Milyarlarca senedir işleyen evrendeki kusursuz düzen, herşeyi yaratan Rabbimiz’in eseridir, O'nun emriyle ve O'nun belirlediği bir zamanda yine görkemli bir şekilde son bulacaktır. 20. yüzyıldaki bilimsel gelişmeler de asırlar öncesinden Kuran’da bildirilen bu gerçeği teyit etmekte, evrenin bir başlangıcı olduğunu ortaya koymaktadır. Tüm insanlar ve canlılar gibi evrenin de bir ölümü vardır.
Kainatın, mikroorganizmalardan insanlara kadar içindeki tüm canlılar, yıldızlar ve galaksilerle birlikte ortadan kaldırılacağı zaman, ayetlerde "saat" olarak ifade edilir. Bu "saat" Kuran'da "kıyamet vakti" anlamında kullanılan belirli ve özel bir saattir.
Kuran'da "kıyamet saati"nin geleceği haberinin yanı sıra, o zaman yaşanacak olaylar da tüm aşamalarıyla tasvir edilmiştir: "Gök yarılıp-parçalandığı zaman" (Hakka Suresi, 16), "Denizler tutuşturulduğu zaman" (Tekvir Suresi, 6), "Dağlar kökünden sökülüp savrulduğu zaman" (Mürselat Suresi, 10), "Güneş köreltildiği zaman" (Tekvir Suresi, 1)…
İnsanların bu olağanüstü durum karşısındaki korkuları, panikleri ve şaşkınlıkları da ayetlerde detaylı olarak anlatılmış, kaçacak veya saklanacak herhangi bir yer bulamayacakları, hiç kimsenin onları bu azaptan koruyamayacağı bildirilmiştir. Kainatın sonunun nasıl olacağının tarih boyunca hep merak uyandırdığı Kuran ayetlerinden anlaşılmaktadır. Ayetlerde bildirildiğine göre, insanlar Peygamberimiz (sav)'e kıyamet saatinin ne zaman geleceğini sormuşlardır:
“Saatin (kıyametin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar.” (Araf Suresi, 187)
Rabbimiz, Peygamberimiz (sav)'e bu soruya "Onun ilmi yalnızca Rabbimin Katındadır." (Araf Suresi, 187) şeklinde cevap vermesini emretmiş, böylece kıyametin zamanını sadece Kendisi’nin bildiğini haber vermiştir. Kuran'da kıyametin ne zaman kopacağı ile ilgili bir tarih bildirilmez, ancak kıyamet öncesinde ortaya çıkacak alametler haber verilir. Bir ayette kıyametin birçok işaretinin bulunduğu şöyle bildirilir:
"Artık onlar, kıyamet-saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar? İşte onun işaretleri gelmiştir…" (Muhammed Suresi, 18)
Bu "büyük haber"in işaretlerini anlamak için yapmamız gereken, kıyamet alametleri ve kıyamet günü ile ilgili Kuran ayetleri ve Peygamber Efendimiz (sav)’in hadisleri üzerinde dikkatle düşünmektir. Aksi takdirde, ayette bildirildiği gibi, kıyamet anı geldikten sonra düşünmenin bir faydası olmayacaktır. Peygamberimiz (sav) hadislerinde hem kıyamet işaretlerini haber vermiş, hem de kıyametin hemen öncesindeki dönem ile ilgili detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Kıyamet alametlerinin ortaya çıkacağı bu devir “Ahir Zaman”dır.
Ahir zamanın ilk safhası dünyanın maddi ve manevi sorunlarla dolu olduğu bir dönemdir; bunun ardından gelecek ikinci devre ise "Altınçağ" olarak adlandırılan, Kuran ahlakının yeryüzünde hakim olacağı ve her alanda üstün bir refahın yaşanacağı bir çağdır. Altınçağ'ın sona ermesinin ardından dünya çok hızlı bir sosyal çöküş içine girecek ve ardından kıyamet saati gelecektir. En doğrusunu Allah bilir.
Kıyamet alametleri ayet ve hadisler doğrultusunda incelendiğinde, bu işaretlerin birbiri ardınca, birebir tasvir edildiği şekilde, içinde yaşadığımız çağda ortaya çıkmaya başladığı anlaşılmaktadır.
On dört asır öncesinden bildirilen alametlerin çıkışı, inananların Allah'a olan iman ve bağlılıklarını artıran son derece büyük olaylardır. Ancak öncelikle belirtmek gerekir ki, herşeyin en doğrusunu Allah bilir. Her konuda olduğu gibi kıyamet hakkında da O'nun bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Kesin olarak gerçekleşecek olan kıyametin vaktini sadece Allah bilmektedir.
Kıyamet Saati Yakındır
İnsanların büyük bir bölümü kıyamet günü hakkında bilgi sahibidir. Hemen herkes kıyamet saatinin dehşetinden az veya çok haberdardır. Buna rağmen, çoğu insan, kıyamet konusunda düşünmek veya konuşmak istemez. Kıyamet saati geldiğinde yaşanacak korkuyu akıllarına getirmemek için yoğun bir çaba sarf ederler. Gazetede okudukları bir afet haberinin veya bir felaketi gösteren bir filmin kendilerine kıyameti hatırlatmasına dahi tahammül edemezler. Bir kısım insanlar kıyamet saatinin gerçekleşeceğine hiçbir şekilde ihtimal vermezler; diğer bir kısmı ise kıyamet saatini bütünüyle inkar ederler:
“Hayır, onlar kıyamet-saatini yalanladılar; Biz kıyamet-saatini yalan sayanlara çılgınca yanan bir ateş hazırladık.” (Furkan Suresi, 11)
Kuran'ın kıyamet ile ilgili haberinin üzerinden 1400 sene kadar uzun süre geçtiğini, bu sürenin de bir insanın hayatına kıyasla uzun olduğunu düşünenler olabilir. Ancak burada söz konusu olan, Dünya'nın, Güneş'in, yıldızların, kısacası tüm kainatın sonudur. Evrenin milyarlarca senelik geçmişi göz önüne alındığında, on dört yüzyıllık bir zaman diliminin çok kısa olduğu kesindir.
Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi de benzer bir soruya hikmetli bir benzetme ile şöyle cevap vermiştir:
Kuran, "kıyamet yakındır" ferman ediyor. Bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına zarar vermez. Zira kıyamet dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nispeten bin veya iki bin sene, bir seneye nispetle bir iki gün veya bir iki dakika gibidir. Kıyamet saati yalnız insaniyetin eceli değil ki onun ömrüne nispet edilip uzak görülsün. (Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, 1990, s.318, İsmail Mutlu, Kıyamet Alametleri, Mutlu Yayıncılık, İstanbul, 1996, s.214
Kainatın, mikroorganizmalardan insanlara kadar içindeki tüm canlılar, yıldızlar ve galaksilerle birlikte ortadan kaldırılacağı zaman, ayetlerde "saat" olarak ifade edilir. Bu "saat" Kuran'da "kıyamet vakti" anlamında kullanılan belirli ve özel bir saattir.
Kuran'da "kıyamet saati"nin geleceği haberinin yanı sıra, o zaman yaşanacak olaylar da tüm aşamalarıyla tasvir edilmiştir: "Gök yarılıp-parçalandığı zaman" (Hakka Suresi, 16), "Denizler tutuşturulduğu zaman" (Tekvir Suresi, 6), "Dağlar kökünden sökülüp savrulduğu zaman" (Mürselat Suresi, 10), "Güneş köreltildiği zaman" (Tekvir Suresi, 1)…
İnsanların bu olağanüstü durum karşısındaki korkuları, panikleri ve şaşkınlıkları da ayetlerde detaylı olarak anlatılmış, kaçacak veya saklanacak herhangi bir yer bulamayacakları, hiç kimsenin onları bu azaptan koruyamayacağı bildirilmiştir. Kainatın sonunun nasıl olacağının tarih boyunca hep merak uyandırdığı Kuran ayetlerinden anlaşılmaktadır. Ayetlerde bildirildiğine göre, insanlar Peygamberimiz (sav)'e kıyamet saatinin ne zaman geleceğini sormuşlardır:
“Saatin (kıyametin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar.” (Araf Suresi, 187)
Rabbimiz, Peygamberimiz (sav)'e bu soruya "Onun ilmi yalnızca Rabbimin Katındadır." (Araf Suresi, 187) şeklinde cevap vermesini emretmiş, böylece kıyametin zamanını sadece Kendisi’nin bildiğini haber vermiştir. Kuran'da kıyametin ne zaman kopacağı ile ilgili bir tarih bildirilmez, ancak kıyamet öncesinde ortaya çıkacak alametler haber verilir. Bir ayette kıyametin birçok işaretinin bulunduğu şöyle bildirilir:
"Artık onlar, kıyamet-saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar? İşte onun işaretleri gelmiştir…" (Muhammed Suresi, 18)
Bu "büyük haber"in işaretlerini anlamak için yapmamız gereken, kıyamet alametleri ve kıyamet günü ile ilgili Kuran ayetleri ve Peygamber Efendimiz (sav)’in hadisleri üzerinde dikkatle düşünmektir. Aksi takdirde, ayette bildirildiği gibi, kıyamet anı geldikten sonra düşünmenin bir faydası olmayacaktır. Peygamberimiz (sav) hadislerinde hem kıyamet işaretlerini haber vermiş, hem de kıyametin hemen öncesindeki dönem ile ilgili detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Kıyamet alametlerinin ortaya çıkacağı bu devir “Ahir Zaman”dır.
Ahir zamanın ilk safhası dünyanın maddi ve manevi sorunlarla dolu olduğu bir dönemdir; bunun ardından gelecek ikinci devre ise "Altınçağ" olarak adlandırılan, Kuran ahlakının yeryüzünde hakim olacağı ve her alanda üstün bir refahın yaşanacağı bir çağdır. Altınçağ'ın sona ermesinin ardından dünya çok hızlı bir sosyal çöküş içine girecek ve ardından kıyamet saati gelecektir. En doğrusunu Allah bilir.
Kıyamet alametleri ayet ve hadisler doğrultusunda incelendiğinde, bu işaretlerin birbiri ardınca, birebir tasvir edildiği şekilde, içinde yaşadığımız çağda ortaya çıkmaya başladığı anlaşılmaktadır.
On dört asır öncesinden bildirilen alametlerin çıkışı, inananların Allah'a olan iman ve bağlılıklarını artıran son derece büyük olaylardır. Ancak öncelikle belirtmek gerekir ki, herşeyin en doğrusunu Allah bilir. Her konuda olduğu gibi kıyamet hakkında da O'nun bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Kesin olarak gerçekleşecek olan kıyametin vaktini sadece Allah bilmektedir.
Kıyamet Saati Yakındır
İnsanların büyük bir bölümü kıyamet günü hakkında bilgi sahibidir. Hemen herkes kıyamet saatinin dehşetinden az veya çok haberdardır. Buna rağmen, çoğu insan, kıyamet konusunda düşünmek veya konuşmak istemez. Kıyamet saati geldiğinde yaşanacak korkuyu akıllarına getirmemek için yoğun bir çaba sarf ederler. Gazetede okudukları bir afet haberinin veya bir felaketi gösteren bir filmin kendilerine kıyameti hatırlatmasına dahi tahammül edemezler. Bir kısım insanlar kıyamet saatinin gerçekleşeceğine hiçbir şekilde ihtimal vermezler; diğer bir kısmı ise kıyamet saatini bütünüyle inkar ederler:
“Hayır, onlar kıyamet-saatini yalanladılar; Biz kıyamet-saatini yalan sayanlara çılgınca yanan bir ateş hazırladık.” (Furkan Suresi, 11)
Kuran'ın kıyamet ile ilgili haberinin üzerinden 1400 sene kadar uzun süre geçtiğini, bu sürenin de bir insanın hayatına kıyasla uzun olduğunu düşünenler olabilir. Ancak burada söz konusu olan, Dünya'nın, Güneş'in, yıldızların, kısacası tüm kainatın sonudur. Evrenin milyarlarca senelik geçmişi göz önüne alındığında, on dört yüzyıllık bir zaman diliminin çok kısa olduğu kesindir.
Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi de benzer bir soruya hikmetli bir benzetme ile şöyle cevap vermiştir:
Kuran, "kıyamet yakındır" ferman ediyor. Bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına zarar vermez. Zira kıyamet dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nispeten bin veya iki bin sene, bir seneye nispetle bir iki gün veya bir iki dakika gibidir. Kıyamet saati yalnız insaniyetin eceli değil ki onun ömrüne nispet edilip uzak görülsün. (Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, 1990, s.318, İsmail Mutlu, Kıyamet Alametleri, Mutlu Yayıncılık, İstanbul, 1996, s.214