Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kavmiyetçilik Yasaklanmıştır!

halilim2000

New member
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
8
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
KAVMİYETÇİLİK YASAKLANMIŞTIR!!!

IRKÇILIK:
İnsanlık tarihinde diğer tefrika sebepleri arasında en ziyade görülen ve dünya durdukça görülmeye devam edeceğe benzeyeni ırkçılıktır. İnsanlık bu yüzden pek çok istilâ, sürgün, savaş, zulüm ve katliâmlara, yani her çeşidiyle fitnelere sahne olmuştur. Gittikçe daralan ve tek cem'iyyet, tek âile hâlini almaya yüz tutan insanlığın terakkisinde bir engel olabilecek bu ırkî ayırımın kesin bir dille yasaklanması gerekiyordu. Bu sebeple Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ırkçılığı, unsuriyyet düşüncesinden kaynaklanan ayırımı, mükerrer ifadelerle kesin olarak yasaklamıştır.
Kur'ân-ı Kerim şu âyette insan kardeşliğini tesbit eder: "Ey insanlar, hakikat biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi, sırf birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cem'iyyetlerle, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır..." (Hucurât, 13).
Şu âyet de Müslümanların kardeşliğini beyan eder: "Mü'minler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını (bulup) barıştırın. Allah'tan korkun, tâ ki esirgenesiniz." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de: "Müslümanlar kardeştirler, birinin diğerine (hâricî sebepden gelen) bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sâdece takvâ iledir" der.
Yine Kur'ân-ı Kerim'de, ırkçılığı reddeden mühim âyetlerden biri olarak şu âyet de burada kayda değer: "De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, KABİLENİZ, elinize geçirdiğiniz mallar, kesad(a uğramasın)dan korkageldiğiniz bir ticaret ve hoşunuza gitmekte olan meskenler size Allah'tan, O'nun peygamberinden ve O'nun yolundaki bir cihaddan daha sevgili ise artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah fâsıklar gürûhunu hidâyete erdirmez" (Tevbe, 24).
Burada, kişiye en yakın olan anne, baba, mal vs. sevgisinden üstün tutulması emredilen Allah ve Resûlü'nün sevgisiyle, dinî ahkâm ve emirlere bağlılık ve meselâ iman kardeşliğinin kastedildiği açıktır. Zira emirlere uymadan Allah'ı sevdiğini iddia etmek boş bir lâf olur.
Kur'ân-ı Kerim kan bağından çok iman bağının esas alınması fikrini pek çok âyetlerde işler. Bunlardan biri, Tûfan sırasında babasının risâletini inkâr ederek
gemiye binmekten imtina eden Hz. Nuh'un oğlu ile alâkalıdır. Nuh (aleyhisselam) Cenâb-ı Hakk'a: "Ey Rabbim, benim oğlum da şübhesiz benim âilemdendir..." diyerek oğlunun kurtulmasını taleb edince, Cenâb-ı Hakk kendisine: "Ey Nûh, o kat'iyyen senin âilenden değildir. Çünkü o(nun işlediği), sâlih olmayan (kötü) bir iştir" (Hud, 45-46) cevâbını vererek, "kötü iş üzere olanların" mü'minlerce bağra basılmaması dersini verir. Nitekim Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de Selmân-ı Fârisî, Cerir İbnu Abdillâh gibi muayyen bâzı şahısları ve hatta "her müttaki kimseyi" Âl-i Beyt'ten (yâni kendi âilesinden) sayarken, istikbâlde vukua gelecek bir fitneyi -ki fitnetü'sserrâ (refah fitnesi) diye vasıflar- çıkaracak kimsenin (kan itibâriyle) ehl-i beytinden olmasına ve bu sebeple kendisini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den zannedecek olmasına rağmen, kendisinden olmadığını, "zira hakiki dostlarını muttakilerin teşkil ettiğini" beyân eder.
Bu temâyı te'yiden, Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim'den "güzel bir örnek verilir" "İbrahim'de ve onun maiyyetinde bulunanlarda sizin için hakikaten GÜZEL BİR ÖRNEK vardı. Hani onlar kavimlerine: "Biz, sizden ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz nesnelerden kat'iyyen uzağız. Sizi inkâr ettik. Siz Allah'a bir olarak imân edinceye kadar bizimle aranızda ebedî düşmanlık ve buğz belirmiştir" demişlerdi..." (Mümtehine, 4).
Kur'an-ı Kerim, bir başka ayette Hz. İbrahim ve maiyyetinde olanların bu "örnek" davranışlarının bütün Müslümanlarca benimsenmesini, müşterek bir prensip yapılmasını emreder: "Ey iman edenler, babalarınızı, kardeşlerinizi -eğer küfrü sevip imân üzerine tercih ediyorlarsa- veliler edinmeyin, içinizden kim onların velilikleri altına girerse onlar zâlimlerin tâ kendileridir" (Tevbe, 23).
Ebû Zerr'e bir vesile ile: "İyi bak, sen Allah'a olan takvân ile üstünlük elde etmedikçe ne kırmızı, ne de siyahtan (acem ve Arabtan) daha hayırlı değilsin" diyen Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de kavim ve kabilecilik ile, gerek filleriyle ve gerekse sözleriyle mücâdele etmiştir. O'nun (aleyhissalâtu vesselâm) dilinde "cahiliyye da'vası", "asabiyyet da'vası", "cahiliyye asabiyyeti" vs. gibi değişik tâbirlerle ifadesini bulan kavmiyetçilik kesin olarak yasaklanmıştır: "..Allah indinden en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır. Arabın Arap olmayan (acem) üzerine bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap üzerine bir üstünlüğü yoktur. Siyah derili olanın beyaz derili üzerine bir üstünlüğü yoktur. Beyazın da siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sâdece takva iledir."
"Kim hevâsına uyarak bâtıl yolda cenk eder, kavmiyyetciliğe (asabiyyet) çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre kapılırsa, cahiliyye ölümü üzere ölür."


"Ümmetimin helâk olması üç şeyden ileri gelecektir:
1- Kaderiyye (ilahî takdiri inkâr ederek, "kişi yaptığının yaratıcısıdır" demek),
2- Unsuriyet da'vası,
3- Dinî mes'eleleri rivayet ederken titiz davranmayıp, gevşek olmak, lâubali olmak."
"Asabiyyet (kavmiyyetçilik) davasına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dava yolunda mücadeleye girişen bizden değildir." [(Ebu Davud, Edeb, 121, 5121. H. Münavi, a.g.e., 5, 386).]
"Kim câhiliyye davasında (kavmiyetçilikde) bulunursa cehenneme iki dizi üzerine çökmüş demektir. Dediler ki: "Ey Allah'ın Resûlü, oruç tutsa, namaz kılsa da mı?" "Evet," cevabını verdi; "oruç tutsa da, namaz kılsa da." [(Hakim, Müstedrek, 4, 298).]
Hz. Âişe, Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bu mevzûdaki tutumunu belirtme sadedinde şöyle der: "Dünyada takva sahibi kimse kadar ne bir kimse, ne de bir başka şey Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hoşuna gitmemiştir." Ama asabiyyet davası hepsini sıfıra ircâ ediyor.
İslâm alimleri, yaratıldığı asla bakarak gurur ve tekebbürde bulunmayı, iblisin Allah'ın lânetine uğramasına ve cennetten kovulmasına sebep olan ameline benzetirler. Zira o, âyet-i kerimede ifade edildiği üzere, Cenab-ı Hakk tarafından Âdem'e secde etmesi emredilince, kendi hevasından gelen şahsî re'yine uyarak: "Ben ondan (Âdem'den) hayırlıyım. (Çünkü) beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın" (A'raf, 12) der ve emre itaat etmez.
Şu halde bu ayet-i kerime de asla tekebbüre kapılma veya başkasını istiskal etme duygusunun -diğer birçok menfi duygular gibi- fıtrattan gelen ve pek ciddi vartalara atabilecek mahiyette olan bir duygu olduğunu, her an bu şeytanî duyguya karşı dikkatli davranarak Allah'ın lânetine kadar gidebilecek durumlara düşülmemesini ders vermektedir.


YASAK OLAN KAVİM SEVGİSİ:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kötülediği kavim, aşiret sevgisi zulme, adaletsizliğe alet edilen sevgidir. Yâni kendi kavminden olanları kayırmak, daha üstün görmek suretiyle adaletsizlik etmek, başka kavimden olanları küçük, düşük, değersiz addederek hakir görmek suretiyle zulmetmek. Bizzat Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e Ashab'dan bazıları sorar: "Kişinin kavmini sevmesi memnû olan kavmiyyetçilik (asabiyyet) sayılır mı?" Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın cevabı şudur: "Hayır, fakat, asabiyyet, kişinin zulümde kavmine yardım etmesidir." Kavminin tevessül ettiği zulümde, yardımcı olunmaması için, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu teşbihte bulunur: "Kim haksızlıkta kavmine yardım ederse, kuyuya düşüp, kurtarılmak için (beyhude yere) kuyruğundan çekilen deveye benzer." Böylece haksızlıkta kavme yapılan yardımın hiçbir fayda getirmeyeceği, esas itibariyle kavmine bir kısım ızdırab ve zararlara bâis olacağı güzel bir teşbihle ifade edilmiş olmaktadır.



ECDAD İLE ÖVÜNMEK:
Kavmiyyetçiliğin bir başka tezâhürü olan, müşrik ecdâd ile övünmek de dinimizde yasaklanmıştır. Kur'ân-ı Kerim, Tekâsür suresinde, "Kabilesiyle övünmekte hızını alamayarak kabre girmiş, târihe karışmış müşrik cedlerini de hesaba katmayı, onlarla da gururlanmaya kalkanları kınar ve davranışın akıbetinin fena olacağını" haber verir (Tekâsür, 1-18).
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) birçok hadislerinde, cahiliyye devrinde gelip geçen ecdad ile övünmeyi men eder: "Allah sizden cahiliyye tekebbürünü ve o zamanda cari olan ecdâd ile övünme âdetini kaldırdı. İnsanlar ya mü'min ve müttakidir, yahud facir ve bedbahttır. (Şu veya bu kabileye mensubiyyet bu zati vasfı gidermez). Sizler Hz. Adem'in oğullarısınız. Âdem ise topraktandır. Bir kısım insanlar var ki, cehennem kömüründen başka bir şey olmayan adamlarla iftihar ederler, övünürler. İşte bunlar, ya bu övünmeden vazgeçerler, ya Allah nezdinde, pisliği burunlarıyla yuvarlayan mayıs böceklerinden daha değersiz olurlar."
Bir başka rivayette Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle der: "Kıyâmet günü gelince, Allah bir münâdiye emreder ve o da nidâ eder: "Ben bir neseb koydum; siz ayrı bir neseb koydunuz. Ben en müttaki olanınızı en kerim kıldım, siz buna karşı gelerek: "Falan oğlu falan, falanca oğlu falancadan daha hayırlı" dediniz. Fakat, bugün ben nesebimi yükseltiyorum, sizin nesebinizi alçaltıyorum, nerededir müttakiler? (gelsinler yücelteyim)"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in müşrik ecdada intisabdan iftihar duyanlara karşı izhar ettiği aksulamelin derecesini anlamak için şu hadisi de ibretle okuyalım: "Bir kimsenin cahiliyye adetince kavim ve kabilesine intisab ederek (onlardan yardım taleb ettiğini) ve onlarla şereflendiğini duyacak olursanız ona: "Babanın bilmem nesini ısır" deyiniz ve bunu açık açık söyleyerek ima ve kinâyede bulunmayınız."
Bir başka hadiste: "Cahiliyye devrinde ölen ecdadınızla övünmeyin. Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülelâl'e yemin ederim ki, burnuyla pislik yuvarlayan pislik böcekleri, cahiliye devrinde ölen atalarınızdan daha hayırlıdır" denilir.
Bu hadisler, milletlerin kendi tarihlerini öğrenmelerini yasaklamıyor. Ancak, müşrik olanlarla övünmeyi, onlarda şeref aramayı yasaklıyor. İslâmiyet, intisab etmekle şeref duyulacak şeylerin (mefâhirin) Müslümanlar arasında müşterek olmasını istemektedir. "Kim kâfir atalarından dokuz tanesine izzet ve üstünlük niyetiyle intisab ederse, ateşte onların onuncusu olur."
Bu hadisin, Müslümanları müşrik olan ecdadlarıyla övünmekten men etme hususunda başvurduğu zecr ifadesinin dozajındaki ağırlıktan memnun olmayanlar, tuttukları yolun dikliğe, uçuruma yakın tehlikeli meylini göremeyecek kadar gaflet izhar ederek: "Hz. Peygamber böyle bir ifadeye yer verir mi?" vs. diyerek yersiz ve tehlikeli mütâlaalara, hadis-i şerife dil uzatmaya kalkabilirler. Böylelerine cevabımız şudur: "İslâm milletlerinin birliğini, beraberliğini bozmada en mühim amillerden biri olarak, tarihte rol oynayacak bir davranışın fenalığını, her hâl u kârda ondan çekinmek gerektiğini, en âmi bir kimsenin bile kolayca anlayacağı bir üslub ile Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ifade buyurmuştur. Biz, bu mefhumu sahifeler dolusu ifadeye döksek, halk seviyesinde bu kadar nefret verici bir açıklamada bulunamayız. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu bir cümlede, hem de kısa bir cümlede yapmıştır.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in böyle bir ifade ile ihsâs etmeye çalıştığı fenâlıkların şümûlünü göstermek için, Osmanlı devletini parçalamaya götüren ırkçılığın yurdumuzda tahriki için, Batılılar tarafından "müşrik ecdadla iftihar" tabye ve taktiğinin uygulandığını söylememiz kâfidir. Okuyucuyu, sırf bu hadisin ifade ettiği mefhumun doğruluğu ve ecdad ile övünmeyi men eden hadislerin ne kadar hakikatlı ve hikmetli olduğu hususlarında ikna için, önce Türkler arasında, sonra da Araplar arasında ırkçılığın nasıl uyandırıldığına dair kısa bir açıklama yapacağız.
Hadisin, Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'i gibi muteber bir kitapta -ki, içerisinde mevzu hadis olmadığı, bütün hadislerin makbul ve en aşağı hasen veya hasene yakın derecesinde olduğu kabul edilmiştir- beş ayrı vecihten gelmiş olması bir tarafa, bugünkü yurdumuzu parçalamada da büyük ölçüde ırkçılığın müessir bir alet olarak kullanılması da, bu hadisin ifade ettiği mefhumun doğruluğu ve rivayetin sıhhati hususunda her çeşit şüpheyi izâle eder.


ECDADLA ÖVÜNMEDE ÖLÇÜ:
Aslında ecdada saygı ve bağlılık fitrî bir şe'niyyettir. Müşrik, muvahhid, hattâ mülhid (dinsiz, ateist) herkeste bu duygu vardır. Lâik ve tam manasıyla materyalist insanların bile bu fıtrî ve cibillî meyilden kendilerini kurtaramadıklarını hergün görmekteyiz. Materyalizmin başını çeken komünist âlemin, Lenin, Marx, Stalin gibi büyüklerin mezarlarını takdis ettikleri, bunların başında yıllık bir takım merasimler icra ettiklerini hepimiz biliriz. Afrika yerlileri arasında çıkan çeşitli yeni cereyanlar, yeni fikirler sırasında, her çeşit değişmelere rağmen, ecdad mezarlarının ihtimamla muhafaza edilmesi de gözönüne alınacak olsa, en ibtidâiden en medenisine kadar bütün insanlarda ecdadperestliğin ne kadar umumi bir kanun olduğu anlaşılır.
Hakikat-ı halde, İslâm dini de ecdadla övünmeyi tamâmen yasaklamamıştır. Kur'an-ı Kerim'de zikri geçen peygamberler ve hususan Hz. İbrahim (aleyhissalâtu vesselâm)'in takdimi bunun en açık delilidir. O (aleyhisselam): "babanız İbrahim" diye takdim edilir (Hacc, 78). Ayrıca hadislerde gelecek nesillerin, önden gidenleri kötüleyeceğini takbih ederek haber vermesi, hatta bunu kıyâmet alâmetlerinden sayması gibi durumlar nazar-ı dikkate alınınca, ecdadla övünme yasağının Müslüman olmayan ecdada râci olduğu anlaşılır. Gayr-ı müslim ecdadla övünülmeye kalkılacak olsa, Müslümanlar arasında mefahir ayrılıkları olacak, birlik kaybolacak ve cahiliyye devrindeki bölünme ve rekabetler tekrar işin içine girecektir. Hatta daha açık olarak diyebiliriz ki, müşrik ecdâdla övünme keyfiyeti, memnu ırkçılığın ana sebeplerinden biridir, ileride izahı gelecek.
Yine ilave edelim ki, Kur'an ve hadiste gelen bu yasakların muhatabı sâdece Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devrindeki insanlar değildir. Yıllar yılı İslâmi mefahir ve büyükler nisyana, unutulmaya mahkum edilirken, İslâm aleminin her tarafından İslâm öncesi devri medeniyetlerinin ihya edilmeye, ortaya çıkarılmaya fazlaca ehemmiyet verilmesi tesadüfî bir hadise değildir.
Mefahirlerde ortaya çıkan farklılıklar sadece Osmanlı Devleti'ni bölmekle, çeşitli İslâm milletlerini birbirinden uzaklaştırmakla kalmamış, bir millet içerisinde husule getirilen mefahirler anarşisi sebebiyle farklı gruplar meydana gelmiş, bu da gençliği anarşiye itmiştir. Geçirmekte olduğumuz kanlı anarşinin sebeplerini buralarda aramamıza hiç bir mantıkî ve aklî engel mevcut değildir.
Şu halde İslâm'ın bu noktadaki ısrarı dünyanın her yanındaki Müslümanlara müşterek mefahir sunarak, Kur'ân'da ifade edilen "mü'minler kardeştir" idealini kalb ve gönüllere yerleştirerek kuvveden fiile çıkarmak gayesini gütmektedir


KAVMİ İÇİN SAVAŞ:
Irkçılıkla alâkalı yasakların bir kısmı kavmiyyet ve asabiyyet gayretiyle yapılacak savaşlarla alâkalı olarak beyân edilmiştir. İslâm'da büyük ecir ve vaadedilen şehidlik mertebesi sırf Allah rızası için ölenlere verilecektir. Ganimet elde etmek, şöhret kazanmak, kahramanlık izhar etmek, yiğitlik arzetmek, kabile ve aşiretin menfaatini gütmek, kendini göstermek gibi gâyelerden hiçbiri Allah yolunda cihad sayılmaz. Sadece ve sadece Allah'ın kelâmını âlî tutmak, yüceltmek için yapılan savaş, Allah yolunda cihaddır, bu gaye ile savaşan kimse öldüğü takdirde şehid olur. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu gâye dışında ölmeyi ve öldürmeyi kesinlikle yasaklar: "Kıyamet günü bir adam, bir adamın elinden tutmuş olarak gelir ve: "Ya Rabbi, bu beni öldürdü" der. Allah da ona: "Onu niçin öldürdün?" diye sorar. Berikisi de: "İzzet senin için olsun diye (şânını yüceltmek için) öldürdüm" cevabını verir. Allah ona: "O bana aittir" der. Derken bir başka adam, yine birisinin elinden tutmuş olarak gelir ve: "Bu beni öldürdü" der. Allah da: "Onu niye öldürdün?" diye sorar. Berikisi: "İzzet falancanın olsun diye" cevabını verir. Allah: "Fakat izzet ona âit değildir" der ve öldürdüğü kişinin günâhını yükleterek gönderir."
Yukarıda kaydettiğimiz hadislerde "Allah'tan başkasının ismini yüceltmeyi" gaye edinen savaşlar yasaklandığı gibi, aşağıda zikredeceğimiz hadiste, gayesi açık seçik belli olmayan, mübhem, karanlık savaşlara katılmak da yasaklanmaktadır: "Kim itaatten ayrılır ve cemaati terketmiş olduğu halde ölürse, cahiliyye ölümü ile ölmüş olur. Kim de ummiyye bir bayrağın altında mukatelede bulunur, asabiyyet (kavmiyyet) için öfkelenir veya asabiyyete çağırır veya asabiyyete yardım eder ve bu esnada öldürülürse, onun ölümü cahiliyye ölümüdür. Kim ümmetime karşı çıkarak, facir, salih ayırımı yapmadan, kim denk gelirse vurur, mü'min olup olmadığına bakmaz, ahidde bulunduğu kimseye karşı ahdini tutmazsa o benden değildir, ben de ondan değilim."
Hadisin anlaşılması için iki tâbirin açıklanması gerekmektedir:
1- Ummiyye Bayrak: Âlimlerin bir kısmı, bununla gayesi, hedefi belli olmayan mübhem bir umurun kastedildiğini söylemiş, misâl olarak bir kavmin asabiyyet için yaptığı savaşı göstermiştir. Şahsî ihtiras ve gadab yolunda yapılan mukatelenin de buraya girdiğini ayrıca belirtmişlerdir. Bayrak tabirine yer verilmesini nazar-ı dikkate alan bazıları, bu tabirle hak mı, bâtıl mı olduğu meçhul olan bir iş üzerine toplanmış kimselerin kinâye edildiğini söylemişlerdir. Şu halde, hadis, bu çeşit savaşlara katılmayı yasaklamaktadır.
2- Asabiyyet: Sıkça geçen ve kavmiyetçilik, ırkçılık gibi tabirlerle tercüme ettiğimiz bu kelime, -İbnu'l-Esir'in açıklamasına göre- "kavmine zulümde yardım eden kimse" manasına gelen asabi'den gelir. Lügat yönünden asabi, asabesi için öfkelenen ve onları himaye eden kimse demektir. Asabe ise, baba cihetinden gelen akrabalara denir.
Asabiyyet Tarafgirlik Demektir: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yasakladığı asabiyyetin "zulümde kavmine yardım etmek" olduğu anlaşıldıktan sonra şunu söyleyebiliriz: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında insanları zulümde başkasına yardım etmeye sevkeden en mühim âmil kavmî beraberlik, kan bağı idi. Zamanımızda bunun yerini başka şeyler de almıştır. Bu yeni şey, bâzan ideolojidir, bâzan siyasettir, bâzan bölgeciliktir, bâzan şu veya bu maksadla teşkil edilen gurubculuktur, bâzan grubculuklara karşı olmak bahâne ve yaftasıyla teşkil edilen gurubculuktur, bâzan da eskiden olduğu gibi kabilevî, ırkî birliktir. Sebep ne olursa olsun, ileri sürülen bahâne ne gösterilirse gösterilsin, adâletin tatbikına, liyâkatlıların haklarını almasına mâni olan, lâyıkı var iken liyâkatsizi iş başına getiren, mazluma karşı zâlimi koruyan her çeşit tarafgirlikler Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in diliyle lânetlenen, yasaklanmış olan asabiyyettir. Bu nokta-i nazardan asabiyyet tabirinin zamanımızdaki en uygun karşılığı tarafgirliktir. Zira tarafgirlik uğruna, değil aynı kabileden olanlar, aynı aileden olanlar bile birbirlerine düşman vaziyeti almakta, haksızlıklar işlemektedir.
Kuzman Hadisi: Şehidlik mertebesinin sadece ve sadece Allah rızası için çarpışanlara verileceğini ifade eden bir hadisi burada kaydedeceğiz. Aşağıda vereceğimiz metin, hadisin Buharî tarafından rivayet edilen vechidir. Burada, aslında, vak'a kahramanının ismi mezkur değilse de, başka bazı vecihlerde Kuzmân ez-Zaferî olduğu tasrih edilir. Vâkidî'nin rivayetinde, Uhud Savaşı sırasında cereyan ettiği belirtilen bu vak'ada Kuzmân intihardan önce, kendisine: "Sana şehâdet mübarek olsun" diyerek tebriklerini ifade eden Katâde İbnu Nu'mân'a: "Vallahi bu cengi din için yapmadım, kavmimin şerefi için yaptım" der ve sonra da, yaraların ızdırabına dayanamayarak intihar eder.
Buharî'de gelen vechine göre, ashâbtan Ebû Hüreyre ve Sehl İbnu Sa'd (Allah ikisinden de razı olsun) anlatıyorlar: "Biz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte Hayber Gazvesi'ne katılmıştık. Müslüman olarak askerler arasında yer alan bir kişi için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Falan kişi cehennemliktir" buyurdu. Savaş başladığı zaman (Kuzmân) herkesin dikkatini çekecek şekilde kahramanca vuruştu. Sağda solda grubtan ayrılmış olan kimseleri birer birer yakalayıp kılıçtan geçiriyordu. O kadar ki, cengâverliğini Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a anlattılar ve: "Ey Allah'ın Resûlü, bizden hiç kimse onun gösterdiği kahramanlık derecesine ulaşmadı" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yine: "Fakat, o cehennemliklerden!" buyurdu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bu sözü, neredeyse bazılarınca tereddüdle karşılanmıştı. (Hayrette ileri gidip mes'eleyi zihinde) büyütenlerden Huzâî Eksüm adında biri:
"Öyle ise ben onun peşine takılıp ne yaptığını gözetliyeceğim" dedi.
Râvi Sehl İbnu Sa'd der ki: "Huzâî, (Kuzmân'ın) peşinde harp sahasına çıktı. Her gittiği yerde onu tâkip ediyordu. Öyle ki, o nerede durdu ise, bu da orada durdu. Nerede koştu ise bu da koştu. Nihâyet (Kuzmân) ağır yaralandı. Yaranın
acısına dayanamayarak bir an evvel ölmek için, kılıcının sırtını yere koydu. Keskin tarafını da iki memesi arasına koyarak var gücüyle üzerine yüklendi. Kendisini bu şekilde öldürdü.
"Bunun üzerine Huzâî Eksüm, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Şehâdet ederim ki, sen muhakkak Allah'ın peygamberisin" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Ne olsu, bunu niye söylüyorsun?" dedi. Huzâî anlattı:
"Ya Resûlallah, az önce, şu cehennemliklerden olduğunu haber verdiğin kişi (Kuzmân) var ya, hakikaten o, cehennemliklerdendir. Siz onun cehennemlik olduğunu söyleyince halk bunu kafalarında büyütüp (hayretle karşılamıştı). Ben de: "Bu adamı takip ve tarassut edeceğim" demiştim. Ve hakikaten, ardı sıra çıkıp, onun her hareketini araştırdım. Nihayet bu adam, ağır surette yaralandı ve bir an önce ölmek için kılıcın demirini yere, keskin ağzını iki memesi arasına koydu. Sonra kılıcının üstüne yüklendi ve bu suretle intihar etti."
"Huzâî'nin bu sözleri üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "İnsanlardan bâzıları vardı ki, halka, görünüşe göre, ehl-i cennete yaraşan hayırlı işler yaparlar. Halbuki onlar cehennemliktir. Yine insanlardan diğer bâzısı vardır ki, halkın görüşüne göre cehennemliklere yaraşan kötü işler yaparlar. Halbuki onlar cennetliktir" buyurdu.
Bunu söyledikten sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Bilâl-i Habeşî (radıyallahu anh)'yi çağırarak: "Ey Bilâl! Haydi şunu halka ilân et" diye emretti:
"Cennete ancak mü'minler girer. (Bu müntehirin mücâhedesine gelince) muhakkak ki, Allah, İslâm dinini (dilerse) fâcir bir kişi ile de te'yid edip kuvvetlendirir."
Allah Nazarında İnsanların En Şerîri: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), asabiyyet yani kavim ve kabilesinin menfaati için eyleme kalkarak işlediği masiyet ve cinayetler sebebiyle ahiretini kaybeden kimse için şöyle der: "Kıyâmet günü, Allah indinde, derece itibariyle insanların en şerlisi, başkasının dünyası uğruna ahiretini hebâ eden kuldur."
Kavmiyyetçinin Şehadeti Merduddur: İmam Şâfiî şöyle der: "Her kim, sözle asabiyyet (kavmiyyetçilik) izhâr eder, ona çağırır ve bu işi iyice benimserse -bu uğurda bizzat savaşmasa bile- bu kimsenin şehâdeti merduddur, (mahkemede şâhidlik yapamaz). Zira haram olduğu hususunda İslâm âlimlerinin hiçbir ihtilâfı bulunmayan bir günâha bulaşmıştır." Asabiyyetin ne olup olmadığını anlamamızda bize yardımcı olacağına inandığımız açıklamaların devâmını burada aynen sunmayı faydalı bulduk.

Şâfiî hazretleri sözlerine şöyle devam eder: "Bilirsin ki, insanların hepsi Cenab-ı Hakk'ın kullarıdır. Hiç kimse O'nun kulluğundan dışarı çıkamaz. Bu kullar arasında sevgiye en çok liyâkatlı olanı, Allah'a en muti olanıdır. İtaat edenler arasında fazilet ve üstünlüğe en ziyade müstehak olan da -âdil imam (iyi devlet reisi) veya müçtehid âlim veya herkese veya bâzılarına yardımda bulunan kimselerden- Müslümanların teşkil ettiği cemiyete en ziyade faydalı olanıdır... Allah insanları İslâm'da birleştirdi ve onları kendisine nisbet etti. Bu (intisab) insanlar arasında mevcud neseblerin (intisabların) en şereflisidir. İnsan bir kimseyi sevecekse onu Allah için sevsin. Bir kimse sadece kendi kavmini sevecek olsa, bakılır, kendine helâl olmayan herhangi bir şeyi kavminin dışında kalanlara yapmadıkça, bu çeşit bir kavim sevgisi sıla-i rahim'dir, yasak olan asabiyyet değildir. Kendisinde iyi veya kötü vasıflar beraberce bulunmayan kimseler azdır. Kişinin kendinden olan bir kimseyi severken mevzubahis olabilecek kötü durum (mekruh), onun Allah tarafından yasaklanmış olan bir şeyi başkasına yapmasıdır. Meselâ, tecâvüzde bulunur, nesebi sebebiyle ta'n eder, asabiyyet (kabilecilik) yapar, kişiye nesebi sebebiyle kızar, fakat Allah'a olan isyanı veya kızdığı birisine karşı işlediği cinayeti sebebiyle kızmaz. Sözgelimi şöyle der: "Ben ona kızıyorum, zira o, falanca âileye mensubdur." İşte bu hâl, şâhidliğin reddini gerektiren hâlis asabiyyettir (yâni merdud olan kavmiyyetçilik). Birisi çıkıp da: "Bu söylediğinize delil midir?" diyecek olsa, kendisine şu cevab verilir: "Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: "Mü'minler muhakkak kardeştirler." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de şöyle demiştir: "Ey Allah'ın kulları kardeşler olun." Öyle ise bir kimse özrünü mucib bir sebep olmaksızın Allah'ın ve Allah'ın Resûlü'nün emrinden dışarı çıkarsa, bu davranışıyla, te'vili mümkün olmayan bir suç işlemiş olur. Üstelik zikrettiğimiz amellerin suç olduğu hususunda Müslümanların hiçbir tereddüdü, ihtilâfı da yoktur. Öyle ise bu durumdaki bir kimsenin şehâdetinin reddedilmesi gerekir


-VEDA HUTBESİ-
(9 Zilhicce l0 H./8 Mart 632 M. Cuma)
Peygamberimiz Hz. Muhammet (s.a.s.) Vedâ haccında, 9 Zilhicce Cuma günü zevâlden sonra Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vâdisi'nin ortasında 124 bin Müslümanın şahsında bütün insanlığa şöyle hitabetti.

Bismillahirrahmanirrahim
"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah'dan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi, ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasûlüdür. "

Ey Nâs!

Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedî olarak bir daha berâber olamayacağım.

İnsanlar!

Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz Mekke nasıl kutsal bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, nâmus ve şerefiniz de öylece mukaddestir; her türlü tecâvüzden masûndur.

Ashâbım!

Yarın rabbınıza kavuşacaksınız. Bugünkü her hâl ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız. Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsinler. Olabilir ki, bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak hıfzetmiş olur.

Ashâbım!

Kimin yanında bir emânet varsa, onu sâhibine versin . Fâizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat aldığınız borcun aslını ödemek gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle bundan böyle fâizcilik yasaktır. Câhiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz de Abdülmuttalib'in oğlu amcam Abbas'ın fâiz alacağıdır.

Ashâbım!

Câhiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası, Abdülmüttalib'in torunu (amcalarımdan Hâris'in oğlu) Rabîanın kan davasıdır.

Ey Nâs!

Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emâneti olarak aldınız. Onların nâmus ve ismetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki haklarınız, âile nâmusu ve şerefinizi kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer onlar sizden izinsiz râzı olmadığınız kimseleri âile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları ise, örfe göre her türlü (meşru ihtiyaçlarını), yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

Mü'minler!

Size iki emânet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emânetler, Allah'ın kitabı Kur'ân ve O'nun Peygamberinin sünnetidir.

Ey Nâs!

Devâmlı dönmekte olan zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü duruma dönmüştür. Bir yıl, l2 aydır. bunlardan 4'ü Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep hürmetli aylardır.

Ashâbım!

Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden nüfûz ve saltanatını kurma gücünü ebedî olarak kaybetmiştir. Fakat size yasakladığım bu şeyler dışında, küçük gördüğünüz şeylerde ona uyarsanız, bu da onu sevindirir. ona cesâret verir. Dininizi korumak için bunlardan da uzak kalınız.

Mü'minler!

Sözümü iyi dinleyin, iyi belleyin. Rabbınız birdir, babanız birdir. Hepiniz Âdem'densiniz, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Hiç kimsenin başkaları üzerinde soy sop üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük, ancak takvâ iledir. Müslüman müslümanın kardeşidir. Böylece bütün müslümanlar kardeştir. Gönül hoşluğu ile kendisi vermedikçe, başkasının hakkına el uzatmak helâl değildir. Ashabım! Nefsinize de zulmetmeyin. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır. Bu nasihatlarımı burada bulunanlar, bulunmayanlara tebliğ etsinler.

Ey Nâs!

Cenâb-ı Hak Kur'an da her hak sahibine hakkını vermiştir. Mirâsçı için ayrıca vasiyyet etmeye gerek yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa, ona âittir. Zina eden için ise mahrûmiyet vardır. Babasından başkasına soy (neseb) iddiâsına kalkışan soysuz, yahut efendisinden başkasına intisâba yeltenen nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lânetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın. Cenâb-ı Hak böylesi insanların ne tevbelerini ne de adâlet ve şâhitliklerini kabûl eder.

Ashabım!

Allah'tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, malınızın zekatını verin, âmirlerinize itaat edin. Böylece Rabbınızın Cennetine girersiniz.

Ey Nâs!

Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz? Ashâbı kiram:

Allah'ın dinini teblîg ettin, vazîfeni hakkıyla yaptın, bize nasihat ve vasiyette bulundun, diye şehadet ederiz, dediler.

Rasûlüllah (s.a.s.) mübarek şehâdet parmağını göğe doğru kaldırdı, cemâat üzerine çevirip indirdikten sonra üç defa:

Şâhid ol Yâ Rab!

Şâhid ol Yâ Rab!

Şâhid ol Yâ Rab!

buyurdu.
 

samanyolu

New member
Katılım
19 Mar 2007
Mesajlar
2,063
Tepkime puanı
2,696
Puanları
0
Yaş
49
Konum
istanbul
Mensup oldukları cemaatten başka herkesi hakir gören, yalnızca kendisilerinin “samimi” Müslüman olduğuna inandırılmış, aslen “kibir öbekli” bu gibi kişilerin; vatanını seven, milletinin, ümmetinin, dolayısıyla insanlığın yücelmesi için Gayretullah’a sığınarak çalışan Türk Milliyetçileri’ni, ırkçı, hatta İslam harici, tövbe haşa “kâfir” olarak görmesi ve göstermesi, son derece düşündürücüdür.

Maalesef bu kişiler, konuyu derinlemesine araştırma zahmetine katlanmadan, kulaktan dolma bilgilerle kendilerini neredeyse “fetva makamı” saymaktadırlar.

Türk Milliyetçileri’ne ırkçı, kafatasçı diyerek İslâm harici görenler, bir Müslüman’a “kâfir” diyenin kendisinin küfre gideceğini unutmamalıdırlar.

Türk Milliyetçileri’ne bu iftiraları atanların tamamına yakını kesin hükümlü bağnazlardır. Bir kısmı da azınlık ırkçısı olduklarını dindarlık perdesi arkasına sığınarak saklamaya çalışan zavallılardır.

Bizim milliyetçiliğimiz...
İslâm, meşrû sınırlar içerisinde akrabalık bağının kuvvetlendirilmesi, sürdürülmesini tavsiye etmektedir. Türk Milliyetçileri de, akrabalık bağının en büyük organizasyonu olan milletimizin her ferdini sevmekte ve kardeşlik bağlarının kuvvetlendirmesine gayret etmektedirler.

Türk Milliyetçileri, “Üstünlüğün yalnızca takvâda olduğuna inanmaktadır ve siyahın beyaza, beyazın siyaha üstünlüğünün olmadığının” şuurundadır. Bizim milliyetçilik anlayışımızda antropolojik ırkçılığa, kafatasçılığa asla ve asla yer yoktur. Bizim milliyetçiliğimiz, başka milletlerin gözyaşları üzerine bina edilmemiştir.

Elbette “Bütün Müslümanlar kardeştir” ve Türk Milliyetçileri buna iman etmişlerdir. Fakat kişinin kendi vatanının ve milletinin değerlerini savunması, bu kardeşliğe engel değildir.
Zira “Vatan sevgisi imandandır” hadis-i şerifi ortadadır.

İslâm kardeşliğinden bahsederek, Türk Milliyetçileri’ne insafsızca saldıranlar; nedense Kızıl Çin emperyalizmi altında inim inim inleyen 35 milyon Doğu Türkistanlı Müslüman kardeşimizi, tıpkı şu “ulu - salyacılar” gibi hatırlamazlar.
Bu kardeşlik, Yunanistan’da, Bulgaristan’da bulunan soydaşlarımıza sindirme politikaları uygulanırken pek umursanmaz.

Yine Ermenilerin kadim Azerbaycan yurdu Karabağ’ı işgal etmesi, 21’inci asrın en büyük soykırımını yapması, 1 milyondan fazla insanın evsiz, yurtsuz kalması karşısında bu kardeşlik unutulur.
İslâm milletleri elbette kardeştir ve bu kardeşlik bağı kuvvetlendirilerek sürdürülmelidir. Filistin de bizim kanayan yaramızdır, esir Doğu Türkistan da...
Irkçılık lanetlenmiştir...

Yüce dinimiz İslam, ırkçılığı kesin bir dille yasaklamıştır. Bunu herkes bilmektedir. Mesele İslamiyet’e göre ırkçılığın ne olduğudur. Maalesef Türk milliyetçilerine saldıranlar İslamiyet’e göre ırkçılığın ne olduğunu araştırmak yerine, kendilerine ezberletilenler dairesinde ırkçı tarifi yapmaktadırlar.

Peygamberimiz Efendimiz Hazreti Muhammed’in (sav) sadece şu hadis-i şerifi, bu kişilere cevap olarak yeter de, artar:
“En hayırlınız, (zulme düşerek) günah işlemedikçe aşiretini müdafaa edendir.” (Süraka İbnu Malik el-Cu’şemi)
Bu hadis-i şeriften anlaşılacağı üzere, günah işlemedikçe mensubu bulunduğumuz milleti, cemiyeti, kavmi ve aşireti müdafaa etmemiz çok hayırlı bir davranıştır. O halde milliyetçi olmamız, aziz vatanımıza, millî ve değerlerimize sahip çıkmamız, kendileri rahat döşeklerinde kışlarken, milletimizin ve İslâm’ın hizmetinde kanımızı - canımızı vermemiz, bunları niçin rahatsız etmektedir?..

Birlik çağrısına devam...
Kelimelerin içinin boşaltılarak, kavram kargaşasının yaşandığı günümüzde milliyetçilik, “ulusalcılık” ile karıştırılmaktadır. Türk Milliyetçiliği’nin, hiçbir derinliği olmayan ve İslamî anlayışa düşman olan şu kavram salatası “ulusalcılık” ile hiçbir bağı yoktur.

Bugün Türk Milliyetçiliği’nin en büyük düşmanı da işte bu ulusalcılardır. Propaganda bombardımanı tesirinde kalan küçük ve safdîl bir azınlık dışında, “milliyetçiyim” diyemedikleri için lafta ulusalcı kesilenler, milletimizin bütün manevî değerlerine düşmandırlar.
Dolayısıyla İslâm’ın hizmetkârı olan Türk Milliyetçiliği’nin de katıksız düşmanıdırlar.
 

Elifnisa

New member
Katılım
29 Eki 2007
Mesajlar
483
Tepkime puanı
241
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
Allah razı olsun samanyolu kardeşim harika bir yazıydı gerçekten. ellerine sağlık
 

halilim2000

New member
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
8
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
samanyolu kardeşim benim bu alıntı olarak aldığım yazıyı tam olarak okuyunuz.Belki düşüncem tam olarak anlaşılmamış olabilir.Ben Türküm. ancak bu türklülüğü abartmamak gerek buna inanıyorum.çünkü benim yapacağım kavmiyetçilik diğer kavime mensup insanlarıda ırkçılığa itecektir.Bu günkü Kürtlerin yaptığı örnek verilebilir.Çağın gerisinden geldikleri kesin.ancak hadislerde belirtildiği gibi Peygamber Efendimiz S.a.v kavmiyetçiliği yasaklamıştır.ama bu kişilerin geldiği yeri unutması anlamında değildir.çünkü bilirsiniz soyunu inkar eden soysuzdur diye bir söz vardır.bu gün islam alemi gerçekten parçalanmış durumda.bunun sebebide bu kavmiyetçilik gibi konulardır.dozunda bırakılmalı.şuda ubutulmamalıdır ki hepimiz Adem a.s dan geldik.Size sorarım sizce Adem a.s kaç tanedir.ki böyle türklük,araplık,kürtlük vs. oluşsun. ve buna bir örnek daha var ki.yine kuranda bahsi geçer.Yahudilerin İbrahim Peygamberin bir Yahudi olduğunu iddia etmeleri.fakat Rabbimiz ise o ne Hristiyandı nede Yahudi.O sadece salih bir mümindi diye geçer.sonuçta Rabbimiz için önemli olan insanların takvaca üstün olmaları.bu doğrultuda zaten kavmiyetçiliğin bir önemi kalmıyor.bizim bu gibi şeyleri kafamızda fazla oyalamayıp kurana ve birliğe geçmemiz şarttır.hepimiz birbirimize sahip çıkmalı ve saygı duymalıyız.bu hainlere göz açtıracağımız anlamınada gelmez.insalar çoktur ve her ırktanda kötü insan çıkabilir. bir kötü insanın kötülüğü bütün ırka mal edilemez.Ayrıca İlmihallerde geçer kimin milletindensin İbrahim a.s milletindenim.Kimin zürriyetindensin Adem a.s zürriyetindenim.kimin ümmetindensin Hz.Muhammed s.a.v ümmetindenim.Bunu birz araştırın arkadaşlar.mazallah olurki kabirde bize sorulursa hangi millettensin diye ne deriz sonra.ayrıca hemn yargısız infaz yapmayın.lütfen mantıklı düşünün.benim burda hiçbir art niyetim olamaz.İslam aleminin birlik olmasını istemekte asla bir art niyet olamaz.birlik içinde saygı olmalı.Tıpkı Osmanlının hoşgörü ve saygısı gibi.çünkü o zaman islam alemi tek çatı altındaydı.bizi ne böldü sizce?
 

__BODOM

New member
Katılım
25 Kas 2006
Mesajlar
241
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Yaş
44
Bugün Türk Milliyetçiliği’nin en büyük düşmanı da işte bu ulusalcılardır. Propaganda bombardımanı tesirinde kalan küçük ve safdîl bir azınlık dışında, “milliyetçiyim” diyemedikleri için lafta ulusalcı kesilenler, milletimizin bütün manevî değerlerine düşmandırlar.
Dolayısıyla İslâm’ın hizmetkârı olan Türk Milliyetçiliği’nin de katıksız düşmanıdırlar.


yazdıklarına katılıyorum ama milliyetçiliğin en büyük düşmanı kendilerine ulusalcı denilen kesim değil bence onlar yanlış yönlendiriliyorlar tıpkı vatanınıseven milliyetçi diğer kesimler gibi..
şimdi yeni anayasa da kürtçenin önünü açacaklar ben insanlar kürtçe konuşmasın demiyorum ama şu soruya cevap vermek gerekiyor biz tek milletmiyiz yoksa ikimi eğer biz tek millet değilsek Türkiye nin bölünmesi ciddi bir tehdit olarak yıllarca karşımızda duracak sizce Türkiye tek millet mi
 

samanyolu

New member
Katılım
19 Mar 2007
Mesajlar
2,063
Tepkime puanı
2,696
Puanları
0
Yaş
49
Konum
istanbul
halilim 2000 kardeşim tabiki bende türküm ve bundan gurur duyuyorum ayrıca tarih bölümünde ve formun diğer bölümlerinde türk tarihi ile ilgili yazılarımızı bulabilirsin.
 

halilim2000

New member
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
8
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Bodom kardeşim Türkiye elbette tek bir millettir.İslam çatısı altında hepimiz bir milletiz.bunun kanıtı Çanakkalede şehitlikte var zaten.
 

yelken06500

New member
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
772
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Konum
istanbul
7:138 - Ve İsrailoğullarının denizden geçmelerini sağladık? Derken bir kavme vardılar ki, onlar, kendilerine mahsus bir takım putlara tapıyorlardı. Dediler ki; Ey Musa! Onların tanrıları gibi, sen de bize bir tanrı yap! Musa da onlara dedi ki: Siz gerçekten cahillik eden bir kavimsiniz.

7:64 - O'nu yalanladılar, biz de O'nu ve O'nunla beraber gemide bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları boğduk! Çünkü onlar, kalb gözleri körleşmiş bir kavim idiler

7:133 - Biz de kudretimizin ayrı ayrı alâmetleri olmak üzere başlarına tufan, çekirge, haşereler, kurbağalar ve kan gönderdik, yine inad edip direndiler ve çok mücrim (suçlu) bir kavim oldular

10:24 - Dünya hayatının misali şöyledir: Gökten indirdiğimiz su ile, insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği ve sahipleri kendilerini ona gücü yeter sandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün, ona emrimiz gelivermiştir, ansızın ona öyle bir tırpan atıvermişiz de sanki bir gün önce orada hiçbir şenlik yokmuş gibi oluvermiştir. Düşünen bir kavim için âyetlerimizi işte böyle açıklarız.

bu ve buna benzer yüce kur'an da geçen bir çok ayetten anlaşılabileceği gibi bir çok kavim haddi aşmaları ve inkarlarından dolayı onlar ALLAH(CC) ın lanetine uğramışlardır...bir insan iman ettikten sonra kavminin içinde bulunduğu aşırılıktan ve bozgunculuklarından yüz çevirerek kavmini kabul etmeyebilir.bununla beraber insanların mensup olduğu kavim ona sorulacak olan hesaba katılmaz.insanlar yaptıklarından ve yapmadıklarından hesaba çekilecektir.yani mensubu olduğu kavmi övmek ve onu yüceltmek onun için sadece komplekslerini yenmekten ve egolarını tatmin etmekten öteye geçmez...nefsin insan üzerindeki tahakkümünü arttırır....selam ve dua
 
Üst Alt