KUR’AN ADINA SÜNNETİ İNKÂR EDENLERE KUR’AN KARŞI ÇIKIYOR
Ahmed Kalkan
[email protected]
Dinin iki temel kaynağından biri Kitab, diğeri Sünnet’tir. Sapık sayılanlar dışındaki bütün İslâm mezhepleri dinin iki temel kaynağının Kur'ân ve Sünnet olduğu görüşünde ittifak halindedir. Dinin teorik kaynağı Kur’an, pratik kaynağı da Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Kur’an’la Peygamberimizin sünnetini birbirinden ayırmaya kalkmak, dinin sadece teori sistemi halinde kalıp hayata yansımasına engel olmak demektir. Kur’an’la sünnet, insan açısından etle kemik gibidir. Sünnete karşı tavır, Kur’an’ın hayata geçirilmesine karşı olmak demektir. Sünnet, Kur’an’ın öz kardeşidir. Sünnet, şer'î hükümleri beyan bakımından Kitab’ın/Kur'an'ın yardımcısıdır. Peygamberimiz Kur’an’ı en güzel şekilde hayata dönüştüren örnek şahsiyettir, canlı vahiydir. O, yok sayıldığı zaman, vahyin hayata yansıması, her şahsın kendi anlayışına göre olacağından, dinde anarşi ve kaos ortaya çıkacaktır. Peygamberin sünneti devreden çıkınca, Kur’an’ın doğru anlaşılması ve hayata doğru şekilde geçirilmesi nasıl gerçekleşir? İster istemez, bu boşluk doldurulacak; sünnet görevi üstlenmeye kalkan anlayışlar ve peygamberlik/örneklik görevi yapmaya kalkan insanlar ortaya çıkacaktır. Gerçeğini reddedince sahtelerine davetiye çıkarılacaktır. Sünneti reddeden zihniyet, kendi anlayış ve pratiğini sünnet yerine koymaya kalkacak; bilinçli veya bilinçsiz, hevâsını sünnetleştirecek, kendini de önder ve örnek olarak sunmuş olacaktır.
İlk devirden başlayarak müslümanlar, hemen her konuda sünnetten yardım alarak problemlerini halletmeye çalışmıştır. Muhammed Esed'in şu sözleri, özellikle ashâbın sünnete yaklaşımını son derece açık bir şekilde ifade etmektedir: "Şüphe yoktur ki, Rasûlullah'ın emirleri arasında çok büyük önem taşıyanları olduğu gibi, önemi az olanları da vardır. Daha önemli olanı, az önemli olandan önce yerine getirmek de vazifelerimiz cümlesindendir. Fakat bize, esasla ilgili değil gibi göründüğü iddiasıyla, hiçbir emri terk etmeye hakkımız yoktur." (Esed, Yolların Ayrıliş Noktasında İslâm, s. 112). Süyûtî’nin dediği gibi; sünnetler Nuh'un gemisidir: Kim ona binerse kurtulur, kim de ondan geri kalırsa boğulur!
Sünnet, Allah Rasûlü'nün, ümmetine örnek olmak üzere ortaya koyduğu uygulama, dini doğru anlama ve yaşamada örnek alınacak davranışlar bütünüdür. Sünnet, Kur'an'ın yaşanmış en doğru tefsiri, İslâm'ın pratik ve örnek tatbikidir. Peygamberimiz tefsir olunmuş canlı bir Kur'an’dı, yaşayan bir İslâm’dı. Hz. Âişe (r.a.) anamızın meşhur sözünü hatırlayalım. Ona Hz. Peygamber'in ahlâkından sorulunca şöyle cevap vermişti: "O'nun ahlâkı Kur'an'dı." (Müslim, Müsâfirûn 139; Ebû Dâvud, Salât 316; Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 2; Ahmed bin Hanbel, Müsned, VI/54, 111). Kur'an ve sünnet bir bütünlük arzetmektedir. Sünnet bir taraftan delil olma özelliğini Kur'an'ın onayından almakta, öbür taraftan da Kur'an'ın beyânı, onun açılımı, fiilî hayata geçirilişi olmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’de Peygamberlerin Konumu
Kur'ân-ı Kerim'de "nebî" kelimesi, tekil ve çoğul olarak 75 defa, "nübüvvet" 5 defa geçer. Bu sayı, aynı kökten fiillerle toplam 160'a çıkar. "Rasül" ve "mürsel" kelimeleri ise Kur'an'da toplam 383 yerde kullanılır. Buna aynı kökten fiiller de eklenince bu sayı 513'e yükselir.
Peygamberler, insanları cennet ve Allah’ın nimetleriyle müjdelemek, cehennem ve Allah’ın azabıyla korkutmak için gönderilmişlerdir (5/Mâide, 19; 7/A’râf, 184, 188; 11/Hûd, 2, 12; 4/Nisâ, 165). En güzel biçimde yaratılan insan (95/Tîn, 4), irâde sahibidir. Tüm davranışlarından mes'uldür. Allah’ın verdiği nimetlere karşı şükretmek ve O’na ibadet etmekle yükümlüdür. İnsan, tek başına, nasıl şükredileceğini, nasıl kulluk yapılması gerektiğini bilemez; bu görevlerini yerine getirme noktasında birçok engelle ve zorluklarla karşılaşır. O yüzden insanın bir mürşide, rehber ve kılavuza ihtiyacı vardır. İşte bu mürşid ve rehber, peygamberdir (5/Mâide, 16).
İnsanlar arasından seçilmiş rasûllerin görevleri, diğer elçilerden farklıdır. Şu âyet onların işlevini en güzel bir şekilde açıklamaktadır: “Nitekim, kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi tezkiye eden (temizleyen), size Kitabı ve hikmeti öğreten ve size bilmediklerinizi öğreten rasûller gönderdik.” (2/Bakara, 151). Rasûller, açık deliller ile gelirler. Yanlarında İlâhî adâletin ölçüsü vardır. Kitab'ı ve onunla gelen gerçekleri mü’minlere öğretirler. Gücün, kuvvetin ve malın nasıl kullanılacağını bildirirler. Allah (c.c.), bu anlamda insanlardan kimin peygambere tâbî olup ona yardım edeceğini, kimin onun dâvetine uyup uymayacağını imtihan etmektedir (57/Hadid, 25).
Mü’minler, peygamberlerin tümüne iman ederler. Peygamberlere itaat etmek Allah’a itaat etmektir (4/Nisâ, 59, 64). Peygamberler bir şeye hüküm verdikleri zaman mü’minler "işittik ve itaat ettik" derler. Son Peygamber’e iman eden mü’minler, O’nun herhangi bir konuda verdiği hükme itirazda bulunmazlar ve O’nun verdiği hükme teslimiyetle rızâ gösterirler (24/Nûr, 51; 33/Ahzâb, 36).
Mü’minler, Allah’ı sevdikleri için son Peygamber’e uyarlar, onu tâkip ederler (3/Âl-i İmrân, 31). Peygamberler, insanlar için seçilmiş en güzel örneklerdir (33/Ahzâb, 21). Mü’minler, Peygamber’in getirdiği her şeyi almak, yasakladığı her şeyden de kaçmak zorundadırlar (59/Haşr, 7). Son peygamber olan Hz. Muhammed (s.a.s.), mü’minleri sever, onların üzerine titrer, sıkıntıya düşmelerinden dolayı üzülür (9/Tevbe, 128). Bütün peygamberler rahmet; Son Peygamber de âlemlere rahmettir (21/Enbiyâ, 107).
Kur’an’ın Peygamberimiz’e yüklediği görevlerden biri vahyi/mesajı okuma ve beyan/açıklamadır “Ve Biz sana da bu Kitabı indirdik ki, kendilerine indirdiğimiz mesajı onlar(ın anlaması, yaşaması) için beyan edesin ve onlar da böylece belki düşünürler.” (16/Nahl, 44). Peygamberimiz, beyan görevini ya eyleme dönüştürülerek açıklanması gereken mesajları eylemle açıklamak veya eylemi desteklemek amacıyla veya farklı konularda söylemle açıklayarak eksiksiz yerine getirmiştir.
Bazı insanlar, Kur’an’cılık/mealcilik yaparak Kur’an adına sünneti reddetmeye kalkmışlardır. Bu tavır, öncelikle Kur’an’ın reddettiği bir tavırdır. Son Rasûl de diğer şerefli elçiler gibi, yalnızca mektup getiren postacı benzeri, yani sadece mesajı (vahyi) getirip haber veren kimse değildir. O, vahyi getirip haber verir, onu tebliğ etmek için çaba sarf eder ve o vahyi bizzat uygular. Daha doğrusu vahyin hedefini bizzat yaşayarak gösterir. Mü’minler O’na bakarak müslümanlığı nasıl yaşayacaklarını ve Allah’ın kendilerinden ne istediğini öğrenirler.
Sünnet nedir? Bu konuda da ifrat ve tefrit olarak iki aşırı yaklaşım sözkonusudur. Peygamberimizin her davranışının sünnet olduğunu savunmak veya sünnet denilince birkaç davranış ve şekilsel özelliği anlamak, ya da daha ileri giderek sünneti dışlamak. Peygamberimiz, kendisinin her davranışının sünnet sayılmaması gerektiği ile ilgili açıklamalar yapma ihtiyacını duymuştur (Bu konuyla ilgili bkz. Müslim, Edâhî 35/5; Ebû Dâvud, Salât 90, Hacc 50; İbn Mâce, Hacc 81 vb.). Peygamberimiz de bizim gibi bir insandı. Onun da beşer olarak, Arap toplumunun miladî 7. asırda yaşayan bir ferdi olarak yediği, giydiği ve yaşadığı bazı şeyler vardı ki, bunlar dinî bir amaçla yapılmamıştı. Meselâ Peygamberimiz sıcak iklimde yaşayan bir kimse olarak kavminin diğer insanları gibi hiç çorap giymemiştir. Çorap giymemek sünnet olarak kabul edilemez. Bir eş olarak hanımlarının bazı tavırlarına gücendiği için, bir kimsenin eşine gücenmesi sünnet olarak değerlendirilemez.
Sünnetin vahiyle ilişkisini belirlemek gerekirse, sünnetin ya vahiy kaynaklı olduğu yahut da vahiy yoluyla kontrol edildiği ve gerektiğinde düzeltildiği rahatlıkla ifade edilebilecektir. Yani Hz. Peygamber'in, mânâsını Allah'tan aldığı sünneti dışında, sosyal olaylar karşısındaki kendi ictihadlarını da "vahyin kontrolü" şemsiyesi altında mütâlaa etmek gerekmektedir. Çünkü kıyâmete kadar devam edecek bir dinde, isâbetli olmayan ictihadların yerleşebileceğini izah etmek aklen mümkün değildir. Nitekim Hz. Peygamber'in yanıldığı bazı ictihadlarının Kur’an’la tashih edilmiş olması da O'nun bütün söz ve davranışlarının denetlendiğini göstermektedir. Bu durumda nasıl ki, Hz. Peygamber'in huzurunda yapıldığında O'nun ses çıkarmadığı davranışlar "takrîrî sünnet" adıyla sünnet kapsamına girmektedir; aynen O'nun Allah (c.c.) tarafından onaylanan sünnetini de "takrîrî vahiy" olarak görmek mümkündür. Hz. Peygamber, bütün adımlarını vahye göre atan bir robot olmaktan çok, yanlış bir adım attığında vahiyle düzeltilen bir "beşer" olarak değerlendirmek en sağlıklı yol görünmektedir.
Sünnet Karşıtlığı
Teşrî (yasama) kaynağı olarak sünnetin kaynak olamayacağı ve sünnete ihtiyaç olmayıp Kur'ân'ın yeterli olabileceği tezi bazı çevrelerce savunulur. Tarih boyunca kısmen Hâricîler, ve Mûtezile sünneti delil kabul etmeyen anlayışı başlattı. Sonra müsteşrıklar (oryantalistler), onların etkisinde kalan modernistler sünnetin bağlayıcı olmayacağını ileri sürmeye başladılar. Samimi müslüman olduklarına hüsn-i zan ettiğimiz bazı kesimler de hadis rivâyetleri arasına sızdırılmış bazı uydurma ve zayıf hadislerden yola çıkarak sünnet konusunda tereddüt içinde ve onu reddetmeye meyilli tavırlar sergileyebilmektedirler. Bunlar, öncelikle “hadis diye rivâyet edilen” ve hatta “hadis” ile “sünnet”i karıştırmaktadırlar.
Şu bir gerçektir ki, sünnet, bireylerin ve toplumların hayatındaki müşterekliği sağlamada temel işlev görmektedir. Bir toplumu güçsüz bırakmanın ve yıkmanın başta gelen yolu, onun müşterek değerlerini ve hayat tarzını yok etmekten geçer. Bu sebeple, oryantalistler önce müslümanları sünnet hakkında şüpheye düşürmeyi, sonra da onu ortadan kaldırarak İslam toplumlarının tevhîdî birlik ve beraberliğini yok etmeyi hedef almışlar ve üzülerek belirtelim ki bunda da azımsanamayacak derecede başarı elde etmişlerdir.
Sünneti reddedenlere karşı çıkan genel yaklaşım, aynı tavrı sünneti birkaç şekilsel özelliğe indirgeyen anlayışa maalesef göstermemiştir. Takvâ sahibi kabul edilenlerin sünnet adına savunup diğer insanları dâvet ettikleri şeyler iki elin parmağını geçmeyecek şeylerdir ve din açısından da özü, Kur’an’ın hayata geçirilmesi cinsinden olmayan tâlî (sünnet olup olmadığı tartışılabilecek olan Kur’an’ın önemsemediği) şeylerdir. Sünnet diye çoğu insanın ısrarla yapıp başkalarına tavsiye ettiği şeyler: Yemeğe tuzla başlamak, yedikleri şeyleri tek sayıya uygun düşürmek, sakal, sarık, çarşaf, bazı nâfile namazlar ve ilâve edilebilecek bunlara benzer bir-iki şeydir; ha bir de erkek çocukların küçük yaşta hıtan denilen operasyon yani sünnet etmek ve yemek tabaklarını sıyırmak yani yemekleri sünnetlemek. Halk açısından sünnet denilince akla gelen ya sünnet düğünüdür, ya yemekleri sünnetlemek veya farz namazların öncesinde veya sonrasındaki sünnet namazlar, bir de (belki) sakal. Kur’an’ın hayata hâkim kılınması için gayretler, putlarla ve putçularla cihad, İslâmî devlet oluşturma çabaları, Kur’an hükümlerinin topluma hâkim kılınması için nebevî tavırlar, Kur’an’ın şirke karşı nasıl tavır alınması gerektiğine ilişkin emirlerinin hayata geçirilmesi, toplumun hayra doğru değiştirilip dönüştürülmesi gibi hususlar hiç de “sünnet” kavramı içinde değerlendirilmez ve insanlar bunlara dâvet edilmez. Hâlbuki sünnet, Peygamberimizin ahlâkî, amelî, şahsî, siyasal ve sosyal davranışlarının tümünü kapsar. Peygamberimizin sîreti, hayatın her safhasını içerir. Bütün hayata şâmildir. Hz. Peygamber'in din olarak ortaya koyduğu her şey demek olan Sünnet, Allah ve Rasûlü'nün belirledikleridir. Sünnet anlayışının, hayatı bir bütün olarak kucaklaması gerekir. Dolayısıyla ''sünnet" kavramı: "Rasûl-i Ekrem'in davranış ve sözleriyle ortaya koyduğu örnek/model" diye en geniş mânâsıyla kullanılmalıdır.
Kur’ân-ı Kerim’de Sünnetin Önemi
Çeşitli türevleriyle 21 yerde geçen “sünnet” kelimesi dışında, Kur’an daha çok Peygamberimiz’den bahseden âyetlerde “Peygamber sünneti” konusunda bilgi ve emirler verir. Kur’an’ın Peygamberimizin sünneti konusundaki yaklaşımını, sünnetin tanımı ve önemiyle ilgili âyetleri kısaca görelim:
Sünnet, her şeyden önce Kur’an’ın beyanıdır, tebliğdir, teybîndir, açıklamadır. Hz. Peygamber’in görevi, İlâhî mesajı eksiksiz iletme/tebliğdir. “De ki: ‘Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber’in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, hidâyeti/doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber’e düşen, sadece açık açık tebliğdir.” (24/Nûr, 54); “Eğer yüz çevirirlerse Biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen yalnız tebliğdir/duyurmaktır…” (42/Şûrâ, 48)
Sünnet, insanları bilinç, duygu ve eylem düzeyinde arındırma (tezkiye) görevi yapar: "Kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitab'ı ve hikmeti getirip size bilmediklerinizi öğreten bir Rasül gönderdik." (2/Bakara, 151); "İçlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü'minlere büyük bir lütufta bulunmuştur." (3/Âl-i İmrân, 164)
Sünnet, Peygamber’in insanlara mesajı yaşayarak ta’lîmi/öğretmeyi içerir (2/Bakara, 151; 3/Âl-i İmrân, 164). Peygamber’in sünneti olmadan abdesti, namazı, haccı, zekâtı, orucu ve diğer ibâdetleri kim ve nasıl öğretecektir? Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Kur'ân'ı söz ve davranışlarıyla, yani sünnetiyle açıklama görevinden bahseden âyetlere iki örnek verelim:"Sana da bu zikri (Kur'ân'ı) indirdik ki, kendilerine indirilenleri insanlara açıklayasın, ta ki düşünüp öğüt alsınlar." (16/Nahl, 44); "Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı)indirdik ki, hakkında ihtilâfa düştükleri şeyi açıklaman ve iman eden bir toplum için (o kitap) yol gösterici ve rahmet olsun." (16/Nahl, 64)
Sünnet, Peygamber’e din konusunda itaat etmektir. Hz. Peygambere itaati emreden çok sayıda âyet vardır. Birkaçının mealini görelim:
"Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azâbı şiddetlidir." (59/Haşr, 7)
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir. De ki: Allah'a ve Peygambere itaat edin! Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki muhakkak Allah, kâfirleri sevmez." (3/Âl-i İmrân, 31-32)
"Kim Rasûl’e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur." (4/Nisâ, 80)
"Biz hiçbir peygamberi, Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir maksatla göndermedik." (4/Nisâ, 64)
"Allah'a ve Peygambere itaat edin ki size de merhamet edilsin." (3/Âl-i İmrân, 132)
Bunların dışında, Allah'a ve Rasûlüne itaatin zikredildiği âyetlerin sûre ve numaralarını vermekle yetinelim: 3/Âl-i İmrân, 172; 4/Nisâ, 13, 59, 60; 5/Mâide, 92; 7/A'râf, 157; 8/Enfâl, 1, 20, 24, 27, 46; 9/Tevbe, 3, 71, 94, 99, 105, 120; 24/Nûr, 48, 50, 54, 56; 26/Şuarâ, 108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179; 33/Ahzâb, 33, 66, 71; 43/Zuhruf, 63; 47/Muhammed, 33; 48/Feth, 17; 49/Hucurât,14; 58/Mucâdele,13; 64/Teğâbun,13; 69/Haakka,10; 71/Nûh, 3.
Bu emirlere uyma, sünnetin hükümlerine boyun eğme ile olur. O halde Allah'a (c.c.) ve Peygambere (s.a.s.) itaati emreden, Peygamberin verdiği hükümlere boyun eğmeyi gerektiren bu ayetlerin günümüzdeki mânâsı: Bir mesele ile karşılaşıldığında, meseleyi Allah'a ve Rasûlüne havâle etmek, Alah'ın kitabı Kur'ân'a, Rasûlullah'ın sünnetine başvurmak demektir.
Ahmed Kalkan
[email protected]
Dinin iki temel kaynağından biri Kitab, diğeri Sünnet’tir. Sapık sayılanlar dışındaki bütün İslâm mezhepleri dinin iki temel kaynağının Kur'ân ve Sünnet olduğu görüşünde ittifak halindedir. Dinin teorik kaynağı Kur’an, pratik kaynağı da Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Kur’an’la Peygamberimizin sünnetini birbirinden ayırmaya kalkmak, dinin sadece teori sistemi halinde kalıp hayata yansımasına engel olmak demektir. Kur’an’la sünnet, insan açısından etle kemik gibidir. Sünnete karşı tavır, Kur’an’ın hayata geçirilmesine karşı olmak demektir. Sünnet, Kur’an’ın öz kardeşidir. Sünnet, şer'î hükümleri beyan bakımından Kitab’ın/Kur'an'ın yardımcısıdır. Peygamberimiz Kur’an’ı en güzel şekilde hayata dönüştüren örnek şahsiyettir, canlı vahiydir. O, yok sayıldığı zaman, vahyin hayata yansıması, her şahsın kendi anlayışına göre olacağından, dinde anarşi ve kaos ortaya çıkacaktır. Peygamberin sünneti devreden çıkınca, Kur’an’ın doğru anlaşılması ve hayata doğru şekilde geçirilmesi nasıl gerçekleşir? İster istemez, bu boşluk doldurulacak; sünnet görevi üstlenmeye kalkan anlayışlar ve peygamberlik/örneklik görevi yapmaya kalkan insanlar ortaya çıkacaktır. Gerçeğini reddedince sahtelerine davetiye çıkarılacaktır. Sünneti reddeden zihniyet, kendi anlayış ve pratiğini sünnet yerine koymaya kalkacak; bilinçli veya bilinçsiz, hevâsını sünnetleştirecek, kendini de önder ve örnek olarak sunmuş olacaktır.
İlk devirden başlayarak müslümanlar, hemen her konuda sünnetten yardım alarak problemlerini halletmeye çalışmıştır. Muhammed Esed'in şu sözleri, özellikle ashâbın sünnete yaklaşımını son derece açık bir şekilde ifade etmektedir: "Şüphe yoktur ki, Rasûlullah'ın emirleri arasında çok büyük önem taşıyanları olduğu gibi, önemi az olanları da vardır. Daha önemli olanı, az önemli olandan önce yerine getirmek de vazifelerimiz cümlesindendir. Fakat bize, esasla ilgili değil gibi göründüğü iddiasıyla, hiçbir emri terk etmeye hakkımız yoktur." (Esed, Yolların Ayrıliş Noktasında İslâm, s. 112). Süyûtî’nin dediği gibi; sünnetler Nuh'un gemisidir: Kim ona binerse kurtulur, kim de ondan geri kalırsa boğulur!
Sünnet, Allah Rasûlü'nün, ümmetine örnek olmak üzere ortaya koyduğu uygulama, dini doğru anlama ve yaşamada örnek alınacak davranışlar bütünüdür. Sünnet, Kur'an'ın yaşanmış en doğru tefsiri, İslâm'ın pratik ve örnek tatbikidir. Peygamberimiz tefsir olunmuş canlı bir Kur'an’dı, yaşayan bir İslâm’dı. Hz. Âişe (r.a.) anamızın meşhur sözünü hatırlayalım. Ona Hz. Peygamber'in ahlâkından sorulunca şöyle cevap vermişti: "O'nun ahlâkı Kur'an'dı." (Müslim, Müsâfirûn 139; Ebû Dâvud, Salât 316; Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 2; Ahmed bin Hanbel, Müsned, VI/54, 111). Kur'an ve sünnet bir bütünlük arzetmektedir. Sünnet bir taraftan delil olma özelliğini Kur'an'ın onayından almakta, öbür taraftan da Kur'an'ın beyânı, onun açılımı, fiilî hayata geçirilişi olmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’de Peygamberlerin Konumu
Kur'ân-ı Kerim'de "nebî" kelimesi, tekil ve çoğul olarak 75 defa, "nübüvvet" 5 defa geçer. Bu sayı, aynı kökten fiillerle toplam 160'a çıkar. "Rasül" ve "mürsel" kelimeleri ise Kur'an'da toplam 383 yerde kullanılır. Buna aynı kökten fiiller de eklenince bu sayı 513'e yükselir.
Peygamberler, insanları cennet ve Allah’ın nimetleriyle müjdelemek, cehennem ve Allah’ın azabıyla korkutmak için gönderilmişlerdir (5/Mâide, 19; 7/A’râf, 184, 188; 11/Hûd, 2, 12; 4/Nisâ, 165). En güzel biçimde yaratılan insan (95/Tîn, 4), irâde sahibidir. Tüm davranışlarından mes'uldür. Allah’ın verdiği nimetlere karşı şükretmek ve O’na ibadet etmekle yükümlüdür. İnsan, tek başına, nasıl şükredileceğini, nasıl kulluk yapılması gerektiğini bilemez; bu görevlerini yerine getirme noktasında birçok engelle ve zorluklarla karşılaşır. O yüzden insanın bir mürşide, rehber ve kılavuza ihtiyacı vardır. İşte bu mürşid ve rehber, peygamberdir (5/Mâide, 16).
İnsanlar arasından seçilmiş rasûllerin görevleri, diğer elçilerden farklıdır. Şu âyet onların işlevini en güzel bir şekilde açıklamaktadır: “Nitekim, kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi tezkiye eden (temizleyen), size Kitabı ve hikmeti öğreten ve size bilmediklerinizi öğreten rasûller gönderdik.” (2/Bakara, 151). Rasûller, açık deliller ile gelirler. Yanlarında İlâhî adâletin ölçüsü vardır. Kitab'ı ve onunla gelen gerçekleri mü’minlere öğretirler. Gücün, kuvvetin ve malın nasıl kullanılacağını bildirirler. Allah (c.c.), bu anlamda insanlardan kimin peygambere tâbî olup ona yardım edeceğini, kimin onun dâvetine uyup uymayacağını imtihan etmektedir (57/Hadid, 25).
Mü’minler, peygamberlerin tümüne iman ederler. Peygamberlere itaat etmek Allah’a itaat etmektir (4/Nisâ, 59, 64). Peygamberler bir şeye hüküm verdikleri zaman mü’minler "işittik ve itaat ettik" derler. Son Peygamber’e iman eden mü’minler, O’nun herhangi bir konuda verdiği hükme itirazda bulunmazlar ve O’nun verdiği hükme teslimiyetle rızâ gösterirler (24/Nûr, 51; 33/Ahzâb, 36).
Mü’minler, Allah’ı sevdikleri için son Peygamber’e uyarlar, onu tâkip ederler (3/Âl-i İmrân, 31). Peygamberler, insanlar için seçilmiş en güzel örneklerdir (33/Ahzâb, 21). Mü’minler, Peygamber’in getirdiği her şeyi almak, yasakladığı her şeyden de kaçmak zorundadırlar (59/Haşr, 7). Son peygamber olan Hz. Muhammed (s.a.s.), mü’minleri sever, onların üzerine titrer, sıkıntıya düşmelerinden dolayı üzülür (9/Tevbe, 128). Bütün peygamberler rahmet; Son Peygamber de âlemlere rahmettir (21/Enbiyâ, 107).
Kur’an’ın Peygamberimiz’e yüklediği görevlerden biri vahyi/mesajı okuma ve beyan/açıklamadır “Ve Biz sana da bu Kitabı indirdik ki, kendilerine indirdiğimiz mesajı onlar(ın anlaması, yaşaması) için beyan edesin ve onlar da böylece belki düşünürler.” (16/Nahl, 44). Peygamberimiz, beyan görevini ya eyleme dönüştürülerek açıklanması gereken mesajları eylemle açıklamak veya eylemi desteklemek amacıyla veya farklı konularda söylemle açıklayarak eksiksiz yerine getirmiştir.
Bazı insanlar, Kur’an’cılık/mealcilik yaparak Kur’an adına sünneti reddetmeye kalkmışlardır. Bu tavır, öncelikle Kur’an’ın reddettiği bir tavırdır. Son Rasûl de diğer şerefli elçiler gibi, yalnızca mektup getiren postacı benzeri, yani sadece mesajı (vahyi) getirip haber veren kimse değildir. O, vahyi getirip haber verir, onu tebliğ etmek için çaba sarf eder ve o vahyi bizzat uygular. Daha doğrusu vahyin hedefini bizzat yaşayarak gösterir. Mü’minler O’na bakarak müslümanlığı nasıl yaşayacaklarını ve Allah’ın kendilerinden ne istediğini öğrenirler.
Sünnet nedir? Bu konuda da ifrat ve tefrit olarak iki aşırı yaklaşım sözkonusudur. Peygamberimizin her davranışının sünnet olduğunu savunmak veya sünnet denilince birkaç davranış ve şekilsel özelliği anlamak, ya da daha ileri giderek sünneti dışlamak. Peygamberimiz, kendisinin her davranışının sünnet sayılmaması gerektiği ile ilgili açıklamalar yapma ihtiyacını duymuştur (Bu konuyla ilgili bkz. Müslim, Edâhî 35/5; Ebû Dâvud, Salât 90, Hacc 50; İbn Mâce, Hacc 81 vb.). Peygamberimiz de bizim gibi bir insandı. Onun da beşer olarak, Arap toplumunun miladî 7. asırda yaşayan bir ferdi olarak yediği, giydiği ve yaşadığı bazı şeyler vardı ki, bunlar dinî bir amaçla yapılmamıştı. Meselâ Peygamberimiz sıcak iklimde yaşayan bir kimse olarak kavminin diğer insanları gibi hiç çorap giymemiştir. Çorap giymemek sünnet olarak kabul edilemez. Bir eş olarak hanımlarının bazı tavırlarına gücendiği için, bir kimsenin eşine gücenmesi sünnet olarak değerlendirilemez.
Sünnetin vahiyle ilişkisini belirlemek gerekirse, sünnetin ya vahiy kaynaklı olduğu yahut da vahiy yoluyla kontrol edildiği ve gerektiğinde düzeltildiği rahatlıkla ifade edilebilecektir. Yani Hz. Peygamber'in, mânâsını Allah'tan aldığı sünneti dışında, sosyal olaylar karşısındaki kendi ictihadlarını da "vahyin kontrolü" şemsiyesi altında mütâlaa etmek gerekmektedir. Çünkü kıyâmete kadar devam edecek bir dinde, isâbetli olmayan ictihadların yerleşebileceğini izah etmek aklen mümkün değildir. Nitekim Hz. Peygamber'in yanıldığı bazı ictihadlarının Kur’an’la tashih edilmiş olması da O'nun bütün söz ve davranışlarının denetlendiğini göstermektedir. Bu durumda nasıl ki, Hz. Peygamber'in huzurunda yapıldığında O'nun ses çıkarmadığı davranışlar "takrîrî sünnet" adıyla sünnet kapsamına girmektedir; aynen O'nun Allah (c.c.) tarafından onaylanan sünnetini de "takrîrî vahiy" olarak görmek mümkündür. Hz. Peygamber, bütün adımlarını vahye göre atan bir robot olmaktan çok, yanlış bir adım attığında vahiyle düzeltilen bir "beşer" olarak değerlendirmek en sağlıklı yol görünmektedir.
Sünnet Karşıtlığı
Teşrî (yasama) kaynağı olarak sünnetin kaynak olamayacağı ve sünnete ihtiyaç olmayıp Kur'ân'ın yeterli olabileceği tezi bazı çevrelerce savunulur. Tarih boyunca kısmen Hâricîler, ve Mûtezile sünneti delil kabul etmeyen anlayışı başlattı. Sonra müsteşrıklar (oryantalistler), onların etkisinde kalan modernistler sünnetin bağlayıcı olmayacağını ileri sürmeye başladılar. Samimi müslüman olduklarına hüsn-i zan ettiğimiz bazı kesimler de hadis rivâyetleri arasına sızdırılmış bazı uydurma ve zayıf hadislerden yola çıkarak sünnet konusunda tereddüt içinde ve onu reddetmeye meyilli tavırlar sergileyebilmektedirler. Bunlar, öncelikle “hadis diye rivâyet edilen” ve hatta “hadis” ile “sünnet”i karıştırmaktadırlar.
Şu bir gerçektir ki, sünnet, bireylerin ve toplumların hayatındaki müşterekliği sağlamada temel işlev görmektedir. Bir toplumu güçsüz bırakmanın ve yıkmanın başta gelen yolu, onun müşterek değerlerini ve hayat tarzını yok etmekten geçer. Bu sebeple, oryantalistler önce müslümanları sünnet hakkında şüpheye düşürmeyi, sonra da onu ortadan kaldırarak İslam toplumlarının tevhîdî birlik ve beraberliğini yok etmeyi hedef almışlar ve üzülerek belirtelim ki bunda da azımsanamayacak derecede başarı elde etmişlerdir.
Sünneti reddedenlere karşı çıkan genel yaklaşım, aynı tavrı sünneti birkaç şekilsel özelliğe indirgeyen anlayışa maalesef göstermemiştir. Takvâ sahibi kabul edilenlerin sünnet adına savunup diğer insanları dâvet ettikleri şeyler iki elin parmağını geçmeyecek şeylerdir ve din açısından da özü, Kur’an’ın hayata geçirilmesi cinsinden olmayan tâlî (sünnet olup olmadığı tartışılabilecek olan Kur’an’ın önemsemediği) şeylerdir. Sünnet diye çoğu insanın ısrarla yapıp başkalarına tavsiye ettiği şeyler: Yemeğe tuzla başlamak, yedikleri şeyleri tek sayıya uygun düşürmek, sakal, sarık, çarşaf, bazı nâfile namazlar ve ilâve edilebilecek bunlara benzer bir-iki şeydir; ha bir de erkek çocukların küçük yaşta hıtan denilen operasyon yani sünnet etmek ve yemek tabaklarını sıyırmak yani yemekleri sünnetlemek. Halk açısından sünnet denilince akla gelen ya sünnet düğünüdür, ya yemekleri sünnetlemek veya farz namazların öncesinde veya sonrasındaki sünnet namazlar, bir de (belki) sakal. Kur’an’ın hayata hâkim kılınması için gayretler, putlarla ve putçularla cihad, İslâmî devlet oluşturma çabaları, Kur’an hükümlerinin topluma hâkim kılınması için nebevî tavırlar, Kur’an’ın şirke karşı nasıl tavır alınması gerektiğine ilişkin emirlerinin hayata geçirilmesi, toplumun hayra doğru değiştirilip dönüştürülmesi gibi hususlar hiç de “sünnet” kavramı içinde değerlendirilmez ve insanlar bunlara dâvet edilmez. Hâlbuki sünnet, Peygamberimizin ahlâkî, amelî, şahsî, siyasal ve sosyal davranışlarının tümünü kapsar. Peygamberimizin sîreti, hayatın her safhasını içerir. Bütün hayata şâmildir. Hz. Peygamber'in din olarak ortaya koyduğu her şey demek olan Sünnet, Allah ve Rasûlü'nün belirledikleridir. Sünnet anlayışının, hayatı bir bütün olarak kucaklaması gerekir. Dolayısıyla ''sünnet" kavramı: "Rasûl-i Ekrem'in davranış ve sözleriyle ortaya koyduğu örnek/model" diye en geniş mânâsıyla kullanılmalıdır.
Kur’ân-ı Kerim’de Sünnetin Önemi
Çeşitli türevleriyle 21 yerde geçen “sünnet” kelimesi dışında, Kur’an daha çok Peygamberimiz’den bahseden âyetlerde “Peygamber sünneti” konusunda bilgi ve emirler verir. Kur’an’ın Peygamberimizin sünneti konusundaki yaklaşımını, sünnetin tanımı ve önemiyle ilgili âyetleri kısaca görelim:
Sünnet, her şeyden önce Kur’an’ın beyanıdır, tebliğdir, teybîndir, açıklamadır. Hz. Peygamber’in görevi, İlâhî mesajı eksiksiz iletme/tebliğdir. “De ki: ‘Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber’in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, hidâyeti/doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber’e düşen, sadece açık açık tebliğdir.” (24/Nûr, 54); “Eğer yüz çevirirlerse Biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen yalnız tebliğdir/duyurmaktır…” (42/Şûrâ, 48)
Sünnet, insanları bilinç, duygu ve eylem düzeyinde arındırma (tezkiye) görevi yapar: "Kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitab'ı ve hikmeti getirip size bilmediklerinizi öğreten bir Rasül gönderdik." (2/Bakara, 151); "İçlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü'minlere büyük bir lütufta bulunmuştur." (3/Âl-i İmrân, 164)
Sünnet, Peygamber’in insanlara mesajı yaşayarak ta’lîmi/öğretmeyi içerir (2/Bakara, 151; 3/Âl-i İmrân, 164). Peygamber’in sünneti olmadan abdesti, namazı, haccı, zekâtı, orucu ve diğer ibâdetleri kim ve nasıl öğretecektir? Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Kur'ân'ı söz ve davranışlarıyla, yani sünnetiyle açıklama görevinden bahseden âyetlere iki örnek verelim:"Sana da bu zikri (Kur'ân'ı) indirdik ki, kendilerine indirilenleri insanlara açıklayasın, ta ki düşünüp öğüt alsınlar." (16/Nahl, 44); "Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı)indirdik ki, hakkında ihtilâfa düştükleri şeyi açıklaman ve iman eden bir toplum için (o kitap) yol gösterici ve rahmet olsun." (16/Nahl, 64)
Sünnet, Peygamber’e din konusunda itaat etmektir. Hz. Peygambere itaati emreden çok sayıda âyet vardır. Birkaçının mealini görelim:
"Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azâbı şiddetlidir." (59/Haşr, 7)
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir. De ki: Allah'a ve Peygambere itaat edin! Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki muhakkak Allah, kâfirleri sevmez." (3/Âl-i İmrân, 31-32)
"Kim Rasûl’e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur." (4/Nisâ, 80)
"Biz hiçbir peygamberi, Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir maksatla göndermedik." (4/Nisâ, 64)
"Allah'a ve Peygambere itaat edin ki size de merhamet edilsin." (3/Âl-i İmrân, 132)
Bunların dışında, Allah'a ve Rasûlüne itaatin zikredildiği âyetlerin sûre ve numaralarını vermekle yetinelim: 3/Âl-i İmrân, 172; 4/Nisâ, 13, 59, 60; 5/Mâide, 92; 7/A'râf, 157; 8/Enfâl, 1, 20, 24, 27, 46; 9/Tevbe, 3, 71, 94, 99, 105, 120; 24/Nûr, 48, 50, 54, 56; 26/Şuarâ, 108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179; 33/Ahzâb, 33, 66, 71; 43/Zuhruf, 63; 47/Muhammed, 33; 48/Feth, 17; 49/Hucurât,14; 58/Mucâdele,13; 64/Teğâbun,13; 69/Haakka,10; 71/Nûh, 3.
Bu emirlere uyma, sünnetin hükümlerine boyun eğme ile olur. O halde Allah'a (c.c.) ve Peygambere (s.a.s.) itaati emreden, Peygamberin verdiği hükümlere boyun eğmeyi gerektiren bu ayetlerin günümüzdeki mânâsı: Bir mesele ile karşılaşıldığında, meseleyi Allah'a ve Rasûlüne havâle etmek, Alah'ın kitabı Kur'ân'a, Rasûlullah'ın sünnetine başvurmak demektir.