğru sözlü kişi. (Yusuf Sûresi: 46.)" ortasında yedi sekiz cümle, az sözle çok şey anlatma sanatı kullanılarak atlanmış; hiç anlamyı ihlal etmiyor, açıklık ve netliğine zarar vermiyor. Bu çeşit mucizeli icazlar(az sözle çok şey anlatma) Kur'an'da pek çoktur. Hem pek güzeldir.

Amma (baştaki) Kaf Suresinin ayeti ise, ondaki icaz(az sözle çok şey anlatabilme) pek acayip ve mucizevidirr. Çünkü, kafirin pek müthiş ve çok uzun ve bir günü elli bin sene olan geleceğine ve o geleceğin dehşetli inkılaplarına kafirin başına gelecek acıklı ve önemli hadiselere birer birer parmak basıyor, şimşek gibi fikri onlar üstünde gezdiriyor. O pek çok uzun zamanı, hazır bir sayfa gibi nazara gösterir; zikredilmeyen olayları hayale havale edip yüce bir akıcılıkla ve netlikle beyan eder.

Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, rahmete erişesiniz. (A'râf Sûresi: 7:204.)
İşte, ey Şeytan, şimdi bir sözün daha varsa söyle.

Şeytan der: "Bunlara karşı gelemem, müdafaa edemem. Fakat çok ahmaklar var, beni dinliyorlar. Ve insan suretinde çok şeytanlar var, bana yardım ediyorlar. Ve filozoflardan çok firavunlar var, enaniyetlerini okşayan meseleleri benden ders alıyorlar, senin bu gibi Kur'an hakikalerinin anlatılmasına sed çekerler. Bunun için sana silahımı teslim etmem."
 
C

cangenç

Guest
Şeytan ve şeytanlaşmış insanlar döndü dedi:
"Kur'an insan sözüne benziyor; onların konuşması tarzındadır. Demek insan sözüdür. Eğer Allah'ın sözü olsa, Ona yakışacak, her yönde harikulade bir tarzı olacaktı. Onun san'atı nasıl insan san'atına benzemiyor(deniyor); sözüde da benzememeli."
Cevab ;
Nasıl ki Peygamberimiz (a.s.m.), mucizelerinden ve özelliklerinden başka, fiil hal ve tavrında insan olup, insan gibi İlahi adete ve kainatta koyduğu kanunlara itaat etmiş ve söz dinlemiş. O da soğuk çeker, acı çeker, ve hakeza... Herbir hali ve tavrında harikulade bir vaziyet verilmemiş-ta ki ümmetine hareket ve fiileri ile imam olsun, tavırı ile rehber olsun, bütün hareketleri ile ders versin. Eğer her tavrında harikulade olsaydı, bizzat her yönde imam olamazdı, herkese tam ve gerektiği gibi bir mürşid olamazdı, bütün halleri ile rahmeten li'l-alemin olamazdı.
Aynen öyle de, Kur'an-ı Hakim, şuur sahiplerine bir imamdır, cin ve inse mürşiddir, kemal sahiplerine rehberdir, hakikati istiyenlere öğretmendir. Öyleyse, insan konuşması ve üslubu tarzında olmak, mecburen ve kesindir. Çünkü, cin ve ins niyazını ondan alıyor, duasını ondan öğreniyor, meselelerini onun lisanıyla zikrediyor, insanlar arasındaki ilişkileri ondan talim ediyor, ve hakeza, herkes onu başvuru kaynağı yapıyor. Öyleyse, eğer Hazret-i Musa Aleyhisselamın Tur-i Sina'da işittiği kelamullah tarzında olsaydı, insan bunu dinlemekte ve işitmekte tahammül edemezdi ve başvuru kaynağı edemezdi. Hazret-i Musâ Aleyhisselam gibi bir ulül'azm, ancak birkaç sözü işitmeye tahammül etmiştir. Musa Aleyhisselam demiş: " Senin kelamın böyle midir?' Allah buyurdu: 'Ben bütün lisanların kuvvetine sahibim. Süyuti, ed-Dürrü'l-Mensur, 3:536. düsturundan titrer.
Ve ikinci olarak: Bir insan kendi başına böyle yapması-Kur'an'ı yazması- ve başarması hiçbir açıdan mümkün değildir, belki yüz derece imkansızdır. Çünkü birbirine yakın kişiler birbirini taklit edebilirler. Bir cinsten olanlar birbirinin görüntüsüne girebilirler. Mertebece birbirine yakın olanlar birbirinin makamlarını taklit edebilirler,geçici olarak insanları iğfal ederler; fakat daimi iğfal edemezler. Çünkü, dikkatli kişilerin gözünden, ister istemez, tavır ve hali içindeki yapmacıklıklar ve zorlamalar sahtekarlığını gösterecek, hilesi devam etmeyecek.
Eğer sahtekarlıkla taklide çalışan, ötekinden gayet uzaksa, mesela adi bir adam İbn-i Sina gibi bir dahiyi ilimde taklit etmek istese ve bir çoban bir padişahın vaziyetini takınsa, elbette hiç kimseyi aldatamayacak, belki kendi maskara olacak. Herbir hali bağıracak ki, "Bu sahtekardır!"
İşte - haşa, yüz bin defa haşa - Kur'an insan sözü farz edildiği vakit, nasıl ki bir yıldız böceği bin sene zorlanmadan, hakiki bir yıldız olarak rasathaneye görünsün? Hem bir sinek, bir sene tamamen tavus kuşu suretini yapmacıksız ona hoşlanarak bakanlara göstersin? Hem sahtekar, sıradan bir asker, ünlü, yüce bir generalin tavrını takınsın, makamında otursun, çok zaman öyle kalsın, hilesini hissettirmesin? Hem iftiracı, yalancı, itikadsız bir adam, ömrü boyunca daima en sadık, en emin, en itikatlı bir kişinin kalitesini ve vaziyetini en dikkatli bakışlara karşı telaşsız göstersin, dahilerin bulunduğu bir cemaatin bakışlarından yapmacıklığını saklansın? Bu ise yüz derece imkansızdır; ona hiçbir akıllı mümkün diyemez. Ve öyle de farz etmek, apaçık bir muhali olabilir farz etmek gibi bir hezeyandır,saçmalıktır.
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
O (İnsan) hiçbir söz söylemez ki yanında bir hazır gözetleyen bulunmasın (o her ne söylerse onun yanında mutlaka hazır bir gözetleyen vardır).

"Ağızdan ne çıkarsa, hayır veya şer her ne söz söylenirse" demektir ki bu ifade ile, sadece ağızdan çıkan sözler değil, dışa vurulan tüm eylemler de kastedilmiştir. Çünkü ağızdan çıkan bir hece, kişinin dışa vuran en küçük eylemidir. Dolayısıyla insanın ne söylediğini, ne yaptığını gözetleyen tespitçiler hiçbir sözü ve hareketi kaçırmadan kaydederler.

Ancak, insana her yakından daha yakın olan, insanın nefsindeki gizlilikleri ve içine doğan her dürtüyü insandan daha iyi bilen Allah, insanları sadece iradeleri ile bilinçli olarak yaptıklarından sorumlu tutar:


Bakara; 225: Allah, sizleri yeminlerinizdeki boş sözlerden sorumlu tutmaz; ama kalplerinizin kazandıkları (bilinçli yapılmış eylemleriniz) nedeniyle sorumlu tutar. Allah bağışlayıcıdır, yumuşak davranandır.


Buradan da, insanın bilinci yerinde değilken, iradesi dışındaki sözleri ve hareketlerinin kayda girmeyeceği, bunlardan insanın sorumlu tutulmayacağı anlamı çıkmaktadır.


İki tespitçi

Bu iki tespitçinin ne oldukları bir sonraki pasajda, kendilerinden "سائق saik" ve "شهيد şehid" olarak bahsedilmek suretiyle açıklanmıştır. Ayrıca "saik", 23. ve 27. ayetlerde "karin" sözcüğü kullanılarak bir kez daha açıklanmıştır. Bu açıklamalara rağmen buradaki tespitçileri; "insanın sağında hayırları, solunda şerleri yazan melekler" olarak anlayıp anlatmak, hem sözcükler açısından hem melek kavramı açısından hem de pasajın anlamı açısından yanlıştır.

Sağından solundan


Ayette bahsi geçen iki tespitçi ile ilgili olarak, yukarıda belirttiğimiz anlayışta, meselâ; "sağdaki melek iyilikleri ve sevapları, soldaki melek kötülükleri ve günahları kaydeder. (!)" gibi ilginç rivayetler ortaya atılmış ve bu rivayetlerde gerçek dışı anlatımlara yer verilmiştir.

Zıt anlamlı sözcüklerin birlikte kullanılmasının, sözcüklerin anlamlarına zenginlik kazandırdığını ve bu ifadelerin, sözcüklerin kendi anlamlarından daha başka anlamlara geldiğini unutmamak lazım..
Buradaki "sağından, solundan" ifadesi ile de sadece sağ ve sol değil tüm yönler kastedilmiştir. Dolayısıyla bu tespitçiler insanın sadece sağında ve solunda değil; sağında, solunda, önünde, arkasında, altında, üstünde, içinde, dışında yani kalbindedirler. İnsanı sürekli kontrol altında tutarak söylediği ve yaptığı her şeyi kayda alıp saklayan ve zamanı gelince sakladıklarını çıkarıp ortaya koyan bu tespitçiler, Allah`ın insana verdiği iki yeti olup, bunlar bize göre İblis ve hafızadır (bellektir). Bu yetilere meleke demek mümkünse de melek demek doğru değildir.
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Ölümün sarhoşluğu gerçekten / hakk ile gelmiştir de: -"(Ey insan!) İşte bu, senin kaçıp durduğun şeydir."-
Ve Sur da üflenmiştir. -"İşte bu, korkutulan gündür."-
Ve herkes, kendisiyle beraber bir saik (sürücü) ve bir şahit bulunarak geldi. Ve onun karini (yaşıtı olan arkadaşı) dedi ki: "İşte yanımdaki hazır."


22. ayet, 1. ayetteki kasem cümlesinin cevabını teşkil etmesi sebebiyle, bize göre aslında bulunması gereken yerde değerlendirildiğinden, ölüm sarhoşluğundan başlayıp haşr ile yüz yüze gelişin ve hesap gününün dehşetinin anlatıldığı bu pasajın içine konulmamıştır.

19. ayette üçüncü şahıstan ikinci şahısa dönülerek İltifat sanatı yapılmış ve anlatım muhataba yöneltilmiştir. Bu da bize bu muhatabın özel olduğunu anlatmaktadır. Yani buradaki insan, genel anlamdaki insan değil, sadece inkârcı, yalanlayıcı insandır. Zaten pasajın bütünündeki olaylar (İblis ile olan tartışması ve cehenneme atılması), bu insanın inkârcı, yalanlayıcı olduğunu göstermektedir.

Ölüm sarhoşluğu


"السّكر Sükr" sözcüğü genelde "içkinin verdiği sarhoşluk, zihin bulanıklığı" olarak biliniyorsa da de aslında "sükr"; insanın herhangi bir sebeple zihinsel melekelerini tam olarak kullanamadığı her türlü zihinsel uyuşukluk durumunu ifade eder. Yani, normal muhakemenin şaştığı veya ortadan kalktığı her türlü durum, "sükr" hâlidir.

Konumuz olan ayetteki "sükr" ise, bundan önceki Kariah ve Kıyamet surelerinde de tasvir edildiği gibi, ölüm sarhoşluğunu; ölümle yüz yüze gelindiğinde meydana gelecek şoku ifade etmektedir.

"Sükr" sözcüğü Kur`an`da, bu anlamı dışında, "gözlerin sihir ile bulanması" anlamında Hicr suresinin 14 ve 15., "şehvetten gözü dönmüşlük" anlamında Hicr suresinin 72. ve "kıyamet korkusu" anlamında Hacc suresinin 1 ve 2. ayetlerinde geçmektedir.

Ölümün sarhoşluğunun hakk ile gelmesi


Bu ifade ile ölümün canı söküp aldığı başlangıç safhası kastedilmiştir. Bu sahfa, daha evvel peygamber ve gönderilmiş kitap aracılığı ile verilmiş olan kıyamete dair bilgi ve haberlerin gerçekleşerek insanın gözünün önüne geldiği safhadır. Bu safhada insan, ahiretin tamamen hakk olduğunu ve hayatın bu ikinci safhasına mutlu olarak mı, yoksa bedbaht olarak mı giriyor olduğunu yaşayacaktır.

Kıyamet; 13-19: O gün, o insan, önden yolladığı şeyler ve geriye bıraktığı şeyler ile haberlenir.

Aslında insan kendi aleyhine iyi bir gözetmendir.

Tüm mazeretlerini koysa bile de / Tüm perdelerini koysa bile de.

Onu çabuklaştırman için dilini ona hareket ettirme!

Kuşkusuz onun (yaptıklarının-yapmadıklarının) birleştirilmesi ve toplanması yalnızca Bizim üzerimizedir.

O hâlde Biz onu (yaptıklarını-yapmadıklarını) topladığımız zaman sen onun toplanmasını izle!

Sonra, onun (yaptıklarının-yapmadıklarının) beyanı (kanıtlarıyla ortaya konması) da sadece bizim üzerimizedir.

Korkutulan gün

İnançsız insan bu dünyada tabiri caizse başıboş bir sığır gibi gezip dolaşmak istemekte, öldükten sonra bu dünyada yaptıklarının karşılığını göreceği başka bir hayatın olmasını ise istememektedir. Bu yüzden ahiret düşüncesinden âdeta kaçmakta ve böyle bir âlemin olacağını kabul etmeye asla yanaşmamaktadır. Ama ölüm sarhoşluğunun hakk ile geldiği o gün, gözler önüne serilen işte o ikinci âlemin ilk safhasıdır. Yani o anda, inançsızın inanmaktan kaçtığı âlem, inançsız için gerçekten korkunç olan hakikat başlamıştır.

Sur`un üflenmesi


"Sur`un üflenmesi" ifadesi, tıpkı eski devirlerde kullanılan, toplanmayı veya tehlikeyi haber vermek için genellikle büyükbaş hayvan boynuzundan yapılma bir borunun öttürülmesi gibi, o gün de sanki bir içtima borusunun veya sirenin çalınacağını düşündürmekte ya da bir hakemin oyunu başlatan veya bitiren düdüğünü veya bir okulda dersin başladığını, bittiğini bildiren zili çağrıştırmaktadır.

Sur`un birinci defa üflenmesi ile bütün canlılar ölecek, ikinci defa üflenen Sur ile de ölmüşler canlandırılarak kabirlerinden kaldırılacak ve Yüce Divan`da toplanmaya sevk edilecektir.

Sur`un üflenmesi konusu Kur`an`da bir çok yerde geçmektedir:





Zümer; 68: Ve Sur`a üflenmiştir. Allah`ın dilediği hariç göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir. Bir de bakarsın onlar kalkmışlar karşıda bakıyorlardır.

Bu ayetden başka Müminun; 101, Hakkah; 13, En`âm; 73, Ta Ha; 102, Neml; 87, Nebe; 18 ayetleri de sura üfürülmesinden bahsetmektedir.


Saik ve Şehid

Klâsik eserlerde "saik"in, insanı önce mahşer meydanına oradan da hak ettiği yere sevk edip götüren melek; "şehid"in de, amelleri yazan melek olduğu yönünde açıklamalar yapılmıştır. Ancak bu yöndeki açıklamalar hem dayanaksızdır hem de Kur`an`daki tanıtıma uymamaktadır.

Saik ve Şehid, yukarıda 17. ayette bahsedilen iki tespitçi olup, bize göre bunlar İblis ile insanın hafızasıdır. Bizim İblis dediğimiz saik, burada ve 27. ayette "karin" olarak nitelenmiştir. Biz de bununla ilgili daha ayrıntılı açıklamayı aşağıda "Karin" başlığı altında sizlere sunuyoruz:

Karin

"قرين Karin" sözcüğü; "yakın, hısım, akraba, arkadaş ve yaşıt (aynı yaşta olan arkadaş)" anlamlarına gelir. Türkçedeki "akran" sözcüğü de buradan gelmiştir.

Sözcüğün ayete göre en uygun anlamı "yaşıt" anlamıdır. Çünkü bu "karin", Rabbimizin emri ile Yüce Divan`da o kişi aleyhinde tanıklık yaptığına göre, ayrılmaz parça denecek kadar o kişiye yakın olmalıdır. Ayrılmaz parça konumundaki yakınlık ise, o kişi ile birlikte doğup onunla yaşamayı ve onunla birlikte ölmeyi, yani o kişi ile yaşıt olmayı ifade etmektedir.

Bize göre bu "karin"; İblis`tir. Her kişi İblis`i ile doğar, yaşar ve ölür. Nitekim İblis de mahşere kadar, yani kişi ile birlikte huzura çıkıp aleyhteki tanıklığını yapıncaya kadar Rabbimizden izinlidir.

"Karin" sözcüğü Kur`an`da, yedisi tekil biri de çoğul hâlde olmak üzere toplam sekiz kez geçmektedir. Hem "karin"i hem de "İblis"i daha iyi anlayabilmek için bu surede geçen iki ayet dışındaki ayetlere de bakmakta yarar görüyoruz:

Saffat; 51: Onlardan bir sözcü der ki: "Gerçekten benim için karin (yaşıt, yakın arkadaş) vardı.


Zühruf; 36-38: Ve her kim Rahman`ın zikrinden yüz çevirirse Biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o onun için karindir (yaşıt, yakın arkadaştır);

Ve şüphesiz ki onlar, onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.

Nihayet Bize gelince: "Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı." der. -Öyleyse bu ne kötü bir karindir (yaşıt, yakın arkadaştır).-


Örnek olarak verdiğimiz yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, bu dünyadaki yaşamında kişiyi yoldan çıkaran karin (İblis), mahşerde yine devreye girecek ve neredeyse inançsız kişinin kendisini suçlamasına bile meydan vermeyecek şekilde "İşte yanımdaki hazır!" diyecektir. İnançsızın son bir çırpınışla, yaptıklarının asıl suçlusu olarak İblis`i göstermesi karşısında da bir çok ayette anlatıldığı gibi kendini savunacaktır:

İbrahim; 22: Ve iş olup bitince şeytan onlara şöyle diyecek: "Şüphesiz ki Allah size gerçek olanı vaat etmişti, ben ise size vaat ettim, ama sonra caydım! Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi çağırdım, siz de hemen geldiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın! Ben sizi kurtaramam siz de beni kurtaramazsınız! Ben, önceden beni Allah`a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim." Şüphesiz zalimlere, onlar için acı bir azap vardır!
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
22. ayet, 1. ayetteki kasem cümlesinin cevabını teşkil etmesi sebebiyle, bize göre aslında bulunması gereken yerde değerlendirildiğinden, ölüm sarhoşluğundan başlayıp haşr ile yüz yüze gelişin ve hesap gününün dehşetinin anlatıldığı bu pasajın içine konulmamıştır.

sorunun cevabı bu pasajda, buraya dikkat ederseniz problemi çözersiniz..
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
1- Kaf. Çok şerefli Kur`an`a kasem olsun ki,



2 (22)- kesinlikle sen bundan (şerefli Kur`an`dan) gaflet içinde (duyarsız) idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir.

22.ci ayeti 2 ye alıp devam edin, sıkıntının çözüldüğünü göreceksiniz
 
Üst Alt