Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kelime-i şehadet'in Manasi 1.ders

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
Cennet ve Cehennem şu anda mevcuttur ve ebediyen kalıcıdırlar.İbni Teymiyye ve İbni Cevziye göre Cehennem belli bir süre sonra bitecektir, kâfirler de ebedi azaptan kurtulacaktır. Cennenet’in ebediliğini kabul ediyorlar, fakat Cehennem’in ebediliğini kabul etmiyorlar. Oysa bu konuyu tekzip eden 130 tane muhkem Âyet mevcuttur. Cehennem’in ebedi kalıcılığıyla ilgili onlarca da Hadis-i Şerif mevcuttur.Ayrıca bir de icma-i ümmet var.Yani İslâm Âlimlerinin sözbirliği vardır.Üstelik icma-i ümmet, Cehennem’in kalıcılığına iman etmeyenin, söz birliği ile kâfir olacağına hükmetmiştirler.
Allah Cehennemi ‘Lâilâhe illallah’ diyen herkese haram kılmıştır.Yani o kimse temelli olarak Cehennemde kalmayacaktır.Lâilâhe illallah diyen bir Müslüman günah işleyip, günahkâr da olabilir; Matûridi ve Eşariye göre bu günahkârların hükmü Allah’ın meşiyeti altındadır.Yani Allah dilerse onları affedip bağışlar.Onlar için şefaatçileri sebep kılabilir.Şefaatçiler çoktur: Peygamberler, şehitler, küçük çocuklar ve dünyadayken Allah rızası için yapmış olduğu hayırlar.Bunlar günahkâr Müslümanın günahlarının af olmasına şefaatçi olabilirler.
Nitekim Beni İsrail kavminde bir çok günahkâr Müslüman kadın vardı.Bir gün susayan bir köpeğe acıyıp, Allah rızası için ona kanana kadar su içiriyor.Hayvan ağacın altına geçip kuyruğunu sallayarak sevincini belli ediyor.Kadın ise bu işi Allah rızası için yapmanın verdiği keyifle, bundan zevk alıyor.Ve Allah onu bu yapmış olduğu hayrın yüzü suyu hürmetine affediyor.Cehennemden azat ediyor.
Yani anlaşıldığı üzere, bağışlanma vesileleri çoktur.Bu nedenle Müslüman görünüş itibarı ile küçük hayırları küçümsememeli.Hayırlı şeylere asla kaçırmamalı.Çünkü bu hayırlar Müslümanın kaybolan yitiğidir.O yitikleri yakalayıp yapmalıdır.Kim bilir Allah onu, o küçük hayırların yüzü suyu hürmetine affedecektir.
Dediğimiz gibi, ehli Sünnet olarak ölen her Müslüman, günahkâr da olsa, eninde sonunda mutlaka Cennete sokulacaktır.Ya azabını çekip affedildikten sonra Cennet’e girer veya Allah onu herhangi bir vesileyle bağışlar ve hiç Cehenneme girmeden Cennete sokar.Bu Hadis-i Şerifte ki “ateşe haram kılınmıştır” dan kasıt, ebediyen Cehennemde kalma bakımındandır.Yani Müslüman olarak ölen kimsenin Cehennemde ebediyen kalması haram kılınmıştır.
Burada bir şeye daha dikkatinizi çekmek isterim.Sadece ‘Lâilahe illallah’ demek yeterli değildir Müslüman olmak için.Bir kâfir yalnızca ‘Lâilahe illallah’ diyerek Müslüman olamaz. ’Muhammedurresulullah’ demesi şarttır.Bu ikisi birlikte söylenmediği sürece Müslüman olunamaz.
Kur’an-i Kerimde El Fetih Suresi’nin 48.Âyeti açıktır:
وَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّهِ وَرَسُولِه فَاِنَّا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِرينَ سَعيرًا
Meâli: Kim Allah'a ve peygamberine İman etmezse muhakkak (bilsin) ki biz o kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.
Müslüman olunabilmesi için iki Şehadet’in birlikte söylenmesi gerekmektedir.Yani ‘Lâilâhe illallah Muhammedurresulullah’ denmeli.Manası ise: Allah’tan başka hakkıyla ibadete lâyık ilah yoktur,Muhammed Allah’ın göndermiş olduğu Peygamberdir ve kuludur.Bu manadaki kalp ile tasdik ve dil ile ikrar Müslüman olmak için şarttır.
Buna bir örnek verelim:Hazreti Ali’nin babası Ebu Talip, yeğeni Muhammed’in Peygamberliğini kalbiyle tasdik ediyordu. Bütün Müslümanlar bunu böyle bilir.Ebu Talip buna inandığı halde, diliyle bir türlü söylememiştir.Her ne sebepten olursa olsun söylememesi mazeret değildir.Ve hazreti Ali bizar kendisi Resulullah’ın yanına giderek “Sapık olan yaşlı amcan öldü” dedi. Resulullah bunun üzerine şöyle cevap verdi:”Gidin onu toprakla örtün.”
Kâfir olarak ölen kişi gasil edilmez, yani yıkanmaz.Sadece kötü koku saçmaması için kefenlenip toprağa verilir.Onun cenaze namazı kılınmaz.Bu Hadisi şerif aynı zamanda Ebu Talip’in kâfir olarak öldüğüne delildir.
Bu konu geçmişte büyük Âlimler arasında da konu olmuştur.Kelime-i Şehadet’i getirerek Müslüman olmak isteyen kişi ‘Lâilâhe illallah Muhammedurresulullah’ın tamamını demediği sürece, Müslüman olamaz.
Âlimler arasında görüş farklılığı olan bir konu daha var:”Müslüman ebeveynden doğup, Müslüman bir toplumda yetişip büyüyen bir kimse hiç Kelime-i Şehadet getirmemiş olsa, Müslüman sayılır mı?” diye bir konu var Müslümanlar arasında.Buna bazı Âlimler buna “olur “dediler.Fakat kendisine Kelime-i Şehadet getirmesi teklif edildiği halde, bunu yapmaz ise o kişi Müslüman değildir.
Ve bunu söylemek de Ebu Talip’e teklif edildiği halde o bunu kabul etmedi.Kaldı ki Ebu Talip zaten Müslüman değildi.O putperestlerdendi.O putperestlerin içerisinde büyüyen bir kişiydi.Bu konuya dikkat edelim.
Kuvvetli olan görüş ise Mâliki mezhebinde ki şu görüştür: Müslüman ebeveynden doğup, Müslüman bir toplumda yetişip büyüyen bir kimsenin de buluğ çağına geldiğinde bir kez Kelime-i Şehadet’i getirmiş olmasıdır.Onun Müslümanlığına şahitlik edebilmek için bunu ömründe bir kez söylemiş olmasına farz denmiştir.Namazdaki Kelime-i Şehadet bunun yerini almıyor.
Tekrar edelim;”Lâilâhe illallah söyleyene Cehennem haram kılınmıştır” Hadisinin manası Âyetler doğrultusunda şu manaya gelmektedir:Kelime-i Şehadet’in tamamını söyleyen kimseye ebedi Cehennem azabı haram kılınmıştır.Kelime-i Şehadet’i inanarak söylemekte şarttır.Bir münafığın inanmadan söylediği Kelime-i Şehadet geçerli değildir.Fakat insanların kalbini biz bilemeyiz, onu Allah bilir.Biz zahire göre hareket ederiz.Zahiren bir kimse Kelime-i Şehadet’i getirdiyse, biz ona Müslüman gözüyle bakarız.
Bir çok Hadis de geçen ‘vech’ kelimesi var.’Vech’ kelimesi Türkçe de yüz demektir.Fakat burada haşa Allah’ın yüzü manasına gelmemektedir. Mahlukat için (insanlar, hayvanlar, Melekler, cinler) için yüz kelimesi kullanıldığında, ‘vech’, yüz manasına gelir.Fakat bu Arapça da ki bu kelime Allah için kullanıldığında asla aynı manaya gelmez (Bu küfürdür). Allah için kullanıldığında, “Allah rızası” manasına gelir.Yani kastın Allah’ın rızası olması manasına gelir.
Arapça geniş bir lisandır.Kur’an da Arapça da indiğine göre; Arapça ilmiyle birlikte, Din ilmine vakıf olunmadığı takdirde, Âyetlere ve Hadisler doğru mana verilemez.Okunan bütün Âyetler ve Hadisler okunup zahiri manada, yani dış görünüş itibarı ile yorumlarsa, sapıklığa düşer.
Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde meâlen açıkça buyuruyor ki: “Nice Kur’an-i Kerimi okuyanlar vardır ki, Kur’an onu lanetler.”Düşünün Kur’an okuduğu halde, Kur’an tarafından lânetleniyor.Burada kastedilenler Kur’an okuyup, okuduğuna yanlış mana verip yanlış bir itikada sahip olanlardır.Bu nedenle İnsanlarımız Kur’an-i Kerim’i düzgün bir şekilde okusunlar; fakat bilmeden mana vermesinler.Kur’an okumak Sünnettir, berekettir, fazilettir.Kur’anı hakkıyla, düzgün bir şekilde, usulüne göre ,tecvit ile okumak çok büyük bir fazilettir.O kişi bereketlenir, evine cinler ve şeytanlar girmez.Kur’an okunan evi Melekler kaplar, Melekler o evi gölgeler ve bereketlendirir.Fakat Kur’ana mana vermeye kalkılmasın.Çünkü bu, tefsir ehlinin ihtisasıdır.Tefsir ehli de ilimde çok yüksek mertebeler kat ettikten sonra o salahiyete sahip olmuşlardır.Ancak o zaman tefsir yapmaya başlamışlardır.
Bir Hadis-i Şerif de şöyle geçiyor:
“Bir kadın avretini(namahreme gösterilmesi haram olan yerlerini) açarak dışarı çıktığı takdirde, şeytan hemencecik onu karşılar.Kadının da Allah’ın vechine en yakın olduğu an ve evinde bulunduğu hâl ve andır.”Burada vech kelimesi ise şu manya geliyor: Tesettürsüz kadın, şeytanın yem olarak kullandığı av aletidir. Erkekleri saptırırken kullandığı av malzemelerinden bir tanesidir kadın.Bu nedenden dolayı kadının Allah’ın taatına (Allah’a isyan etmemeye, itaate, sevabına) en yakın olduğu an olarak anlamamız gerekiyor buradaki “Allah’ın vechine en yakın olduğu an” ibaresini.
Bizlerde de yüz kelimesinin farklı manalara geldiği yerler vardır.Örneğin:”Yüzünden düşen bin parça.”Veya:”….yüzü suyu hürmetine” gibi.Demek ki bazı kelimeler mecazi ve kinayeli manada da kullanılıyor.Yine örnek verecek olursak :”Filancanın eli uzun “derken adamın elinin uzunluğunu kast etmiyoruz.Hırsızlık yaptığını kast ediyoruz.Kinayeli manada, burada hırsızlık yaptığından dolayı ‘eli uzun’ ifadesini kullanıyoruz.”Elinden her şey geliyor.Olaya el koydu “ derken de yine mecazi manada kullanıyoruz bazı kelimeleri.
Arapça ise Türkçe’den daha da geniş ve edebi bir dil olduğu için kelimelere mana verilirken çok dikkatli olunmalı.Kur’an-i Kerim aynı zamanda mucizedir de.Mucizevi olduğundan dolayı Kur’anın bir kelimesi değil, bir harfine dahi kimse meydan okuyamamıştır.
Burada ilginç olan bir konuya deyinelim:Bütün Peygamberlerin mucizeleri vardır.Her Peygamberin zamanında hangi bilim, hangi fen en yüksek seviyede (doruk noktada) ise, o türden mucizelerle gönderilmiştir Peygamber.Hazreti Musa’nın zamanında sihirbazlık hat safhada idi. Sihirbazlar çok güçlüydüler.Hazreti Musa’nın mucizelerinden bir tanesi de asasını yılana dönüşmesidir.
Firavun sihirbazlara Musa aleyhisselâmın sihirbaz olduğunu ve onu sihirde alt etmelerini emretti.Onların geleneğine göre bir bayram günü, herkesin huzurunda büyük bir meydanda toplanıldı ve sihirbazlar sırayla sihir ve aldatmaca sonucu insanlara sopalarını yılana dönüştürmüş gibi gösterdiler.En son Musa aleyhisselâmın sopası gerçekten yılana dönüşüp, oradaki sihirbazların kandırmaca, göz boyamaca sonucu ortaya attıkları sopaları ve yılanları yutunca sihirbazlar şaşkına dönüyor fakat olayın gerçek olduğunu biliyorlar.Neden?Bir işin sahte olup olmadığını en iyi kim anlar? O işi meslek haline getirenler elbetteki.Sihirbazlar ise kendileri sihirle uğraştıkları için hazreti Musa’nın mucizesinin sihir olmadığını en iyi anlayanlardı.Yani altının değerini sarraf bilir misali, onlarda Musa’nın sihirbaz olmadığını anladılar.
Hazreti İsa’nın yaşadığı dönemde tıp bilimi çok ilerideydi.En zirveye gelmişti tıp.Neredeyse her hastalığa çare bulunmuştu.Çaresi bulunamayan iki hastalık kalmıştı: körlük ve abras denilen cüzam gibi bir cilt hastalığı (tehlikeli bir hastalık).Bu iki hastalığa bili mucizeleri sonucu İsa aleyhisselâm çare buluyor.Elini sürmesiyle körün gözleri görüyor, cilt hastalığı olan hasta ise anında iyileşiyor. Tıp biliminin aciz kaldığı yerde hazreti İsa mucizeleriyle kendisini kanıtlamıştır.
Hazreti Muhammed zamanında ise edebiyat çok ileri safhadaydı.Şairlik, hitabet, Arapça ilmi çok zirvedeydi.Kur’an-i Kerim ise Peygamberimizin mucizelerinin en büyüğüdür.Okul okumadığı, okuma ve yazma bilmediği halde (ümmi olduğu halde) , mükemmel bir lisana sahip olan Kur’an onun mucizelerindendi.Bütün şairler ve edebiyatçılar bir araya gelse, Kur’anın bir cümlesini kurmaktan aciz kalırlar.Muhammed aleyhisselâm okuma yazma bilseydi, insanlar onun edebiyat gibi ilimleri okuduğunu, bu yüzden böyle cümleler kurabildiğini derlerdi.Ümmi olmasıyla insanların gösterebilecekleri bu sebebin de önüne geçilmiştir.Bu da aklı olan bir kişiye onun Allah tarafından gönderilen bir elçi olduğuna,davasında doğru olduğuna ve sadık olduğuna yeterli delildir.
Tekrar kaldığımız yere geri dönelim.Arap ilmi derindir.Resulullah zamanında ki Araplar, bu farklı bir çok manaya gelen kelimelerin doğru manalarını anlarlardı.Bahsettiğimiz Hadis’te ki “Allah’ın vechine en yakın olduğu an”, Allah’ itaate en yakın olduğu an diye anlaşılmalıdır.
Âyetlerde muhkem ve muteşâbih Âyetler olduğu gibi, Hadis-i Şeriflerde de Muhkem ve muteşâbih olanlar vardır. Müteşabih Hadislerin manası açık olmadığından, bunları yorumlamaya kalkmak çok tehlikelidir.İşlediğimiz itikat bilgilerinin en başın da Allah’ı hakkıyla tanımak gelir.Amentüde de bu en başta gelir.
Bir ikimse Kur’andaki vecih kelimesini ‘Allah’ın yüzü diye tefsir ederse küfre düşer.Çünkü Allah cisim değildir, beden değildir, organlardan münezzehtir, cihetlerden de münezzehtir.Allah mekânsızdır.Allah mekânları, Arş’ı, güneşi, ayı ve dünyayı yaratmadan önce de mekânsız olarak vardı.Bunları yarattıktan sonra, yine değişmeden vardır.Çünkü değişen ve değişkenliğe uğrayan yaratan (halik) değildir, ilâh olamaz, Allah değildir.Değişkenlik mahlûkatın özelliklerindendir.Onlar bir halden bire hâle geçebilir.Örneğin bir yaprak yeşilken sararıyor, soluyor ve yaş iken kuruyor.Yeşillik ve yaş olma vasfı yok oluyor, sarılık ve kuruluk vazfı geliyor.Bir vasıf yok oluyor, bir vasıf yaratılıyor.Bu değişkenliktir.Bunun sonucunda mahlûklarda sürekli yaratılmışlık ve yok olmuşluk vardır.Bunların örnekleri çoktur.
Suya bile bir boya atsanız aynı şeyleri görürsünüz.Rüzgârın etkisiyle bir çok nesnenin yerine başka nesneler geliyor.Biz insanlar da ölüyoruz ve dirileceğiz.Güneş doğuyor ve batıyor.Kıyamette ise zaten her şey yok olacak.Her şey yok olamaya mahk3umdur.
Er Rahman Suresinin 26.Âyetinde bu bildiriliyor:
كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ
Meâli: (Yer) üzerinde bulunan her canlı fanidir.
Kısacası yaratılmışların tümü değişmeye mahkûmdur.Değişmeye elverişlidir.Mutlaka ve mutlaka değişmeye mahkûmdur.Değişen varlık ise yok olma ve var olma alametlerini taşımaktadır.Yok olma ve var olma alametlerini taşıyanda yaratan (halik ) olamaz, ilah olamaz, mahlûktur.Mahlûkun ise yaratana ihtiyacı vardır.Yaratan da Allah’tır.Yaratan Allah da ezeli ve ebedidir.Yani başlangıçsız ve sonsuzdur. Çünkü başlangıçsız ve sonsuzdur olmasaydı, O da haşa değişken olacaktı. Ancak Allah değişken değildir, ezeli ve ebedidir.
Allah her şeyi yok iken var etti. Bunlar yok iken de kendisi vardı.Kendisi ezelde vardı.Yani başlangıcı olmaksızın.Yani hiçbir şey yok iken o ezeli olarak vardı. Bunlar Âyetlerle sabittir,fakat biz bunlara akıl yoluyla da yaklaşmayı öğreniyoruz ki, Âyetlere inanmayanları da doğruya ikna edebilelim.Akıl yoluyla komünistin, hristiyanın, yahudinin vs. iddialarını çürütebileceğiz.Örneğin vehhabiler Allah’ın cisim olduğunu, mekânı olduğunu iddia ediyor;Allah’ın Arş’ta olduğunu iddia ediyor.Onlara nasıl yaklaşırız?Sorarız ki “Peki, Allah o Arş’ı yaratmadan önce de varmıydı ?” İki cevap verme ihtimali olur vehhabinin: Ya evet veya hayır.Hayır dediği zaman zaten Allah’ın varlığını inkâr etmiş olur, küfrü kabul etmiş olur.Evet dediği zaman sorarız:”Mekânı yaratmadan önce var olanı, mekânı yarattıktan sonra nasıl yarattığına muhtaç ediyorsunuz?Değişkenlik isnat ediyorsunuz?”
Mekânsız olarak var olan Allah’ın, mekânı yarattıktan sonra, o mekâna muhtaç olmasını akıl kabul etmez.Aklın kabul etmediği bir fikir zaten çürük bir fikirdir.Sağlam bir akıl her zaman Dinin hükümlerinin doğruluğuna şahitlik yapar.Akıl da Dinin dışında değildir, çünkü Allah-u Teâla akıllılara hitap etti.Aklı olmayan, yani deliler zaten mükellef değildirler.Onlar sorumlu tutulmaz.Akıllılardır muhatap.Buna iyice dikkat edelim.
Allah’ın mekânsızlığına dair yüzlerce, binlerce akli delil mevcuttur.Âyet ve Hadislerden de binlerce delil vardır.Fakat anlayanlar için; anlamayanların zaten kalp gözü körelmiş.Kör olunca da, ne yaparsanız yapın Allah hidayet nasip etmedikçe, hidayete gelmezler.
 

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
Ders:2

Ders:2


Allah hacim değildir, cisim değildir ve tüm bunlardan münezzehtir.Beşer sıfatlarının tümünden münezzehtir.Allah hareket etmekten ve sukûn etmekten münezzehtir.Hareket etmek ve durmak mahlûka mahsustur.Şu an burada bir pervane olsa, o pervane hareket ettiği sürece şu perde sallanır. Pervane durduğu zaman, oda durur.İşte bu mahlûkat (yaratılmış) sıfatıdır.Allah ise durmak ve hareket etmekle vasfedilemez.Mahlûkatın iki çeşidi vardır.Birine cevher denir, diğerine araz denir.Cevher bizzat kendi kendine bir yerde bulunandır.Mesela şu dolap bir cevherdir.Fakat onda ki renk arazdır.Onun var olması cevhere kaimdir.Yani tahta cevherdir, ondaki renk arazdır.
Bir örnek daha: hareket arazdır, hareket eden cisim ise cevherdir.Yani hareket ve durgunluk arazdır.Hareket eden cisimler ise cevherdirler.Demek ki vasıflar arazdır.Araz bizatihi kendiliğinde kaim değildir, cevher de kaimdir.Kelime itibarı ile ise bir an gelir bir an gider manasına gelmektedir.Araz gelip geçici olabilen bir şeydir.Hareket gelince durgunluk gider.Durgunluk gelince ise hareket gider.Renk bu renk iken, şu renk olabilir.Fakat rengin üzerinde bulunduğu o cisim hâlâ mevcuttur, çünkü kendi zatında kaimdir.Fakat o cevherin araz hali değişebilir.
Dolayısıyla yaratılmışlar iki çeşittir: cevher ve araz.Allah ise her ikisinden de münezzehtir, hiçbirine benzemez.Bunların hepsini O yarattı.Demek ki aklımıza ne gelirse gelsin; kesinlikle o Allah değildir.Çünkü Allah tasavvur edilemez.O akıl ve fikirle tasavvur edilmekten münezzehtir.O haliktir (yaratandır), bizleri yaratmıştır ve sınırlar vermiştir.Bir insanın görmesinin bir sınırı vardır; bu sınırdan ötesini göremez.Kulağımızın işitmesinin de bir sınırı vardır, o da yine bundan ötesini duyamaz.Bunlar gibi aklımızın da bir sınırı vardır.Evham, tasavvur, tefekkür ve düşüncenin de bir sınırı vardır.Tüm bunları Allah sınırlı kılmıştır.
Allah El En’am Suresinin 103.Âyetinde buyuruyor:
لاتُدْرِكُهُ الاَبْصَارُ
Meâli:O’na gözler erişemez.
Ve Âlimler de “Allah’ın hakıkatını Allah’tan başka kimse bilemez” demiştirler.Akıl bundan acizdir.Fakat biz ne ile mükellefiz?Allah’ın kendisini vasfettiği gibi bilmekle mükellefiz.Allah başlangıçsız ve sonsuz olarak vardır.Her şeyi yoktan var etmiştir, yaratandır.Şeriki, ortağı yoktur.Allah-u Teâla kudret sahibidir, ilim sahibidir ve kelâm sahibidir.Görendir ve işitendir fakat bizim gibi değil.Allah organlardan münezzehtir.Biz Allah’ın zatını ve sıfatlarını tefekkür edemeyiz.
“Nasıldır?” diyemeyiz.Bu bize yasaklanmıştır.Allah kendisini bizlere nasıl tanıtmışsa, öylece inanır, iman ederiz.Bu kadar kolay.Şeytandan gelen evhamlar geldiğinde ise uyanık olup, onu derhal kovmalıyız.Çünkü Allah fikir ile kuşatılamaz.Kuşatılabilen zaten mahlûktur.Eğer bu inançta birisi varsa, o zaten Allah tanımıyor, O’na ibadet etmiyor.O, hayalında canlandırmış olduğu varlığa ibadet ediyor, ona tapıyor, onu Allah biliyor.Böylelikle de Allah’a şirk koşmuş oluyor.Allah’ın hakıkatı bilinmez.O’nu vasfettiği, kemal sıfatlarıyla biliriz.Bu şekilde iman ederiz; bu bizim için yeterlidir.
Bir örnek daha verir Âlimler.”Bu duvar Âlim midir câhil mi?”diye sorulur mu?Sorulmaz.Her ikisi de değil diye cevap verilir.Nasıl ki duvar için bu soruları sormak akıl dışı ise, Allah’a da sukûn (durgunluk) ve hareket isnat edilmez.Bunu düşünmek de akıl kârı değildir.Ağaç için Âlim mi cahil mi sorusu sorulmadığı gibi(çünkü bu özellikler ağacın özelliklerinden değildir);Allah için de böyle akıl dışı sorular sorulmaz.Allah ne mekândadır, ne cihettedir, altı cihetten hiç birinde değildir, hareket veya sukûn halinde değildir, kâinatın içindemidir, dışındamıdır denmez.Bunlar Allah ile ilgili şeyler değildir.Hiçbir şey yokken Allah vardı.Onları yarattıktan sonra da yine değişmeksizin vardır.
Allah el En’am Suresinin 1. Âyetinde buyuruyor:
اَلْحَمْدُ لِلّهِ الَّذى خَلَقَ السَّموَاتِ وَالاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ
Meâli: Hamd olsun -O gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden- Allah'a.
Bizler karanlığa ve aydınlığa alışığız.Allah-u Teâla ise karanlığı ve aydınlığı yaratanın kendisi olduğunu bildiriyor.Düşünün karanlığın ve aydınlığın henüz yaratılmamış olduğu bir zaman vardı. Bunu hiç kimse tefekkür edebilir mi?Sizleri bunu düşünmeye davet ediyorum.Biz alışık olduğumuz şeyleri düşünebiliyoruz; aydınlık ve karanlığın olmadığı bir zamanı düşünemiyoruz bile.Herşey zıttıyla anlaşılır olur.Karanlığın zıttı aydınlıktır.Fakat bir de ikisinin olmadığını düşünün.Her ikisinin olamayışıyla nasıl bir hâlin var olduğunu akıl kavrayamaz.Akıl bundan acizdir.Akıl mahlûk olanları idrak etmekten acizken, Yaratanı idrak etmekten elbette ki acizdir.Eğer bunu yapmaya kalkarsa, küfür cinayetini işlemiş olur.
 

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
Ders:3

Ders:3

“Eşhedûen lâilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammederresulullah” dediğimiz gibi “Lâilâhe illallah ve eşhedû enne Muhammederresulullah” da diyebiliriz.”Eşehed” kelimesi Arapça da ‘Şehadet ederim’ demektir.’Eşhedû’ Şehadet ederim anlamındadır.Bu olmadan da sadece ‘lâilâhe illallah Muhammedurresulullah’ demek de bir itiraftır, bir beyandır.Fakat bu itiraf hem sözlü olarak (ikrar) olmalı, hem de kalpten tasdik olmalı.Biz ehli Sünnet vel cemaat nasıl diyoruz?Dil ile ikrar, kalp ile tasdik diyoruz.
Bir kişi İslâm’a girmek, Müslüman olmak isterse Kelime-i Şehadet’i söylemesi şarttır.Ve bunun Allah katında makbul olması için, diliyle ikrar ettiği gibi, kalbiyle de tasdik etmiş olması lâzım.Aksi takdirde Kelime-i Şehadet’i söylemesiyle, bizim nenimizde Müslüman sayılsa da (çünkü biz onun kalbini bilemeyiz), Allah indinde Müslüman değil, münafıktır.Çünkü kalpten inanmamış, söylemiş olduğuna.Sadece Müslümanlar ona Müslüman desinler diye Kelime-i Şehadet getirmiştir.Belli dünya menfaatleri elde etmek için demiştir bunları.Allah katında o kişi kâfirdir, çünkü Allah onun kalbini biliyor.Müslümanlara düşen görev nedir?Biz zahire göre hükmederiz.İnsanların kalbini bilemeyiz.
Bu nedenle dil ile ikrar kalp ile tasdik.İkrar, yani ifadeyi dil ile söylemek demek.Müslümanların onun Müslüman olduğunu bilmeleri, Müslüman olduğuna hükmetmeleri için bu gereklidir.Bir insanın “Ben sadece kalbimden iman ettim” demesi yeterli olmaz.Böyle diyen insan hem Allah indinde kâfirdir, hem de bizim gözümüzde kâfirdir.Kâfir öldüğü zaman Cehenneme girecektir.Bu nedenle ikiside şarttır.
“Lâilâhe illallah” kelimesinin sözlük manası açıklayalım önce.’Lâ’ diyerek önce reddediyoruz, yani “yoktur” diyoruz.’İlah’ kelimesinin sözlük manası ise, ibadete lâyık olan demektir. ”İllallah” ise, Allah’tan başka anlamına geliyor.Yani, Allah’tan başka ibadete lâyık ilah yoktur.Buradaki ‘ilah’ kelimesi çok önemlidir.İyice anlaşılması için açıklayalım:
Evet, Kur’an-i Kerimde, edinilen ilahların mevcudiyeti birçok yerde geçer.Bir putu ilah edinip tapanlar vardır.Haddi zatında bu putların bazıları geçmişteki salih kişileri simgeler.Vaktiyle onlar iyi insanlar, evliyaydılar, insanlar onları severdi ve onlar insanların yardımına koşan, Allah’ın sevgili kullarıydılar.Onlar ölüp de üzerinden epeycede bir zaman geçince,o o dönemdeki nesil büyüyor ve kendileri ölüp, onlarında çocukları yetişiyor.Bu arada bu evliya kullar da yeni gelen nesle iyilikleriyle dilden dile anlatılır.Ve şeytan gelip bu yetişmiş olan çocuklara, geçmişteki mübarek zatların unutulmaması için heykellerini yapmalarını söyler.Daha sonra da bu putlara tapmalarını söyler ve insanlar bu putlara tapmaya başlamış olurlar.Oysa Allah’tan başkası ibadete lâyık değildir.Ondan başkasına ibadet etmek şirktir, müşrikliktir.
Bu putlar iyi insanları temsil ettiği halde, üzerinden yüzyıllar geçtikten sonra şeytan insanların zihinlerine bu küfürleri sokuşturmuştur.Şeytan insanları küfre yönlendirirken, bunu hep bir şekilde süsler.
“Lâilâheillallah”, yani Allah’tan başka ilah yoktur, güzel bir tevhid kelimesidir.Fakat burada ki “ilah yoktur” kelimesinin manâsını açacak olursak, “Allah’tan başka hakkıyla ibadete lâyık ilah yoktur” anlamına gelmektedir.”İlah” kelimesinin lûgat manâsı, “ibadet edilen ilah” dır. Ehl-i sünnet vel Cemaat Âlimleri itikat konusunda, hakkı olmayan şeylerin ilah edinilmesine dikkat çekiyorlar. Müşrikler sonradan gelip bu ilah kelimesini taptıkları putlar için kullanmışlar.Bunlar, hakkı olmayan varlıklara ibâdeti sarf ediyorlar ve taptıklarına da ilah kelimesini kullanıyorlar.Oysa gerçek ulûhiyet Allah’ındır.Yani hakkıyla ibadet edilmesi gereken tek ilah Allah’tır.”Allah’tan başka ilah yoktur da bu manaya gelmektedir.Kur’anda ise bu müşriklerin kötü akibetlerinden bahsedilmektedir.
Peygamber efendimizin de Mekke sokaklarında “Lâilâheillallah deyiniz ki kurtulasınız” sözü, bu manaya gelmektedir.Yani “Allah’tan başka ilah yoktur” demiştir.Kâbe’nin içinde 360 tane put vardı.Bunların hepsinin batıl ilahlar olduğunu, hak ilah olmadıklarını,ibâdeti onlara sarf etmenin haksızlık,yanlış ve batıl olduğunu, gerçek ibadete lâyık olanın sadece ve sadece Allah olduğunu bildirmiştir.
“Muhammedurresulullah” ise, “Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu, Peygamberi, Resulû ve elçisidir” anlamına gelmektedir.”Resûl” kelimesi, “elçi” demektir zaten.Muhammed aleyhisselâm’ın da getirmiş olduğu her türlü haber doğrudur (ister geçmişle ilgili olsun, ister Ahiretle ilgili olsun) ve söylediği her şey haktır; bizde ona inanırız.
Bir konuya daha deyinelim: “Dil ile tasdik, kalp ile ikrar” dedik.Buraya bir şey daha ilave etmeliyiz.Dil ile ikrar edelim, kalp ile de itikat edelim.”İtikat” kelimesi iman etmenin yanı sıra bilmeyi de içeriyor.Sadece bilmek yetmiyor; ayrıca iman etmek gerekiyor.Yani Allah’ı ve Peygamberi bilmekle beraber inanmak.
Nitekim yahûdiler ve hristiyanlar Muhammedin Peygamber olduğunu biliyorlardı fakat inanmıyorlardı.Allah onlar için El Bakara Suresinin 146 .Âyetinde şöyle buyurmuştur:
اَلَّذينَ اتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَاءَهُمْ
Meâli: “O kendilerine kitap verdiklerimiz kimseler, kendi oğullarını bildikleri gibi, O’nu da biliyorlar.”
[/SIZE]
 
Üst Alt