Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kıraat ve Kurra

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
İslâm uleması tefsir ilmine olduğu kadar kıraat ilmine de büyük ehemmiyet vermiştir. Bu hususta nice eserler kaleme alınmıştır. Kur'an'ın mânasını anlamak ve onu okumak meseleleri her asırda önde gelmiştir.
Bu maksadın gerçekleşmesi için müsesseseler kurulmuştur. Kur'an'ın muhtelif vecihlerle okunmasını öğreten müesseselere "Dâri Huffâz, Dâri Kurrâ denir. Her halde Kur'an'la kıraatla uğraşan "Dari Kurra" gibi müessese bulunduğu için olacak ki, ayrıca tefsir ile uğraşanlara "Dari Tefsir" denilmemiş de tefsir Medresede Fıkıh ile okunmuş, Hadîs ilmi okunan medreselere de "Dârül-Hadîs" denilmiş.
Bir çok vakfiyelerde "Hadîs ve tefsir ilimlerini okutmak için Darül Hadîs yaptı'' tâbiri geçer.

Kurra kelimesi kıraattandır. Kıraat, okumak ve tilavet manasınadır. Okuyana Kâri' denir, cem'i Kurra'dır. Kurra, Kur'an'ı ezberleyen hafızlar ve onu başkalarına öğretmekle tanınmış kimselerdir. Bir de "Karrâ" kelimesi vardır ki, tecvit ve tertil üzere güzel okuyan kimseye denir: Tilâvet ve tertil, kıraat manasınadır. Kur'an hakkında hepsi kullanılır.
فقرأوا ما تيسر من القرآن - واذاقرأ القرآن فاستمعوله

"Fakraû mâ Teyessera minel Kur'anı ve iza Kuriel-Kur'anu Festemiû lehu" Tilâvet, Kür'an-ı Kerim okumak manasınadır.
Tertil ise güzel, uygun ve hoş bir sada ile tane tane okumaktır. "Retl" maddesi bir şeyi inci dizisi gibi lâtif şekilde, münasip bir üslûpta muntazam kılmaktır. ( ورتل القرآن ترتيلا "Ve rettilil-Kur'ane tertilen.") İşte usulüne muvafık
surette Kur'an okuyanlara Kurra' denir. Ahdi Risalette meşhur olan Sahabei Kurra' şunlardır:

Hazreti Osman, Hazreti Ali, Übey ibni Kâ'b, Zeyd ibni Sabit, Abdullah ibni Mes'ud, Ebüd-Derda', Ebu Musa El-Eş'arî.

Sonra, "Tabiîn Devri" gelir. Bunların zamanında kıraatlar tesbite başlanmış, tefsir ve hadîs gibi Kıraat ilmi de tedvin olunmuş ve müstakil bir ilim halini almıştır. Daha sonra kıraatlar öğrenilen şahıslara nisbet olunarak onların namiyle anılmaya başlanmıştır.

Tabiînden olan meşhur Kurra' şunlardır:
Medine'de: Saîd ibni Müseyyeb, Urve, Sâlim ve Zöhri.
Mekke'de: Atâ', Mücahid, Tâvus, İkrime.
Basra'da: Âmir, Nasr bini Âsım, Yahya bini Ya'mer.
Kûfe'de: Alkame, Esved, Mesruk, Said bini Cübeyr, Şa'bî ve Nahaî.
Şam'da: Mugire bini Ebî Şihab vesaire.

Asıl meşhur Kurra' bunlardan sonra gelir:
1- Medine'de Nâfi' bini Abdur-Rahman (H. 169/M. 785), kıraati meşhurdur. Bunun râvileri Kâlûn (H. 220/M. 830), Verş (H. 197/M. 812)'dir.
2- Mekke'de Abdullah ibni Kesir (H. 120/M. 737) ve Humeyd (H. 291/M. 903) vardır.
3- Kûfe'de Hamza bini Habib (H, 156/M. 772), Ali bini Kisaî (H. 189/M. 804) ve A'meş meşhurdur.
A- Basra'da Ebu Amr ibni Alâ (M. 154/M. 770), Âsim bini Behdele (H. 128/M. 745) ve Yakup yetişmiştir.
5- Şam'da Abdullah ibni Âmir (H. 118/M. 736) gelmiştir. Ve kıraatta imam olan yedi Kurra' bunların içindendir ki onları şöyle sıralayalım:

MÜTEVATİR KIRAATLAR (YEDİ KIRAAT)

1- İbni Kesîr- Mekke.
2- Nafi' -Medine.
3- İbni Âmir -Şam. 4-Ebu Amr - Basra.
5-Hamza-Küfe.
6-Kisaî-Küfe.
7- Âsım - Küfe.

İşte mütevatir olan yedi kıraat sahipleri yedi Kurrâ' bunlardır.
Bizim kıraatimiz Hafs rivayetiyle Âsım kıraatidir. (Ebu Ömer Hafs bini Süleyman (H. 180/M. 796).
Mütevatir olan bu yedi kıraattan sonra meşhur olan üç kıraat gelir ki onlar da şu üç zata nisbet olunur:

MEŞHUR KIRAATLAR

1- Ebu Cafer Yezid Medenî (H. 132 / M. 749).
2- Yakup bini İshak (H. 205/M. 820).
3- Ebu Muhammed Halef bini Hişam (H. 229/M. 843). Yedisi mütevatir, üçü meşhur olan bu on kıraata, haberi vahid kıraat sayılan şu dördü de ilâve edelim:

HABERİ VAHİD

1- Hasan Basri (H. 110/M. 728).
2- İbni Muhaysın (H. 123/M. 740).
3- Yahya El-Yezidî (H. 202/M. 817).
4- Muhammed bini Ahmet Şenebuzî (H. 328/M. 939). İşte 14 kıraat bunlardır.
Haberi vahid dediğimiz kıraattan başka Şâz, Mevzu, Müdrec gibi kısımlar da vardır. Mevzu', Ebül-Fazl Muhammed bini Cafer'in toplamış olduğu kıraatlardır ki bunları İmamı Azam'a da nisbet eder. Darakutni bu kitabın uydurma ve İmamı Azam'a iftira olduğunu söylüyor.
Müdrec kıraat ise âyete tefsir kabilinden katılan kelimeler vardır. Bunlar tefsir kabilindendir.
Sahabeden biri, bir kelimenin mânasını izah ve tefsir için bir kelime getirir. Sonra gelen bu kelimeyi metinden sanarak okur. Böylelikle bu kabil kıraatlar ortaya çıkmış olur. Ulema bunları incelemiş, Kur'an'da olmayan müdrec kelimeleri ortaya çıkarmışlardır. Ümmet bunları kabul etmemiştir.

Senetçe en sahih olan kıraat Nafi' ve Asım kıraatlarıdır.
En fasih ise Ebu Amr ve Kisaî kıraatlarıdır.
Vücuhu kıraata dair ilk eser yazanlar Ebu Ubeyd Kasım bini Şellâm (H. 224/M. 838) ve Ebu Hatim Sicistani'dir. Bunların beyan ve izah ettikleri veçhile, kıraatta gözetilen şart üçtür:

Resm-i hat, Arabiyyet ve Sened.

1- Mesahifi Osmaniyeye velev takdiren olsun muvafık olmak,
2-Arapça kavaidine uymak,
3-Senedi sahih olmak.

Mütevatir kıraatlarda bu üç şart tamamiyle bulunmak şarttır. Hazreti Osman'ın istinsah ettirmiş olduğu Mushaflara takdirî olsun uyması şarttır. Çünkü bu Mushaflarda bazı imlâ değişiklikleri vardır. Müteehhirini ulemadan olup bu hususta en mükemmel eseri veren İbni Cezerî (H. 833/M. 1429) bu noktada misal olarak şunları zikrediyor:

İbni Âmir اتخذالله ولدا (Kâle) okuyor. Diğerlerinin kıraati اتخذالله ولدا diye başa (vav)
ziyadesiyledir. Şam Mushaflarında vavsız yazılıdır. İbni Âmir'in kıraati Şam Mushaflarının yazısına uygundur. Diğer iki şart da tamdır ve bu kıraat mütevatirdir.
Hazreti Osman'ın Mushafına velev takdiren olsun muvafık olmaya misal de
ملك يوالدين dir. Bu kelime bütün Mushaflardaملك şeklinde yazılıdır, Resm-i hat böyledir.مالك . okunur ve o yazılış bu okunuşa müsaittir. Mushafın yazısında bir çok yerlerde elif hazfolunmuştur. سبحن الرحمن gibi, işte mütevatir kıraatlar bu
şartlara göre olanlardır.

Fakat bazı kıraatlar da vardır ki arapça kaidelerine ve kıyasa uymazlar. Bunları lûgatçılar ve lisancılar hoş görmezler. Fakat kıraat sahipleri buna rağmen yine öyle okurlar.

Şaz (Müstesna) kıraatlara dair ilk eser yazıp onları toplayan Ebül-Fadl Muhammed bini Cafer Huzaî'dir. İkinci asrın sonlarında ölmüştür. Şaz (müs-tesna) kıraatları toplarken mevzu' kıraatları da toplamıştır. Meselâ İmamı Azam'a nisbet olunan şu kıraat mevzu'dur, hattâ münkerdir. انما يخشي الله من عباده العلماء
bunlar maksadı mahsusla uydurulmuş şeylerdir. Dalâlet ve ilhad erba-bının türemesinden sonra Şaz kıraatlar artmış ve çoğalmıştır.

Bu hususta en açık nümune İbni Şenebuz'dur. O, ilmi az, hamakatı çok bir kimseydi. Bir çok Şaz kıraatlar okudu. En çok yaptığı şey yukarıda (Müdrec) dediğimiz nevi'idi. Âyetlerin arasına kelime katarak okudu. Tefsir kabilinden katılmış bu kıraatları rivayet ederdi. O zaman Müslümanlar onun bu hareketlerine gülmüşlerdi. Kur'an hakkındaki en zayıf ve Şaz şeyleri bulup çıkarmıştır. Sonraları eli kesilen meşhur Hattat İbni Mukle onu hapsetmiş ve İbni Nedim'in rivayetine göre hapiste Hicrî 328'de ölmüştür, İbni Şenebuz bu kıraatların hatâ olduğunu kendisi de anlamış, kusurunu itiraf eylemiş, yaptığı bu işten tevbe etmiştir.
Yazılı olarak yaptığı bu tevbenin sureti şöyledir: "Mushafı Osman'a ve ashabın ittifak ettiği kıraata muhalif kıraatla okumuştum. Bunun hatâ olduğunu anladım. Bundan tevbe ettim: Teberri ediyorum. Mushafı Osman Haktır. Ona muhalefet caiz değildir. Başka türlü kıraat olamaz."

Okuyucularımızı meraktan kurtarmak için pek gürültülü bir mesele olan ve etrafında fırtınalar kopan İbni Şenebuz'un Şaz kıraatlarından bazı misaller gösterelim:

"Cum'a günü Namaza nida olundukta Allahın zikrine koşun" âyetindeki (fes'âv = koşun) yerine (فامضو = gidin) veya (fes'av = koşun) yerine (فامشوا femşu = yürüyün) gibi.

Görülüyor ki burada aynı mânayı ifade eden müradif kelime getirilmiştir. Yedi kıraat arasındaki ihtilâf gayet basittir. Tahfif, teşdid, med, kasır, idgam, izhar, tahkik, teshil gibi edâ suretleridir. Bab ve i'rab farkıdır. Mânayı değiştiren bir şey değildir. Biri Nasara babında üçlülerden "nenşuruha" ننشرها okur,
diğeri Ekreme babından dörtlülerden "nünşiruha" ننشرها okur. Asıl mâna
bozulmaz. Bu tahrif sayılmaz. Ancak İbni Şenebuz gibi nice garip rivayet meraklıları vardır ki, hiç düşünmeden bir takım zayıf ve mevzu rivayetleri nakil ve kitaplarına dercederler.

İşte bu gibî şeylere meydan vermemek için ulema Kur'ân'ın her şeyden mücerred olarak yazılması hususunda son derece titizlik göstermişlerdir. Eskiden sûrenin başına adını ve adedini bile yazmazlardı. İbni Şenebuz'dan sonra böyle Şaz kıraatlar meraklısı Ebubekir Attar (H. 354/M. 965) çıktı. Kur'an'ı iyi bilirdi. Fakat lügat ve kavaidi esas tutarak Şaz kıraatlar yaptı ve o böyle Şaz kıraatçıların sonuncusu oldu.

KIRAATA LAHİN

Şaz kıraatlar devri geçtikten sonra kıraatta lâhin yapılarak teganni ile okuma işi ortaya çıktı. Ter'îd, terkis, tartîb, tahzîn denilen şekiller çıktı. Yani :

1-Soğuktan titrer gibi sesi titretmek,
2- Sakinden harekeye zıplar gibi hızla atlayıp geçmek,
3-Medleri uzatarak terennüm ve teganni etmek,
4- Sese ağlar gibi hazin bir edâ vermek.

İşte böyle okumaklar başladı. İlk lâhin yapan Ubeydullah ibni Ebibekre'dir. Hazin bir sada ile okurdu. Torunu Abdullah bini Ömer bini Ubeydullah ondan bu tarz kıraati öğrendi. Ondan da Ebazî aldı. Sonra Said bini Allâf ve kardeşi, Ebazî'den aldılar. Sait bu tarz kıraatin reisi oldu. Harunu Reşit ile münasebet kurdu.
İhtişam devrinin haşmetli Padişahının bu tarz kıraat çok hoşuna gidiyordu. Ona bahşişler veriyor, atıyyelerde bulunuyordu. Zamanında "Emîrül-Mü'minin kariî" adını almıştı. İslâm ülkelerinde âdet olduğu üzere ümeranın ve zenginlerin saray ve konaklarında hususî hafızlar bulundurma an'anesi işte ilk defa böyle başlamıştır. Heysem, Eban, ibni A'yen gibi kurra' meclislerde, mescitlerde okumaya başlıyarak çeşitli teganni ve lâhinlerle okurlardı. Meselâ Heysem: اما السفينة فكانت لمساكين âyetindeki mesâkin kelimesini مسكين gibi okurdu, meddi yerdi.

KIRAATLAR VE ARAP LEHÇELERİ

Muhammed Vâsıti (H. 306/M. 918) mütevatir ve meşhur olan on kıraat hakkındaki eserinde kırk kadar Arap lehçesinin Kur'an'da bulunduğunu yazar ve şunları sayar:
Kureyş, Hüzeyl, Kinâne, Esed, Huzâa, Hişâm, Hazrec, Evs, Eş'ır, Nemir, Kays, Cürhüm, Yemen, Ezd', Kinde, Temim, Himyer, Medyen, Lâhm, Sa'ad, Hadramet, Sedus, Amâlika, En'mâr, Gassân, Mizhaç, Gatafân, Sebe', Uman, Benî Hanife, Sa'leb, Tayy, Âmir, Müzeyne, Sakîf, Cüzam, Beliy, Uzra, Hevâzin, Yemame. .

Bunların içinde en fasih olanı ilk beşidir. Bu lehçelerin çoğu kaybolup gittiklerinden ve birbirlerine karışıp kaynaştıklarından bu esasları incelemek bugünkü vesait ve vesikalara göre imkânsızdır. Ne de olsa Kur'an'da esas Kureyş dilidir ve Kureyş dili daima esas tutulmuştur. Hazreti Osman bile "Onu Kureyş lisaniyle yazın" demişti. Şunu da kaydedelim ki Kur'an'da bu lehçelerin bazısından bir kaç kelimecik vardır.

Ulema yine o dilden var demişlerdir. Bu lehçelerin arasında telâffuz ve şive farkı vardı. Bunların hepsi birbirine karışmış ve kaynaşmış, ortaya en fasih, en beliğ, en selis bir dil çıkmıştır. Bu farkların çoğu med, kasır, imâle, izhâr, idgâm gibi hususlardır. Bazıları sondaki (hum) هم zamiri harekeliyerek عليهمو منهم okur.'ليهفيه lere يه ilâve eder. Kur'an-ı Kerim bir kelimeyi muhtelif yerlerde muhtelif lehçelerin tarzına göre kullanır. بري وبراء gibi. Hicaz halkı براء kullanır, Temim ve diğer Araplarبرئderler. Her iki kelime de Kur'an'da vardır. Hz.Osman kıraatleri Mushaflara tevzi etmiştir, demek bu demektir.فاسرباهلك،والليل،اذايسري Kureyş hemze ile kullanır, diğer Araplar ise hemzesiz, آسريت،سريت işte bu gibi kelimelere edebiyat âlimleri işaret etmişlerdir. İbni Haldun'un dört ana kitap saydığı edebî eserlerden biri olan "Kâmilin Mübrid"inde bunları bulursun. Kıraat kitapları ise her kelimenin vücuhu kıraatini, telâffuz şeklini tesbit etmiş, kimin hangi kelimeyi nasıl okuduğunu göstermiştir ki, başka bir dilde bu yapılmış değildir. İşte yukarıda arzolunan sebeplerle muhtelif kıraatler
İHTİLÂFÜL-MESAHİF meydana gelmiştir. Bunların bir kısmı Kur'an'ın metninde hiç bir değişiklik olmadan i'rab ihtilâfıdır. Bazısı ise nokta ve hareke ihtilâfı, kelime yerine başka kelime getiren bir ihtilaftır. Fakat bu sonuncular bir hüküm değiştirmez, haramı helâl, helali haram kılan şeyler değildir. Bir kısmı şerh ve tefsir kabilindendir. Bazıları şive ve lehçe farkıdır. Mâna itibariyle birdirler.

İşte bunlardan bahsederek sebeplerini izah eden bir çok eserler kaleme alınmıştır. Müslümanlar bunlara göz yummuş, kitaplarının etrafında olup biten şeylerden habersiz bulunmuş değildirler.

Avrupalılar bundan istifade ederek Kur'an etrafında şüphe uyandırmak için neler arayıp buluyorlar. Garip şeyler meraklısı adamların rivayet ettikleri nice şeyler çıkarıp bunları dine hücuma vesile yapıyorlar. Alman Şarkıyyat Cemiyeti, kıraatlara ve ihtilâfı-mesahife dair eski muhtelif eserleri son yıllarda basmışlardır. Bunun sebebi nedir biliyor musunuz? Zihinleri karıştırmak. Yoksa İslâm ilmine hizmet etmek maksadiyle olsa daha faydalı eserleri basarlardı.

İslâm ulemâsı Kur'an'larının etrafında olup bitenlerden gafil değildir. Bu hususta tarih boyunca nice eserler kaleme almışlar, incelemişler, çürük, sağlam ayırmışlar, makbul ve merdudu bildirmişlerdir.(47)

İhtilafı Mesahif diye kıyametler koparılan bu meseleye dair misaller gösterelim. Bu misali de en Şaz kıraatlar okuyan İbni Zenebuz'dan alalım:
والعصر (ونوائب الدهر )ان الانسان لفي خسر (وانه فيه الي اخر الدهر اعصاراً،عصراً بعد عصر دهر)الاالذين آمنوا وعملوا الصالحات وتواصوا بالحق (وأتمروا بالتقوي) وتواصوا بالصبر (واعتبروا بالصب)ر

''Önlerinde'' bir melik vardı, ''sağlam" her gemiyi gasben alırdı.''
İşte kavis içindeki kelimeler ihtilaf nümunesidir. Bunlar tefsir ve izah için getirilmiş kelimeden başka bir şey değildir. Mânayı bozmuyor. Musa ile Hızır hikâyesinde geçen bu âyetteki bu kelimeler tefsir için birinin söylediklerini yazmaktan ibarettir. Sonra gelen birisi onları metinden sanmış ve öyle rivayet etmiş. Buradaki kelime tefsir ve izah kabilinden, ya mutlakı takyid, ya âmmı tahsis, sıfat gibi şeylerdir. Kıraata dair eskiden pek çok eserler yazılmıştır. Bunlar kıraat vecibelerini izah ederler. Müsteşrikler bunları yayınlıyorlar. İçlerinde her türlüsü de var.
Müsteşriklerin yayınladıkları bu eserleri, bu hususta malumatı olmayan Müslümanlar, bilhassa gençler görünce şaşıyorlar. Bunları İslam ulemâsı bilmiyor sanıyorlar. Hatta şüpheye düşüyorlar. Biliyorum, bu bahisler kolay kolay anlaşılır şey değildir. Geniş vukuf, derin ıttıla, sağlam malumat ister. Böyle bir kaç satırla izah olunamaz.

Öyle ise bunları niçin kurcalıyor ve niçin yazıyorum, diyeceksiniz! Niçin mi yazıyorum. Bunları Avrupalılardan, müsteşriklerden duyacaklarına bizden duysunlar. Müslüman ağzından işitsinler. Görsünler ki İslâm uleması bu hususta nice eserler yazmışlar, en gürültülü mevzua dalmışlar. Münakaşa etmişler, incelemişler, çürüğünü, sağlamını, eğrisini, doğrusunu ayırmışlar.
Şunu da kaydedelim ki, eskiden İslâm uleması gayet geniş bir hürriyet havası içinde çalıştıklarından her şeyi mevzubahs etmişler, en zayıf rivayetleri kurcalamışlar, çeşitli maksatla ortaya çıkarılan en garip nakilleri bile kitaplarına almışlardır. Bunlar çeşitli tenkitlere yol açıyor, eski tenkitler, yeni gürültülere sebep oluyor, bilir bilmez herkes bu işlere karışıyor. Halbuki bu ihtisas meselesidir. Bu müstakil bir ilimdir. Yalnız bir eseri, bir garip rivayeti ele alarak işi hallettim sanıvermek en büyük gaflet olur; işi sükûtla geçiştirmeye çalışmak ta öyle!
Bir çok defa geçtiği gibi bu ihtilaflar, o kadar çok gürültü koparılmasına rağmen tefsir kabilinden şeylerdir. İbni Ebi Davud'un İhtilafı Mesahifine bakacak olursak, onun rivayetlerinin çoğu da İbni Şenebuz'dan verdiğimiz misallerde görüldüğü üzere, kayıt, sıfat gibi tefsir için araya katılmış kelimeler olduğunu görürüz. Bunlar hükmü değiştirmez, helâli haram kılmaz. Bunu başka türlü görmek ve göstermek yanlış bir hareket olur.

Meselâ İhtilafı Mesahifi neşreden Doktor Jeffrey Asır Sûresi hakkındaki muhtelif rivayetleri eline geçirebildiği kitaplardan toplayarak onu şu şekle sokuyor:
وكان (أمامهم) ملك يأخذ كل سفينة (صالحة) غسبا

Şimdi, bu parantez içinde olan rivayetler Asır sûresinden midir, yoksa onun tefsiri kabilinden kelimeler midir? Bu kelimeleri hocalarından Asr sûresini tefsir ederken işittikleri kelimeleri tefsir kabilinden olarak söylemişlerdir. Mushaflarının kenarına, sûrenin aralarına yazmışlardır. Bunlar Asır sûresinden değildir. Doktor Jeffrey bunları toplayarak bu şekle sokmakla Asır Sûresini değiştiriyor değil, tefsir ve izah ediyor demektir. Der kenarlı Mushaflarda bu kabil şeyler bulunur. Bunu bu müsteşrikten önce, Ebubekir Bakillâni görmüş ve eserinde göstermiştir. Arzu edenler oraya bakıp görebilir.


(47) O eserlerden bazısının isimlerini kaybedelim:
İhtilafı Mesahifi Ehlili-Medine ve Ehlil-Kûf e ve Ehlil-Basra-Kisaî,
İhtilâfül-Mesahif - Halef,
İhtilâfı ehli-Kûfe vel-Basra Veş- Şam - Darra',
İhtilâfül-Mesahif - Ebu Davut Sicistanî,
İhtilâfül-Mesahif - Medainî,
İhtilafı Mesahifüş-Şam vel-Hicaz vel-Irak - İbni Amir Yahsubî,
İhtilâfül-Mesahif - Muhammed bini Abdurrahman Isfahani.

MUSHAF-I OSMAN'IN ÖRNEK TUTULMASI

Bütün bunlardan şu neticeye varıyoruz: Mushaf-ı Osman daima imam olarak ortada kalmıştır. Buna kimse itiraz etmemiştir. Hattâ kendisinden bazı şöyle böyle rivayetler yapılan Hazreti Ali halife olunca Mushaf-ı Osman'a asla dokunmamıştır. Bu işe hiç bir halife karşı gelmemiştir.

Şiy'a'nın esas akidesine göre: Hazreti Osman'a Mushafı istinsahı emreden bizzat Hazreti Ali olmuştur. Bu şerefli vazifede onun da payı vardır. Osman'ın yaptığını hoş görmüştür.

Şiy'a ulemasından Abdullah Zincanî'nin "Tarihul-Kur'an" da rivayet ettiğine göre Ali bini Ebîtalib, Osman'ın düşmanlarına karşı onu müdafaa ediyor. "Sakının onun hakkında gulüv göstermeyin, aşırılık yapmayın." diyordu. Ashabtan başlıyarak bugüne kadar bütün Müslümanlar Kur'an etrafında toplanmış, Mushafa bağlanmıştır.

Mushaf yazma işinin ne kadar süratle ilerlediğini, o devirdeki güçlüklere rağmen ne kadar çok Mushaf yazıldığını bize şu târihi hâdise göstermektedir: Hazreti Osman'ın istinsahından 7 sene sonra Sıffîyn vak'asında Muaviye müta-reke istemek için askerlerine mızraklarının ucunda Mushaf kaldırmalarını emrediyor. Ordudan 500 Mushaf birden kalkıyor.(48)

Bu da gösteriyor ki, Müslümanlar kitaplarını hiç bir zaman dilden ve elden düşürmemişlerdir. Böyle olunca onda tahrif yapmak nasıl kabil olur. Her zaman Kur'an'ın ezberlenmesine, okunmasına, yazılmasına çok büyük ehemmiyet vermişlerdir. Bu hususta emsalsiz bir titizlik göstermişlerdir. Bu sayededir ki, Kur'an asırlar boyunca her nevi tağyir ve tahriften âzade kalarak, ilk vahiy gününde olduğu gibi safiyeti asliyesiyle, bugüne kadar muhafaza olunmuş ve bize öylece gelmiştir. Ve daima da öyle kalacaktır. وانا له لحافظون
tahakkuk edecektir.
(48) Mes'udî-Murucüz-Zehep.

BİR YAHUDİNİN ME'MUN ÖNÜNDE İTİRAFLARI
Hadis imamlarından Beyhaki'nin (H. 458/M. 1065) rivayet ettiği şu vak'a ile bu bahsi kapayalım:

Yahudinin biri bir defa Halife Me'mun'un huzuruna girerek güzel sözler söyledi. Me'mun'un hoşuna gitti. Onu İslâmiyete davet etti. Yahudi buna yanaşmadı.
Aradan bir yıl geçtikten sonra bu Yahudi, Müslüman olmuş olduğu halde Memun'un huzuruna geldi. Fıkıh hakkında güzel malumatı da vardı. Me'mun ona Müslüman olmasının sebebini sordu. O da şöyle anlattı: "Sizden ayrıldıktan sonra dinleri şöyle bir deneyeyim dedim. Evvelâ Tevrat'la, işe başladım. Üç nüsha yazdım, ziyade ve noksan yaparak bazısına kattım, bazısından attım. Üçü de birbirine uymadı. Onları Havraya götürdüm. Hepsini satın aldılar. Sonra İncil'i aldım. Ondan da üç nüsha yazdım, ziyade ve noksan yaptım. Onları da kiliseye götürdüm. Onlar da satıldı. Sıra Kur'an'a geldi. Üç nüsha yazdım. Ziyade ve noksan yaptım. Onları kitapçılara götürdüm. Alıp karıştırdılar, yapraklarını çevirdiler, ziyade ve noksan olduğunu görünce bir kenara atıp bıraktılar; satın almadılar. Anladım ki bu kitap, yâni Kur'an mahfuzdur. İşte benim Müslüman olmamın sebebi budur.(49)
(49) Zurkani Alel-Mevahib, c. 5, s. 254.
 
Üst Alt