BİR İNSAN böyle bir sözü neden söyler, niçin söyler, hangi niyetle söyler?
Bu sözü söyleyenlerin bir kısmı var ki, ne dine inanır, ne Allah’a; ne Kur’an’a inanır, ne de Peygambere… İslam’a ve dine karşıdır, düşmandır. Böyle bir insan bu sözü inançsızlığından dolayı söyler. Zaten böyle birisinin yolu da, izi de bellidir. Hiçbir kutsalı yoktur, hiçbir manevî değer tanımaz. Onun gözünde, dini çağrıştıran her şey zararlıdır ve yanlıştır. Böyle düşünenleri kendi ideolojik yapısıyla baş başa bırakalım.
“Kahrolsun şeriat!” diye bağırıp çağıran başka birisi daha vardır ki, o da neyin ne olduğunu bilmeden konuşuyor. Allah’a, dine, Kur’an’a ve Peygambere inanıyor, inancı var, belki namaz da kılıyordur, oruç da tutuyordur, ama “şeriat”ın siyasî ve ideolojik bir düşünce olduğunu sanıyor, farkına varmadan bu saçma sözleri kullanıyor, bir yerde “uydum kalabalığa” diyerek hareket ediyor.
Oysa şeriatla din aynı anlama gelir, ikisi bir arada kullanılır. Din şeriattır, şeriat da dindir.
“Şeriat” kavramının içinde, imanla ilgili hükümler olduğu gibi, ahlakla, ibadetle ve günlük hayattaki işlerle alakalı hükümler de vardır.
Her şeyden önce şeriatı koyan Allah’tır. Bir diğer ifadeyle, dini gönderen ve dinin sahibi Allah’tır. Onun için Allah’a “Şârii Hakiki/gerçek şeriat koyucu” denir.
Zaten Allah’ın, şeriatı koymasının asıl amacı, kullarının sonsuz hayata ve gerçek saadete ulaşmalarıdır. Şeriatın tanımına baktığımızda da aynı gerçekleri görürüz.
Sözlük anlamıyla şeriat "yol, mezhep, metot, âdet, insanı bir ırmağa, su içilecek bir kaynağa ulaştıran yol" demektir.
Dinî bir terim olarak da, "Allah’ın emir ve yasaklarının toplamı"dır.
Başka bir deyimle, "Kur’an âyetlerine, Allah Resulü’nün (a.s.m.) sünnetine ve İslam âlimlerinin görüş birliği içinde oldukları meselelere dayanan İlahî kanun"lar bütünüdür.
“Şeriat”, İlahî kanunlar bütünü olduğuna göre, tek Şâri/şeriat koyucu Allah’tır. Bunun yanında peygamberler de, şeriatı insanlara haber verdikleri için ayrıca onlar da Şâri olarak anılırlar.
“Şeriat” kelimesi bir terim olarak diğer kanunlar ve dinler için de kullanılabilir. Mesela, “Musa Aleyhisselamın şeriatı” gibi.
Şeriat kelimesinin terim anlamı şu âyete dayanır:
"Sonra seni bu işte apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy. Hakkı bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma!" (Câsiye, 45:18)
Peygamberimiz Hz. Muhammed’den (a.s.m.) önce de çok sayıda peygamber gelmiştir. Bu peygamberlerin çoğunu Cenabı Hak, bir şeriatla/kanunla göndermiştir. Peygamberimizin getirdiği İslam şeriatı, daha önceki şeriatların bir devamı ve tamamlayıcısı niteliğindedir. Bu mesele Kur’an’da şöyle dile getirilir:
"Allah, dini doğru tutmanız ve onda ayrılığa düşmemeniz hususunda Nuh’a tavsiye ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiyede bulunduğumuz dinle ilgili hususları size şeriat olarak koydu." (Şûrâ, 42:13)
İslam hukuku kaynakları, şeriatı üç ana bölümde inceler:
İbadetler, muameleler, ceza hukuku.
İbadetler: Allah’ın razı olduğu her çeşit ibadeti içine alır. Özel anlamda ise, âyet ve hadislerde özel şekil ve şartları belirlenen ibadetlerin uygulanması kastedilir. Namaz, oruç, zekât, hac ve kurban İslam’da var olan ve bilinen ibadetlerdir.
Muameleler: İnsanlar arasında medenî, ticarî, ekonomik ve sosyal ilişkileri, insanların devletle ve devletlerin de birbirleriyle münasebetleri bu bölümde yer alır.
İslam dini doğumdan ölüme kadar evlenme, boşanma, nafaka, velayet, vekâlet, vesayet, miras, alışveriş gibi toplum hayatının ihtiyacı olan tüm medeni muamelelere ve hatta devletler hukukuna ait hükümler getirmiştir.
Ceza hukuku: İslam şeriatının kullanımda olduğu bir İslam ülkesinde, İslam dininin emir ve yasaklarına uymayan, toplumsal düzeni bozmaya çalışan kimselere karşı verilecek bedenî, malî veya caydırıcı bazı cezaî hükümleri kapsar.
İslam şeriatı, esas olarak temelde dört delile dayanır. Bunlar şer’î deliller olarak da anılan “Kitap, sünnet, icmâ ve kıyas”tır.
Kitap: Kur’an’ın içerdiği hükümlerdir.
Sünnet: Son Peygamber Hz. Muhammed’in (a.s.m.) söz ve fiilleridir.
İcmâ: İslam âlimlerinin görüş birliği içinde bulundukları konulardır.
Kıyas: Kur’an ve sünnette hükmü açıkça belirtilmeyen bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak nitelik dolayısıyla, hükmü açıkça belirtilen diğer meseleye göre açıklamaktır.
İslam şeriatına karşı çıkanları Prof. Dr. Hayrettin Karaman bir sıralamaya tabi tutuyor ve şöyle bir değerlendirme yapıyor:
"Biz Müslüman’ız, İslam’a varız, ama şeriata yokuz, şeriatı kabul etmiyoruz; şeriat Ortaçağ’ın karanlığına dönmektir" diyenler, "Kur’an, sünnet, icma ve kıyas kaynaklarına dayanan İslam’ın bir kısmını kabul ediyoruz, ama bir kısmını kabul etmiyoruz" demiş oluyorlar.
İslam’ın bütününe inanan ve tamamını yaşamaya çalışan mü’minler “salih ve kâmil” Müslümanlardır.
Yine tamamına inanıp bağlayıcı olduğu halde bir kısmını yaşayamayan (ameli, uygulaması ek**** kusurlu olan) mü’minler ise “fâsık, günahkâr” Müslümanlardır; Allah Teala onları dilerse affeder, dilerse cezalandırır.
“İslam’ın bir kısmını (şeriatı) kabul etmem” diyenler, “Onun da dinden olduğunu kabul ediyor, böyle olduğuna inanıyorum, ancak onunla amel etmek istemiyorum” demek istiyorlarsa, günahkâr oluyorlar, “Bu kısmına inanmıyorum, şeriatı dinden saymıyorum” demek istiyorlarsa, İslam’la bağlılık ve aidiyet ilişkilerini kesmiş oluyorlar.
Şeriata karşı çıkanlar, “şeriat istemiyoruz, kahrolsun şeriat!” diyenler, İslam’ın bir kısmını reddediyor, onunla inanç ve yaşama bakımından ilişkilerini kesiyorlar, hatta ona karşı düşmanca cephe alıyorlar. Bu durumda olanların aynı zamanda Müslüman olmaları mümkün ve sahih değildir.
Şeriat sadece Kur’an hükümleri ve İslamî esaslar değildir. Az önce anlattığımız ve herkesin “şeriat” olarak bildiği bu şeriat, Cenabı Hakkın Kelam sıfatına dayanır ve asıl itibariyle oradan gelir.
Bir diğer şeriat daha vardır ki, o da Allah’ın İrade sıfatından gelir ve bu sıfatın tecellisidir. Buna “sünnetullah/tabiat/doğa” tabiri kullanılır.
Mesela, yerin çekim gücü, ateşin yakması, soğuğun üşütmesi, zehirin insanı öldürmesi gibi tabiatta var olan fıtrî kanunlar, kevnî kanunlardır. Bunların yaratıcısı ve işleteni Yüce Allah’tır.
Nasıl ki, Kelam sıfatından gelen kanunlara karşı gelenler belli cezalara uğrayacağı gibi, İrade sıfatından gelen bu kanunlara karşı duranlar da cezasını hemen görürler.
Mesela, bir kimse yüksek bir yerden atlarsa, bacağını ve kafasını kırar. Elini ateşe uzatırsa eli yanar, soğukta durursa üşür, yüzme bilmeden denize girerse boğulur, zehir içerse hayatını kaybeder.
Her iki şeriat için de şöyle müşterek misaller verilebilir. Zehir içerek intihara teşebbüs eden hayatını kaybettiği gibi, intihar etmekle haram işlediği için ayrıca günaha girmiş olur.
İkinci bir misal: Silahını suçsuz bir insana kasten çeken kimse onun ölümüne sebep olduğu gibi, ayrıca büyük bir günah işlediği için, İslam şeriatı ona kısas cezasını öngörür, onun da aynı şekilde cezalanması hükmünü verir.
Mehmet Paksu
ALINTI.....
Bu sözü söyleyenlerin bir kısmı var ki, ne dine inanır, ne Allah’a; ne Kur’an’a inanır, ne de Peygambere… İslam’a ve dine karşıdır, düşmandır. Böyle bir insan bu sözü inançsızlığından dolayı söyler. Zaten böyle birisinin yolu da, izi de bellidir. Hiçbir kutsalı yoktur, hiçbir manevî değer tanımaz. Onun gözünde, dini çağrıştıran her şey zararlıdır ve yanlıştır. Böyle düşünenleri kendi ideolojik yapısıyla baş başa bırakalım.
“Kahrolsun şeriat!” diye bağırıp çağıran başka birisi daha vardır ki, o da neyin ne olduğunu bilmeden konuşuyor. Allah’a, dine, Kur’an’a ve Peygambere inanıyor, inancı var, belki namaz da kılıyordur, oruç da tutuyordur, ama “şeriat”ın siyasî ve ideolojik bir düşünce olduğunu sanıyor, farkına varmadan bu saçma sözleri kullanıyor, bir yerde “uydum kalabalığa” diyerek hareket ediyor.
Oysa şeriatla din aynı anlama gelir, ikisi bir arada kullanılır. Din şeriattır, şeriat da dindir.
“Şeriat” kavramının içinde, imanla ilgili hükümler olduğu gibi, ahlakla, ibadetle ve günlük hayattaki işlerle alakalı hükümler de vardır.
Her şeyden önce şeriatı koyan Allah’tır. Bir diğer ifadeyle, dini gönderen ve dinin sahibi Allah’tır. Onun için Allah’a “Şârii Hakiki/gerçek şeriat koyucu” denir.
Zaten Allah’ın, şeriatı koymasının asıl amacı, kullarının sonsuz hayata ve gerçek saadete ulaşmalarıdır. Şeriatın tanımına baktığımızda da aynı gerçekleri görürüz.
Sözlük anlamıyla şeriat "yol, mezhep, metot, âdet, insanı bir ırmağa, su içilecek bir kaynağa ulaştıran yol" demektir.
Dinî bir terim olarak da, "Allah’ın emir ve yasaklarının toplamı"dır.
Başka bir deyimle, "Kur’an âyetlerine, Allah Resulü’nün (a.s.m.) sünnetine ve İslam âlimlerinin görüş birliği içinde oldukları meselelere dayanan İlahî kanun"lar bütünüdür.
“Şeriat”, İlahî kanunlar bütünü olduğuna göre, tek Şâri/şeriat koyucu Allah’tır. Bunun yanında peygamberler de, şeriatı insanlara haber verdikleri için ayrıca onlar da Şâri olarak anılırlar.
“Şeriat” kelimesi bir terim olarak diğer kanunlar ve dinler için de kullanılabilir. Mesela, “Musa Aleyhisselamın şeriatı” gibi.
Şeriat kelimesinin terim anlamı şu âyete dayanır:
"Sonra seni bu işte apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy. Hakkı bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma!" (Câsiye, 45:18)
Peygamberimiz Hz. Muhammed’den (a.s.m.) önce de çok sayıda peygamber gelmiştir. Bu peygamberlerin çoğunu Cenabı Hak, bir şeriatla/kanunla göndermiştir. Peygamberimizin getirdiği İslam şeriatı, daha önceki şeriatların bir devamı ve tamamlayıcısı niteliğindedir. Bu mesele Kur’an’da şöyle dile getirilir:
"Allah, dini doğru tutmanız ve onda ayrılığa düşmemeniz hususunda Nuh’a tavsiye ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiyede bulunduğumuz dinle ilgili hususları size şeriat olarak koydu." (Şûrâ, 42:13)
İslam hukuku kaynakları, şeriatı üç ana bölümde inceler:
İbadetler, muameleler, ceza hukuku.
İbadetler: Allah’ın razı olduğu her çeşit ibadeti içine alır. Özel anlamda ise, âyet ve hadislerde özel şekil ve şartları belirlenen ibadetlerin uygulanması kastedilir. Namaz, oruç, zekât, hac ve kurban İslam’da var olan ve bilinen ibadetlerdir.
Muameleler: İnsanlar arasında medenî, ticarî, ekonomik ve sosyal ilişkileri, insanların devletle ve devletlerin de birbirleriyle münasebetleri bu bölümde yer alır.
İslam dini doğumdan ölüme kadar evlenme, boşanma, nafaka, velayet, vekâlet, vesayet, miras, alışveriş gibi toplum hayatının ihtiyacı olan tüm medeni muamelelere ve hatta devletler hukukuna ait hükümler getirmiştir.
Ceza hukuku: İslam şeriatının kullanımda olduğu bir İslam ülkesinde, İslam dininin emir ve yasaklarına uymayan, toplumsal düzeni bozmaya çalışan kimselere karşı verilecek bedenî, malî veya caydırıcı bazı cezaî hükümleri kapsar.
İslam şeriatı, esas olarak temelde dört delile dayanır. Bunlar şer’î deliller olarak da anılan “Kitap, sünnet, icmâ ve kıyas”tır.
Kitap: Kur’an’ın içerdiği hükümlerdir.
Sünnet: Son Peygamber Hz. Muhammed’in (a.s.m.) söz ve fiilleridir.
İcmâ: İslam âlimlerinin görüş birliği içinde bulundukları konulardır.
Kıyas: Kur’an ve sünnette hükmü açıkça belirtilmeyen bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak nitelik dolayısıyla, hükmü açıkça belirtilen diğer meseleye göre açıklamaktır.
İslam şeriatına karşı çıkanları Prof. Dr. Hayrettin Karaman bir sıralamaya tabi tutuyor ve şöyle bir değerlendirme yapıyor:
"Biz Müslüman’ız, İslam’a varız, ama şeriata yokuz, şeriatı kabul etmiyoruz; şeriat Ortaçağ’ın karanlığına dönmektir" diyenler, "Kur’an, sünnet, icma ve kıyas kaynaklarına dayanan İslam’ın bir kısmını kabul ediyoruz, ama bir kısmını kabul etmiyoruz" demiş oluyorlar.
İslam’ın bütününe inanan ve tamamını yaşamaya çalışan mü’minler “salih ve kâmil” Müslümanlardır.
Yine tamamına inanıp bağlayıcı olduğu halde bir kısmını yaşayamayan (ameli, uygulaması ek**** kusurlu olan) mü’minler ise “fâsık, günahkâr” Müslümanlardır; Allah Teala onları dilerse affeder, dilerse cezalandırır.
“İslam’ın bir kısmını (şeriatı) kabul etmem” diyenler, “Onun da dinden olduğunu kabul ediyor, böyle olduğuna inanıyorum, ancak onunla amel etmek istemiyorum” demek istiyorlarsa, günahkâr oluyorlar, “Bu kısmına inanmıyorum, şeriatı dinden saymıyorum” demek istiyorlarsa, İslam’la bağlılık ve aidiyet ilişkilerini kesmiş oluyorlar.
Şeriata karşı çıkanlar, “şeriat istemiyoruz, kahrolsun şeriat!” diyenler, İslam’ın bir kısmını reddediyor, onunla inanç ve yaşama bakımından ilişkilerini kesiyorlar, hatta ona karşı düşmanca cephe alıyorlar. Bu durumda olanların aynı zamanda Müslüman olmaları mümkün ve sahih değildir.
Şeriat sadece Kur’an hükümleri ve İslamî esaslar değildir. Az önce anlattığımız ve herkesin “şeriat” olarak bildiği bu şeriat, Cenabı Hakkın Kelam sıfatına dayanır ve asıl itibariyle oradan gelir.
Bir diğer şeriat daha vardır ki, o da Allah’ın İrade sıfatından gelir ve bu sıfatın tecellisidir. Buna “sünnetullah/tabiat/doğa” tabiri kullanılır.
Mesela, yerin çekim gücü, ateşin yakması, soğuğun üşütmesi, zehirin insanı öldürmesi gibi tabiatta var olan fıtrî kanunlar, kevnî kanunlardır. Bunların yaratıcısı ve işleteni Yüce Allah’tır.
Nasıl ki, Kelam sıfatından gelen kanunlara karşı gelenler belli cezalara uğrayacağı gibi, İrade sıfatından gelen bu kanunlara karşı duranlar da cezasını hemen görürler.
Mesela, bir kimse yüksek bir yerden atlarsa, bacağını ve kafasını kırar. Elini ateşe uzatırsa eli yanar, soğukta durursa üşür, yüzme bilmeden denize girerse boğulur, zehir içerse hayatını kaybeder.
Her iki şeriat için de şöyle müşterek misaller verilebilir. Zehir içerek intihara teşebbüs eden hayatını kaybettiği gibi, intihar etmekle haram işlediği için ayrıca günaha girmiş olur.
İkinci bir misal: Silahını suçsuz bir insana kasten çeken kimse onun ölümüne sebep olduğu gibi, ayrıca büyük bir günah işlediği için, İslam şeriatı ona kısas cezasını öngörür, onun da aynı şekilde cezalanması hükmünü verir.
Mehmet Paksu
ALINTI.....