Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kafirun Suresi

hakka davet

New member
Katılım
25 Eyl 2007
Mesajlar
153
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
53
KAFİRUN SURESİ

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla”

“Ey Muhammed! De ki: Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da sizler tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”

Nüzul zamanı:
Abdullah b. Mesud, İkrime, Hasan Basrî bu surenin Mekkî olduğunu söylemektedir. Abdullah b. Zübeyr ise Medenî olduğunu söylemişlerdir. İbni Abbas ve Katade'den iki kavil mervidir. Birincisine göre bu sure Mekkîdir, ikincisine göre ise Medenîdir. Ama cumhur müfessire göre bu sure Mekkîdir. Zaten surenin muhtevası da buna delalet etmektedir.[1]

Nüzul sebebi:
Ebu Hayyan der ki: Bunun inme sebeplerinden olarak şöyle zikretmiştir:
"Peygamber (s.a.v.)'e kâfirler: "Bırak bu tuttuğun davayı biz sana istediğin kadar mal, servet verelim, kızlarımızdan dilediğinle evlendirelim ve seni üzerimize melik yapalım, eğer bunu yapmazsan gel bizim ilâhlarımıza tap, biz de senin ilâhına tapalım, müşterek olalım, hayır hangisinde ise ona hepimiz de ulaşmış oluruz" demişlerdi. Bir de onun en çok buğz edeni Kureyş'ten olduğu ve bir sene kendilerinin tanrılarına ibadet etmesini ve kendilerinin de bir sene onun tanrısına ibadet edeceklerini söylemiş olduklarından dolayı onlardan uzaklaşmak ve o teklifin asla olacak şey olmadığını haber vermek için Allah Teâlâ bu sûreyi indirdi."
İbnü Hişam "Siyer"inde der ki: "Bana gelende: Resulullah (s.a.v.) Kâbe'yi tavaf ediyorken Esved b. Muttalib b. Esed b. Abdi'l-Uzza ve Velid b. Muğire ve Ümeyye b. Halef ve As b. Vâil es-Sehmî önüne gerildiler, bunlar kavimleri içinde yaşlı kimselerdi. "Ey Muhammed! Gel, biz senin taptığına tapalım, sen de bizim taptığımıza tap, biz ve sen (bu) işde müşterek olalım. Eğer senin taptığın bizimkinden hayırlı ise biz ondan nasibimizi almış oluruz ve eğer bizim taptıklarımız seninkinden hayırlı ise sen de nasibini almış olursun." dediler. Allah Teâlâ'da onlar hakkında sûresini tamamen indirdi." İbnü Cerir ve İbnü Ebi Hatim ve Tefsircilerin çoğunlukla zikrettikleri şu şekillerdir:
Kureyş'in ileri gelenlerinden bir takım, Resulullah'a, sen gel bizim dinimize tabi ol, biz de senin dinine tabi olalım, bir sene sen bizim tanrılarımıza ibadet edersin, bir sene de biz senin mabuduna ibadet ederiz, dediler. Resulullah: "Allah korusun, Allah'a başkasını ortak koşmaktan." dedi. Onlar, o halde bizim tanrılarımızın bazısına el sürüver de seni tasdik edelim ve tanrına ibadet edelim, dediler. Bu sebeple bu sûre nazil oldu. Resulullah sabahleyin Mescid-i Haram'a gitti, Kureyş'ten dolgun bir heyet vardı. Başları üzerine dikildi de bu sûreyi okudu, onlar da ümitlerini kestiler."[2]
Velid ibn Muğîre, As ibn Vâil, Esved ibn Abdilmuttalib ve Ümeyye ibn Halef, Allah'ın Resulü'ne, "Bir müddet biz senin ilahına bir müddet de sen bizim ilahlarımıza ibadet et. Böylece aramızda bir sulh çizgisi oluşur, aramızdaki düşmanlık da kalkmış olur... Eğer senin işin daha olgun ve göz alıcı olursa, biz, bize düşen, payımızı alırız. Yok eğer, bizim işimiz daha olgun olursa, sen bundan kendine düşen payı, dersi alırsın..." dediler de, bunun üzerine işte bu sûre ile, Cenâb-ı Hakk'ın, "De ki: Siz, ey cahiller, bana Allah'dan başkasına mı tapmamı emrediyorsunuz?.."(Zümer, 64) ayeti nazil oldu da, böylece onları, bazan cehalet, bazan da küfürle tavsif etti. Bil ki, cehalet, tıpkı bir ağaç; küfür de, o ağacın meyvesi gibidir. Binâenaleyh, bu sûre nazil olup da, Hz. Peygamber (s.a.s)'e de, bunu, onların İleri gelenlerince okuyunca, onlar buna kızdılar ve ondan ümitlerini kestiler.[3]


Sure, küfür dini ile İslam dini arasında hiçbir ilginin bulunmadığını ve her birinin başlı başına ayrı bir düşünce olup uzlaşma imkânının da bulunmadığını açıklamaktadır. Başlangıçta bu surenin muhatabı Kureyşli kâfirlerdir ve sure onların teklifleri üzerine nazil oldu. Ama surenin geçerliliği o günler ile sınırlı değildir. Kur'an'a geçen bu talimat Müslümanlar için kıyamete kadar geçerlidir. Küfür dini ne şekilde olursa olsun, hem sözle hem de amelle ondan beraat etmek gerekir. Bu surede, küfür dininin ilkelerine riayet edilemeyeceği ve din konusunda hiç bir anlaşma olamayacağı kâfirlere bildirilmiştir. Bu nedenle, surenin ilk muhatapları toprağa karıştıktan sonra da bu sure hâlâ okunmaktadır. Müşrikler, haklarında nazil olan bu sureyi Müslüman olduktan sonra da okumaya devam ettiler. Onlar bu dünyadan gittikten asırlar sonra da Müslümanlar bu sureyi okumaktadırlar. Çünkü küfür ve kâfirlerden beraat ve onlarla ilişkili olmadan iman etmek kıyamete kadar sürecek bir davadır.
Rasulullah'ın indinde bu surenin ne kadar önemli olduğu aşağıdaki hadislerden açıkça anlaşılmaktadır.
Abdullah b. Ömer'den rivayet edilmiştir; "Ben pek çok defa Rasulullah'ı, sabah namazından önceki iki rekât ve akşam namazından sonraki iki rekâtta Kafirun ve İhlas surelerini okurken gördüm." (Bu konudaki pek çok rivayeti bazı lafzî farklılıklar ile İmam Ahmed, Tirmizî, İbn Hibban ve İbn Merduye, İbn Ömer'den nakletmişlerdir.)
Habbab şöyle diyor: Nebi (s.a) bana dedi ki: "Uyumak için yatağa girdiğin zaman Kafirun suresini oku!", Rasulullah (s.a) da bu âdeti yerine getirirdi. (Bezzar, Taberanî, İbn Merduye).
İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah, "Ben, şirkten kurtulacağınız kelimeleri size öğreteyim mi?" dedi. Ve "o kelimeler, uyumadan önce Kafirun suresini okumanızdır" buyurdu. (Ebu Ya'la, Taberanî).
Enes diyor ki, Rasulullah Muaz b. Cebel'e şöyle dedi: "Uyumadan önce Kafirun suresini oku, çünkü bu, şirkten beraattir." (Beyhaki Şa'b'ta).[4]

Hiç şüphesiz Tevhid bir sistem, şirk ayrı bir sistemdir. Bunlar asla buluşup birleşemez. Tevhid insanı bütün bir varlıkla birlikte ortağı olmayan tek Allah'a yöneltir. İnsanların inanç sistemlerini ve hukuklarını, değerlerini ve ölçülerini, eğitim ve ahlâkını, hayat ve varlıkla ilgili tüm düşüncelerini kendisinden alacağı kaynağı belirler. Mü'minin kendisinden alacağı bu kaynak Allah'tır, sadece Allah, ortaksız olarak Allah. Bu nedenle müminin hayatı bütünüyle bu ilke üzerinde kuruludur. Gizli ve açık hiçbir şekilde şirkle karışamaz. Yolunun tüm aşamalarında böyledir. Böyle net bir ayrılık hem davet edenler için bir zorunluluk, hem de davet edilenler için bir zorunluluktur.
Hiç şüphesiz cahiliye cahiliyedir, İslam da islam. Aralarında derin farklar vardır. Tek çare bütünüyle cahiliyeden sıyrılmak ve yine bütünüyle İslam’a girmektir. Tek yol, içindeki bütün özellikleri ile cahiliyyeden ayrılmak ve bütün özellikleri ile islama göç etmektir.
Bu konuda atılacak ilk adım davetçinin cahiliyye sisteminden farklı olduğunu ortaya koyması ve ondan tamamen ayrı olduğunun bilincinde olmasıdır. Düşüncede, sistemde ve uygulamada tamamen ayrı. Bu ortak noktalarda buluşmaya asla müsaade etmeyen bir ayrılıktır. Yardımlaşmayı imkânsız kılan bir farklılıktır. Ne zaman cahiliyle taraftarları bütünü ile cahiliyyeden İslama geçerlerse o zaman sona erer.
Yama yapmak yok. Orta yolda çözüm arama yok. Yolun ortasında buluşma yok. Cahiliyye istediği kadar İslam kılığına bürünsün. İstediği kadar İslamın adını kullansın.[5]

[1] Mevdudi-Tefhim-ul Kur’an
[2] Elmalılı Hamdi Yazır-Hak Dini Kur’an Dili
[3] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 23/498.
[4] Mevdudi-Tefhim-ul Kur’an
[5] Seyyid Kutup-Fizilal-il Kur’an
 
Üst Alt