oksijenli su
New member
- Katılım
- 25 Tem 2005
- Mesajlar
- 29
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 55
KULLUK...
Allah'ın (c.c.) her bir kulu, Allah'ın (c.c.) sayısız ve muhtelif (birbirine karşıt) bir ismin kuludur. Her bir kul, kendi kulu olduğu bu isim yönünden Allah’a tapmış olur.
“Herkesin yüzünü kendisine döndürmüş olduğu bir yönü vardır...” (Bakara 2,148)
Allah cehennem ehlinden bile kullarım diye bahseder, şeytan dahî kuldur. Kulluk nuktayı nazarından bakıldığında, ateistler bile kullukta çoğumuzu geçer.
Şeytânın veyâ EbU cehl’in kulluğunu nasıl olduğunu îzâh edersek konu herhalde anlaşılmaya başlanır.
Şeytân-ı lâin, Allah’ın (c.c.) mudıll (dâlalete düşüren Allah) isminin kuludur. Veyâ Ebû cehl, Allah’ın (c.c.) müzill (zillete düşüren allah) isminin kuludur. Allah’ın Zât’ına karşı gelse de Zillete düşüren Allah’ın yolunda dosdoğru ilerler. Müzill olan Allah’a kulluk etmenin îcâbı, râhmânın peygamberlerine karşı gelmek, onlarla savaşmak ve Allah’ın (c.c.) varlığıyla yine Allah’a ortak koşmaktır. Ve sonuçta, Müzill olan Allah’a (c.c) kulluk eden, zillete düşürülür ve alçaltılarak cehenneme atılır.
Müşriklerin veyâ münafıkların ve de tüm mahkûkâtın kulluktan çıkamayışları, Allah’ın (c.c.) şânının bir iktizâsıdır. Kulların bir üstünlüğü değil. Hiçbir Münâfık ve hiçbir müşrîk, Allah’ı (c.c.) acze düşüremez ve O’nu kendi çapında övmekten ve tesbîh etmektende içtinâb edemez, bu biline...
“...Onu hamd ile tesbîh etmeyen yoktur. Velâkin siz onların tesbîhlerini iyi anlamazsınız!...” (İsrâ 17,44)
“Hiçbir, hayât sâhibi yoktur ki, Hakk onun nâsıyesinden (alnından) tutmuş olmasın...” (Hûd 11,56)
Velâkin Allah kullarının küfrüne râzı olmaz.
“...O (Hakk Teâlâ ) ibâdının (kullarının) küfrüne râzı olmaz...” (Zümer 39,7)
Peygamberlerin insânlığa da’veti, kul olmayanları kulluğa da’vet değildir. Rahmân olan Allah’ın (c.c.) Peygamberlerinin da’veti, kul olmayanları kulluğa da’vet değil, cabbâr olan veyâ kahhâr olan veyâ müzill olan Allah’a kulluktan, rahmân olan, selâm olan, hâdi olan Allah’a kul olmaya da’vettir. Ve peygamberlerin gösterdiği yolun kurallarına göre kul olmak cennetin anahtarıdır, ma’lum...
“Herkesin yüzünü kendisine döndürmüş olduğu bir yönü vardır. (Ey mü’minler) Siz hayır işlerinde yarışın. nerede olursanız olun nihâyet Allah hepinizi bir araya getirir. Allah herşeye kâdirdir.” (Bakara 2,148)
“...(İbrâhim Ben her dînden geçip sâdece Hakk’a eğilerek, yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (En’âm 6,79)
Vahdet-i vücûd bâbındaki i'tirâzına gelince, okuyucu arkadaşların tahammülünü zorlamamak için çok kısa tutarak özetleyeceğim. Daha sonra istediğin yerden konuyu açabiliriz.
İlk başta şu temel hakikatin anlaşılması lâzım ki yaratan ile yaratılan hangi ma’nada aynı, hangi ma’nâ da da aynı değildir... Bilinmesi gerekir ki, Allah (c.c.), Zât’ı ile âlemlerden, âlemlerdeki her bir ferdden münezzehtir, fakat isim ve sıfatlarının zâhir olması (açığa çıkması) cihetiyle âlemlerin aynıdır. Niye aynıdır, çünkü varlık biz mahlûkatta bir emânet ve âriyettir. Varlığın asıl sâhibi ise Allah’tır (c.c.).
Varlık, ister hayâlî (gelip geçici), ister izâfî (i’tibârî) olsun, yokuğu inkâr edilemeyecek kadar bedîhidir, açıktır. Yokluğu inkâr edilemeyecek olan varlığı, ya’ni âlemleri bir mahlûk olarak görüp, Allah’ı bu sonsuz olan mahlûk’un (âlemlerin) sınırları dışına atmak, mutlak varlık sâhibi Allah’ı (c.c.) kayıt altına almak ve O’nu sınırlandırmak (mahdut kılmak) olmaz mı Böyle bir anlayış Allah’ın şânına yakışır, islâma uygun olur mu?
Tekrâr ediyorum ki anlaşılsın, belli bir tabîatı ve sınırları belirli (mahdut) bir varlığı olan her mahlûktan, ya’ni küçük veyâ büyük her ferdden, Allah (c.c.) Zât’ı ile, Zât’ındaki vasıfları ile münezzehtir, Dikkat edelim varlığı ile değil. Çünkü varlığın veyâ kuvvetin bütünü Allah’a (c.c.) âiddir. Bizler, vâr olduğumuzdan dolayı, Onun zâtına asla ortak olmasakta, varlığına iştirâk ederiz. Bu gerçeğin bir netîcesi olarak, Allah (c.c.), Halkı ile öldürür, halkı ile diriltir, halkı ile intikam alır, halkı ile rızık verir, halkı ile ağlatır ve güldürür. Ve Allah âlemler vâsıtasıyla isim ve sıfatlarını açığa çıkarır, zâhir olur. Ve âlemlerden yine Zât’ı ile bâtındır.
Bir temel bilgiyi daha söylemem lâzım gelir ki, varlık, hiç yoktan yaratılmış bir mahlûk değildir. Varlığın aldığı formlar, bizce değerlendirilebilen ve görünüre gelen şekilleri bir mahlûktur ve sonradan yaratılmıştır ve bozulacaktır ya’ni bir sonu olacaktır ama varlık, aslı i’tibâriyle bir mahlûk değildir ve sonradan yaratılmamıştır.
Meselâ atmosferde, bulutun, yağmurun veyâ karın oluşmasını ele alalım. Bulutun oluşması ve bizim için görünür hâle gelmesi, belirli bir vakitle mukayyettir ya’nî sonradan meydana gelmiştir ve illâ ki bozulacaktır. Fakat bulutun yağmurun veyâ karın bu durumu onların hiç yoktan yaratılan bir mahlûk olduğunu göstermez. Bize göre belki yoktan yaratıldılar ama zâten atmosferde su buharı şeklinde mevcûttular.
Dolayısıyla, âlemlerin varlığı,, zâhir olmadan önce ne bir madde ne bir mekân ne de bir zamân yaratılmadan önce dahî Allah’ın mutlak varlığına dâhildi...
Allah'ın (c.c.) her bir kulu, Allah'ın (c.c.) sayısız ve muhtelif (birbirine karşıt) bir ismin kuludur. Her bir kul, kendi kulu olduğu bu isim yönünden Allah’a tapmış olur.
“Herkesin yüzünü kendisine döndürmüş olduğu bir yönü vardır...” (Bakara 2,148)
Allah cehennem ehlinden bile kullarım diye bahseder, şeytan dahî kuldur. Kulluk nuktayı nazarından bakıldığında, ateistler bile kullukta çoğumuzu geçer.
Şeytânın veyâ EbU cehl’in kulluğunu nasıl olduğunu îzâh edersek konu herhalde anlaşılmaya başlanır.
Şeytân-ı lâin, Allah’ın (c.c.) mudıll (dâlalete düşüren Allah) isminin kuludur. Veyâ Ebû cehl, Allah’ın (c.c.) müzill (zillete düşüren allah) isminin kuludur. Allah’ın Zât’ına karşı gelse de Zillete düşüren Allah’ın yolunda dosdoğru ilerler. Müzill olan Allah’a kulluk etmenin îcâbı, râhmânın peygamberlerine karşı gelmek, onlarla savaşmak ve Allah’ın (c.c.) varlığıyla yine Allah’a ortak koşmaktır. Ve sonuçta, Müzill olan Allah’a (c.c) kulluk eden, zillete düşürülür ve alçaltılarak cehenneme atılır.
Müşriklerin veyâ münafıkların ve de tüm mahkûkâtın kulluktan çıkamayışları, Allah’ın (c.c.) şânının bir iktizâsıdır. Kulların bir üstünlüğü değil. Hiçbir Münâfık ve hiçbir müşrîk, Allah’ı (c.c.) acze düşüremez ve O’nu kendi çapında övmekten ve tesbîh etmektende içtinâb edemez, bu biline...
“...Onu hamd ile tesbîh etmeyen yoktur. Velâkin siz onların tesbîhlerini iyi anlamazsınız!...” (İsrâ 17,44)
“Hiçbir, hayât sâhibi yoktur ki, Hakk onun nâsıyesinden (alnından) tutmuş olmasın...” (Hûd 11,56)
Velâkin Allah kullarının küfrüne râzı olmaz.
“...O (Hakk Teâlâ ) ibâdının (kullarının) küfrüne râzı olmaz...” (Zümer 39,7)
Peygamberlerin insânlığa da’veti, kul olmayanları kulluğa da’vet değildir. Rahmân olan Allah’ın (c.c.) Peygamberlerinin da’veti, kul olmayanları kulluğa da’vet değil, cabbâr olan veyâ kahhâr olan veyâ müzill olan Allah’a kulluktan, rahmân olan, selâm olan, hâdi olan Allah’a kul olmaya da’vettir. Ve peygamberlerin gösterdiği yolun kurallarına göre kul olmak cennetin anahtarıdır, ma’lum...
“Herkesin yüzünü kendisine döndürmüş olduğu bir yönü vardır. (Ey mü’minler) Siz hayır işlerinde yarışın. nerede olursanız olun nihâyet Allah hepinizi bir araya getirir. Allah herşeye kâdirdir.” (Bakara 2,148)
“...(İbrâhim Ben her dînden geçip sâdece Hakk’a eğilerek, yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (En’âm 6,79)
Vahdet-i vücûd bâbındaki i'tirâzına gelince, okuyucu arkadaşların tahammülünü zorlamamak için çok kısa tutarak özetleyeceğim. Daha sonra istediğin yerden konuyu açabiliriz.
İlk başta şu temel hakikatin anlaşılması lâzım ki yaratan ile yaratılan hangi ma’nada aynı, hangi ma’nâ da da aynı değildir... Bilinmesi gerekir ki, Allah (c.c.), Zât’ı ile âlemlerden, âlemlerdeki her bir ferdden münezzehtir, fakat isim ve sıfatlarının zâhir olması (açığa çıkması) cihetiyle âlemlerin aynıdır. Niye aynıdır, çünkü varlık biz mahlûkatta bir emânet ve âriyettir. Varlığın asıl sâhibi ise Allah’tır (c.c.).
Varlık, ister hayâlî (gelip geçici), ister izâfî (i’tibârî) olsun, yokuğu inkâr edilemeyecek kadar bedîhidir, açıktır. Yokluğu inkâr edilemeyecek olan varlığı, ya’ni âlemleri bir mahlûk olarak görüp, Allah’ı bu sonsuz olan mahlûk’un (âlemlerin) sınırları dışına atmak, mutlak varlık sâhibi Allah’ı (c.c.) kayıt altına almak ve O’nu sınırlandırmak (mahdut kılmak) olmaz mı Böyle bir anlayış Allah’ın şânına yakışır, islâma uygun olur mu?
Tekrâr ediyorum ki anlaşılsın, belli bir tabîatı ve sınırları belirli (mahdut) bir varlığı olan her mahlûktan, ya’ni küçük veyâ büyük her ferdden, Allah (c.c.) Zât’ı ile, Zât’ındaki vasıfları ile münezzehtir, Dikkat edelim varlığı ile değil. Çünkü varlığın veyâ kuvvetin bütünü Allah’a (c.c.) âiddir. Bizler, vâr olduğumuzdan dolayı, Onun zâtına asla ortak olmasakta, varlığına iştirâk ederiz. Bu gerçeğin bir netîcesi olarak, Allah (c.c.), Halkı ile öldürür, halkı ile diriltir, halkı ile intikam alır, halkı ile rızık verir, halkı ile ağlatır ve güldürür. Ve Allah âlemler vâsıtasıyla isim ve sıfatlarını açığa çıkarır, zâhir olur. Ve âlemlerden yine Zât’ı ile bâtındır.
Bir temel bilgiyi daha söylemem lâzım gelir ki, varlık, hiç yoktan yaratılmış bir mahlûk değildir. Varlığın aldığı formlar, bizce değerlendirilebilen ve görünüre gelen şekilleri bir mahlûktur ve sonradan yaratılmıştır ve bozulacaktır ya’ni bir sonu olacaktır ama varlık, aslı i’tibâriyle bir mahlûk değildir ve sonradan yaratılmamıştır.
Meselâ atmosferde, bulutun, yağmurun veyâ karın oluşmasını ele alalım. Bulutun oluşması ve bizim için görünür hâle gelmesi, belirli bir vakitle mukayyettir ya’nî sonradan meydana gelmiştir ve illâ ki bozulacaktır. Fakat bulutun yağmurun veyâ karın bu durumu onların hiç yoktan yaratılan bir mahlûk olduğunu göstermez. Bize göre belki yoktan yaratıldılar ama zâten atmosferde su buharı şeklinde mevcûttular.
Dolayısıyla, âlemlerin varlığı,, zâhir olmadan önce ne bir madde ne bir mekân ne de bir zamân yaratılmadan önce dahî Allah’ın mutlak varlığına dâhildi...