Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Karia suresi

hakka davet

New member
Katılım
25 Eyl 2007
Mesajlar
153
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
53
KARİA SURESİ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Nedir o karia? (Nedir o çarpacak bela? O çarpacak olan felaket, nedir? Nedir o 'çarpıp patlak verecek olan? Nedir o gürültü koparacak olan,)
O çarpacak olan felaketin ne olduğunu sana ne bildirdi?(O felaket kapısını çalacak olanın ne olduğunu bilir misin sen?)
O gün insanlar çırpınıp yayılan pervaneler gibi olacak. (İnsanların, 'her yana dağılmış' pervaneler gibi olacakları gün)
Dağlar da didilmiş elvan yünler gibi atılacaktır(Ve dağların da 'etrafa saçılmış' renkli yünler gibi olacakları (gün) .
Kimin tartıları ağır gelirse, Artık o, hoşnut olunan bir hayat içindedir.
Kimin tartıları hafif gelirse, Onun anası (sığınacağı yer) Hâviye'dir.
Ve bildin mi haviye nedir?( Onun ne olduğunu sen nereden bileceksin?)
O, kızgın bir ateştir.

Müfessirlerin hemen hepsine göre, sûre Mekke'de inmiştir. Nitekim İbn Merduye'nin İbn Abbas (R.A.) dan yaptığı rivayete göre de Mekke'de indiği belirtilmiştir.
Bu sure, dehşeti ile kalpleri vuracak olan anlamındaki "Kâri'a" kelimesi ile başladığı için Kâri'a suresi olarak adlandırılmıştır. Kâri'a da Hakka, Tâmme, Sâhhâ, Gaşiye ve diğerleri gibi kıyametin isimlerindendir. Hakka suresinde de kıyamet yine "karia" ile ifade edilmiştir. (Hakka, 4)


“Nedir o karia?”

Burada "Elgariatü" kelimesi kullanılmıştır. Lafzı tercümesi "çarpan"dır. "Kâria"nın manası, bir şeyin başka bir şeye çarpmasından çıkan sert sestir. Lügat yönünden "kâria" kelimesi, "korkunç olay, büyük felaket"i izah etmek için kullanılır. O kâria. O çarpacak bela, yani kıyamet. Çünkü "kâria", "kâr' "dan türemiştir. Maddesinden "kar'", şiddetli bir ses çıkaracak derecede şiddetle dayanıp çarpmaktır. Yüce Allah, sanki bir top güllesi gibi tek bir sözcükle başlıyor. Yüklemi ve sıfatı olmayan, tek başına bir kelime ile "Karia" kelimesi ile başlıyor. Böylece O'nun hedefi, kelimenin uyandıracağı çağrışımla ve ses tonu ile korkunç ve gürültülü ilhamını kalplere bırakmasıdır. Dehşetiyle ve içindeki felaketleriyle insanların kalplerini hoplatan çarp¬ma nedir? Nedir bu kalpleri hoplatan çarpma.
"Nedir o?" şeklindeki soru, onun durumuna gereken önemin ve dikkatin verilmesi içindir. "Sana bildiren nedir?" soru¬su da endişeyi büyütmek içindir.
Sonra yüce Allah bu işin sırrının bilinemeyeceğini ifade eden bir soru ile yönelttiği soruya cevap veriyor.

O çarpacak olan felaketin ne olduğunu sana ne bildirdi?(O felaket kapısını çalacak olanın ne olduğunu bilir misin sen?)

Bunun manası, "Sen onun künhünü bilemezsin. Çünkü o, şiddet açısından herhangi bir ferdin, vehminin ve zannının yetişemeyeceği bir noktadadır. Sen onu, her ne türlü takdir edersen et, bilesin ki o, senin takdirinden daha büyüktür" şeklindedir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Dünyanın bela ve musibetleri, bu "kâria"nin yanında, adeta bir "kâria" değildir. Dünyanın ateşi de, ahretteki ateşin yanında, ateş değildir. İşte bu yüzden Cenâb-ı Hak, bu sûrenin sonunda, dünya ateşinin, ahretinkinin yanında ateş olmadığına dikkat çekmek için, "harareti çetin bir ateş"(Kâria, 11) buyurmuştur. İşte böylece, bu açıdan, bu sûrenin başı ile sonu, birbiriyle mutabakat arzetmiş olur.
Bu olay insanın havsalasının alamayacağı kadar büyük ve düşüncesinin kavrayamayacağı kadar derindir.
Sonra o olayın gerçek yüzü değil, o gün neler olacağı cevaplandırılıyor. Çünkü olayın içyüzü daha önce de değindiğimiz gibi düşünce ve tahayyüle sığmaz.

O gün insanlar çırpınıp yayılan pervaneler gibi olacak. (İnsanların, 'her yana dağılmış' pervaneler gibi olacakları gün)

"O gün insanlar uçuşan pervaneler gibi olacak." İnsanlar kabirlerden çıktıkları gün hedefsiz, şaşkın bir şekilde her yöne koşturacaklardır. O zamanki durumları, bilinen şaşkın vaziyette uçuşan kelebekler gibidir. Veya sinek çekirge gibi bütün uçan haşereler gibidirler. Yayılmaları, etrafta uçuşmaları, gidip gelmeleri içinde bulundukları durumun dehşetindendir. Dağınık yani yayılmış ayrı ayrı kelebekler gibidirler. Allah Tealâ: "Yayılan çekirgeler gibidirler." (Kamer, 54/7) buyurmuştur. Zemahşeri şöyle diyor: Çokluk, yayılma, zaaf, zillet ve her yönden çağırana uçuşmada insanlar ke¬lebeklere benzetilmiştir. Kelebeğin ateşe uçuştuğu gibi "uçuşurlar."
İşte kıyametin ilk sahnesi bu... Kalplerin korkudan sağa sola uçuştuğu, eklemlerin tir tir titrediği sakine... Bunları işiten kimse, bu yeryüzünde sarıldığı her şeyin sanki çevresinden toz zerrecikleri gibi uçup kaybolduğunu hissediyor.

Dağlar da didilmiş elvan yünler gibi atılacaktır(Ve dağların da 'etrafa saçılmış' renkli yünler gibi olacakları (gün) .

Dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacak. Dağlar böyle olunca insanların ne hale geleceği artık kıyas olunabilirse olunsun. O halde Allah'ın rahmeti yetişmeyecek olursa vay o insanların haline.
Yün, özellikle çeşitli renkte yün; MENFÛŞ de didilmiş, atılmış yani parçaları parmaklarla birbirinden ayrılıp dağılmakta veya hallaçla atılmakta bulunan demektir ki, zerre zerre uçuştuğu haldir. Zira dağlar önce ufalanacak, sonra korkunç kum yığını olacak, sonra bulut gibi geçerek "atılmış renkli yün"ler gibi olacak. Sonra da serap olacaktır. Bu iki hal, yani insanların "yayılmış kelebekler" gibi ve dağların "atılmış renkli yünler" gibi olmaları hali, bizim idrakimize göre bütün yer küresinin volkan gibi infilak edip patlaması halini düşündürdüğü gibi, son zaman savaşlarının o hali almaya doğru giden yıkıcı manzaralarını da göz önüne getirmektedir. Bununla beraber burada yalnız insanları nihayet ölüme sevketmek üzere parçalayıp seren ölüm bayılması değil, önceki sûrenin "Kabirlerdekilerin fırlatılacağı zaman." (Âdiyat, 100/9) âyetinden anlaşıldığı üzere "Kabirlerden çıkarlar." (Kamer, 54/7) âyeti delaletince kabirlerden f ırlayıp yeniden dirilmek ile ahrette hesap ve tartı için mahşere sevk edecek olan kıyamet sûrunun üflenmesine kadar geçen zamanı içine alan bir mânâdır ve bu itibarladır ki hakikati bizim dirayetlerimizin tasavvurları hududu dışında ve ancak Allah'ın haber vermesiyle hakkın ğaybına eren, iman sahasına giren bir durumu haiz olduğu "kârianın ne olduğunu sana ne bildirdi?" hitabıyla anlatılmıştır. Bundan dolayı kıyametin başlangıcı olan korku üflemesinden "(O gün insanlardan) bir kısmı cennette, bir kısmı ateştedir." (Şûrâ, 42/7) ayrımının tahakkuk edeceği kaza faslı zamanına kadar devam edecek olan bu kâria günü iki kısma ayrılmış demektir ki, birincisi ölüm üflemesi ile dirilip ayaklanma üflemesinin ayırım günü olan mizan (tartı) ve fasıl (ayrılma) z a manına kadar olan haşr ve neşr kısmı; ikincisi de insanların "(O gün insanların) bir bölümü cennette, bir bölümü ateştedir." (Şûrâ, 42/7) olmak üzere iki kısma ayrıldıkları fasl (ayrılma) ve hüküm anından ötesi, yani cennet ehlinin cennete, cehennem eh l inin cehenneme sevk ve sokulmalarıyla hükmün yerine getirilmesi devri demek olan ebedilik safhasıdır. İşte "kâria"nın herkesi içine alan birinci bölümünü açıkladıktan sonra netice ve sonu bulunan, insanları mes'ud ve bedbaht iki kısma ayıracak olan bu ikinci safhasını açıklayarak buyurulu yor ki:

Kimin tartıları ağır gelirse, Artık o, hoşnut olunan bir hayat içindedir.

Burada "mevazin" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime, "mevzun" ve "mizan" kelimelerinin çoğuludur. Eğer bunu "mevzun"un çoğulu olarak kabul edersek "mevazin", Allah (c.c.) huzurunda ağırlık taşıyan ve mükafaata müstehak olan ameller anlamına gelir. Eğer "mizan"ın çoğulu olarak değerlendirirsek, o zaman terazinin kefesi kast edilmiş olur. Birinci şekilde "mevazin"in ağır ve hafif olmasının anlamı, iyi amellerin kötü amellere karşı ağır ya da hafif olmasıdır. Çünkü Allah'ın indinde yalnız iyi ameller ağırlık taşır ve onların bir değeri vardır. İkinci şekilde "mevazin"in ağır olmasının anlamı, Allah'ın adaletli mizanında iyilik tarafının kötülüğe göre daha ağır olmasıdır. Amellerin hafif olmasının anlamı ise, iyilik kefesinin, kötülük kefesine göre hafif olmasıdır. Bunun yanısıra Arapça'da ıstılah olarak "mizan", ağırlık manasında da kullanılmaktadır. Bu mana bakımından ağır ve hafif olmaktan murad, iyiliğin ağır veya hafif olmasıdır. Her halükârda "mevazin", "mevzun", "mizan" ya da "vizin" olarak kabul edilse de anlamı pek değişmez. Allah'ın adaleti, insanların sermayesi olan amellerin taşıdığı vezne, iyiliğin hafif ya da ağır olmasına göre karar verecektir. Bu konuya Kur'an-ı Kerim'in pek çok yerinde değinilmiştir.

Bunları göz önüne alırsak konu daha iyi anlaşılır. Mesela A'raf suresinde şöyle denmiştir: "O gün tartı tam doğrudur. Kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtulanlardır. Kimin tartıları hafif gelirse, işten onlar da ayetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini ziyana sokanlardır." (A'raf 8-9)

Kehf suresinde ise şöyle buyurulmuştur: "Dünya hayatında bütün çabaları boşa gitmiş olan ve kendileri de iyi iş yaptıklarını sanan kimseler, işte onlar Rabb'lerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa çıkan kimselerdir. Kıyamet günü onlar için bir terazi kurmayız." (Kehf, 104-105)

Enbiya suresinde de şöyle buyurulmuştur: "Kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık edilmez. Bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getiririz. Hesab gören olarak biz yeteriz." (Enbiya, 47)

Bu ayetlerden anlaşılıyor ki, küfür hali ve bunun yanısıra hakkı inkâr, kötülük kefesini ağır bastıracak kadar büyük bir kötülüktür. Kafirlerin hiçbir iyiliği kötülük kefesini kaldıramayacaktır. Fakat mü'minin terazi kefesinde öncelikle imanın ağırlığı olacak, bunun yanısıra dünyada yaptığı iyilikler de ağırlık yapacaktır. Diğer taraftan, yaptığı kötülükler öbür kefeye konarak iyilik yönünün mü, kötülük yönünün mü ağır bastığı görülecektir.
İyilikleri veya salih amellerinin kötülüklerine ağır basması suretiyle kimin tartıları ağır gelirse o, cennette razı olacağı, razı olunacak bir yaşayıştadır. Buradaki "yaşayış" kelimesi cennetteki nimetleri toplayan bir kelimedir.
Burada yüce Allah'ın "Hoş hayatın" ayrıntısına girmeden kısaca ifade etmesi, insanın duygusunda hoşnutluk çağrışımı bırakıyor ki hoşnutluk da insan için nimetlerin en sevinçlisi ve en neşelisidir.

Kimin tartıları hafif gelirse, Onun anası (sığınacağı yer) Hâviye'dir.

Yani, "Hasenesi az olup, seyyieleri haseneleri baskın çıkanlara gelince..." demektir. Ebû Bekir (r.a) şöyle demiştir: "Bu amel defterleri ağır gelen kimselerin, amel defterlerinin ağır gelmesi, onların, dünyada iken hakka uymaları ve hakkın, kendilerine baskın gelmesinden dolayıdır. Kendisine sadece hakkın konulduğu bir tartının, ağır gelmesi ise haktır: Amel defteri hafif olan kimselerin amel defterlerinin hafif olması ise, onların dünyada iken batıla uyup, batılın onlarca hafif bir şey olarak addedilmesinden dolayıdır. Kendisine batılın konulduğu tartının ise, hafif olması haktır. Mukâtil de şöyle der: Bu böyle olacaktır; zira hak, ağır, batıl ise hafiftir.
"Hâviye", "hava" kelimesinden gelmektedir. Manası, yüksek yerden aşağı düşmektir. "Hâviye", derin çukur için de kullanılır. Cehennemin haviyesi, çok derin olan ve ehl-i cehennemin yukarıdan içine düşeceği yer olacaktır. "Onun anası cehennem olacak"a gelince: Bunun anlamı, çocuğun korunma yerinin annesinin kucağı olması gibi, ahirette de ehl-i cehennem için cehennemden başka kucak olmayacaktır.

Ve bildin mi haviye nedir?( Onun ne olduğunu sen nereden bileceksin?)
O, kızgın bir ateştir.

Onun mahiyetini sana bildiren nedir? Bu sorunun amacı, onun bilinenin dışında, mahiyeti tam manasıyla anlaşılamayacak tarzda olduğunu açıklayarak ürkütme ve korkutmadır. O çetin bir ateştir. Hararette ve şiddette doruğa varmıştır. Bu da onun bütün ateşlerin üstünde olan kuvvetine delildir.

Malik, Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre'den Peygamber (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet ettiler: "Yaktığınız ademoğlunun ateşi cehennem ate¬şinin yetmiş cüzünden biridir." Ya Rasulallah! O bile olsa yeterdi." dediler. Buyurdu ki: "Ondan altmış dokuz kat daha fazladır."

Ahmed, Ebu Hureyre'den o da Peygamber (s.a.)'den rivayet etti. Bu¬yurdu ki: "Şu ateş cehennemin yüzde biridir."

Yine Ahmed, Ebu Hureyre'den Peygamber (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Cehennem ehlinin en azabı hafif olanı, iki nalini olup da onlardan dolayı beyni kaynayandır."

Ayetlerden şu hükümler çıkmaktadır:

1- Kıyametin, kimsenin gerçek mahiyetini bilemediği, kalpleri titreten şiddetleri ve zorlukları vardır. Zira o, şiddette kimsenin aklının tasavvur edemiyeceği bir şekildedir. Adeta Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: Dünya¬nın felâketleri o felâketin yanında bir hiçtir. Dünyanın ateşi de ahiret ate¬şinin yanında bir hiçtir.
Burada bir uyarı ve korkutma vardır. Mukatil dedi ki: O, Allah'ın düş¬manlarını azapla vuracaktır. Dostları ise, onlar korkudan emindirler.

2- Allah Tealâ burada kıyamet gününde olacakların , ikisinden bahset¬miştir:
Birincisi: İnsanların o günde dağınık, yayılmış, uçuşan kelebekler gibi olmaları.
İkincisi: Dağların atılmış, birbirinden kopuk renkli yünler gibi olması. Burada Allah Tealâ'nın dağların durumundaki değişikliği dört yönden vasfettiğine dikkat edilmelidir:
Birincisi: Parçalara bölünmesi: "Yerle dağlar yerlerinden kaldırılıp da yekdiğerine çarpışarak hepsi toz haline geldiği (zaman)." (Hâkkâ, 69/14).
İkincisi: Akıp giden bir kum yığınına dönüşmesi: "Sen dağları görür, onları yerinde durur sanırsın. Halbuki onlar bulut geçer gibi geçer gider." (Nemi, 27/88).
Üçüncüsü: Sonra da atılmış yün gibi olması. O da, pencereden giren zerrecikler gibi parçalardır.
Dördüncüsü: Seraba dönüşür: "Dağlar yürütülmüş bir serap haline gelmiştir." (Nebe' ,78/20) [7]

3- Kıyamet günü insanlar, amel tartılarının ağırlığı veya hafifliğine göre iki kısma ayrılırlar. İyilikleri kötülüklerine ağır basanlar cennette hoşnutluk veren bir hava içinde; kötülükleri iyiliklerine ağır basanlar ise, harareti çetin ateştedir. "Harareti çetin bir ateş" sözü, ahiret ateşine nis¬petle diğer ateşlerin çetin olmadığına işarettir. Bu kadarı onun sıcaklığının kuvvetini anlatmak için yeterlidir.

Ayette geçen "Mevâzin" mîzân kelimesinin çoğuludur. Muti olanın iyilikleri en güzel şekilde getirilir. Mizan da ağır basarsa ona cennet vardır. Kâfirin kötülükleri de en çirkin şekilde getirilir. İyilik tarafının ağırlığı ha¬fif kalır ve cehenneme girer. Kelâmcılar dediler ki: İyilik ve kötülüklerin bizzat kendisinin tartılması doğru olmaz. Burada anlatılmak istenen iyilik ve kötülüklerin yazılı olduğu sahifelerin tartılmasıdır. Veya nur iyiliklerin alâmeti, karanlık da kötülüklerin alâmeti yapılır.

Kaynaklar:
Şevkani, Fethu’l-kadir
Mevdudi- Tefhimul Kur’an
Taberi tefsiri
Seyyid Kutup-Fizilal-il Kur’an
Elmalılı Hamdi Yazır- Hak Dini Kur’an Dili
Fahreddin er Razi-Tefsir-i Kebir
Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir
 
Üst Alt